“11. Temmuz SON POSTA Kahramanlık, aşk, heyecan ve macera KORSANIN KIZI Son Posta'nın tarihi tefrikası İlyas Ferhat ağaya: idiyorum. Çabuk dönerim. Yazan ; Kadircan Kaflı Ömer) adı geçiyordu. Şimdi büsbütün Numara : 14 Gözleri küçük pencereden görünen küçük gök parçasına dönmüştü. Ora- Uyumuhmıdınkumıhıkı;-dıyüıhrvu&—oldıuıuyenh — Ben Palabıyık Ömer'in evine gi- ıdıkkıt kesilmişti. Diyerek yarı karanlık sokaklara dal- dı. yaptıkları çıkışı anlatırken kısa kes - m:k istiyor, fakat Rukuş'dan başka - Onun geldiğini duymuş olanlar b'ları ikide bir: nağın önünde toplanıyorlar, haberi a- hp dönüyorlardı. Anadoludan çok uzak ve yabancı bir yer olan burada şimdi yaslı analar, babalar, kadınlar ve çocuklar vardı. Kapı açıldığı zaman İlyas küçük Ay- ge ile karşılaştı. Küçük kız elâ gözle - rinde sonsuz bir sevinç ve aydınlıkla İlyasa bakiyor, onun boynuna atılma- mak için kendisini zor tutuyordu. İlyas onu koltuklarından — tutarak kaldırdı, kuvvetli kollarile sardı. İçini çekti. İçi tıkanıyor, nemlenen gözlerinin boşanmaması için dişlerini sıkıyor ve bakışlarını küçük Ayşenin bakışların- dan kaçırmağa çabalıyordu. Küçük Ayşe o zamana kadar bu yi- ğit ve genç levendin kendisine bu ka- dar yakınlık gösterdiğini görmemişti. Bunun için şimdi derin bir saadet için- deydi.O anda başka hiç bir şey isteme- yi düşünmüyordu. 48 onu yanaklarından öperek çö- meldi ve yere biraktı, in genç karısı görünmü tü: — Hoş geldin İlyas!... DŞ Oturması için hnaxdıkı sediri gös- terdi. Ayşe şimdi daha sokulgan olmuş - tu. İlyasın boynundan ayrılmak iste- Mmiyor ve soruyordu: — Babam ne zaman gelecek? Çok kalmaz, değil mi? — Onu çok mu özledin? — © kadar çok ki... kukuç neden sonra hatırlamış gibi: — Sahi, ne haberler var? Dedi. İlyas küçük Ayşeye baktı. Onun o- Tadan gitmesini istiyordu. Bu sırada kapı açıldı. Mustafa Rei- Bin de anasile karısı, Koca Mehmedin bacısı göründü. Mustafa Reis oraya bitişik oturuyordu. Bu aralık İlyas Rukuş'un doğru iğilerek bir şey fısıldadı. İ ıGenç kadım kizmin sirtini okşıya - rak: — Haydi Ayşe, sen Mustafa Reis - lere git. Gülsümle Mehmedin yanında sıkılmazsın! Dedi , Ayşenin bakışlarında karaltılar var- Zzamana kadar gerek İlyas ve ge- k diğer tanıdıklar eve geldiği ve ko- u'mklııı zaman AÂyşe de bir kenara ilişip oturur, onların konuştuklarını dinlerdi. Avrupa kıyılarına akın ha - zulıkları aaçık denizde gemi avcılığı, u- Zak ve yakın kaleler Üzerine yürüyüş Üzerindeki konuşmalar onun da pek hoşuna gider, hlhuıdg Tu:lı yiğitleri- Üü KGi kalmak istryorum. M otak karanlık... Korkarım. yas ayağa kalktı: D_ed.ı seni ben götüreyim, Küçük Ayıe flyı B bir sın yanında oHıık . Fakat zaten #eraya gitmemek için böyle bir behane uydurmuştu. Onlar -u:ı..ııy. 'İıı&—xdıy— z / Diyerek dipteki küçük odaya girdi. Buna bir şey söylenemezdi. — Şimdi dişarıda konuşmalar vardı. », Küçük Ayşe bir kaç dakika yatağın- kavrıbp kaldı. Sonra kalktı ve kula- knpıvı dayadı. Yavaş konuşuyor- v — — O sırada İskender neredeydi? — Koca Mehmet ne yapıyordu? — İskenderin bacağı neresinden kr nldı? Cibi sorgularda bulunuyorlar, bütün inceliklerine kadar her şeyi öğrenmek istiyorlardı, Palabıyık Ömerin yaptığı kahra - manlıkları anlatırken de sık sık: — Sağ olsun!... — Varolsun!... Diyorlardı. Küçük Ayşe bazı kelime ve hattâ cümleleri bile kaçırarak dinlediği bu kahramanlık macerasını büyük bir gu- rurla dinliyor, bununla beraber baba - sının zaten böyle işlerde daima birinci olduğuna sarsılmaz bir inancı olduğun- dan o kadar hayret etmiyordu. İlk hayreti, İlyas: — Palabıyık birdenbire — sendeledi. Sol kolundan yaralanmıştı. Buna bir türlü inanamıyordu. Onu kim yaralayabilirdi?* İşte hemen kolunu — bağlamış, tek kolla ve yeniden dövüşmeğe başlamış- tı, Küçük Ayşenin kalbi heyecan ve gururla dolmuştıı / Lâkin.. İlyas ne söylüyordu? — Palabıyık göğsünden vurulmuş- ta. Yarasından kan boşanıyordu ve ar- tık ayakta duramıyordu. Onu kolun - dan tuttum. Yeniden doğrulmağa ça -|vutmak için kesik kesik bazı sözler hştı, fakat gücü yetmedi. O zaman Ko-! söylüyorlar, fakat onu susturamıyor - aWWW“MMhMMW- ve kaleden içeri aldık. İlyas b&şlı anlatmakta devam edi- yordu. Küçük Ayşe kulağını sıkı dayamıştı, havayı boşaltır — Ne oldu? Yoksa öldü mü? — Evet.. Bir çığlık... İniltiler, hıçkırıklar... oldukları gibi duruyorlardı. Halbuki babasının, ayakta duramıyacak kadar yaralı olduğunu söylüyorlardı. 1... Bu olamaz!... Diye haykırmak istiyordu. Fakat yalnız bu değil, başka şeyler Hikâye Öldüren nokta ?.. Yazan: Kadircan Kaflı Şam sarayında o gün de büyük bir kalaba- | Bildirelim. hk vardı. O zamana kudar halifeler pek| — Ahras o zamana kadar görmediği bu sade yaşarlardı. Ebubekir kendi koyunla- rtını kendi sağıyordu. Ömer, arkasında ya- malı elbise ile geziyordu. Ali, kadının ö- nünde davucı ile yanyana oturuyor ve hur- masını taşımak isteyen bir adama: — Onu taşımak bir aile babasına daha çok yaraşır... Diyordu. Fakat Muaviye ne böyle düşünüyor, ne de böyle yapıyordu. O bir kulübede değil, sarayda — oturu- de olmuş!.. yordu. İlyas anlatıyordu: Tni Aeğsa bi ileksik Bkan — O sabah gün doğarken Palabıyık | sın ve İzakın zenginliği Şama doğru —ak- Ömerin yarasından hâlâ kan akıyor - du. Yanından hiç ayrılmamıştım. Ba- na gözlerile işaret etti. Ağzına doğru e- gilmemi istiyordu. Dediğini — yaptım. Yavaş yavaş o eski ve büyük derdini açtı.. İlyas durmuştu. Rukuş titrek bir sesle sordu: — Hangi derdini... — Hani... mayışt.. miş... Artık öleceğini büyüdü vasiyetini de bildiresin, dedi. Rukuş göğsünü dolduran zehirli bir gibi heyocanla sordu: İlyasla yanındakiler genç kadını a - yordu: — Ayşecik duyacak şimdi. Zaval- h yavrucuk... Ne kadar seviyordu. Sus kapıya dahalartık... (Arkan var) Neozn BAZİ SİNEMA ARTİSTLERİ 100000 Meşhur bir sinemacı; Bugün — Holivud'da yıııııı klâsik güzellik kifayet etmiyor. diyor ve ilâve ediyor: «Zamanımızda sinema stildyolarında klâsik güzellik günde 8 dolar ve zekâ 100 dolar kıy- mettedir. Güzel yüzler ise, zekâdan ve gençleşmiş bir lenden daha fazla, 1000 dolar kıymetindedir. rini feda ediyorlardı. Fakat, bugün.. Her yıldız, kendi kendine tevesstll ede- ceği basilt bi tedbir sayesinde ciltleri- HAFTADA Dİn taravetini vikaye edebilirler. VE- yana üniversitesi profesörü doktor Slesj tarafından keşif ve genç hay- vanlardan Istihsal edilen cildi besleyi- €i Ve gençleştirici Biocel cevheri şim- di pembe rengindeki Tokalon kramin- do mevcuttur. Gece yatmazdan evvel Si uyürken cildinizi beııer ve gençleştirir. Buruşukluklar ve çizgiler silinir. Bu sayede her kadın birkaç hafta zarfındat0— 15 yaş genç- leşmeğe muvaffak olabilir. Gündüzle- ri ise (yağsız) beyaz rengindeki Toka- lon kremi te Dütün siyah benleri giderir, ve açık mesamatı kapa- tır ve cildi beyazlatıp g_m Dr. HORHORUNİ (Berksoy) <a Muıı_ııı her gün akşama kadar Eminönü Valde kıraathanesi yamında Şu... erkek çocuğu ol - * Erkek çocuğu olsaymış yeri boş kalm'mnxı *« Bunu hâlâ ümit &- diyormuş amma, olsa da göremiyecek- biliyormuş... En çok üzüldüğü de öcünün alınmıya- cağı korkusu imiş. Eğer bir oğul bıra- kaymış ona bırakacak iki mirası var - mış, Onlar da şu pala ve bir de öcünün alınması imiş. Gene de bunları sana bildirmemi ve palayı da vermemi söy- lerdi. Eğer umduğu gibi bir oğlu olursa zaman bunu ona veresin ve mağa başlamıştı. Muaviye bir imparator gibi yaşıyordu. Şam sarayının ipekten halılarla — döşen- miş, atlas sedirlerle doh büyük ve merimer salonunda olurmuştu. Sağını ve — solunu yine onun gibi şatalfat içinde yaşamaya başlayan valiler, Arap çölünün dünkü ya- rı çıplak çocukları doldurmuştu. Uzak veya yakın her yerden ziyaretçi geliyordu. Şimdi —teşrifatçı kapıda — görünüyor, Muaviyeye doğru ayaklarının ucuna ba - sarak yaklaşıyor, bir kâğıt sunuyordu. Muaviye gürültüden hoşlanmazdı. Onun için böyle bir usul koymuştu: Zi- yaratçilet isimlerini saray nazırna bildi- riyor, nazır da bu ismi bir kâğıdın üzerine yazarak teşrifatçı ile Muaviyeye gönderi- yordu. Muaviye kâğıtta yazılı adı okuyor onun altına, ne yapılmak lâzım geldiğini yazıyordu. ve retti: — Kabul ediniz! — İki altın bahşişle savınız.. — Yann gelsin? — Dişarı atın! — Beklesin! O srada henüz Muaviyeden Başka ha. Kfelik iddiasında bulunanların ardı kesil: memişti. Vakit vakit Muaviyenin düşman- Tarına casusluk edenler tutuluyor, bu gibi vak'alar da hemen bir kâğıda — yazılarak halifeye bildiriliyordu. Muaviye bunlar hakkında da ne yapıl- masını İstiyorsa o kâğıtların altına yazı yordu. Bazan bu kâğıdın altında şu kelime oku- nuyordu: — Faktülül... Bu öldürünüz, demekti. Hemen adamcağızı ite kaka sarayın bi- raz ilerisindeki zindana götürüyorlar, ora- da her an hazır. olan — cellâtların ağızlı kocaman kılıçları anun başını bir hl keser gibi kesip atıyarlardı. Beni Zer kabilesinin şeybi Ahras bir za- manlar Hazreti Alinin tarafından olmuş, Muaviyeye karşı Cemel ve Salfeyn savaş- larmda bulunmuştu. Daha sonra Munaviye ona paralar göndermiş, atlılarile birlikte Kiç olmazsa çöldeki konağına dönmesini temin etmişti. Çünkü on bine yakın dinç vve genç atlıyı bir iki gün içinde ayaklan- dirır, günlerle uzak yerlere bir sam rüzgâ- n gibi ortalığı yakıp yıkarak yetişirdi. Haz- reti Ali öldükten sonra Ahras artık hali- feliğin Muaviyeda karar kıldığına inanmış, onunla dostluğu daha çok ilerletmiş, hat- tâ Şama giderek sarayında ziyaret etmek istemişti. Munviye onun bu arzusunu — öğrendiği zaman pek sevinmiş: — Onu sarayımda görmekle şeref kaza- nacağım. Diye haber yallamışlı. O gün Şam sarayının kapısında kara bir Bu, iki kulaca yakın boyda izi yan bir herifti. Kırk yaklarında vardı Attan indi. Onun. gibi izi ve gözlerinden şemşekler çakan sekiz ath daha durdular. Hemen at- tan inerek şeyhlerinin üzengisini tuttular. | Şeyh atından inince kapıdaki nöbetçiye sordu: — Halife Muaviye burada mı otumur? — Evet... — Ben onu ziyarete geldim. Zabit onu tanıyordu. Hemen içeri aldı. Saray nazırına götürdü. Saray nazını: — Kiminle görüşüyorum? Dedi. — Beni Zer kabilesinin şeyhi Ahrmas... Saray nazın yerlere kadar eğilerek onu| selimladı ve sofanın en güzel köşesindeki en yüksek sediri gösterdi: — Bir kaç dakika için lütfen dinleniniz. yanına panltılı eşyaya, bu şatafatlı hayata, hattâ zabitlerle saray nazıımin, — teşrilatçıların sırmalı elbiselerine hayran hayran — bakı- yordu: — Bunlara sahip olar adam — elbette halifeliğe de sahip olur. Saray nazırı bir kâğıdın üstüne şeybin adını yazdı ve teşrifatçı ile içeri gönderdi. Teşrifatçı kâğıdı Muaviyeye uzattı. Muaviye okudu ve: — Doğru mu? Der gibi teşrifatçının yüzüne baktı. Fakat elbette doğru olacaktı. Yazıya daha yakından ve daha iyi göz attı, Yanılmıyordu. Sevindi. Bu onun için sahiden büyük biz zaferdi. Şeyhi hemen kabul etmek, onunla görüşmek istedi ve küğıdın altına bir ke- lime yazdı ve onu yazarken içinden şüyle heceledi: — Fakbülül... Arap. yazısında, kâğıdın üstüne yazıl miş olan kelime ile hecelediği kelime ara- sındaki fark sadece bir veya iki nokta- nın bu kelimenin alt veya üstüne konmasın. dan ibaretli. Lâkin manaları birbirinden başka idi. Saray nazırı kâğıdı aldığı zaman göz- leri dehşetle büyüdü: — Faktülüt,.. Diye yazıyordu orada... «Kabul ediniz» değil, «öldüründan ma- nasına geliyordu. Gözlerine inanamadı ve daha dikkatle Bu yazıların bir çokları şunlardan iba- | baktı. Ahras'ta o sırada saray nazırına dön« müştü. Saray nazırı bunün farkına vardı. Hemen yüzündeki hayreti sildi ve gülüm- semeğe çalıştı. Bu işi gürültüsüz bitirmek gerekti. Bu iriyarı ve dev gibi adam kolay kolay öldürülemezdi ya.. Fakat Muaviye onu niçin öldürüyor? Sonra şöyle düşümdü: — Eski hıncını unutmamış. Hazreti A knin yanında Muaviyeye karşı silâh çekti. Bini unulur mu hiç?.. İşte, kendi ayağile buraya gelmişken öcünü alacak!... Sarayda her şey sessizce yapılıyordu. Bunun da sersizce yapılması gerekti, Beni Zer Şeyhine: — Bir dakika... Şimdi... Diyerek çıktı. Muaviyenin emri hassa — kumandanina gösterildi. Kırk elli asker birden yalır kılıç solaya 4| Zirince Ahras neye uğradığını anlıyamadı. Bir anda kıskıvrak bağlanazak zindana gö- türüldü. O dev gibi herifin başı bir kılıç vuruşile nemli toprakların üÜstüne, etrafına kanlar saçarak yuvarlandı. Bu sırada Muaviyenin gözleri kapıday- dı. — Niçin gecikti acaba? 'Teşrifatçı başka birisinin geldiğini haber vermek için yaklaşınca sordur. — Ahras ne oldu? — Emrinizi yaptık. — Hani nerede? — Zindanda, — Zindanda m? — Evet... Emtinize göre hemen boynu vuruldu. Emrederseniz kesik başını... Muaviye yerinden lırhıdı — Abdallar!... Diye Bağırdı. Saray nazırlarile karçılaştı. Teşrifatçıyı göstererek: — Bu delinin dedikleri doğru muduri Dedi. — Efendimizin emirleri hemen yapılır? Bu sefer de öyle olmuştur. — Hangi emir... Saray nazırı anun kendi elile yazdığı tek kelimenin bulunduğu kâğıd parçasını u * zattı. Muaviye oraya baktı. Yalan değildi. Noktayı alt tarafa koyacağı: yerde tarafa koymuş, böylelikle «Fakbülür mesi aFaktülür olmuşlu. — Kabul ediniz! Demek istediği halde: — Öldürünüzt Gek akbülür keli- Ahras'ın kesik başı bir gümüş tepamın içinde getirildiği zaman ena bakarak baçı- m salladı: — Eh... Ne yapalım? Allah böyle is - tedi ve böyle yaptırdı. Her halde daha ha. Ve gülümseyerek, salona, misafizlerinin v döndü l,.ıı. olan üĞğkE ni