4 Mart 4 A A ABPULHAMİB - ASen GÜNLERİ..... İaşe Buhranından Dolayı Saraya Keçi Eti Gönderilmişti Abdülhamit Bunu Duyunca Fena Halde Huylandı NaKlır — ZİYA ŞAKIR Her hakkı mahfuzdur — 249 — 25 Temmuz 917 Bugün bir meseleden daolayı Abdülhamit fevkalâde hiddetlen- di. Fena bir sinir buhranı ge- çirdi. Kollarını ve şakaklarını kolonya ile oğdular. Üç kaşık . ( Kordiyal ) içirdiler. Güçlükle sinirlerini teskin — ettiler. Fa- kat bunun neticesi olarak göğ- sünde, kollarında ve başında bir ağrı husule geldi. Akşama doğru tarçın suyunu mane suyu ile karıştırarak içti. Göğsüne biraz iyi geldi. Fakat başağrısı yatıncaya kadar devam etti. 26 teminuz 917 Abdülhamit, bugün yataktan hem neşesiz, hem de - sağ kü- reğinin altında, nefes alırken hissedilen - bir sağrı ile kalktı. Dünkü gibi yine başağrısı da vardı. Kalkar kalkmaz asprin aldı. Doktora da haber yolladı. Döktor geldi, muayene etti. Gösterdiği yerde hafif bir hırıltı buldu. Bunun soğuk algınlığından ileri geldiğini söyledi. * Abdülhamit, Abit Efendiye beş vakit namaz kıldırıyor. Efen- di de, babasının bu arzusunu memnuniyetle ifa ediyor. Bu mü- nasebetle söz namazdan açılmıştı. Abdülhamit, bu busustaki fikrini şu suretle ifade etti. — Şimdiden namaza alışsın... Büyüyünce de ya kılar, ya ter- keder. Zarar yok. Bizim dini- mizde hiç güçlük yoktur. Yal- nız. (mesaili diniye ) yi telkin eden hocalar, vaiz etmesini bik mezler. Hep zor tarafını göste- rirler. Herkesi korkuturlar. Bir- takım hurafat ile cahillerin göz- lerini yıldırırlar. 28 Temmuz 917 İaşe buhranı dolayısile koyun eti bulunamadığından buğgün sa- raya keçi eti verildi. Abdülhamit bunu baber alır almaz fena halde canı sıkıldı. Ömründe keçi eti- nin İezzetini tatınamış olan Ab- dülhamit, bir taraftan bu eti na- #ıl yiyeceğini düşünürken diğer taraftan da memleketin iktısadi- yatını nazarı dikkate alıyor. Derhal mutfağa adam gönde- rerek gönderilen keçinin hangi cinse mensup olduğunu sordur- du. Gelen cevapta Tiftik oldu- ğunu Öğrenir Ööğremnez, daha ziyade müteessir oldu: — Tiftik keçileri, memleke- timizin mühim bir servet ve va- ridatıdır. Eyvah .. demek ki? onu- da bitirecegiz... İngilizler, daha benim zamanımda iken memnu'i- yet hilâfına olarak nasılsa elle- rine bizim keçilerden damızlık geçirmişlerdi. Bunları, Cenubi Af- rika ve Ayustralyada üretmiye çalışıyorlardı. Bu teşebbüslerine daha lâyıkile muvaffak olamadan bile tiftik Hatlarında bir tebeddül hâsıl olmuştu. Şimdi biz bu mü- barek hayvanları keserek nesik lerini tüketirsek, İngilizlerin. ek- meğine tereyağı süreceğiz.. bu ne gaflettir, yarabbi... Diyor ve sonra: — Acaba artık koyun bulamıyacak mıyız?... eti Diye soruyar. * Abdülhamidin tahmini hilâfı- na olarak, Alman cephesinde taarruza kalkan Ruslara Alman- lar mütbiş bir darbe vurdu. Rus cephesi yarıldı. Rus kuvvetleri de perişan bir halde ricat ediyor ve ihtilâl sahaları yanıp tutu- Şuyor. Abdülhamit, şimdilik bu va- ziyete karşı fikir beyan etmiye- rek yalnız dudak bükmekle ikti- fa ediyor. 1 Ağustas 917? Abdülhamit bugünkü gaze- telerde (Çariçe)nin hastalığına dair bir telgraf okuduktan son- ra biraz düşünür gibi oldu. Son- ra, kaşlarını kaldırıp başını iki tarafa sallıyarak: — Zavallı.. çok iyi bir ka- dındı. Doğrasu acıdım. Yazık, çocukları da var, x NECEDET NECATİ BEY: ; Zeki ve sevim- Hidir. Tavır ve hareketlerile kendini — sev- dirmesini — bi- lir. alâmetleri vardır. B 10 MECİT BEY:(Fotoğrafının dercini istemiyor ). Neşeli ve mizahperverdir. Zevk ve safayı eğlenceyi ihmal etmez. Ümit ve cesarelini ve neşesini nadiren zayeder, parayı sarfa mütema- yildir. Kadınların mizah hislerini tahrik eder, tuhaf fıkralar nak- leder, hamr cevaptır. Sözleri batmaz, muhitini bulduğu zaman meclislerin — neşesinde — müessir olur. a 11 FATMA MECİT HA- NIM : — (Fotoğrafınının dercini istemiyor. ) Samimi ve uysaldır. Pek sıkıntıya, özüntüye gelemez, muamelesinde —nezaket — vardır. Görültü ve kavga yapamaz, daha ziyade sessiz ve sakindir. So- murtkan değildir. Kederli zaman- larında bile güler yüzlü olmıya gayret eder. Fotoğraf Tahlil Kuponunu H inci Sayfamızda bulacaksınız. Resminizi Bize Gönderiniz, Size Tabiatinizi WW S ee VCC Ğ A Dedikten sonra, sanki bu söz- lere nadim olmuş gibi, birden- bire yüzünü buraşturup elini ha- vada sallıyarak: — Hele biz, kendi halimizi döşünelim. Dedi. 18 Ağustos SI7 Tatil münasabetile Almanya- dan avdet eden Nureddin Efendi, bugün babasını ziyarete geldi. 1 Ağustos 917 ( Arkası var ) Sinema Ve Tiyatrolar ALKAZAR — İstanbul sokaklarında ALENDAR — Kaçakçılar ARTİSTİK — Çilgin dül ASRİ — Kanlı köprü ELHAMRA — Gizli vazite ETUVAL — Göl Cehennemi GLORYA — Çılgan dül BİLÂL — Serseri cambaz KEMAL B. — Volga sahillartada MAJİK — Holivudun iç yüzü BizLEK — Kadıular avukatı MULLİ — Anay şeför OPERA — Moskava çocukları ŞIK — İstanbul sokaklarında Kadıköy Süreyya — Büyük ihliras ÜSKÜDAR HALE — Dürtaban Baslıbacak Bağdatta. 4 * Söyliyelim... bulur, müsa- mahası bol de- ğildir. İddiayı sever, kendi fikir- lerinin kabulünü ister. B 12 EMİNE MECİT HANIM: ( Fotoğrafının dercini istemiyor ) Zeki ve alaycıdır. Herşeyi kolay kolay beğenmez, modaya tabi ol- mak ister ve elbiselerinden ça- buk bikabilir. Sohbeti sıkmaz, yüksek sesle ve neşeli konuşur. Kahkaha ile gülmesi — boldur. Cömertliğe mütemayildir. 13 AYŞE MECİT HANIM: ( Fotoğrafının dercini istemiyor ) Abngandır. Çabak mütessir olur, tenkit yapar, sevgi mesailinde hassas ve tır. Fena mua- meleye — m ye — temayül eder, tahakküme tahammül ede- mez. Usul ve merasime riayete k taraftar değildir. İşlerine ı:Cltlılııle edilmesini istemez. 14 SADIK BEY “Tacir, : LFoloğrıfının dercini istemiyor ) güzardır. Sokulur, menfaat te- min edecek yolları bulur. Yük- sek sesle konuşur ve sözlerine el harekâtile iştirak eder. Ace- leyi ihtiyar eder. Olur olmaz Diye feryat ediyorlardı. İş yakhız bunların feryadile kalsa, birşey değil. Ya onların mideme hücum ederek büyük bir insaf- sızlıkla içimi kemirmeleri yokmu, işte o zamanlar, adeta baygınlık- lar geçiriyordum. — Simitcilere, adeta garez olmuştum. Sanki be- benim açlığımla istihza eder gibi gelip önümde durarak: yavaş çekilip gitmeleri bana sinir buhranları İ geçirtiyordu. Yazıhanelerin yemek zaman- larını burada bu suretle geçir- dikten — sonra — kalkıyor, yine yavaş yavaş, yine — sendeliye sendeliye İstanbul tarafına geçi- yor ve akşama kadar da Emim- önünden postahaneye, — ora- dan da Sirkeciye kadar. bütün hanları, yazıhaneleri — dolaşıyor- | dum. Bütün buralarda müraca- | atlerime aldığım cevaplar: | — — Şimdilik daktilaya ihtiya- cımız yak. — Vakıa işimiz yok amma.. Buyurun biraz oturun.. İstirahat edersiniz... — Sizin gibi bir doktiloyu | kaçırmak istemeyiz.. Arada sıra- da bize uğrayınız. Belki bir iş olur. — Adresinizi kaydedelim de Tâzım olursa haber göndeririz. — Vakıa daktiloya pek © ka- dar ihtiyacımız. yok amma. Eğer uyuşabilirsek... Artık bütün bu baştan savma cevaplara ve çapkıncasma cinaslı tekliflere alışığım için bunlar, pek okadar gücüme gitmiyordu. Beni asıl çıldırtan, başımı çile- den çıkaran sokaklarda hedef olduğum küstahça sözlerdi. Me- selâ, topuklarımın nasırı oynadığı için ıstırapla yürüye yürüye gi- derken, arkamdan bir — mırıltı geliyor: — Aman iki gözüm, okadar nağmeli yürüyorsunuz ki vallahi ağzımın suyu aktı. Şöylece parka kadar gidip te bir dolaşıversek nasıl olur?.. Başımı çevirip — bakıyorum, köhne bir mütekait.. İhtimalki evinde benden büyük ç tane de kızı var. Hiç aldırmıyorum, (lâhavle) çekerek yürüyorum... Biraz sonra, yine bafif bir ses: — Hamım abla.. Şöyle Sirke- ciye doğru dönüversene.. Bizim mahallebicide bir tavuk göğsü yeriz yahu... Tekrar başımı çeviriyorum. Birde bakıyorum ki, bu seferde bir gümrük kolcusu .. Yine ( Lâ- havle) çekip yürüyordum. Sekiz tn adım geçmiyor. — İlâhi ayakların hunlisın. O ne edalı yürüyüş.. min evlâtlarını baştanmı çıkaracaksın. Bu dünyanın üstü varsa, altı da var.. tevekkeli, ortalık açlıktan kırılmıyor.. Hep bu - fittanları doyurarağız diye... Yine başımı çevirip bakıyo- rum, bu sefer de, değneğine da- yana dayada giden, şişmanlıktan ve romatizmadan yanını belini alamıyan bir kocakarı... Hiç ona şey Üzerinde tevakkuf etmek İstemez.| lâyık olar mu?.. Tenhada - olsa, Sayfa 9 BİZİM aa DAKTİLO Bugünün Romanı EENEEAN DN 35 KESEREEENN Yıran: Z. Şekir didik didik didiklerim. Fakat ka- labalık caddede alemi başımıza toplayıp rezil olmak var. Bu se- fer de ( Hasbinallah... ) Deyip Köşeyi dönerken, hafif bir girsek. vurma.. ve sonra da nazi- kâne bir davet.. — Efendim, tenezzül buyurur lursa Alemdar sinemasına kadar gidebilir miyiz?... Bu defa da şöylece yan gözle bakıyorum, ağzı daha süt kokan bir mektep talebesi... — Allahım, sen - sabir yarabbi !... Deyip geçmekten başka çare yok... İşte, bir taraftan maddiyatım harap olurken. diğer taraftan da maneviyatım bu ağır darbeler altında ezim ezim eziliyordu. Kaç defa, kökrünün — parmaklıkları önünde durdum ve düşündüm. Fakat, bayat.. İnsana okadar sahhar ümitler ve vartlar veriyor ki... Dedikaduların da daha ha- 14 arkası kesilmemişti. Sait Bey- den üç aylık hamile olduğumu söyleyenlerden tutunuzda, onun bütün kasasını boşaltarak ban- kaya istif ettiğimi iddia edenler bile vardı. Bunlar benim üzerim- de o kadar büyük bir tesir yampiyordu. Fakat annem., Bana hiç birşey — söylememekle, hiç birşey belli etmemiye çalışmakla beraber, onun günden güne bir mum gibi eridiğini hissedi- yordum, Hergün bu sözlerle, be- nim —yüzümden arlana atlana kalbi sızlıyan anneciğimin, günün birinde bir hal oluvereceğinden ödüm kopuyordu. Akşamları, aç ve bitap olarak hiçbir iş göremeden eve döner- ken, kendi ıstıraplarımı unuluyor ve anneme vereceğim — cevabı düşünüyordum. İlk zamanlar, ona birçok vaitli ve ümitli cevaplarla geliyordum. Fakat günler geçip te bu vaitler ve ümitler husul bulmayınca yaavş yavaş, yalanı da terketmiye mecbur oldum. * Artık, ortalık kararırken eve döndüğüm zaman: — Bugün de iş bulamadım. Demiye mecbur - oluyordum. Öyle bir gün geldi ki, bunu da söylemiyçe lüzum kalmadı. Sanki bir evde müştereken oturan ve birbirine hesap vermiye mecbur olmıyan iki yabancı gibi, sadece birbirimizin yüzüne — bakmakla iktifa ediyorduk. O zaman, ben annemin yüzündeki, annem de benim çehremdeki acı manayı okumakta hiç müşkülât çekmi- yorduk. Ük günlerde annem soruyordu: — Bugün ne yedin?.. O zamanlar biraz param ok duğu için; ya, bir simit aldığımı biraz ekmek peynir yediğimi söyliyerek annemin endi- şesini teskin edebiliyordum. Son- raları paramın bittiğini ve her gün —sokaklarda aç olarak gezdiğimi hisseden annem, kardeşlerimin mektep yemekle- rini hazırlarken banada kü- çük bir paket yaparak verdi : —Bunu al da, bir tarafta oturar yersin. ver ( Arkası vaz)