Büyük Tarihf Roman ON HizâL -ve- Thtbad Muharriri: A. R. No.: 75 İslâm Akını!.. — -— Müneccimbaşı, Saraya Giderek, “ Eşref Saat ,, İin Hangi Gün Ve Hangi Saat Olduğunu Söylemişti.. Yüzbin asker, elli bini müte- caviz hayvan, 300 toptan mürek- kep olan bu koca ordu, Münec- cimbaşıdan gelecek (eşref saat ) haberini bekliyordu. Nihayet dün Müneccimbaşı saraya gitmiş, eşref saatin bugün ( zeval vakti ) nden tam bir saat evvel olduğunu haber vermiş.. Bu mühim hizme- tine mükâfaten sırtına, samur kürke kaplanmış bir kaftan giy- dirilmişti. Müneccimbaşı, ( Hicretin 932 | senesi Recep ayının 11 inci- ve - Milâdın 1526 gsenesi Nisanının 23 üncü gününe tesadüf eden ) bugünü, iki sebeple ( mes'ut ) göüriyordu. Birincisi, bugün Hıdı- rellezdi. Yani, tarlalara feyiz bahşeden ( Âbıhayat ) ın muhafızı olan Hızır aleyhisselâmin — günü.. ikincisi ise, ( Hazreti Muhammet ) ile birçok mübarek zevatın doğ- duğu günlere tesadüf eden (pazar- tesi ) günü idi. Zeval vaktinden bir saat evvel ise, padişahın lsmi olan ( Süleyman ) kelimesi ile bu seferin hedefi olan ( Muhaç ) kalesinin ismi hesap edilmiş, tam © santin, ( Eşref saat) olduğu kestirilmişti. Sultan Süleyman bir gün evvel Topkapı sarayından çıkmış muh- teşem bir alayla ( Eyüp Sultan ) ( Vefa ), ( Ahmet Buhari ) türbe- lerini ve ecdadının metfenlerini dolaşmış.. sonra, Davutpaşadaki ordu karargâhına gelerek eşref saate muntazır kalmıştı. Tam bu saat gelip te her taraftan hareket kösleri çalınmaya başladığı zaman, padişah ta çadırından çıkmış: — Maşallah.. aleyke avnullah. Alkış sadaları arasında atının özengisine ayak basmıştı.. Bu anda kesilen kurbanlar bir tarafa çekilmiş.. padişah, atımı ileri süre- rek yerde köpüren bu kan İzleri- nin Üstünden geçmişti. Alay, bülün debdebe ve haş- metile ilerlemeye başlamıştı... En önde, siyah meşin elbiseler giymiş, boyunlarına gümüş - işlemeli meşin kırbalar takmış olan - sebilciler gülbank çekerek ellerindekl tas- ları sağa, sola doğru savuruyorlar: übeyt aşkına.. Sebilüllâh, vaş ilerliyorlardı.|1) Sebilcileri takip eden şu süretle teşekkül etmişti: Teberlerine dayana dayana ağır adımlarla yürüyen, ve arada sırada durarak gülbank çeken on iki bektaşi babası. Biribirinin — arkasına yedişer yedişer bağlanmış üç yüz katar- dan mürekkep iki bin yüz baş katır. (Bunlar, padişahın hazine- sini taşıyorlardı.) Yanyana — dokuzar bağlanmış yüz dizi at. İhtiyat levazım ve cepanesini taşıyan beşbin dörtyüz deve, Bin cebeci, (Cepane ve esleha memuru ). Beşyüz lâğamcı. Yediyüz yedek topçu, Üçyüz top arabası. (Ağaları ve topçu efradile beraber ). alay, dokuzar ( Asker kitalarının önünde, bu suretle sebilcilerin gitmesi, Üdetti. Bu üdet, Abdülhamit devrinin son senele- rine kadar devam etmişlir. Ocak kâhyaları ve kâtipleri, Alayın bu noktasından itibaren kolun sağ ve sol tarafından suva- riler başlıyor. Sağ cenahta kır- mızi sancaklarile iki bin sipahi, Sol cenahta yeşil sancaklarile beşyüz ulüfeci, beyaz sancaklarile beş yüz gureba sarı sancaklarile bin silâhtar, bu suvarilerin orta- sında ve en önde saray erkânı: ( Hazinedarbaşı, — kilercibaşı, kapıağası ve maiyetleri. Divan erkâmı ( kazaskerler, nişancıbaşı ) kâhyaları, kâtipleri, kavasları ve sair maiyetleri. Önlerinde dörder tuğ giden üç vezir. ( Çavuşları, mehterleri, kavasları ve köleleri, yedek atları). Kısa bir fasıladan sonra iki yüz zırhli suveri, Bu suvarileri takiben padişahın av hademesi: Doğancıbaşı, şahincibaşı, çakır- cıbaşı, atmacacıbaşı, zağarcıbaşı, samsuncubaşı (1). (Beherinin ikişer yüz maiyeti ile.) Müteferrikalar ve çeşniciler. Gemleri ve özengileri gümüş- lü, eğerlerinin kenarları altın ve gümüş sırma işlemeli en cins Anadolu ve Arap atları (iki yüz baş) Birinci ve ikinel Imrahorla Sa- raççıbaşı (maiyetlerile beraber ). Önlerinde, kâhya ve kâtipleri bulunan dört yüz silâhşör. Kapıcıbaşı (maiyetinde üç yüz kapıcı ile), Baltacılar kâhyası ile baş ha- seki maiyetlerile) ikl tarafında muhafızlarile (Yeniçeri ocak san- cağı) üç tuğ. Tepesinde Hilâl şeklinde altın alem bulunan padişahın al atlas sancağı, ÂAl, yeşil, mürekkep yedi tuğ. beyez renklerden altın yaldız. başlıklı Saz âletleri demir zincirlerle boyunlarına asılmış dokuz katlı (Mehterhanei Hakani) Rengarenk tüyden sorguçları, sırma İşlenmiş kuşakları, arka- larında altın kakmalı ok kalıfları gümüş kabzali kılıçları, pırıl pırıl pırıldayan dört yüz solak. Maiyetinde, bir dizi çavuşla, çavuşbaşı, Ve nihayet, Padişah... Padişahın etrafı, başlarında altın miğfer'er ve ellerinde par- lak kargıli(, bellerinde altın iş- lemeli hançer ve kılıçlar bulunan yetmiş peyk ile muhat bulunu- yordu. Bu peykleri de yüz elli çavuş ihata ediyordu. Kıymettar ipek kumaşlardan entari giymiş ve entarilerinin uçlarını, bellerin- deki sırmalı kemere sokmuş olan bu çavuşlar, uçlarından — gümüş zincirler sarkan gümüş asâlarını havaya kaldırarak sallıyorlar, hep bir ağızdan: — Maşallah.. Maşallah.. Diye alkış tutuyorlardı. Padişah, düz beyuz bir ata binmiş * etrafında pırıldıya pırı- dıya dalgalanan - bu rengârenk sorguçlar arasında, yavaş yavaş ilerliyordu. Padişahı takip eden on iki bin yeniçeri, bu ( gidiş alayı ) ni ikmal ediyordu. (Arkası var) (i) Seksuncu. | tahdit ve intizama sokmak için SON POSTA Bir. Av Garibesi p Sakallı avcı — Vurduğumuz bu avı size bırakıyorum. Çünkü doktor beni et yemekten menetti. Bütün hayatımca sebze yemiye mecburum. KO L ğ Dünya İktısat Haberleri I Tej İ Sırbistana Gelen Seyyahlar Git- tikçe Fazlalaşıyor! sanayi Nezareti tarafından verilen rakamlara göre 1034 senesi ilk altı ayında Yugos- Adriatik — sahillerindeki istasyonlarına — 388,968 — seyyah inmiştir. Bu rakam 1933 senesi ayni ayları için yapılan istatistik neticesine kıyasla 15,000 fazladır. * Ingiliz pamuk mensucat sanayil iplik kısmınmı alâ- kadar eden mühim kararların — veril mesi — bekleniyor. Bu hususta hazırlanmış olan iki projeyi Tagiliz İplik - sa derasyonu kabul etmiş bulunu- yor. Bu projelerden biri istihsali Ticaret ve ugoslavya- ga seyyah akını lavyanın İngiliz pa- muk mensu- cat sanayii kontenjan usulü ile çalışacak bir cemiyetin tesisini diğeri ise çalış- makta olan 40 milyondan on mil- yonunun çalıştırılmaması ve böyle- likle istihsalin tahdit olunmasını derpiş etmektedir. Her fabrikadan bir nisbet dahilinde yapılacak olan bu azal- tış çalışacak olan kısımdan alına- cak bir para ile birkaç sene için- de ödenecektir. * Londrada çıkan “ Yol ve yol inşaatı,, İi i Sorrar aa Söcmunda okudur ğumuza göre Yır yolu nan hükümeti Bul- garistana müracaat ederak Selâ- nikle Sofya arasında asfalt bir yol yapılması hakkında teklifte bulunmuştur. Haber verildiğine göre bu yolun uzunluğu 212 mil olacak ve her türlü nakliyatın yapılmasına elverişli bulunacaktır. Bu iki şehri tren yolile bağlamıya mali imkân olmadığından bu su- retle bir yol İnşası alâkadarlarca çok yerinde bir teklif olarak kar- şılanmıştır. Yolun Yunanistan top- rağına isabet eden kısmını Yunan hükümeti önümüzdeki yaz mevsi- minde yaptıracaktır. -— TAKVİM — Gün — CUMARTESİ Hızır 31 27 1nci TEŞRİN 934 175 Arabi 17 Recep 1958 Rumi MA Vel Teşrin 1468 d |iyıs 192 | 18 46 Dir (6 25) Akşam 6 44 | Vi 58| Yatsı 939 | a Sa| İmsal |di sıl 4 45 HİKÂYE Bu Sütunda Hergâün Yazaı : Firdevs İsmatl HIYANET Remzi köşkün — daraçasında oturmuş, sabırsızlıkla dolaşan göz- lerini ikide bir ıhlamur ağaçlarile örtülü bahçe yolundan saatine çeviriyordu. Işte Nermin bir defa daha gecikmişti. Randevu dörtte idi. Halbuki saat dört buçuk o- duğu halde hâlâ gelmemişti. Zaten gelse bile vakit çok geçti. Çünkü saat beşte Nerminin kocası Forit gelecekti. O sabah Ferit karısına, pek samimi aile dostu olan arka- daşı Retmziye gideceğini, İsterse terziden çıktıktan Ssonra oraya gelmesini söylemişti. Onun için Feridin karısından şüphe etmesine imkân yoktu. Belki Nermin ber- hangi bir sebepten evden geç çıkmıştı. Acaba yolda başına ge- len bir kaza yüzünden mi gecl- kiyordu? Fakat Nermin, son haftalar zarfında Remzi beye biraz lâkayt ve dalgın görünüyordu; verdiği randevulara bazen gelmeyor, gelse bile muhakkak geç kalıyordu. Onun için telâşa lüzum yoktu. O, ilk anlaştıkları, günden çok farklı bir kadın olmuştu! Onlar, yani Ferit, karısı ve Remri bir bayram tatilini geçir- mek için Bursaya gitmişlerdi. Fe- rit acele bir İş için telgrafla der- hal geri çağırılımca — Nerminle Remzi dört gün Bursada kaldılar. Dört gün çok değil, değil mi? Fakat bir insanın yanında hari- külâde bir kadın olunca ©o dört günde meler olmaz! Rüya gibi çabuk geçen bu dört gün içinde erkek samimi arkadaşına olan hürmetini, kadın da sevgili koca- | sına olan vazifesini unuttu ve ona hiyanet ettiler. *« Remzi, yolu örten ıhlamur ağaçları arasından - ilerliyen Ner- mini görünce sevinçle koştu, kıs sık, helecanlı bir sesle: — Nerede kaldın, sevgilim? Diye sordu. Z— Na yapayım şoförl.. — Evet biliyorum, biliyorum, mubakkak ya sarhoştu veya yolu şaşırdı. Kalan birkaç kıymetli dakikamızı da şoför masalile ge- çirmiyelim, Haydi içeri girelim. — İmkânı yok içeri giremem, Şimdi Ferit gelir.. Hem bugün fazla kalmayacağım: Cemile has- talanmış, ona gideceğim. — Kuzum Nermin bu telâşın ne? Bana öyle geliyor ki ben- den kaçmak için bahaneler ya- ratıyorsun.. Halbuki seni ne ka- dar sevdiğimi bilirsin. Genç kadın boynuna sarılan Remziyl şiddetle itti: — Görmiyor — mısın Ferit geliyor! Ferit karısını görünce hayrat etmişti. ; kuzum * — Ay Ben böyle erken ml gelecektin? Diye sordu. Nermin kocasının şüphesini davet etme- mek için henüz geldiğini de söy- ledi, üzün uzun terzisinden bah- setti. Forit dinliyor gibi görünü- yorsa da zihni başka şeylerle meşgül olduğu aşikârdı. — Atlat bakayım senin Münire ne alemde? Münire her şüpheyi izale ede- cek yagâne kadın. Güya Rem- zinin sevgilisi idi. — Bir — haftadır yok. Ferit muammalı bir gülüşle dudağıni büktü: — Seni aldatmadığına emin- | Remzil gördüğüm misin? Çünkü kadınlar hıyanetin hocasıdırlar. Bu hususta erkeğin bilmediklerini onlar bilir. Dikkat eti. Saat altıya gelince Nermin arkadaşının hastalığını bahane ederek yarım saat için kocasın- dan izin aldı ve gitti. Onun gidi- şi her iki erkeği de büsbütün derin bir süküta daldırdı. Bir aralık Ferit bir şeyler an- latmış olmak için son Galatasa- ray maçından bahsetti. Havanır sıcaklığından mı, yoksa kendi sı- kıntısından mı, neden?, Anlatırken alnında birikmiş ter tanelerini silmek için mendilini çıkardı. Fakat mendildeki kırmızı dudak boya lekeleri Feridin gözün- den kaçmadı arkadaşının sözü- nü keserek: — Aflfedersin Remzi şu men- diline bakayım. Pek güzele ben- ziyor, dedi. Remzi, derhal dudak boyasını mendilile temizlediğini hatırlayınca kıpkırmızı oldu. Ga- yet mahirane bir hareketle men- dilin boyalı tarafını sakladı arka- daşına uzatırken: — Sana söyledim mi idi? Bu sabah Münire 'geldi idil. — Çok güzel mendil, Evet bir haftadanberi Minireyi görme- diğini söylemiştin. Bu cevap Rem- ziyi büsbütün şaşırttı. Fakat şaşkınlığını — göstermemek — için kalktı, arkadaşına — bir sigara verdi. — Ne o Remzi ellerin neden titriyor? Hasta mısın yoksa? — Hafif bir baş ağrısı asap ğu mühim bir şey değil — Seni rahatsız etmeyeyim, ben gideyim. — Canmm oturuyoruz İşte. — Bilmemki halindeki gayri- tabillikten ben bir gşeyler sezer gibi oldum. Galiba sevdiğin bir kadını bekliyorsun? Senl ıstırapla kıvarandıran bu kadın kim acaba? Her halde samiml! bir arkadaşı- nın karısı olmasa gerek. Evet hayatın baştanbaşa İnsanı ta İçin- den sarsacak heyecanlı - tehlikeli maceralarla dolu; fakat sen hiç- bir zaman arkadaşının karısına göz dikecek kadar alçalmazsın değil mi? Ferit ne demek istiyordu? Yoksa karısile olan münaseba- tını sezmişmiydi; genç — adam ayni bariz istihfafla devam etti: — Belki biraz ağır söylüyorum. Ne de olsa arkadaşımsın. Seni ikaz etmek vazifemdir. Çünkü bazen — Öyle vaziyetler olur ki Insan arkadaşına olan hürmetini sevgisini herşeyl unutur ve ne yaptığını bilmez. Ben, ne benim ve nede senin ©o vaziyete düş- memizl arzu etmem. Ferit, Remzinin anlıyamadığı birçok şeylerden, mülthiş şeylerden bahsetti. Ve gitmek için kalktı. Remzi onu mihaniki bir harektle kapıya kadar takip etti. Remzi, o gece sabaha kadar arkadaşının esrarengiz nutkunun verdiği heyecandan uyuyamadı. Herhalde bir hâdise arifesinde oldukları muhakkaktı. Sabahleyin saat sekizde kapı çalındı. Karşısında elleri cebinde Feridi gören Remzi büsbütün şeyden şaşırdı. Kendi kendine: *“Hakikatl öğrendi. Benden in- tikam almıya geldi.» Diyordu, o ( Devamı 11 incl yüzde ) bozukluğ gidecek — ne var