F Ö? T merr l Büyük Tarihi Roman Muharriri! A. R. No.1: B3 - 11 » 934 Muhaç Ovasında!.. Nâralar, Feryatlar İşitiliyor, Davul Ve Zurnaların | Yürüyüş Havası Askeri Coşturuyordu.. O gece bütün' orduda şenlikler — yapılmış.. — çadırların önünde, yüz binlerce mumlar ya- kılmıştı. Sanki semanın yıldızları, yerlere yağmıştı. Ertesi günü, padişah kısa bir emir vermişti: Demişti... Ve; Türk azminin, Türk sanatinin bir harp hârikası olan bu cesim köprü; bir iki saat zarfında tahrip edilmiş, yok edi- livermişti. Bu suretle de ordunun geri hattı ile olan rabıtası kesik mişti. Artık ilerlenecek.. zaferin son semereleri alınıncıya kadar İleri gidilecekti. Her tarafına yağlı paçavralar döşenen köprünün — dumanları, etraftaki bataklıkların — sislerine karışırken hareket davulları çalın- maya başlamış: — Atlılar, binsin.. — Yayalar, ilerlesin.. Nidaları, her tarafta yüksel- mişti.. Atlılar binmiş, yayalar ilerlemişti.. Davul ve zurnaların yürüyüş havaları arasında, nihayet « ordunun şimdi bulunduğu - (Muhaç) ovasının kenarına gelin- mişti. ( Muhaç ) şehri, uzakta, sisler arasında görünüyordu. Et- rafında yeşil ağaçlar yükseliyordu. (Tuna ) bir gümüş Şşerit gibi parlaya parlaya şarka doğru uzüyor; Mühaç'ın alt tarafında, ovanın basık yerlerine yayılarak (Karasu) denilen büyük bataklığı teşkil ediyordu. Gün batı tara- fiında tatlı meyillerle bir tepe yükseliyor.. Bu tepenin eteklerinde Fildvar köyü ile Türk akıncıları- nn (pusu kilise) dedikleri küçük manastır. görünüyordu. Lekesiz bir ağustos güneşi, yavaş yavaş yükselirken ovayı sıkıntılı bir sıcak kaplıyor; her tarafta parlayan kılıçlar, palalar, mızraklar göz kamaştırıyordu. Karşıda, — sırtını ( Muhaç ) a vermiş olan düşman ordugühı, karardıkça kararıyor.. Uzaktan; yere çökmüş bir siyah bulut gibi kaynaşıyordu... Gecenin karanlı- ğgından istifade ederek düşman ordusuna kâdar sokulan Türk keşif postaları, beş on esir almış getirmişlerdi. Ibrahim paşanın ça- diri önünde bu esirler İsticevap ediliyor, düşmanın en son kuvvetl ile ordunun ta'biyesi hakkında malümat alınıyordu. İbrahim paşa, kumanda ede- ceği — Ruümeli — alaylarını — teftiş ettikten sonra, tekrar padişahın huzuruna gelmişti. Birinci Süley- man, Otağı hümayun önünde bir ayak divanı yapılarak son bir (Harp — meclisi) — aktedilmesini emretti. Derhal ordu Ümerasına hasekiler gönderildi. Beş on da- kika zarfında bütün beyler ve beylerbeyiler, padişahın çadırının bulunduğu Fildvar tepesinde bir- leşmişlerdi. Otağı hümayunun önünde bir altın taht bulunuyor; Birinci Sü- leyman arkasında parlak bir zırh, başında Üç sorguçlü bir kavuk olduğu halde bu tahtta oturu- yordu. Sadrazam İbrahim Paşa ile diğer vezirler, ayakta duru- yordu. Huzura ilk çıkan, - Bosna - Hersek Beylerbeyi ve Bosna sü- varileri komandanı - Husrev Bey. f olmuştu. Husrev Bey, huzura gelirge- mez İbrahim Paşa: — Siz ki hudut beylerisiniz, saadetli padişahımız sizinle mü- Şavere istiyor. İşte, Muhaç sah- rası,. lâkin düşmanda hareketten henüz eser yok, tetbir nedir ?.. Demişti.. Husrev Bey, başını padişaha çevirmiş ve bizzat Bi- rinci Süleymana hitap ederek : — Saadetlü badişahım!.. Biz- ler hudut başında müşavereyi, hudutlarımızın gün görmüş ihti- yarlarile ederiz. Kendi reyimizle iş görmeyiz, Ferman buyurulursa, varıp söyleşelim. Anden sonra neticeyi hakipayinize arzedelim. Cevabını vermişti.. Bu cevap, padişahın hoşuna gitmişti. Hus- rev Beye karşı gülümseyerek : — O, müşavere edecek adam- lar buraya celbedilsin.. Burada söyleşilsin. Demişti.. Onun üzerine Hüs- rev Bey, bu bu saf ve açık kalpli hudut kumandanı, başını çevirmiş.. Tepenin eteğinne bekliyen adam- larına doğru gür bir sesle: — Hey, bire Boşnak - oğlu!l.. Tez, var.. Koca alay var.. Koca alaybeyi, Kara Osmanı, Mehmet subaşıyı, Adil tocayı, Balaban çeribaşıyı çağır. Müşavereye ge- sinler. Diye seslenmişti. Diğer Beyler toplanıncıya ka- dar, Hüsrev Beyin çağırttığı ihti- yar ve tecrübe görmüş hudut ku- mandanları da gelmişlerdi. Her- kezin gözleri, birdenbire Adil toca (I)J ya çevrilmiş ; Padişahın yözünde biz tebessüm belirmişti. Bu koca ihtiyar, tam manasile esatiri bir muharip nümunesi iİdi. Çelik tellerden işlenmiş dar bir zırh, iri vücudunu simsıka sarıyor, yakaları bir zincirle biribirine merbut kısa kepeneği, arkasına sarkıyordu. — Tulgasını — arkaya doğru atmış... Tunç rengindeki geniş alnı parlıyor; çatık kaşları- nın altında biraz derinde kalan iri gözleri kıvılcımlanıyor; yanak- larına doğru taşan kırçıl - palabi: yıkları, heybet ve azamet saçı yordu. Hüsrev Bey, aldığı etmiş; — Adil tocal.. Saadetli padi- şahımız, müşavere ferman buyu- rurlar. Nedersin?.. Demişti... Huzura geldiği da- kikadan itibaren — sabırsızlanan, gözlerini bir türlü, önündeki ova- dan ayıramıyan bu koca asker, sBert bir sesle: , — Burada, uzun boylu müşa« vereye ne lüzum var?.. Buraya, döğüşmek için geldik.. ve, dö- güşeceğiz... Düşman alayları gö- ründü. Çerhacılar harbe tutuştu. Koca alaybeyi de, bindi gitti. Onun için buraya gelemedi. Söz mrası değil.. herkes sancağının dibinde bulunmalıdır. Ben de alayımın başına gidi- yorum. —Artık eksik hakkınızı helâl edin. Dedikten sonra, alıp yürüyü- vermişti. emri İfa ( Arkası var ) — (A) Adil koca, Altooa. w wıs Sorulacak Yer Mi Yal!.. Z İ BUT l Sizden bir şey soracağım. Bır ocağı tutuşturmak İçin ne yap- malıdır?. Dünga İktısat Haberleri Halya Hle Bulga- ristan Ticarette Anlaştılar.. Italya ile Bulgaristan arasında yapılan ticaret ıııl şmasında Bul- n bu sene İtılyı)ı beş yüz ton kuru erik sat- maları kararlaştırılmıştır. Haber verildiğine göre daha şimdiden bu miktarda kuru erik Italyan piyasalarına sevkolunmuştur. * Sofyadan yazılıyor: Bugünlerde Almanlar | buraya Şarki Prusya yün men- sucat sanayiine hıfiruılı!u ::İ.I::l:ımlı::?:k.—' kep bir heyetin gelmesi beklen- mektedir. Bu zevat Bulgaristanda " koyunların yetişme ve çoğaltılması işini tetkik edecektir. Haber ve- rildiğine göre Bulgaristanda yeti- şen bir. nevi koyunun yünleri kumaş fabrikaları için çok elve- rişlidir. İşte Almanlar bu cinsin ıslahı ve bu hayvanların çoğaltıl- ması ile uğraşacaklardır. Bunlar- dan elde edilecek yapağılar mün- hasıran Almanya yün sanayiinde kullanılmak için ihraç edilecektir, V) Yunanistanın bu seneki Incir rekoltesi — geçen yıldan azdrı. Baş- rekoltesl | SS İi mintalar nın yani — Lakoni - İle Me- seni bu yıl aldıkları incir miktarı (10) milyon okka tahmin edilmiş- tir. Bir yıl — evvelki istihsalât (12.900.000) okka olduğuna göre bu seneki rekolte 3 milyon okka noksan demektir. İncir piyasası ihracat için ağustosun İlk günle- rinde açılmıştır. Ve tabil bir tarz- da devam etmektedir. Fakat ge- çen sene çok zarar eden tüccar çekingen davrandığından ihracat miktarı henüz azdır. x Varşovadan yazıyorları Bura- da bulunan Elen El:i:;nı;.h hükümeti mümez- silleri ile anlaşması | nezaretinde yapı- lan konuşmalar müsbet bir şe- kilde sona ermiştir. yapılan anlaşmaya göre Yunanis- Bulgarlar İtalyaya kuru erik satıyorlar Yunanista- nın İncir tandan Polonyaya girecek mal- larla Lehistandan — Yunanistana ihraç edilecek maddeler - için kontenjanlar — kararlaştırılmıştır. Bu anlaşma Üüç ay sürecektir. Dr. KEMAL NURi Cilt ve Zühreyi hastalıklar mütehassısı /— Beyoğlur Rumeli han 16 Telı 40153 « iktısat Böylelikle HİKÂYE Bu Sütunda Hergün Yazan: Firdevs İsmail İKİ AŞK HİKÂYESİ Cemli, ilk bakışta bütün ka- dınları hayran eden gençlerdendi. Fakat kimdi? Birçok kimselerin sırf onun hakkında söylenen biri- birini — tutmayan bazı sözlerin hakikati öğrenmek için sarfettik- leri emek semeresiz kalmıştı. O, yalnız yemek saatleri otelin büyük yemek salonunda görünür, masa arkadaşlarını selâmladıktan sonra kimse ile bir şey konuşmadan yemeğini yer, kahvesini — içer, oteldeki odasına çekilirdi. O, bir münzevi mi, bir âşık mı, yoksa bir alim mi idi? Bu muammanın halli için beyhude yere birçok genç kızlar ve kadınlar günlerce uğraştılar. Bazı kimseler karısının, artist olmak hulyasile ta Ameri- kaya kaçtığını söyledikleri gibi musikiye —âşık güzel karısının bir çingene kemancıya kaçtığını söyleyenler de vardı. Bütün bu rivayetler, genç adamın sırrını meydana — çıkaramıyor, — sadece dinleyenlerin tecessüsünü arttırı- yordu. Cemille ayni —günde, deniz banyolarından istifade için ailece bir otele gelen gyayet zengin bir tüccarın on sekiz yaşındaki kızı, Rabia bu esrarengiz genç hak- kında dolaşan rivayetlerle fazlaca alâkadar olmaya başladı. Bu mu- ammanın halli için onunla arkadaş olmaya karar veren Rablanın insanı benliğinden ayıran irl lâ- civert gözlerinin tatlı bakışı İlk günler genç adamı hayli - şaşırttı. Kısa zamanda ancak selâm- laşacak kadar resmi arkadaş ok dular. * Cemlli görünce otelin pence- resine sabırsızlıkla bakan Rabla- nın kalbi şiddetle çarptı. Acaba hergün bu saatte nereye gidi- yordu? Oda içinde meyus durur- Imı birdenbire keten çantasını koluna taktı, kayar gibi merdi- venleri indi. Aralarındaki mesafe elli altmış metre kalınca yavaş yürüyerek onu takibe başladı. Böylece bir çıynk kadar yörlü- düler. Cemll, geniş yolu bıraktı. Sağa saptı ve kuytu bir yerde bir kayanın dibine oturdu. Rabla, Cemili görmemiş gibi ilerledi. Kayadan kayaya sıçra- yarak ayaklarına su değinceye kadar denize doğru gitti, bir kayanın en sivri tepesine çıkarak ufku seyretti. Cemille aralarındaki mesafe pek azdı. Biraz sonra gayet çevik bir hareketle topu- ğunun üstünde geri dönünce genç genç adamla karşı karşıya geldi. — Yalmız mısınız Rabia Ha- nım ? Siz burada mısınız? Otelden anneme haber vermeden çıktım. Bugün plâj okadar kala- balık ki insan orada sıkılıyor. — Burası, çocuk gürültüsünün, otelin müz'iç dedikodularının ge- lemediği âsude bir yer. Rahatça denize giriyorum, İstediğim gibi güneş banyosu alıyorum. Cemil konuşurken genç kıza dikkatle bakıyordu. O, ıüul kollarını açık bırakan mütenasip wücudünün en İnce hattını meydana çıkaran sade, beyaz elbisesile ne kadar hoş, nekadar cana yakındı! Oda smcak ve sıcaktan kıpkırmızı yanan gözel yüzünü aydınlatan, uzun — kirpiklerle — çevrilmiş — irl lâcivert gözlerini sik sık - açıp kapayarak Cemile — bakıyordu. Harikulâde bir gönül isteği ile yanan bu hul, genç adamın içini ısıttı. Kederini, yal- nızlığını unutturdu. — Geliniz Rabin Hanım. Bu kayanın gölgesi ne serin! Rabia günlerce uykusunu kaçıran bu teklifini reddetmedi. Genç adam güzelliğine kanamadan Rabiaya bakarken o, durmadan gülerek tatlı bir sesle birçok şeyler an- lattı. Böyle hergün muayyen bir V ek yalnızca oturma- sordu : — Galiba, dedi, bize otelde söylenen dedikodulara İnanaca- ğım. Niçin herkesten kaçarak yalnızca burada oturuyorsunuz ? Güya sizi bütün kadınlardan ka- çıran bir aşk hikâyeniz varmış. — Şimdiye kadar kimseye anlatmadığım o hikâyeyi ister- seniz size anlatayım. Tam üç seno evvel çok genç ve güzel bir kızla tanıştım. Kimsesiz, pek fakir olan bu kızcağız, kibrit başlarile fare- lere zehir yapan bir ihtiyar ka- dınla, rutubetli küçük bir kulü- bede — oturuyordu. İlk görüşta çılgınca sevdiğim bu kızı apartı- manıma aldım, beraberce yaşamı: ya başladık. Kısa zamanda ona yemok yemesini, meyva soymasını, çay İçmesini öğrettim. Sayısız ipek çamaşırlar, elbiseler yaptırdım. Kimsenin yüzüne bakmıya tenez- zül etmediği o fakir kız bir ikl ayda gayet şık, İlkbahar sabahı kadar güzel bir genç kız olarak meydana çıktı. Ben, ona baktıkça yarattığım bu san'at eserile iftihar ediyordum. Fakat... Değiştireme- diğim yegâne şey onun ahlâkı idi. Muazzez inadını, küstahlığını, uburluğunu ve serkeşliğini bırak- mıyordu. En sevgili arkadaşlarımıla darılmıya sebep oldu. Fakat ben bher kabahatine göz yumacak kadar onu delice sevi- yordum. Üç sene çalışarak mey- dana getirdiğim bu san'at eserini kendim bırakarak kaçtım. Tanı- dığım birçok kadınlar gibi onun- da benden usanarak daha fazla elbiselerile meşgul olduğunu gör- düm, Aynada kendini her tetkik edişinde gözlerinde yanan guru- run kıvılcımları gözlerimdeni| kaç- madı. Tıl:;ııl:ll.: kalmıyarak atçı, — gör, hkıt’l;:ıl kıskanarak ı'avı'ıu ::'- miz Muazzez olması için yalvare dığım gün gözleri — gözlerime iki ok gibl saplandı. Yılan na beıı'llyıı :lı sesle; * Scıı.hâ; dırdıd mı?,, Diye haykırdı, Onu bu hale getirdikten som ra eski sadeliğini vermenin imkâ- mı yoktu. Eşyalarla dolu apartı. mani Muazzeze bırakarak kaçtım. Bundan sonra hiç bir kadından vı(ı beklemiyordum, — hepsini ibi hissiz — zannediyor- dııı. [F yın Rabia Hanım, bütün kıdınluıiıı nefret ediyo- rTüm. Genç adam marisine uzanan derin bir hayal içinde susuyordu. Rabianın sıcak sesi ince bir ahenkle genç adamı delgınlıktan ayırdı: — Cemil, sana bütün sada- katile ve muhabbetile bağlı ola- cak bir ıuc kızla karşılaşsan, acaba ç. iğin dstırapları unutur sulara aksederken oular kolkola candan bir muhabbetle konu- şarak otele döndüler. O akşam Cemil, Rabiayı resmen babasın- dan istedi. İşte size bir hikâye İçinde biri mesut bir İzdivaçla, diğeri hayal inkisarile neticelenen iki hikâye.