, .. Demir sanayii! nir sanayiinin nasıl kurul - yari etliğini bu satırlara sıkış- tırmağa ne imkân, ne de salâhiye- ümiz vardır. Serlevhamızın mev- zuunu hülâsalandırmak için “Biz de demir sanayii kuralabilir mi'» diyebiliriz. o Bu bahis üzerinde, memleketimizin verimi, kabiliyeti hakkında fikirler yürütüldü; saha saha etütler yapıldı. Tetkik başlan — aklımda kaldığına göre — ta 1926 senesine kadar uzanır. Topraktan sert taşı çıkarmak, Ere istenildiği gibi (o ezmek, bükmek, dilendiği şekli ek en ağır sanat şubelerinden biridir. İş- te yıllardanberi Türk azmi bu güç işe sarıldı. v İyi niyetleri de bilgi ve görgü - başaracağında şüphe edilemez. mez. Demir sanayini kurmak için ev- velemirde gayenin tahakkuku ve tesbiti lâzımdır. Öyle ya, ticari bir gaye midir, veya milli iktısat ve müdafaa mı düşünülüyor?.. Bu üç gayenin emellerine göre bir prog- ram ve etüt yapmamız icap eder. Meselâ: Gaye ihracatçılık ise, etü- dümüzde dünya piyasa rekabetle- rine göre istihsal masrafrmızı he - saplamak, zanaat melekemizi ölç- mek esastır. Bu şeraiti câmi bir va- ziyetimiz olduğu takdirde iptidai maddesini Fastan veya İspanyadan getiririz. Ham cevher için vâkıa harice bir döviz vereceğiz. Fakat imâl edip gene harice demir ma- mulâtımızı sattığımız ozaman bu döviz fazlasile memlekete iade olu- nacaktır. İşte Almanya, demir sa- nayii bu tarzda bir iktısadi himaye ile yürümektedir ve rmhtaç oldu- ğu ham cevherin dörtte üçünü ha- riçten getirmektedir. Şurada şunu da ilâve edeyim ki; (o Almanyada Siegerlan'da istihsal (o edilen 9,45 demiri havi cevherin o Vestefalye yüksek fırmlarına maliyet fiati al- tı bin kilometre uzakta (bulunan Kanadanın 9455 dereceli cevherin- den daha pahalıya malolmaktadır. Demir sanayiinde kara nakliyatı- nın daima pahalıya malolduğunu iktisadi gayede gözönünde tutmak lâzımdır. Umumiyet üzere yüksek dereceli demir cevherini de kömü- rün yanına getirilerek eritilmekte- dir. Amerikada, İngilterede, Al - manya... ilâh. bu usule tesadüf ede riz. Yalnız 9635 - 40 arasında fakir cevherler üzerinde çalışan yüksek fırınlar demir madeninin yanına kurulmaktadır. Demek oluyor ki, bu şerait dahilinde O kokun nakli dâh& ekonomiktir. Möamaf'h: Zannımca bizim he- defimiz harici rekabet değil, milli iktısattır. O halde demir sanayini kurmak için memleketimizin va- ziyeti derhal kâr temin etmese bi. le memleket ihtiyacını tatmin et. mesi kâfidir. (Zaten bizim bu işe bağlıyacağımız sermaye bir sene zarfında demir mamulâtı için hari- <e verdiğimiz para kadardır. Bina- enaleyh: dünya piyasasını istismar eden bir kapitalist ruhu bu ülkü - müze giremez. Umumi © harpten sonra birçok memleketlerin ayni gayeyi güttüğünü görüyoruz. Her devlet müstakil bir demir sanayii vücuda getirmeğe başlamıştır. Mu- vaffak olanlar meyanmda en d'k- Kın her birisi de bir kimseniz yetim vaziyetine düşmüştü. Harp başkala rının besabına yapılıyordu. Şehit- hik şerbeli başkalarının Ookârma içiliyordu. Ve yanık manzumeler ın sandalyesine, koltuğu- na cilâ vermek için okunuyordu. Harbı Umuminin hesabını for- 'durmayanları da tarih affetmiye- cektir. Dünyada hiçbir dünya he- sabı yoktur ki harbı umumi hesabı kadar sorulmağa lâyık olsun. Neyse... Darülitamla Hanesi Sul- tan ilkmektebinin © gecesi geldi. Halk doldu. Havadan civadan nu- maralar gösterildi. En sonunda (ar zı şükran) numarası vardı. Herkes bumu Beylik bir manzume okuna- | cak sanmıştı. Perde açıldı. Sahne: Bir karakol ( odası. Ve masanın başında kurumlu, çalrm- hı bir başkomiser, B'r de ayak ayak üstüne atmış, sivri sakallı, bonjurlu müddeiumemi. (Müddeiumumiliği sonra anlaşılıyor.) Milliyet'in romanı: 41 | Bir yıl dönümü... Kanlı ve uğursuz bir günün yıl- dönümüne eriştik. Kafamın içinde, bandan yirmi yıl önceye dokinan bir angı (1) var. Çocuk denecek bir çağda idim. Beykozda oturuyorduk. 1914 yılı- nun 2 veya 3 ağustos günü akşamı idi. Vapurla köye dönüyordum.Ga zete dağıtıcısı çocuk kulağımın to- zunda bağırdı: — Yazıyor beyler... Almanya ile Rusyayı yazıyor!.. Bir gazete aldım. Sanırım ki, “Tercümanı hakikat” b. Şurasına burasına gözatarken ilk bet (2) te üç dört sıralık (3) bir yazı, beni beynimden vurulmuşa döndürdü: “Almanya, Rusyaya savaş aç Omuzlarıma birkaç yüz batman lık yük binmiş gibi, iskeleye iki büklüm çıktım. Geçen günlerin bir daha geri gelmiyeceğini > anlamış gibi idim. Suratım asık, gönlüm üz gün, eve girdim. — Neyin var? diye sordular. Anlattım: — Ortalık o karıştı; 'Almanya Rusyaya savaş açmış.. Omuzlarını silktiler: — Aldırma, onlar gene barışır. İar... İşin içine biz girmiyelim de!. Hem savaş başlasa da çok sürmez. Kışa yakın barışıklık olur. O günlemeç (4) lerde | herkes böyle düşünüyordu. Büyük savaşın çarçabuk biteceğini umanlar, ya - maldıklarını anlamakta gecikmedi. ler. Kanlı savaşın, yirmi milyon in. sanı yalayıp yutmadan arkası alına miadı.Ve tam dört yıl, payapay böy lu boyunca bütün Avrupa kan ve od içinde yüzdü. Şimdi, üzerinden yirmi yl ge - çen o korkunç günleri düşünmek bile içimizde ürküntü ve sırtımız- da ürpertiler uyandırıyor. Yirmi yılda yeni bir kuşak yetiş. 8. O kuşak, dileriz ki bizim gör. düklerimizi görmesin! M. ALAHATTIN (1) Angı — Hatıra, Anmaktan, (2) Bet — Sayıfa. (3) Sura — sa- tar. (4) Günlemeç — Tarih. kate şayan vaziyeti olan Japonya'- dır. Japonlar son yirmi sene ve bil- hassa mütarekeden sonra demir sa- nayiine ehemmiyet © vermişler ve 1929 senesinde de 2,6 milyon de- mir mamulâtı yaparak dünya de- mir piyasasında 962 bir mevki al mışlardır. Japonlar gibi çalışkan ve ileri bir & millet için bu miktar çok görülmiyebilir. Fakât Japon- yada demir madenleri o pek gayri müsait tabii şerait altındadır. Bu yüzden kendi demir sanayileri için ancak 9510 unumemleket maden- lerinden tedarik O etmektedirler. Mütebakisini Kora, Mançuri, Çin gibi diğer memleketlerden tedarik etmek mecburiyetinde kalmışlar - dır. Son zamanlarda Mançuri'nin işgali demir sana; daha mü Doktor kâtipyan!.. Tramvayda bir Yahudi ile bir Ermeni sıhhi bir bahis üzerinde konuşuyorlardı. Yahırdi, vaktile uzun — seneler, hastalık çekmiş eski bir arkadaşı nın hâzik bir hekimin elinde nasıl kolaylıkla ve çabucak tedavi edil- diğini ballandıra ballandıra anla- tıyordu, Ermeni sordu: — Şindi, bu senin dediğin tok- tor sağdır? Yahudi başını salladı: —Ah.. Eğerkilim sağ olmuş ol- saydı bu İstanbulda erkes yüz ya- — Açıkgöz de soz mi be? Öleli yirmi sene var. Her kim ki bu he- şiyor. Ama, ne kitap yazmış, ne ki- tap... 2600 sayıfa.-. Er bir has- talik içinde yazılı... Ermeni ahbab, bir Yahudi dok. — Alemde usta toktor bizim i- rahmetli Kâtipyan idi, o Hastayı bir görüşte hastalığını kefşeder idi. Ama, rakı içmeden kimsenin nab. sını ele almaz idi. Ne gıdar bilgiç idi. Sana burada ağnatamam. Kırk beş sene evvelisi mefet oldu ise Is. Yahudi alay etti: — Yazik ki bir kitap yazmamış, Şimdi herkeş! okur da istifade e derdi. — Kât'pyana kitap iktiza değil. di. Onun adı bugün bilem hastala. rı iyi edeor!. Yahudi sordu: — Nasıl?. — Bir kişi ağır hastalanıncas, kulağına eğilip Kâtipyan geldi de- yi haber verirler. Ölmüş toktorun gizliden bir resmini de vastığın al. tına korlar. Hastaya Allah tarafın. dan bir aksırtı gelir. Dirilip ayağa kalkar, Sen Kâtipyanla oyun oyna. orsun? KULAK MISAFIRI Dr. Hafız Cemal Dahiliye mütehassısı Cumadan başka günlerde saat (2,30 dan 6ya) kadar İstanbul Divanyolu No. 118. Muayenehane ve ev telefonu: 22398 yazlık ikametgâh telefonu: Kandilli 38, Beylerbeyi 48 bir zemin teşkil ettiği şüphesizdir. Bundan başka Japonyada izabeye de elverişli kok mevcut değildir; bunu da Çin'den veya diğer metm- leketlerden celbetmektedirler. Va- kıa Almanyanın da demir cevheri- nin mühim bir kısmını hariçten getirdiğinden bahsettik. Fakat Ves tefalye kömürlerinden mükemmel izabe koku da istihsal edildiğini u- nutmıyalım. Bu yoksulluk içinde £ Japonyada demir sanayii yaratılması tetkik ve takd're şayandır. Bizim demir sanayimiz hakkın- da düşüncelerimizin, yazımızın devamını önümüzdeki günlere br- rakırken © azmin elinden bir şey kurtulmuyacağını ilâve edelim. Ma- İm a, ata sözüdür: Dünyada ol - maz olmaz, derler, Sadreddin ENVER MİLLİYET CUMARTESİ 4 KULAK izm MEN PAP IMI Aşk İnanmıyacaksınız ve inanma - makta da haklısınız. Ben de sizi inandırmak için ne yemin edece - ğim, ne de fazla bir teminat vere- ceğ'm. Sadece hikâyemi anlataca- ğım ve sizi inanıp inanmamakta serbest bırakacağım. Modanın dik kayalıklı sahilleri- ni severim. Kadıköyünden her sa- bah spor olsun diye Modaya kadar yürür ve dik kayalara kadar gelir ve orada saatlerce denizi seyrede- rim. Deniz, burada güzel olduğu kadar, hiç bir yerde güzel değildir. Bu güzel manzaraya bir güzel- lik daha ilâve olunmuştu, O da, bir genç kadm. Bu kadın — her sabah buralara geliyor ve beyaz ipekli el- bisesinin içinde tüy gibi görünen endamile dolaşıyor, ve beyaz ipekli şemsiyesinin gölgesinde güneşleni- yord hu. Bu kadın kim? Yapayalnız her sabah niçin buralarda dolaşıyor? Ve o kadar muhteriz, çekingen ki. Ben ona yaklaştıkça o kaçar ve w- zaklaşırdı. Bir ecnebi olacak diye düşünmüştü Bir sabah gene kayalıklardan de nizi seyrediyordum. Arasıra gözle- yordu. Bu sabah kayalıklara gelmedi. Havâ . fazla sıcak. Belki de onun için evinden çıkmamıştır diye düşündüm. Ondan ümidi kesince rahat ra- hat denizi tekrat seyre koyuldum. Bir de ne göreyim: Yüksek dik ka- yalıkların dibinde denizin yaladığı çakıllara boylu boyuna (uzanmış çıplak bir kadın yatıyor. Dikkatli baktım, o. Dik kayalıklar denizden belki on metre kadar yüksek. Aşa- ğıdaki kadını küçücük, bir biblo gibi görüyorum. — Peki, diye düşündüm. Bu ka- dın oraya nasıl inmiş? AArandım arandım, nihayet sahi- le inen küçük bir yol bulabildim. Fakat buraya telilikeli kayalıklar- dan güçlükle inilebilir. Bu yol, yol bile değil, Dağa tırmanmasını bil- miyenler buradan bu sahile müm- kün değil inemezler. Peki bu ka- dın? Bu kadın oraya nasıl ii Her şeyi göze alarak o keşfettiğim yoldan, kayalıklardan inmcğe baş- ladım. Ayağım bir kaysa parça par ça olacağ üşünmeksizin bir inişti. U- zaktan baltım. Kadın yüzükoyun yatmış belki de uyuyor. Cebimden küçük fotoğraf makinemi çıkar - dım ve bir iki tane enstantanesini aldıktan sonra yanma yaklaştım. Ayağımın altında çıtırdıyan kum- lardan ürperdi ve beni görünce bir çığlık kopardı. Mayosuzdu. — Pardon Madam, dödim: Güzel bir türkçe ile: — Fakat bu yaptığınız doğru de ğil beyefendi, dedi. Kaçmak istedi. Yolunu kestim. — iz terbiyeli bir insana ben; “| ziyorsunuz. Her halde beni rahat- | sız etmekte ısrar etmezsiniz, dedi. — Kaç sabahtır sizi takip edi. yorum, dedim. — Farkındayım: Dedi ve elimden foföğraf maki. nesini aldı ve camları birer birer denize fırlattı. Makineyi ban de etti, İndim. Bu, tekrar çık. | BD dersi — Derhal buradan uzaklaşınız, dedi. zi seviyorum, dedim. Güldü: — Ne biçim aşk bu?.. Daha siz beni tanrmıyorsunuz ki, Sesimi bi- le şimdi işittiniz, dedi. — Sizi seviyorum, dedim. Elimden tuttu ve orada bir taşın üstüne beni oturttu. Kendiside ötesini be: i kapamağa çalışa « rak çakıllara diz çöktü. — Aşk, dedi, sizin bildiğiniz gi- bi değildir. Ve bu mukaddime ile başlıyan uzun bir konferans ver. di. Sesi boşlukta titriyordu. Anla- tırken gözleri büyüyor, halecanla- nıyor ve anlatıyordu. Hava yavaş yavaş değişmeğe başlamıştı. Rüz- gâr çıktı. — Üşüyeceksiniz, dedim. Cevap vermedi ve konferansına devam et ti okadar güzel söyliyordu ki ömrümde bu kadar güzel bir aşk dersi dinlememiştim. Mütemadi - yen söylüyordu. Hava gittikçe fe- nalaştı. Dalgalar bulunduğumuz yere doğru hücum etmeğe başla - ye Endişemi gözlerimden oku- i — Korkuyorsunuz değil mi? de li. — Ne saklıyayım, doğrusu kor- kuyorum, dedim. Çünkü buraya inmek için geçtiğim küçük yol ta- mamen dalgalarla örtülmüştü.Ka- dın kalktı ve: — Bu sırrı kimseye söylemiye- ceğinize yemin ediniz sizi kurtara- cağım, dedi. o Yemin ediniz. Zira bu, bir deniz kızı mı idi? Evet bu bir deniz kızı idi. Mar- maranın mavi sularda doğmuş ve yaşamış bir deniz kızı idi. —Yemin ediniz bu sırrı kimse- ye söylemiyeceğinize yemin ediniz dedi. Yemin ettim. Bana kalm bir ip verdi, — Haydi çıkımız, dedi. Halata uzandım ve çıkmıya baş- ladım. Sahilden biraz yükselince kayalıklarda durakladım. Arkama baktım. O aşağıda elinde bir ro - velver gözleri dönmüş bana bakr- yordu. İpe sarıldım ve çıktım. Kur' tulmuştum. ze açıyorum, Ve korka korka, tit- reye ttreye size anlatıyorum, İs- ter inanmız, ister inanmayınız. Siz den ricam şu ki başkasına bundan bahsetmeyiniz. Hos anlatsanız da kimse inanmaz ya. Neyte... Telefon : Öğün bugün bu sorrımı kimse- | ye söylemedim. İlk defa olarak si. Türk Sigorta Şirketi Hirik ve hayat üzerine sigorta muameleleri icra eyleriz. Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir Merkezi idaresi : Galatada Ünyon Hanında Acentası bulunmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. -— Bugünkü program İSTANBUL : pe 18,30 Fransızca ders, 19 PIâK A riyatı. 19,30 Türk musiki neşri) (Fahire Hanım Refik, Filret BEY” 21 Eşref Şefik Bey tarafından KONİ rans, 21,30 Stüdyo caz ve tangö & kestramız tarafndan dans mus! S berler. 23,30: Kahvehane musikdei, 250 Khz LÜKSEMBURG, 1304 Franz süvüresi. 20,35: Pilli, 23: Habe 21,20: Eramsz musikisi. 22: Muhtelif, ig Viyolonsel ko: 5 Senfonik pâk seri, Kir. PRAG, 470 m. 18,45: Pik. — Haberler. 18554 Pl Amele neşriyatı 19,10: Plâk. Asmele meş, 19,55: Almanca haberler. — Munahabe &ü 10 Brüne. 2045: Musahaha. Zi: “A ka Sini operet. 23,151 325 m. eriyat, 18,20: Pik. Prag. 20,10 armonik konseri. 20,45: Prag. 2330: ei Kbx. BRATİSLAVA, 298 m. Musahabe. 190: Zi: Prag, 23,183 N di musikisi, ve alay yarlnları. © Kir. MORAVSKA - OSTRAVA, 289 “e, 14,40: Slaven © neşriyat, 1858: 19,05: Amele neşriyatı. 19,154 Akerderi yağı 1900: Piyame - keman konseri. 1088 Üye 20,10 Brüme, 2045: Prag. 23,50: Ref film taganni ve bir radyo ekeçi, 545 Khr. BUDAPEŞTE, 550 m. 21,50: Pelider - Brunswick plikları, Haberler. 72,40: Rigo sigan alam, SASİ ri 23: aHlerler. 23/45: Deniz haberleri. e | Ön m 27 ELE EE REY FEZİEE a O.S SEER v t PELTES EL. EEELEL EE EŞELK SİL EEESE. 20.30: “Süürfiğeber İaldnli temek. Zi: Ab 21,10; Kumrtet solist | konseri, 23,20: ni 175 Khz, MOSKOVA, 1714 m 18,50: Musahabe — Triyo takımı solo, gitar sale, taganni.) 22: Ecnebi meyriyat, Çocuk neşriyatıf?*, ist konseri, 22 904 Kiz. Hambur 332 m mwsika, 24 Dune w tarafa popüler Rus musikisi, Ozi: Plâk 832 Kiz. MOSKOVA, (Stalin) 360 59. # 502 Kba, VİYANA 507 mi 21,15 Ay, üzerindeki kız isimli Süel opereti, 2330 Haberler, 23,50 Halk trioe8 Falında Viyana musikisi, 2450 «Bende sika, 686 Khz. BELGRAT 47 z Bir operet temsilini maki, Asrın mdesi “MİLLİYET” ©. nie nr ABONE ÜCRETLERİ : Türkiye işin Hariç Gİt Vi Yazan: AKA GÜNDÜZ Kapı tık tık ediyor, Başkomiser ümbür gümbü edi İeçriye Sansaros giriyor. Evet. müdürün muallimlere etti- $i bir çok tenbihlerine inat Sansa- ros giriyor: Girer a. Olur a. Piyes bu, Fakat Sansaros söze söyle baş. lıyor: — Başkomiser bey! Müddeiumu- ve Ben; Gray Karade nizli, takacı ve şehit lan reis Ta hırsız ia Aim lıkla gurbetlerde geçinen ne zen- gin, ne fakir bir adamın oğluyüm. Anamdan, babamdan - başka hiç kimsem yoktu.. (Sansaros darülitama girdiği gü. ne kadar olan hayatmt anlatır, Ko- miser ve müddeiümümi - halk ile beraber ağlarlar.) Sonra mektepte © adımı hırsız Sansarosa cıkardılar. o N'cin bil mem. Bildiğim ili sey var, birinci. si ben üç beş gün önceye kadar hırsız değildim. Fakat üç beş gün- denberi hırsızım! (Başından geçen bütün şeyleri anlatır. Komiser, müddeiumumi ve halk, şaşa şasa, dişlerini gıcırdata gığirdata dinlerler.) — Sonra Komiser bey! Cephe- lerde üşüyen ve her nasılsa sağ ka- lan amcalarımız, dayrlarımız, kom- şularımız, millettaşlarımız için biz- den çamaşır istediler. Her mektep kendi payına düşen vazifeyi aldı. Bizde bir çocuk komisyonu yaptık. e > bayer bacı Necabettin e- 'endiye gittik, elli kuruşluk bir bi- let satmak istedik. Bu zengin adam bize lubiyet şeraite uygun değildir veremem ama, çocuksunuz akide vekeri alırsınız, size beş kuruş vere- yim dedi. Ben sordum, n'çin değildir? Dedi ki: esi — Yabancı erkeğin iç donunu yabancı kadm dikemez. Namus ve seriat mesleesi, Oradan kalktık, Istanbula em di- ye paspal çamuru gönderen fazi zadelere gittik. O bizi yazıhanesi- ne bile almadı. Oradan kalktık, Atzadelere git- tik. Atzade bize dedi ki: Ortalık ta muharebe Şi Muharebe buh- ran doğurdu. İşler kesat. Buraya ka dar gelmişsiniz, boş önderin Alın şu on kuruşu Halbuki Atzadeler ol&dak köpe- ğin uşaklarına bu hafta içinde yir- mi beş deve yükü şeker geldi. He- sap et okkası dörder, | beşerlira kârdan ne tutar ? Penn üzerine çocuklara dedim — Müdüre diyelim ki, hepsi ya- rın gelin dediler. Böyle dedik, Mü- dür yarın bizi gene lerdi. Mektepten çıkar çı Zocukla- i Ken. dim dolaştım. İkindi üzeri vali ko- nağındaki komisyönâ girdii. De- dim ki: — Müdderris hacı NeciBtttin efendinin yedek parası Yokmuş, bu altın saatle altm küme er Herkes yaşasın hacı i! de- diler. — Oradan Fzilet zadelere git- #k. Şimdilik su yüzlük lirayı al, ya. rin gene veririm, dedi. Bu parayı da masaya koydum ve gene herkes: — Bravo! asil' adamdır vesse- lâm diye alkışlandılar. — Atzadeler bankadan bugün para alamamışlar. Şu #irlanta kıra vat iğnesini gö iler, -—— Yaşasın! Komisör Bey! Müddeiumumi B. | Bunların hepsi yalandır. Ben bun- ların hepsini, bizi kovan o adam- lardan çaklım! Burayada bunlar: söylemeğe geldim. Ben çocuğum. Belki kanun ceza veremez. Fakat mademki adım hırsıza çıktı. Bir- gün kanun nasıl olsa ceza verecek- tir. Komiser rolünü yapan çocuk a- yağa kalkar: — Ben seni, cephelerde dökülen kanların adına affediyorum! Diye haykırır. Müddelumumi rolünü yapan çocuk: — Ben de seni onların adına zın- dana altırmıyacağım! Seyircilerde — bir fışkırma, bir Vilâyetin polis müdürü, memur. lar, mektep idaresi sahneye üşüşür- ler. Rol alan üç çocuğu yakapaça ederler. Komiser rolünü yapan ço: » Müddeiumumiyi oynıyan da yüzbaşı oğlu Cemal... Müsamere yarıda kaldı. Ahali: — Sonuna kadar isteriz! Diye haykırmak istedi ise de çe- kindi. Sahneye üşüşenlerden başka A > a 44887 N i polis müdürlüğüne götürdü iy Suç dehşetli idi. Beldeğin al hanedanını hicv O etmesi : durskin, bültümetin gidişatın Kİİ lüyordu. Gerçi ortada beş veren bir hoca, kravat iğnesi mış bir At zade, aşırılmış bir #€ yoktu. Yoktu ama hepsi de kis” yeli şeylerdi. Ve adları salar Ky uydurma adlara sanlara yakın seler vardı. Tahkik, tehdit, dayak kadar sürdü. Müdür bey iki Kö bayıldı. Doktor getirtip ayılttılt Çocuklar hiçbirisi o kadar ceye inat piyesi hazırlıyan limlerin adını vermediler. piyes basit, çocukça bir şeydi. "X, mir Ali gibi sınıfınm birincisi bir çocuk böyle bir şey di. Hele diğer iki çocuk gibi ecinni afacan da katılınca n€ luk olur? Muallimler #iraz ettiler: — Biz mes'ül de; Bu idare karıştı. Bizi Onlara sorunuz. İş bütün memlekette çalkala du. Valinin kulağına kadar ce örtbas edilemez bir hale girdi Bitmedi se A yl iz. gişe ü yü