10 Sıyfı SON POSTA OLUM MANGASI “Son Posta,, nın Tofrikası: 10 - Cemilin gözüne, uzakta, bahçenin nihayetindeki köşede, İ gül ağacının dibinde, beyaz bir hayal ilişmişti Yazan: A.R. — Safonun hislerinin avukatı de- gilim ya.. Neme lâzım benim. Hiç | şüphesiz ki ben ondan daha kârlı çı - kacağım. Demişti. f * Vakit, öğleye yaklaşıyordu. Cemi - lin annesi, arasıra oda kapısına yak- O laşıyor; kulağını kapıya dayıyarak dinliyor: — Niçin daha hâlâ uyanmadı. A - caba hasta mı? Diye söyleniyor; endişeli bir yürü- yüşle kendi odasına dönüyordu. Cemil, gözlerini açtığı zaman saa - tine bakmış: — Dört buçuk.. Amma uyumu - gum. (1) ! Diye mırıldanmıştı, Ve sonra, kalk- mış; havlusunu omzuna alarak oda kapısını açmıştı. Ve sofanın ortasında | durup gözlerile kendi gözlerini araş- tıran annesinin yüzüne bakmıştı. Cemilin kulağına telâşlı ve muzta- yip bir ses çarpmıştı: — Ne o, evlâdım.. Hasta mısın?.. — Hayır anne ...Turp gibiyim. — Amma, rengin pek kaçık. — Her halde, fazla uykudan ola - | cak. — Niçin bu kadar uyudün? — Mutlaka dünkü deniz havası iyi geldi. Açık hava, temiz hava, bana dai- | ma uyku veriyor. Rumelide de böyle “idim. * - sun, Sabahtanberi kapının önünde do- r— Taşıyorum, evlâdım. — Niye?.. — Sen, uyanmadın diye. — Aman anne... Allah aşkina, bu — kadar üstüme düşme, Ben çocuk mu- yum? — Ah evlâdım, öyle söyleme. Kö- — pekler bile ana olmasın. Ak saçlı, ak| “ sakallı olsa bile, bir ananın nazarın- — da o evlât gene çocuktur... Hadi git, yüzünü, gözünü yıka. Kahvaltını ne- /— rede yiyecüksin. İstersen, Gülter oda-| 1ı na getirsin. Amma, sakın çok yeme. Sonra, öğle yemeği yiyemezsin. — Cemil, annesinin kendisine göster- diği bu büyük düşkünlükten mem - — nun ve mağrur olmakla beraber gizli | — bir gikıntı hissediyordu. Hattâ, yü- — zünü yıkarken: — Mübarek kadın. Üç yaşında bir bebek gibi ayağımı ayağıma sektirmi- alyoı.'âdeıa. elimden tutup çocuk gibi 'w gezdirmek istiyor. Onu şüphelendir- memek, üzmemek için ne yapmalı bil- mem ki... /— evin tarafında pek fazla görünmeyin; — diye Safoya tenbih ettim. — Diye düşünüyordu. l * Öğle yemeğinden kalkarlarken kadın * sordu: — — Öğle uykusuna yatacak mısın “evlâdım?.. y — Biraz. 'I 1' ; İ — Daha iki saat evvel kalktın. A - caba uyuyabilecek misin?.. — Uyku, uykuyu getirir derler. Belki biraz daha uyurum. — Allah vere, o azgın karılar ra- hat verseler . Te mi edıennrm oldular, nedir. Bu - gün kişnemeleri işitilmiyor. Sofmyı topluyan Gülter de söze ka- — Evdeler efendim. Demin o çiya- na benziyen sarı kız bahçeye ufak te- “fek şeylerini asıyordu. Cemil, kızların söz dinliyerek sükü- — net göstermelerine memnun oldu. - — Vallahi, şimdi benim üykum o kar “dar ağırlaştı ki... Bir kere içim geçti mi, , top atsalar dııyınuyonım Halbuki | — Aman, Allah versin de öyle ol-| İyi ettimi de; bahçede, bizim * «Amma bilmem, bir ye-' ı(ı) Oıııııuıdı!ü ııırııl—ıı)l Rumelide, hclı: takiplerde; odının içinde bir sinek uçsa, derhal yerimden fırlıyordum. Meğer rahata ermek in - rüklenmişti. Ve sonra, -Safodan daha hassas ve daha anlayışlı olan - bu kız, korka korka kalbinin ıztırabını şu su - sarlı tenbelleştiriyormuş. Ben gide -| retle izah etmişti: yim de, şöyle biraz uzanayım, olmaz mıi anne... İkindiden #onra, istersen; Çı'ftelıuvuılım doğru biraz uzanırız. Diye annesine emniyet ve — itimat vermiye çalışıyordu. Cemil, odasına çıkmış; — uzanmıştı. Yattığı yerde, derin derin düşünü - yor; Safonun yanından avdet ettikten sonra beyninde husule gelen düğümleri çözmek istiyordu. .r—'ıluı. bir türlü uyuyamamıştı. * — Allah rahatlık versin, anne. — Hadi, evlâdım. Allah sana da ha- yırlı uykular versin. İnşaallah tatlı rü- yalarla sabahı edersin. Pencereyi ka - pamayı unutma yavrum. Cemil odasına çıkar çıkmaz lâmba- yı üflemiş, derhal pencerenin & geçmiş; bahçeye göz gezdirmişti... zakta, bahçenin nihayetindeki köşede, gül ağacının dibinde, beyaz - bir hayal| ; gözüne ilişmişti. Annesinin yatak odasına çıkmasını bekledikten sonra gen& pencereden bah çeye inmiş; gül ağacına doğru ilerle- mişti. Ve... Duvarın yanına gelince, dün akşam Safonun oynadığı oyunu, şimdi o da Çeşmi Dilber kalfaya oy - namak istemişti. — Aman... Fena halde korktum... İn misiniz, cin misiniz, efendim. Çerkes lehçesi Safonunkinden da- ha galip olan tatlı bir sca cevap verdi: — Ne inim.. Ne cinim, efem... Si - zin gibi beniademim. — Pek, beniademe benzemiyorsu- nuz. Sakın, peri padişahının kızı ol - mıyasınız, efendim... — Aman, efem.. Biz kim, peri pa- dişahının kızı olmak kim?.. Hem ol- sam da, hâşâ size zararım dokunur mu hiç, efem... — Çarpmaz mısınız, beni?.. — Estağfurullah, efendim. İyi saat- ıe olsunlar bile olsa, sizi çarpmıya kı» |yabilir mi, hiç. — Hop... Cemil, ellerini alçak duvarın üstü - ne dayamış; çevik bir hareketle gül ağacının dibine sıçramıştı. Burnuna keskin bir (mikado) lâvantası çarp - mıştı. — Safa geldiniz, efem. — Safa bulduk, efendim. Safo Ha- nım nasıl?.. — Mahsus selâmları var, efendim. Gözlerinizden öptüler. — Niçin kendileri de gelmediler?. lâm ya.. Nöbetleşe değil mi?.. — Demek ki; sarayda da, hariçte ide, her şey, nöbetleşe... X E'le yebukiı Felikii Barlin kısmetine razı olmalı. — Meselâ... Şayet birini sevseniz.. O zaman ne yaparsınız?.. — Vallahi, bilmem efem?.. — Hayatınızda hiç kimseyi sevdi - niz mi?.. Çeşmidilber, derin derin içini çekti. — Sevsek te ne ehemmiyeti - olur, ebem. — Niçin?.. — Biz, kul cinsiyiz. efem. Onun için efendimizi sevsek bile bu sevgi- mizi söyliyemeyiz ki... —E, . efendinizden başka birini verseniz?.. — Buna imkân var mı, efendim?.. Böyle binde bir, şehre çıkâcağız da... Hem sevsek te, bu sevgiden ne fayda görebiliriz. Benim rahmetli bir kalfam vardı. Kızlart.. Siz, siz olun; Kimseyi ge- yuya atılari taşa bönzer; derdi. -- Bulııiıu boybeebırmüddetıü — Beni gönderdiler, efendim. Ma- sevmeyin. Saraylının sevgisi, kör ku-| — — Ah, efem... Bizler, kafeste kuş gibiyizdir. Ancak seneden seneye bir Hırkai Şerif alayına, bir kaç senede bir de, timara çıkarız. İşte bugünle - rimizde ne kadar elimize; fırsat ge- çerse, bizim kârımız odur... Bugün siz, validenizle bir yere gitmiştiniz. Tev - fik Ağa geldi. Bu Akşamki Program İSTANBUL 17: Ünüivemiteden nakil, inkılüp dersi Esat Bözkürt — tarafından, — 18: Müuhtelif plâklar, 19: Haberler, 19.15: Opera par- çaları (plâk), 20: Stüdyo tiyatrosu, (muh- telif parçalar), 20.30: Stüdya orkestraları, 21.30: Son haberler. Saat 22 den sonra Anadolu ajansının gazetelere mâhsus havadis servisi — verile- cektir. BERLİN 20: Büyük konser, 23.20: Konser, 23.40: Konser, Bethoven, Ramrath, Juon Cui, Welter, Sahütt'en parçalar. BUDAPEŞTE 18.25: İlana Kabaş piyanoda, 20.10: Zigan orkestrası, 21.10 - 22: Caz, 23: Estonya müziği konseri, 24: Zigan orkes- trası, 1.05 K. BÜKREŞ 12.35,, 13.30 , 14.30: Plâk, 18: Stüd- Yo orkestrası, 20 - 20.15: Plâk, meşhur muganniler, 21.05: Oda müziği, 21.40: Piyano konseri, 22:15: Don kazakların korosu ve Balalaika orkestrası, 23.15: Ge- ce könseri. MOSKOVA 19: Volga şarkıları, 19.45: Şan kon- seri ve koro. MÜNIH 19: Dans ve karnaval müziği, 21.10: Müzikli konser, komedi, 23.20: Nakiller, 24: Münih karnavalı (balo müziği, şarkı- lar, şenlik.) PRAG 20.30: «Theâtre National» dan opera, 23.15: Plâk, 23.35: Plâk. VİYANA 20.10: Valslar — (şarkılar, orkesira), 21.30: Karnaval potpurisi, 23.10: (Kabare müziği), 24.30: Dans müziği. VARŞOVA 18,20: Koro konseri, 19 Piyano Fr. Sehubrt ve Fr. Liszt'in eserleri, 21 Karna« yal müziği (koro ve orkestra). 22: Viya- ha şarkıları, 23: Estonyamüziği, 23.30: Dans müziği. 28 Şubat Salı İSTANBUL 18: Dans mutikisi (plâk), 19: Haber- ler. 19.15: Muhtelif plâklar, 20: Çembalo ve xilofon solo. (plâk), 20.30: Stüdyo orkestraları, 21.30: Son haberler. Saat 22 den sonra Anadolu ajansının gazetelere mahsus havadis servisi — verile- cektir. atbat mü ge *ö v 66 .. ugunun idürlüz hatalı antolojisi (Baş taralı 1 inci yüzde) diye ıdreeaknr. Bu damga altında bu de“ Merdivenleri çıkıyoruz. O, tenbih edi-İrece moksan, kifayetsiz bir eter çıkamıntı yorı — Çok şeyler söylemeyin. Beyefendiyi yorarsınız. Kapıyı araladı. Çekingen, girdim. Hay- retten donmuştum. Üstat doktorunun — bile, konuşmaktan çekineceği kadar rahatsızdı. — Görüyorsunuz, dedi. Haştayım. Fakat sizi kırmamak — için konuşacağım. Teşekkür ettim. — Ben de sizi yormaktan çekineceğim, üstadım. Gülümsedi. — Siz böyle bir antoloji yapsaydınız kimleri koyardınız?. — Niçin?. — Böyük oldukları için. — Büyüklüğü ne ile ölçüyorsunuz?. — Kendi kendisile. Bir Hâmit, bir Fik- 'et, bir Cenap ber zaman büyüktürler. Hlıııl.ın. Fikretsiz, Cenapsız, Halit Ziya- sız, Hüseyin Rahmisiz bir antoloji olamaz. — Neden her zaman büyüktürler?. Onlara kuvvetle bağlı olan muhterem edip yatağında adeta isyan etti: — Bir asra yakın yazı Hâmide mneden denir mi?. FBae Fikretin, Cenabın, Hağimin büyüklü - Bünü isbata lüzum var mı?. Bu böyledir ve her zaman böyle kalacaktır. ... İsmail Habip ile mülâkat Galatasaraylıların sevgili hocasını sı- cak salonunda yakaladım. — Anketlere cevap vermeğe yeminli - yim. Dedi. — Matbuat Müdiriyeti yanlış bir anto- loji yapmışsa bana ne?.. Ben bunun doğ- rusunu yaptım ya. Nasıl söyletecektim? Birden kitabın üs- tündeki bir işaret mucize gibi imdadıma yetişti. Kaşları çatıldı: — Bu kadarı olmaz, dedi kitap devlet ifadesi, resmi damga taşıyor. Ecnebi devletin kendi ifadesini gösteren bir eser “ Ya Petrol Ambargosu, Çıkmamalıdır.. Boyhı—nlhrmıhîyıtwı“ bu işin daha .. we z ı_rlitıu-—î—fer“—'rfıil'lıll” x Bu gibi fazlalıklar, bir kitabın damga sını taşıyan makama göre arkadaşlık his * luııcııııhbqıııı'h—ıh—hıkıdr, Eserde devlet damgası olduğu için ese- | rin türlü ferdi hislerle vücude - getiril * memesi lâzımdı. Nitekim bu esere karti | muhitte uyanan hassasiyet te bundan ileti gelse gerektir. $ Antolojideki ikinci cepheye gelince: Fransaca yazılmış olduğuna göre eseri fransızcaya çevirecek en Hyakatli bir kales min seçilmesi lâzımdı. Bu hususta — Reşat Nuri memleketimizde eskidenberi Mercure de France gibi en muteber Fransız mec * | mualarında yazdığı yazılarla tuttuğu mev” — kü, fransızca Ankara gazelesini çıkarışın” daki kudretile - bu iş için bizde İiyakatini fazlasile isbat etmiş bir şahsiyettir. Zatet nhı-ıxıyıhıvıııhll-dhod-*d' de etmiş bir kimsedir. Bizim fikir ve edebiyat — yeniliğimizin — babası olan Şinasiye fransızca bocalığı yar bunu | panın torunu olduktan sonra, Muazzez FAİK Ya Roma Andlaşması!. ,, (Baş tarafı 1 inci yüzde) dığını anlatsak ne iyi olur. Çünkü Pa- |j ul Reynaud'nun dediği gibi İtalyanla- riın ancak pek azı, bu müstemlekelere hicret ediyorlar. Benim düşüncem, ça- lışkan İtalyanların Fransa gibi kendi- lerini kardeşçe karşılayan memleketle- re yayılmalarıdır. Nüfusu çoğalan İtal- ya, Sir Hoar'ın Cenevredeki teklifi vec- | ğu takdirde bunun İtalya — tarafından f | Hulâsa biz. Milletler Ceımyetın' inanıyoruz ve öonâa inananlar bir zafef kazanmışlardır. İtalyan Gazetelerinin Neşriyatı — Roma 23 (A.A.) — Popolo di RO €| ma gazetesi İngilizler tarafından Ha | beşistana malf bir yardımda bulunuldu" 1 |— BAYRAMDAN EWEL ZİYARETİ UIYUTTTA YIN hile iptidat maddelerin yeniden taksi- hayretle karşılanmayacağını ıoyl:nei'l "İminden hiç zarar etmez ve çok kâr e- |te ve: «Böyle bir hal yeni bir hâdise der. İtalyayı en çok sevenler, ona en tqkıl edecek değildir, çünkü İnııltu" çok iptidai madde verenlerdir. bir seneden beri Habeşistana para ve «Âziz İtalyan dostlar! Size yardım el Sakmllkı Şürdrüdü hıılıınıııık etmek isteriz. Fakat Habeşistanı Mil- ğ letler Cemiyetine getirdiğimizi ve bu- (ad.ıır, > dlıyedlyııîmukt:hı ınlî nun neticesi olarak 16 ncı maddenin nn oma, Habeşistana i yardım meselesinin Eden hi hak kazandığımı nasıl unu- ul;[n.î.:ne Nü ” On sekizler kömitesinde mevzüub Habeşistanda kölelik var! diyorlar. edilmesi ihtimalini endişe ile karşıla' — Fakat geç kaldılar. yarak şu neticeye varmaktadır: GH — Sonra mademki Milletler Cemiye- | lâsa, zecri tedbirlerden sonra, işte AY — 4 ti, Habeşistanı kabul etmiştir, yalnız rupa, Avrupa ülkelerinden olan İtab — | Milletler Cemiyeti ondan hesap sorabi- | yaya karşı, Afrikalı bir ülke ile ıvl'" 1 tan açığa ittifak etmiştir. lir., PATZATRL TUT TU E 1 “ &