7 Nisan 1934 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10

7 Nisan 1934 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Gâvur Mehmet Yedi (Aşık)lar Şırketi Her hakkı Blstanede Geçen Gü Gâvur Mehmet ile Husnu Ef., İtalyan hasta- nesinde karşı karşıya yatıyorlardı.. - Ancak, iki zabıta memurunu yaralıyan bu azılı kadınla cinayet periki olan Salihi tepelemek suretile büyük bir yararlık yapmıştı. Demek ki yaptığı fenalığı, zabıtaya karşı gösterdiği büyük bir yararlıkla Gödemişti. Onun hakkında da şu karar verilmiş'i: — Bayram, yine Tevkifhanede " gardiyan sıfatile kalacak. Fakat; ebediyen mevkuf gibi tevkifhane kapısından bir yere ayrılmıya- cak. (ı)J Bu vaziyetten en ziyade mü- teessir olan, Beşiktaş Muhafızı Hasan Paşa idi, Gâvur Mehmetle son görüştükleri zaman, onun wazilesine karşı ne derecede mer- but olduğunu gösteren mütevek- kilâne ve fedakârane sözlerini hatırlıyor; bu mert ve cessur zabıta memurunun hain bir kur- şunla yerlere serilmesini düşün- dükçe gözleri sulanıyor : — Abh, keşki onu gönderme- seydim.. Cebren öteki işe sev- ketseydim. Diye, gösterdiği müsamahaya pek acı bir nedamet duyuyordu. Hasan Paşa bu manevi ıstırap içinde iken saraydan yine bir mabeyinci gelmiş: — Efendimiz. irade buyuru- yorlar. Nakşıfent meselesi daha hâlâ bir neticeye vâsıl olmadı mı; diye sual ediyorlar. Demişti. O zaman Hasan Paşa fena halde öfkelenmiş : — Efendim, ne yapalın?. O işi görebilecek elimizde bir adam vardı. O da, ölüm döşeğinde yatıyor.. Yabamın kaltağımı dü- şünmekten başka efendimizin hiç bir işi yok mu? Diye bağırmıştı. Eğer bu sözleri Hasan Paşadan başkası söylemiye cür'et etseydi, hiç şüpsiz ki ya Yemen — veyahut Fizanı boyladı. Gâvur Mehmedin mecruhiye- Hine Abdülhamit te mütcessirdi. İnsanları çarçabuk tanımakta bü- yük bir mahareti olan padişah, Gâvur Mehmedi yakından tetkik ettiği zaman, ondan birçok gizli işlerde istifade edebileceğine hük- metmiş; elinin altında böyle bir adam bulunmasna — sevinmişti. Hasan Paşanın gönderdiği bu — Bert cevabın ne kadar baklı ol- — duğunu kabul eden Abdülhamit, derhal hususi doktoru Mavroyani Paşayı İtalyan hastanesine gön- dermiş; Gâvur Mehmedin ahvali sıhhiyesi hakkında malümat ak mak istemişti. * * Bereket versin, Gâvur Meh- met tehlikeyi çarçabuk atlatmıştı. * Fakat... Birdenbire Gâvaur — Mehme- de büyük bir neş'esizlik ge- mişti. Derin derin düşünüyor, vakitli vakitsiz içini çekiyor.. He- le, karşısındaki karyolada yatan Hüsnü EL. ile pek az lâkırdı edi- — yordu. ç Onun bu hali, Hüınn Efen- DU Filhakıka bu adam uzün söne- ler bu vaziyette kalmış. Tevkifhane kapısında ihtiyarlamıştı. mahfuzdur .4 Tefrika No. 89 nler dinin nazarı dikkatini celbetmişti. Nihayet bir gün dayanamıyarak | sormaya karar verdi: Gâvur Mehmet, Buyurun, Hüsnü Efendi. Kuzum, sende bir hal var. Ne gibi? — Ne bileyim bön.. Eski neş'en kalmadı. Yoksa yaran fazla bir ıstırap mı veriyor. Gâvür Mehmet, yine derin derin içini çekti. Aşikâr bir sı- rette titreyen hafif bir sesle cevap verdi: — Hayır, ustacığım.. — Bilir- sin ki, dünyada can acısımı en az hisseden bir adam varsa, o da benimdir. — ©O halde, böyle kahpe bir karı tarafından — yaralanmak mı gücüne gitti. Gâvur Mehmet bu suale, daha ağır ve daha içli bir — şekilde mukabele etti: — Yoook.. Böyle bir şey de hatırımdan geçmedi. — E, © halde ne oluyorsun? — Onu bende bilmiyorum Hüsnü Efendi. — Hele, hele canım.. — Vallahi bilmiyorum Hüsnü Efendi. Gâvur Mehmet yalan söyle- miyordu. Çünkü kendisini böyle derin düşüncelere sevkeden se- bebi uzun uzadıya tahlil ettiği halde, buna hiç bir mana veremi- yordu. Onu bu manevt iztirap ve endişeye sevkeden sebep o kadar basit bir hayal idi ki buna şekil vermek bile mümkün değildi. Bu- nu şimdi Hüsnü Efendiye söylese | pek gülünç olacak; bir hiç yüzün- | den, onun kalbinde de bir zan ve şüphe doğuracaktı. Yaralandığı zaman kurşun şir- yana tesadüf ettiği için çok kan kaybetmiş, yarı baygın bir hale gelmişti. Baldırına saplanıp kalan kurşunu çıkarmak için onu ame- liyat masasına yatırmışlar, bir hayli uğraştıktan sonra kurşunu çıkarmışlardı. O, bunları bayal meyal hatırlıyordu... fakat asıl dimağında yer tutan bir şey vardı ki o da kendisini ameliyat masa- sından kaldırırlarken kapının ara- lığından bir saniye zarfında gö- rünen ve kaybolan bir hayaldi. O, bu hayale bir şekil veremiyor- du. Fakat, kirpiklerinde yaşlar titriyen iri ve siyah bir çift gözün bir anda parlayıp sön- düğünü bir türlü unutamıyordu. Bu gözler, ona hiç yabancı gelmemişti. Günün muhtelif za- manlarında muhtelif — işler için odalarına girip çıkan, büyük bir dikkat ve ehemniyetle kendile- rine hizmette bulunan rahibelerin yüzlerine dikkatle bakıyor; kapı- nın aralığından bir saniyelik şim- şek gibi çakan ve sönen gözleri arıyor, bulamıyordu. — Hüsnü efendi?.. — Ne o, Gâvur Mehmet, — Hüsnü efendi!. Yaralanan ve bayılan insanların gözlerine, bazan hayaller görünür; derler.. Acaba bunun aslı var mı?. — Hiç asılsız lâkırdı olur mu oğlum. ( Arkası var ) SON ıiosTA — İhtiyarlığımın bir tek ga- yesi var hemşire !... — Ne?, — Genç ve zengin bir adamla evlenmekl!. Dünya İktisat Haberleri Mısırda Altın Madeni Bilhassa Amerika Cümbhur R:isfi âl Ruzvelt . ndan — altın şebbüsleri :::ieınininluymcü Başladı | yükseltildikten son- ra dünyanın her tarafında sarı maden bulmak için büyük bir tehacüm vardır. Bu cümleden olarak Mısır hükümeti de öte- denberi altın. bulunduğu iddia olunan ocaklarla yakından alâka- dar olmağa başlamıştır. Kahire- den gelen haberlere göre Bah- riahmerdeki (Kosseil') den yüz altmış ve denizden kırk kilometre mesafedeki (Sukari) madenlerin- den nümuneler celbolunarak Ka- hiredeki hükümet laboratuvarında tahlil edilmiştir. Yapılan analiz Mmüspet netice vermiştir. Verilen raporda her - ton (Kuartz) dan bir buçuk (Ons) altın elde edilebileceği gösteril- mektedir. Bugünkü altın fiatine nazaran bu madenlerin işlelilmesi verimli görülmüştür. Maamafih maden mıntakası civarında su bulunmadığından tesisat bir haylı pahalıya mal olacaktır. Şu kadar ki bu civarda altın nisbeti daha fazla olan tabakaların da bulun- duğu kuvvetle tahmin edilmekte ve bu işe büyük ümitler bağlan- maktadır. İşletme Te- Peşteden bildiriliyor: Macaris- tanla —Avusturya arasında yapılan bırAıulnqmayı'gö- re Avusturya, Ma- day Alacak cıriıtandır: 1934 mahsulü elli bin ton buğday almıştı. Bu buğdaylar tamamen teslim olunmuştur. Ancak Avus- turyanın ihtiyacı bu sevkıyatla tatmin edilemediğinden yeniden Macaristandan buğday satın ala- caktır. Bu hususta müzakeratta bulunmak üzere bir Avusturya heyeti Peşteye gelmiştir. x mısır — mahsulü mahvulmuştur. Bu İMfısır Mahsu-) üSüsta — Arjantin tü Mahvoldu| tarafından — mat- buata bildirildiğine göre bütün Pampo mıntakasındaki — mahsul tamamen mahvolmuştur. Kordoba vilâyetindeki ekinler ise büyük bir nisbet dahi.inde hasara uğra- mıştır. Dünya pazarlarına mısır gönderen bu büyük ihracat mer« kezindeki bu mahsul bozukluğu beynelmilel — mısır piyasalarına tesir yapmaktan geri kalmıyaı mnhnıkîk görülnşektedıt— ea Avusturya Macaristan- 'anYine Buğ-| Arjantinde Arjantınde HİKÂYE Bu Sütünda tercüme eden: Almancadan SİNCAP Kadın insanı daima düşüren bir mahlüktur. sıcak ve en hararetli kucakladığı anda sizinle ayrılmayı kurabilir. ve sizinle edeceğini söylediği bir dakikada birdenbire kollarınızın arasına en ateşli bir sevgi ile atılabilir. Lili cava gibi bir kadındı. Ne zaman Alfred ile kavga etseler, Lili Alfredin yüzüne en ağır sözleri savururdu. Fakat yalnız en ağır sözleri değil, ayni za- manda da şimdiye kadar Alfredin ona vermiş veya hediye etmiş bulunduğu ne varsa hepsini de beraber.. Evvelâ onun yolladığı bayram veya sencidevriye tebrikleri ile, mektupları çekmeceden çıkarır, Alfredin yüzüne atardı. En so- nunda da Alfredin ona hediye etmiş olduğu hakiki porselenden çay takımını. Ve nihayet te onlar barışırlar ve porselen çay takımı süprüntü tenekesine giderdi. Porselen takımın mütemadiyen kırılması Alfredin gayet pratik düşünerek ona bir sincap manto bediye ettiği bayrama — kadar devam etti. Alfred Liliye bir sincap manto aldığı zaman ateşin maşukasının ilk fırsatta bunu başına atacağını fakat o zaman bir kaza çıkmıya- cağını tahmin etmişti. Hem de belki bu kıymette bir hediyenin onun daima — gergin bir halde olan — asâbını — gevşeteceğini de hesaba koymuştu. Vakıa sincap manto onun su- ratsızlığım — birkaç gün giderdi. Fakat Lili tepeden tırnağa ateş, barut asâp olan bir kadındı. Hiç huylu huyundan geçer mi? Alfred son günlerde havada bir sıkıntı hissediyordu. Mphak- kak bir fırtına — kopacaktı.. Ve koptu. Lili operaya gitmek İstiyordu. O, Komedi Franseze bilet almıştı. Lili bu akşam gitmek isliyordu. Halbuki b.letler perşembe gecesi içindi, Ve sanki bütün bunlar yetiş- miyormuş gibi üstelik bugün vadettiği saatte de telefon etme- mişti. Canım insan kavga etmek niyetinde olunca sebep bulunmaz mı? Lili incecik bir sesle avaz, avaz bağırıyordu: — Zaten sen beni hiç sevme- din. Ve odanın içinde koşuyor ve eşyaları deviriyordu: — Sus Allahaşkına! Benimle mi, yoksa komşularla mı konuşu- yorsun? — Komşular bana - vız gelir... Alçak serseri. — Alçak — gerseri mi?. Yoo kâfi. Alfredin herşeye tahammülü vardı, fakat bu söze asla... Her- kesin kamusta sinirine dokunan bir kelime vardır. İşte Alfredin de bu iki kelime alçak ve ser- seri kelimesi asâbını altüst etmeye kâfi idi. Yerinden fırlamıştı: — Gidiyorum, Ayağa kalkmıştı. Sesi hiddet- ten titriyordu! — Gidiyorsun, değil mi? Çok şükür yarabbit Çok şükür sanal. hayrete Sizi en bir surette | kat'ıalâka | Hergin Hatice Hatilp — MANTO vl | İ | Nihayet bitiyor, rahatıma kavur | şuyorum. “ Nerede ise — mektuplar havada uçuşmıya başlıyacak diye düşünen Alfret bir an evvel pak tosunu giymeğe, mektup — yağ” muru başlamadan kaçmımıya gay- | ret ediyordu ve hakikaten buna muvaffak olmuştu. * Evi ne kadar sıcaktı. Rop- döşambrını giyip kahve masasır nın başına geçtiği zaman onun rahat ve sükünetini her zaman- dan daha iyi tatmakta idi. İşte tam bu mes'ut dakikada kapının zili çalındı. Alfredin kak- bi acı acı çarptı. Karısı hizmet- çiyi takip ederek dışarı çıktı. O da tahammül edemedi karısıvı ta- kip etti. Muhakkak Lili mektup- ları yollamıştı. Açılan kapının önünde küçük bir hamal vardı. Elinde bir pa- ket, Alfred bozmadı: — Hâ kürk mü?.. Dedi. Çocuğun eline bir bahşiş ver- di. Ve konuşmasına meydan bi- rakmadan kapıyı yüzüne çarptı. Evet kürktü, Lili bu defa re- pertuvarını değiştirmişti mektup yerine kürkü yollamıştı. Hem de nereye.. yer yokmuş gibi evinel, Karısı meraklı ve biraz da gayrimemnun soruyordu: — Ne kürkü bu?.. Alfred tebessümle kürkü kı- tudan çıkardı. — Senin için karıcığım, dedi. Bir hediye sana... Kürk sanki 1smarlama imiy gibi kadının vücuduna uymuştu. Kadın öyle mes'uttu ki.. x Ertesi gün bürosunda oturu- yordu. Telefon çaldı: — Ben Lili... Telefonu hiddetten yere fırla- tıp atmak - isteyordu. şiddetle atıyordu: — Yaptığın şey bayağılığın, ahlâksızlığın en büyüğüdür. Kürkü ta eve kadar yollamak.. — Dinle beni canım. — Haydi bırak beni, — Allah aşkına dinle.. Seven bir. kadının kalbini anlamıyor musun sen?.. — Kürkü eve yollamak sev- gi midir?.. — Sevgi ve kıskançlık bera- ber gider. Bak dinle beni, diyo- rum. Bütün gece ağladım, hep seni düşündüm; karar verdim. Sensiz yaşayamam. Göreceksin bak dün yaptığımı sana nııl unutturacağım. Düdenberi çok değiştim.. inan allo.. inan bana başka, bam başka bir kadın oldum. — Başka.. bam başka kadın hangi erkek başka bir kadın tammak istemez. — Beni affediyor musun? — Mademki bam başka oldum diyorsun. — Fred seni bu akşam bekli- yorum... Kürkümü de beraber getir, olur mu? — Kürkün mü?.. Ne o?.. Hiç.. hiç.. peki * O gece Alfred tıpkı bir hırsız (Devamı (İl inci sayfada ) Nabızları

Bu sayıdan diğer sayfalar: