SON POSTA - İttihad ve Terakkide on sene On ikinci kısım CİHAN Tevfik No. 32 l HARBİNİN SON PERDESİ Yazan: Eski Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen — Rüştü beklemek isteyenlere: “ Durmak, yek tren gittikçe biz de gideriz.,, dedi, hepimizi yola çıkardı Bulgarlar kâmilen bozularak mütare-| ke yapmışlar, Balkan yolunu açık tu-, geçerken bir haylı kurşun yemiş olduğunu anlatarak se - Bulgaristandan sra 'bekledik, Alman kundandanına yaptığım müracaatlarda, daima — telâş tabilmek için Almanlarla Avusturyalı-! yahate devam etmemeği ve geri dön-| etmemekliğimizi, bize vagon vereceği lar bütün gayretlerini sarfetmekte idiler Fakat, muvaffak olabilecekleri ümidi meği tavsiye ediyordu. Biz, kafile ele- başları, aramızda bir konferans yap * cevabını aldım, Elimde diplomatik bir pasaport bulunduğu için, bir aralık kuvvetli değildi. Bana Balkan trenile tık. Doktorla ben gitmek istiyorduk. |bana İstanbuldan gelen Balkan trenin- Yola devam etmenin avantur olacağını, Peşteda kalıp bu cephedeki vaziyete nın daha muvafik — olduğunu töyledi. Ayni zamanda. bizim. Suriye #rdumuzun da perişan olup mütema- diyen geri çekildiğine dair gelen en son Ti bildirdi. Balkan treninde yola devamın bir Avantur olmasına rağmen, durmak caiz değikli. Ne olacaksa ora da hep bera - ber olmalıydık. Bu haberleri kendisine ildirdiğim zaman Tevfik Rüştü de: — Durmak yok. Tren gittikçe bizde tideriz. O gidemezse biz de o zaman düşünürüz. Şimdi memlekete gitmeyi düşünmekten başka yapacak bir şey- Miz yok! Mutaleasında bulundu. Bu haberler Üzerine bizim kafile arasında başka fi- kirde bulunanlar da vardı. Celâl Bey dağ başlarında kalmak ihtimallerini düşünerek Peştede durmanın — ve yol ında sarih malümat gelmesini bek- in daha münasip olacağı fikrini Müdafan ediyor ve onun fikirlerine iş- tirak edenler de bulunuyordu. Fakat, Münakaşa devam ederken tren kalktı Ve davayı kendiliğinden halletti. O gün ve o gece gittik. Ertesi sabah erkenden Belgrata geldik. Belgrat is- tasyonunda aldığımız haberler iyi de- Gildi: Bulgarlar kaçıyorlar; Avustür- Yalılar cepheyi tutamıyorlar, Almanlar da imdada yetişmeğe çalışıyorlardı. hattı tutulmadan evvel harp Mintakasını geçebileceğimiz — şüpheli :'L'—ıklı beraber tren yoluna devam et- Tren yatuna devam edebilecek mi Öğle sıralarında Aleksinaç istasyo- huna geldik. Biraz sonra istasyon mü- :îıüü bütün vagonları dolaşarak haber — Tren yoluna devam etmeğe ça- ; ktır. Fakat, Bulgar hududunu ge- Sebileceği şüphelidir. Bundan — sonra Seyahat etmek istiyenler her nevi teh- ve muhataranın mes'uliyetini biz- Zat kabul etmiş olacaklardır. seyon müdürü hem bunu söylü - Yor, hem 'de bir gün evvelki trenin Ka nememleanceresannsi RADYO Bu günkü Program 12 Mart 1997 Cuma İSTANBUL Öğle neşriyatı: 1440: Plâkla Türk muzikisi, 12,50: Hava- Tlala: Muhtelif plâk neşriyatı: Akşam neşviyatı: M820: Prükla dans müsikisi; 19,0: Spar Kaleahabeleri Esref Sefik, 20: Nezihe ve ar- ları tarafından Türk musikisi ve halk Şarkıları, 20.90 Örer Rıza tarafından arap- mrılrv. 2045: Türk musiki beyeti, saat a- hahır L1 Örkestra, 2215: Ajuns ve borsa —“flel'l. 22.35; Plâkla sololar Opera ve o » parçaları v Yarınki program 13 Mart 93? Cumartesi İSTANBUL Ölle neşriyatı: âı:— Plükla Türk musikisi. 12.50: Hayadiz. * Mühtelif plâk neşriyatı. ü neşriyatı: Vaç0 Plükla dans müsikisi, 19: Şehir ti - büşar kamedi — kısımı İki temsil (Baş- ._—_'e Büyük söz), 20: Fasıl saz heyeti, aa, ÇNer Riza tarafından ürapça aöylev, V teseç Pasil saz heyeti, Raat ayarı, T1,15: Or- '—,.u_-hı&: Ajans ve borsa haberleri, 22,35: Biz, ln_lıişı. Opera ve operet parçaları, |Fakat, sonra Türk kafilesi içinde bir |de yer temin etmeği teklif etti. Fakat, çok kadın ve hattâ çocuk da bulundu-|ben bunu kabul etmedim ve sırayı ğunu görerek onları yalnız başlarına |bekledim. Halbuki biraz sonra öğren- bırakmamak için sürüden ayrılmamayı|dik ki Celâl Bey kimseye haber ver - tercih ettik. meden, elindeki diplomatik pasaport- Hayatımın en acı, en üzüntülü sa -|tan istifade ederek, trene atlamış, geri atlerini bu istasyonda geçirdim. İstas- yonun etrafı saatten saate artan Bul- gar ordusu ankazı ile dolarken bir ta - Taftan yeni Alman kuvvetleri cenuba doğru gidiyor, bir taraftan da işe ya - ramıyacak Avusturya kuvvetleri de ağırlıkları cepheden çekilerek — dahile alınıyordu. İstasyonda bir Alman, bir Avusturya - Macar, bir Bulgar ve bir de Türk nokta kumandanlığı — vardı. Fakat, bütün iş bir Alman binbaşısının elinde idi. Bütün hareketi o idare edi - yordu. İstasyon civarı Bulgar ordusu- nun döküntülerile dolmuş, askerler birer külçe gibi, oraya buraya yıkıl - mışlardı. Alman kumandan, bunları istasyon içine sokmamak üzere bir kordon çevirmiş, muntazamen her yirmi dakikada bir aşağıya ve yukarı- ya trenleri hareket ettirmekte idi. Al- manların bir ric'at hareketini idare ettiklerini, harbin bu günlerinde orada gördüm. nasıl sonuncu | dönmüştü! Akşama doğru bir aralık baktım ki artık cenuba doğru tren gittiği yoktur ve bü trenler Belgrat istikametine gidiyor. Biraz sonra şuna da dikkat ettim : Orada bulunan Alman zabitleri, Al- man askerleri, aileleri, çocukları ile ve hattâ en küçük ve ehemmiyetsiz eşya- larile beraber trenlere doldurulup geri istikametine sevkediliyorlar. O dakika- ya kadar ric'at halinde bulunduğumu- zu bize hissettirmeyen bu sakin, soğuk- kanlı intizam, Almanların dört sene- dir neden dolayı bütün cephelerde ha- rikalar göstermiş olduklarının sebebini izab ediyordu. Nihayet, bütüm asker- lerim, kendi memurlarını yerleştirip işini bitiren Alman kumandanı bize de iki vagon gösterdi ve biz de bu dör- düngü mevki Alman vagonlarının tah- ta kanapelerine yerleştik. Eşyamızı bi- Biz öğleden itibaren akşama, saat |© istasyonun bhamalları taşımıştı, E - yediye kadar burada geri gitmek için (Arkası var) İstanbul Yedinci İcera Memurluğundan: Fatma Behirenin Emniyet Sandığına birinci derecede ipotek bulunan vetamamına 1100 lira kıymet takdir edilen Bağaziçinde Anadohisarında Göksuda eski ve yeni Göksu caddesinde eski 4 mükerrer yeni 41 No. l1 taj. 43 No.lı bir tarafı Fatma Lemanın müfrez maa bahçe hanesi ve iki tarafı Kamile ait müfrez mahal bir tarafı yol ile mahdut ve evsafı aşağıda yazılı bahçeli bir evin tamamının satılmasına karar verilmiştir. Sözü geçen yerin evsafı: Bodrum katı: Odunluk ve kömürlüktür. Zemin katında: Zemini renkli çini bir antre bir sofa 2 oda bir helâ bir mutfak birinci katında: Bir sofa üç oda bir helâ cephede bir bal- kon vardı-. İçinde elektrik ve kumpanya suyu vardır. Umum mesahası 235 metere muraabbaı olap 64,50 metre murabbat bina zemini kalanı bahçe olan bir evin tamamı tapudaki kaydında olduğu gibi açık arttırmaya vazedilmiştir. Artlırma — peşindir. Arttırmaya — iştirak edecek — müşterilerin kıymeti muhammenenin *& 7,5 nişbetinde pey Aakçesi veya milli bir bankanın teminat Mmektubunu hâmil olmaları icap eder. Müterakim vergi, tanzifat, tenviriye ve vakıf borçları borçluya aittir. Arttırma şartnamesi 30/3/937 tarihine müsadif Salı günü dairede mahalli mahsusuna talik edilecektir. Birinci arttırması 26/4/937 tarihine müsadif Pazartesi günü dairemizde saat 14 den 16 ya kadar icra edilecek birinci arttırmada bedel, kıymeti mu- hammenenin 4075 ini bulduğu takdirde üstte bırakılır. Aksi takdirde son arttırmanın teahhüdü baki kalmak üz r> arttırma on beş gün daha temdit edilerek 11 / 5 / 937 tarihine müsadif - Salı günü saat 14 ten 16 ya kadar dairede yapılacak ikinci arttırma neticesinde en çok arttıranin üstünde bırakılacaktır, 2004 numaralı İcra ve İflâs kanunu- nun 126 1ncı maddesine tevfikan hakları tapu sicillerile sabit olmıyan ipotekli alacaklarla diğer alâkadaranın ve irtifak hakkı sahiplerinin bu haklarımı ve hususile faiz ve masarife dair olan iddialarımı ilân tarihinden itibaren 20 gün zarfında evrakı müsbitelerile birlikte daire- mize bildirmeleri lâzımdır. Aksi takdirde hakları» tapu sicillerile sabit olmıyanlar satış bedelinin paylaşmasından hariç kalırlar. Müterakim vergi, tenviriye ve tanzifiye ve dellâliye resminden ibaret- olan Belediye rusumu ve Vakıf icaresi bedeli müzayededen tenzil olunur. 20 senelik vakıf icaresi taviz bedeli müşteriye aittir. Daha fazla malümat almak isteyenlerin 36 / 1349 numaralı dosyada mevcut evrak ve mahallen haciz ve takdiri kıymet raporunu görüp anlayacakları ilân olunur. (1388) Daktilo isteniyor Yüksek Mektepler Muhasebesinde çalışmak fzere bir daktiloya ihtiyaç vardır. İsteklilerin Cağaloğlunda kâin Yükesk Mektepler Muhasebeciliğine müracaatları. — “1349, SOLAN ÜMİT Yazan : Dünkü kısmın hülâsası Osmah zavallı bir. delikanlıdır. Ço- Melâhat Tezer ekmek ve ilâç, küçük Zehraya kim süf alac: cukken orta balli bir alle içinde gam- | * lersir büyümüştür. Fukat baba l zaman evlerinin düzeni bo- zulmuş, anası dikiş dikerek, hergün bir parça daha solarak geçinmeğe başla- mışlır. Osman evlerinin kapısı önünde si- yah ekmeğini yemek görmiyen dişleri- le kemirirken birgün mahallenin rastıklı kadınları övde toplandılar. Anasını da süslediler, ayakkaplarını boyadılar. Os- manın eline bir çil kuruş sıkıştırarak — Bu akşam efendi. baban geliyor Osman, gelince elini öp, yanında ust- ruplu konuş da seni sevsini. - dediler. Osmana dört senedenberi anası bir gün olsun «baban çeleceki» dememiş- &. Bu itibarla haber Osmanın tuhafına Bitmişti. Kendisine karşı çömertçe gösterilen merhametli sevgi.. Ah! Bu parıltının ne felâketli bir mânası olduğunu de- nemişti. Acınarak sevilmek.. Merha - metle okşanmmak... Osman bunları is - temiyordu. Hem bu niçindi? Neden icap ediyordu. Akşam olunca kaba, saba, pos bi - yıklı, sert bakışlı bir adam evlerine girdi. Osman, korkusundan bir köşeye çekilip büzülmek istedi. Fakat gündü- zün kendisine para veren kadın; onu zorla sürükliyerek babalığının yamna götürdü ve elini öptürdü. k Bu adamı hiç mi, hiç sevmemi Hem neden ona «baba» demesi zorluyorlardı? Babası, ona tatlı gözler- le bakan, kollarının arasına alarak h:.- lâ kulaklarında çınlıyan sıcak - sesile «yavrum Osmancık!» diyen babası ne - rede, bu soğuk, sevimsiz adam nerede idi.. O geleliberi evlerinin düzeni, ra- hatı büsbütün bozulmuştu. Osmanı sabahtan akşama kadar dükkânında çalıştıran akşamları meyhanelerde u - yuklatan, yahut eve gelip bakkaldan şişe şişe rakı, peynir ve tuzlu balık ta- şıtan, hepsinden fenası ondan anacığı- nı çalan bu menfur adama baba de - mek zarureti ona her şeyden ağır geli- yordu. Osman öyle hissediyordu ki: Dudaklarını yakarak dökülen her ba- ba kelimesi o uzak diyardaki toprak olmuş sevgiliyi darıltıyor, incitiyor.. Osmanın babalığı sarhoş, serseri bir adamdı. Eşin doştun yardımile bu tar ze ve güzel kadını bulduğu için pek memnundu. Fazla olarak karısının e - linden dikiş, biçki de geliyordu. Bu sa- yede tümen tümen para kazanıyordu. Şu halde ne diye çarşıdaki leş gibi et ve kan kokan dükkânında kapanma - hıydı.. Zaten epeyce barçlanmış, ipin u- cunu kaçırmıştı. Osmanın babalığı ka- saplıktan vaz geçti. İşi güya toptancı - hğa, simsarlığa döktü, Fakat hakikatte (Parmaksız) ın meyhanesine postu yaydı. Her akşam eve kör kandil dö - nüyor, karısının, o gün az kazandığını bahane ederek, türlü zahmetlerle ha - zırlanan basit yemekleri beğenmiye - rek hiddetleniyor, bağırıp çağırıyordu. Bazan fazla ileri gittiği de oluyor, bü- tün gün makine çevirmekten halsiz dü- şen zavallı karısına hırpalıyordu. Bu suretle üç Uuzun sene geçti. Osmanın bir kardeşi daha olmuştu. Bu kıvır kı- vır sarı saçlı, pembe tenli bir bebekti. Çocuk, bu kızı canı gibi seviyordu. Artık Osman çalışmağa da başlamış- tı. Çoktanberi zayıf ve hasta düşen an- nesini doktorlar çalışmaktan meneç - mişlerdi. Şimdi Osman, hem ailenin ek- meğini temin ediyor, hem de hasta a- nasına ilâç, . belediye doktorunun tav- siye etti kan yapıcı yiyecekler alı - yordu. İki lira haftalıkla bir berber dükkânına çırak girmişti. Halinden memnundu. Yalnız annesinin hastalı - ğı, sert ve kesik öksürükleri onu dü - şündürüyordu. Bir de sabah akşam te miz kıyafetleri, dolgun çantalarile dük- kânın önünden geçen kendisile yaşıt çocuklar ona hasetle karışık bir ağlama ihtiyacı veriyordu. Osmanın onlardan nesi eksikti? Şöyle kalın ve temiz bir palto gi çantasını alarak mektebe gitmek.. Y z kenarlı defterlere, re - simli kitaplara sahip olmak... Bunlar kendisi için ne uzak, ne erişilmez bir hayaldi. Osman bu perisan kıyafetile| de mektebe gitmeğe razıydı. Fakat ken. | disi okumağa başlayınca annesine kim çıkarıyo: F na bu mecburiyet pek a Anasının, küçük kardeş dövülüp, sövül « nabilirdi, İsrar « geldi, onun yas sızlıktan — gözleri kaptırmak, sonra d mek... Bul im lara aldırmadı, & nına çıkmadı. — Rs dönen &yyaş; bir gün tığı dükkâne da Osmanı yakaladı. Müş lerin ya * nında ağza alınmaz küfürlerle zavallıa yı dövdü. Bu hal bir kaç defa tekerrüs edince ustası bu bahtsız çırağa yol vem mek mecburiyetinde kaldı. * O günden sanra Osman için derbe e der, sefil bir hayat başladı. Sabahtam akşama kadar bazan sıcaktan bunalıp- terliyerek, bazan rüzgârların yüzüne indirdiği şamarla sersemliyerek dola « şiyor, yük taşıyor, güçlükle bir ekmeli parası çıkarıyordu, İşte bugün de akşam olmuştu. Ka « sabanın pazarında sabahtanberi dolaş. tığı halde bir tek müşteri bulamamıştı, Bir aralık böyle soğukta titremektense evine gitmek, sefil yatağına — girereli yorgunluğu dinlendirmek istedi. Fakaf birdenbire kapsız yorganının altında bir mum gibi eriyen aç ve ilâçsız ana * cığını düşündü. O şimdi kendisini, ona r lokma ekmeği ve katığı y rdı. Deminki isteğinden vaz geçti. Köşesine daha ziyade büzüldü. Hareketsiz kalan parmaklarmı yırtıla cep astarına sürterek ısıtmağa çalıştı. Kulaklarında — vızlıyan, — gözlerinden yaşlar getiren rüzgür ona şimdi bir Ö« lüm musikisi gibi geliyordu. Osmanın boş ve ıslak yollara bak « maktan yorulan gözleri nihayet uzak. ta beliren bir karartıyı seçti Kalbi hız- h hızlı çarptı, Bu gelen iki elleri dolu geçkince, düzgün kıyafetli bir adam « dı. Tam önünden geçerken çocuk diçle- ri birbirine vurarak güçlükle seslendiz — Bayım, götürelim mi? Yaşlı adam durdu, dönüp Osmana baktı. Hiç bir şey söylemiyerek elindeki paketleri ço. cuğa uzatltı. Adam önde, Osman arka- da bir hayli gittiler. Çamürlu ve Xa « ra_nlıl: yollarda —müşteriye yetişmek - için güçlük çekiyor, paketlerin sicim- leri soğuktan karıncalanan parmakla « rını acılıyordu. Uzün bir yoküşu çık « tıktan sonra Müşteri büyücek bir evin kapısını çaldı. Kırmızı yün entarili küs çük bir kız çocuğu koşarak kapıyı aç- t. Adam paketleri Osmanin elinden al. dı, ona bir yirmi beşlik verdi. Yirmi beş kuruş... Osman için bu âdeta bir servetti. Bu yirmi beş kuruşla neler a- lınmazdı ki.. Hâs ekmek, peynir, küçüle madığı portakalı bu gece pekâlâ darik edebilirdi. Şimdi rüzgâr hafifle . miş, ortalık yeni doğan ayın ışığile ay- dınlanmış gibiydi. Islak kunduraları « nın içinde ayaklı la © kadar sızlamı- yordu. Osman; hızli adımlarla âdeta koşarak yoluna devam ediyordu. Te - sadüf ettiği kapanmak üzere bulunan bakkal ve yemişçi dükkânlarından is - tediklerin! aldı. Bu kıymetli şeyleri göğsü üzerinde sıkarak eve geldi. Oda karanlıktı., İdare lâmbası kırık camdan köiren rüzgârla sönmüş olacaktı. Pis bir ispirto kokusu yüzüne çarptı. Âyni za- manda çirkin bir horultu işitti. Baba- lığı kendisinden evvel gelmiş ve sız . mıştı. El yordamile kibrit konan yere yaklaştı. İdare lâmbasını yaktı. Göz « d a alışınca bakındı. Annesi ile koyun koyuna yatmış « tı. Kendisinin gelişini galiba işitme » mişti, Her halde yolunu gözliye gözli. ye uyumuş olmalıydı. İskemle üzerine bırakltığı portakalları eline alarak ya- tağa yaklaştı: — Bak, anne, sana portakal getir - dim, dedi. Kadın kıpırdamadı. Küçük kız derin derin soludu. Döşeme tahtası başlangıcıdır. Çocuük haftasının