SON POSTA —S Kara Yürek Çetesi Tefrika No. 69 Ayda Kaç Mecidiye Belli olmaz, bazan seksen yüz mecidiye kadar sürdüğüm oluyor — Senin aklın ermez.. Bana, şöyle iki buçuk, üç okka kadar gümüş lâzım. Bagdasar ahpar, başını ka- dırdı. Müşteriye dikkatli bir na- zarla baktı. — Ne yapacaksın iki buçuk, üç okka gümüşü delikanlı ? Müşteri bıyık altından güldü. — Canım, söyledik ya usta.. Bizim işlerimize senin aklın ermez. Bagdasar ahpar, kızar gibi olmuştu. Biraz sertçe sordu: — Allâh Allâh.. Kuyumculuk gibi ince bir zenata aklımız eri- yorda, senin işine mi ermiyecek.. Gümüş işi, altın işi olurda bizim aklımız ermez mi? Amma, canın söylemek — istemiyorsa * o başka... Al bakalım, bileziğini, — Bitti mi?. — Bitti. Eskisinden sağlam oldu. — Ne vereceğiz?. — Eh.. Ver, on beş kuruş. — Boz şunu bakalı. Müşteri kesesinden çıkardığı gümüş mecidiyeyi, kuyumcunun önündeki mermer parçasının üstü- ne attı. Mecidiye, taşın üsünde mat ve tatsız bir ses çıkararak kaldı. Kuyumcu mecidiyeyi eline aldı. Evirdi, çevirdi, baktı. Gü- lümsiyerek müşteriye uzattı: — Hele, şunun bir sağlamını ver. — Ay, verdiğim para çürük mü?.. Yoksa, devletin sikkesini beğenmiyor musun?.. — Hâşâ oğlum.. Tövbeler tövbesi.. Devletin sikkesine bir şey dediğimiz yok.. Amma, hele sen şunun bir başkasını ver. Müşteri, kesesinden bir meci- diye çıkardı. Kuyumcuya uzattı. Bağdasar ahbar, onu da evirip çevirerek baktı. Avucunun içinde tarttı. Müşterinin yüzüne baktı: — Sen beni hımbıl yerine koydun.. benim işime aklım er- mez dedin amma.. uzat kulağını banada, söyliyeyim... Müşteri telâş gösterdi. Hatta, birdenbire korku ile dükkândan fırlamak istedi. Fakat kuyumcu onu bileğinden tuttu. — Otur.. hele otur da, konu- şalım.. söyle bakalım.. bunları nereden buldun?... Müşterinin — telâşı — artmıştı. Adeta, ağlar gibi yalvarıyor: — Aman usta.. canım usta... Sen, hakikaten akıllı bir kefere imişsin.. otuna ocağına düştüm. Başıma iş çıkarma... dur, sana bir sağlamımı vereyim de, bırak beni gideyim. Derken, bir taraftan da elin- deki büyücek keseyi karıştırıyor- du. Kesede, onbeş yirmi mecidi: biribirine çarpıyor; camit ve tınnetsiz sesler çıkıyordu.., Bağdasar al- bar, müşterisine acımış gibi idi: — Korkma, oğul.. Karkma... Nemegerek benim ki, seni ele wereyim.. Lakin — sorduklarıma doğru cevap ver. Bunları kendin- mi yapıyorsun; yoksa başkasının hesabınamı sürüyorsun? — Medemki işi çaktın, usta.. | Artık ben de doğrusunu söyliye- yim.. Ben bunları İzmirde bir rum kuyumcuya yaptırıyorum, Gümü- şünü kalayını kendim alıyorum. Ona yaptırıyorum. Sonra da onun- la paylaşıyorum. Kuyumcu eline mehenk - taşını almış, kalp mecidiyeye sürüyor, sonra taşın üstüne önündeki kü- çük şişeden bir damla su damla- tarak muayene ediyordu. Muaye- ne bittikten sonra başını salladı: — Yazık.. gümüşü ziyan edi- yorsunuz. Bu meciye, bir misli daha kalay yer... Hay Allah müstaha- kını versin... Sen iki buçuk üç okka gümüş, der demez, işi ben hemen çaktım... Sana bir nasihat vereyim oğul.. Eğer sen, böyle iş görürsen çabuk yakayı ele verir.. O anda kodese girersin. Müsteri, saf bir adamdı. Boy- nunu bükerek müteşekkirane ce- vap verdi: — Malüm ya, usta., Biz, taş- ralıyız... Ne kadar akıllıyız, desek.. Yine İstanbul kaldırımı çiğneyen- lere benzemeyiz.. E, bana izin ver de, artık gideyim. Kuyumcu müşteriyi bırakmak istemiyor, mütemadiyen elindeki mecidiye ile meşgul oluyor. Bir eğe ile kenarını kesiyor.. Sol eninil baş parırağını bükerek mecdiyeyi sivri yerine koyuyor, | küçük bir çekiçle Müşteriye sordu: vuruyordu. — Ayda kaç mecidiye sürü- yorsun? — Belli olmuyor ki.. Bazan seksen, yüz mecidiye kadar sür- düğüm oluyor. Fazla olsa, fazla süreceğim. Lâkin bizim ustanın elinden iş çıkmıyor ki.. — En çok nerelerde sürüyor- sün ? — İzmirde, Aydında.. İstan- bula geldikçe de epeyce iş gö- rüyorum. Ama, asıl kâr Ana- dolu içinde.. Öyle yerler varki, | merkep yükile götürsen, vız. ge- liyor.. Eh, artık allahassmarladık |" | usta.. — Canım, otur, dedik ya ©- ! tur şuraya... Arkandan atlı kova- | lamıyor - ya?.. Demek daha fazla olsa, Anadoluda sürersin öyle mi?. — Usta, Anadoluya ne ha- cet... Burada İzmit tarafında ta- mıdığım köyler var. Oralara git- sem de şöyle mal toplamıya kalksam, bir günde yüz mecidiye sürer gelirim. Bağdasar ahpar, pişkin bir iş adamı tavru aldı: — Bana bak delikanlı... An- | laşılıyor ki, sen bu işin ehlisin... Amma, daha biraz acemisin... Gel sana bir iyilik yapayım. Bir yerde, | bu işle uğraşan bir iki kişi tanı- yorum. Seni, onlarla tanıştırayım. Pazarlık et.. Sana, daha az maş- | rafla, daha temiz mal verirler.. O zaman, daha Al bak bakalım şu meci Kalpmıdır; sağlammıdır?.. yabilecekmisin?.. ü ( Arkası var ) kârlı çıkarsın... | İhtiyatlı Yolcular — Geride “kaldığımiza —biç mütecessir olma nezaketen onlara yol verdik deriz!.. ——— Spor Hareketleri -Z— Bisikletle Fransa Paris, 24 (A.A.) — Bisikletle Fransa turunun 27 nci merhale- sini Speicher - Fransız - kazan- mıştır. İkinci - İtalyan - Guerradır. Tek başına yarışa girenlerden - İtalyan - Martano üçüncüdür. Sporcularımız 'Leningrat'a Vardılar | Leningrat 24 — Türk sporcu heyeti dün buraya gelmiş ve is- tasyonda merasimle karşılanmıştır. Heyetin vürudunda Türk ve Sovyet milli havaları çalınmıştır. Cevdet Kerim Beyle Leningrat mackın birer nutuk teati | lerdir. Öğle üzeri şerefine bir ziyafet etmiş- misafirlerin verilmiştir. hava içinde geçmiştir. |Davis Kupası Müsabakaları Paris, 24 (A.A.) — İngiltere - Amerika davis kupası tenis ma- çının sondan evvelkisi 10000 ki- şinin önünde Austin ile Allison arasından yapılmıştır. İngiliz Avstin, bire karşı üç | set kazanarak rakibine galip gel- miştir. Son maçta bir hâdise olmuş, Amerikalı Vines bayılarak maçı terketmiştir. Ingiliz Perry 1/6, 6/0, 4/6, 7/5 ve 7/6 ile galip gelmiştir. İugil- SON POSTA Yevmi, Siyasi, Havedis ve Halk gazetesi l ; EBski — Zaptiye İdare: YaRaa, SUn gel Telefou — 20203 Posta kutusu ; İstanbul 471 'Telgral : İstanbul SONPOSTA ABONE FİATI TÜRKİYE ECNERİ “ 1400 Kr. 2700 Kr. 750 1400 400 150 1 Sene 6 Ay Gelen hânlardan mes'uliyet alınmaz. Cevap için mektuplara (6) kuruşluk pul ilâ damdır. Adres değiştirilmesi (20) kuruştur. Gazetemizde çıka: bütün hakları malıfuz ve garetemize nildir. resim vö yazıların Turu Neticelendi | terbiyei bedeniye reisi M. Dur- | Bu ziyafet fevkalâde samimi bir | terenin bu suretle bire karşı dört | p Ressam, elleri cebinde, serse- | riyane bulvarda dolaşırken birden | | bire koluna biri girdi, başını çe- virdi: — Nasıl siz misiniz doktor? — Evet, söyleyiniz. bakalım, benim tablodan ne haber? Ressam Gamichet ancak şimdi doktorun kendisine bir baloda şöyle yarım ağızla ısmarladığı tabloyu hatırladı. — Bir çiçek resmi olacaktı değil mi? | — Evet bir gül demetil — le ıçı'ı açmaz hemen mıya larım! y.P—yNe diyorsunuz, bende bü- tün fidanlar açtı! Geliniz beraber gidelim. Yemeği de beraber ye- riz. Siz de kendinize model inti- | hap edeceğiniz fidanı seçersiniz. Cevabını bile beklemeden onu sürükledi. * Doktorun otomobilinden has- | tahanesinin önünde indiler. Tımar- hanenin gayet yüksek duvarlarını görünce Gamichet'i bir korku sarmıştı. Fakat bahçeye girince gönlü ferahladı. Bu bahçe bir cennet gibi güzeldi. Gül merak- lısı olan doktorun hârikulâde fi- danları vardı. Gemichet adeta hayran olmuştu, gülerek: t — Burada yaşamak için insan deli olmasını istiyeceği geliyor! Dedi, doktor da güldü. Sonra: — Bana biraz müsaade ede- ceksiniz, dedi. Hastalarım ziya- ret edeceğim saattir. Sonra bera- ber yemek yeriz. Ben hastalarımla meşgul olurken beğendiğiniz gül- leri toplayınız, resim için layınız!,, Arkalarından gelmekte olan bir gardiyana dönerek ilâve etti: — * Misafirimizin — beğendiği jiçekleri toplayınız!,, Z Fakat lıpu yıâıleri söylerken doktor ya alışkanlıktan ve y_ıhus ta asabi bir hareket neticesi | olarak bir gözünü hafifçe kırp- mıştı. Gardiyan bunu gayet mü- him bir işaret olarak telâkki etti. Gamichet memnun fidandan fidana giderek — bahçenin en | güzel güllerini bir araya toplar- ken, İhtiyar gardiyan onun hiç bir hareketini gözden kaçırma- dan kendisini adım adım - takip ediyordu. O bunun nicelerini gör- müştül.İhtiyar gardiyanın gözünden hiç bir şey kaçmazdı. Bu zavallı- her halinden, fidandan fidana koşuşmalarından, bilhassa çiçek- leri arasıra sağ elinden sol eline, sol elinden sağ eline başaltır gibi | atışlarından, onları vakit vakit ere bırakarak bir elile burnuna ğmrık. diğer elile başını kaşı yarak, gözlerini kısarak dikkatli dikkatli onları gözden gcjirme— | sinden, hastalığı görülüyordu. | Zavallı ressam daha bir türlü güllere istediği şekli veremiyor- du. Tablosunu yapmak için renk- lerin biribirine imtizacı İâzımdı. Bunun için mütemadiyen yer- lerini değiştiriyor, — etraflarında dönüp duruyordu. Nihayet ümitsizlikle yeniden eline aldığı gülleri yere hiddetle attı. Artık bu fazla idi! Gardiya- nın sabrı. kalmamıştı! Bahçenin en güzel güllerini böyle rezil eden hastanın taşkınlıklarına bir | nihayet vermek lâzımdı! Bahçenin şurasında burasında küçük köşk- cükler vardı. Bunlardan birinin içine girerek elinde bir çiçeklikle yeniden kapısına çıktı ve ressa- ma mütebessim ve nazik bir çehre ile seslendi: — Çiçeklerinizi suya koysak nasıl olur?.. Güneşin altında ber- bat olacaklar.. lütfen getirir m- siniz? Ressam bu nazik alâkanın karşısında gülümsedi. Hemen yer- den gülleri alarak gardiyanın ar- kasından içeri girdi. Beraberce Va di nnn HİKÂYE Bu Sütunda —Hergün Almancadan Tercüme eden: Hatice ğ Doktorun Misafiri gülleri çiçekliğe koydular, Res- sam döndü, kapıdan çıkmak için bir hareket yaktı. Fakat kapatıl- mış kapının önünde gardiyana durmakta idi. Onun çıkmasın mani oldu. Ressam kaşlarını çattı: — Bu ne uygunsuz lâtife! di- ye haykırdı. — Rica ederim dostum, doğ- ru ve sakin durunuz! — Kapıyı açınız! — Buraya bir kere girildikten sonra doktorun ziyareti olma- dıı'; bir daha çıkılamaz anlaşıldı mır,. — O halde gidip kendisini getiriniz! — Doktor şimdi yemek yiye- cek. Kendisini rahatsız edemeyiz! — Hani bizimle beraber ye- mek yiyecekti? asal mı — söylüyorsun, Doktor seninle yemek yer mi? Ressam büyük bir hiddetle: — “Bana sen diye hitap et- mekten sizi menederim!, Diye homurdandı. Gardiyan omuzlarını silkerek başını çevirdi. Zavallı Gamichet beyhude yere kendinin genç ol- duğunu, buraya niçin ve nasıl geldiğini, al m başında oldu- ?unu. doktorun bir hastası değil akat bir dostu olduğunu anlat- mağa uğraştı. Bağırıyor, çağırıyor, — biraz evvel gülleri kestiği ıüçük çakı- sını elinde ııllıyırıîı konuşuyordu. tiyar gardiyan bu küçük silâhın bir delinin elinde kendisi için bir tehlike olduğunu hisset- mişti, dıgın arasından: — “Göründüğü kadar sakir. değilmiş!,, Diye mırıldandı. Ve yavaşça dıvardaki zile basıverdi. Birkaç dakilka sonra iki genç ve â:ıçın kuvvetli gardiyan içeri gir- i.. Ve zavallı ressamın bugün gayretine, haykırmasına rağmen üstüne deli gömleğini geçirdiler. Ve onu yalnız bıral " Olduğu yerin penceresi tavanında ve kü- çücüktü. Ne kader bağınp ça- ğırsa —sesini — işittiremiyeceğini anlıyordu. Bir müddet hiddetle kudura- cak bir hale geldikten sonra, bu vaziyet onun birdenbire hoşuna gitmişti. Bir an içinde hiddetini unutarak — kahkahalarla — güldü. Fakat bu neşesi de uzun sürme- di. Karnı acıkmıya başlamıştı. Oturduğu yerde yine yapacağı tabloyu düşünmiye başladı. * Saat doktor — güzel geçtiği — zaman, bir. öğle ye- meğinden —sonra — hazmı taam için bahçesinde dolaşmıya başlamıştı. Unutkanlığı ile meşhur olan bu adam, misafirini büsbü- tün unutmuştu. Fakat güzel gül- lerin karşısında birdenbire ressam aklına geldi. Kendisini aprtada göremeyince evine avdet ettiğini zannetti. Ve bu fena unutkanlı- ğına bir defa daha lânet etti. Bu aralık ki.h:g:.r gırdiğın sırıtarak ornun na : — Yeni ıj:çıi toparladık, kapattık efendim ! dedi. — Ne diyorsun ? Hay Allah cezanı versin! diye haykırarak, yerinden, sanki ayağını bir yılan sokmuş gibi sıçradı ve gardiyanla beraber zavallı ressamın imdadina koştu. Gamichet iyi huylu bir gençti. Doktora kin bağlamadı. Yalnız, dektor hiç kimseye res- sama yaptırdığı tablonun kendi- sine kaç paraya malolduğunu itiraf edemedi. Ressama arkadaşları, bazen bu gülünç vak'asını hatırlatarak kendisile alay ettikleri zaman o neş'e ile omuzlarını silkiyor : — Yine ayni fiata deli göm- leğini giymeye hazırım! Diyordu. .__._.f_.ğ__._&m_ ikiyi