| | iç Ü di vi iv gi ii n b t ( İçtima yanısler ) Doçent, Dekan Ve Rektör Bu haftanın en mühim havadisi- i azetelerde okuyan birisi şöyle — Üniversite doçentleri ikişer yüz lira aylık istiyorlarmış, Dekan- İara arzuhal vermişler, Rektör de bu iş için Ankaraya (gitmiş. Bu hülâsayı dinliyenlerden bir hâkim: — Bizim argo dilini mahkeme- ye gelen şahitleri dinliye dinliye öğrendim ama, dedi, senin söyle- diğin bu tabirler bizim argo dilin- de de yok. Vakrk (o Üniversitenin ne demek olduğunu öğrendik, ya. bat öyle sarayorun;. © elini, ikişer yüz lira aylık istiyenler kim, arzü- hali alan kim, Ankaraya giden kim? Muhterem yeni Üniversitemiz « bize garptan birçok yeni tabirler getirdi. Dilimizi genişletti. Allah kendisinden razı olsun. Fakat, doğ- © rusunu İsterseniz, bu tabirlerin ma- nalarını pek iyi bilemiyoruz. Meselâ Doçent için bazıları, bi- zim eski medrese hocalarının çö- mezleri gibi bir şeydir diyorl. bette doğru olmasa gerek.. Kimisi de, Doçent küçük hocadır, diyor. Şüphes'z bu da yanlış. Büyük bir müessese de hiçbir şey küçük ol- maz.. Onun için ben lügat kitapla- rma müracaat ettim. Bu kelimele- rin manalarını öğrenmeğe çalıştım. Bulduklarımı burada, benim gaze- te okuyucu mesleğinde bulunan ar- kadaşlarıma haber verirken, kendi lerine küçük bir hizmet ( ettiğimi sanıyorum. Lâtince için çok veciz bir dildir derlerdi, fakat bu kadarı da hatr- rıma gelmemişti. Bakınız yalnız bir Doçent gelimesinin ne kadar çok manası var: Birinci manası bir kimseye lâ- tince öğreten demekmiş. Sonra, me- deni kanunu öğreten manasına ge- iyor. Büyük Çezar bunu, küçük çocuklara okuma yazma öğreten hacalar manasında kullanmış. Hal- buk” biz Üniversitede okuma yaz- öğrenildiğini bilmiyorduk. çeron da bir nutkunda bu tabiri gençlere doğru yolu, hak yolunu öğretenler manasında kullanmış i- se de, bu mananın modası asırlar- danberi kaybolmuş olsa gerektir. Doçent Senato meclisine arzühal eden, halini bildiren manasına da geliyor. Bu halde Üniversite Do- çentleri arzühallerini yanlış yere vermişler demek olur. Hususi ev- lerde çocuklara ders veren hoca- larda gene Doçent demekmiş: Do- çentlerin Üniversiteden istedikleri verilmez de, geçinmek için bususi ders vermeğe mecbur ( olurlarsa ünvanları gene uhdelerinde kalabi demek olur. Gitara ve tara çalmağı öğreten lât'nce de Doçent denilirmiş: Biz de bu çalgılar pek malüm değilse de, de onların yerine ut ve kabak ça- lur.. Şair Horas Doçent (tabirini tiyatro aktörlerine bir piyes oyna- mağı öğreten ve onlara nezaret e- den manasında da kulalnmış. Ya- ni bizim şimdi rejisör (o dediğimi zat gibi bir şey. Vakıâ bu meslek ut veya kabak hocalığından daha eğlenceli bir iş ama, İstanbulda ti- yatrolar pek az. Zaten rejisör ola- rak ta biz İstanbulda yalnız bir ki- şiyi tanıyrruz.. Doçent kelimesinin daha birçok —Ben meşhur hırsız Sansaro - sum! — Hırsızlığınla övünüyor mu - sun? — Benim işim âçıktır. Açık ol- duğuna övünüyorum. Bununla şunu demek istiyordu: — Sizin hırsızlığınız kapalıdır. Iki köylü biribirinin dizini dürt- Hüler. Ve gülmemek için dudakları- lice ısırdılar. Sen de benim kim olduğumu bilir misin? — Bilirim! Sansaros'un gözleri parlıyordu. ilirsen söyle! — Sen çobanına yıllığını vermi- yen, ortakçısına madik oynıyan, köylüye yüzde yüz faizle para ve- ren adams. — Ben mi? Benim adımı bil de ondan sonra söyle bunları. — Senin adını bilmiyen var mı? lirsen söyle! — Eşraftan, ağadan, arkalılar - dan bir adam! Öz dilimizle Niçin okunmuyorlar? Bir Biti (1) basıcısı (2) ile ko- nuştum, Bana dert yandı: — Artık, Halit Ziyayı okuta- myoruz. Mehmet Raufu okutamı- yoruz. Abdülhak Hâmidi okutamı- yoruz. Okuyucular, artık söz oyunla - rında bir değer (3) bulmuyorlar. Uzun uzun benzetişlerden (4) sıkılıyorlar. Anlayışlar mı kutlaş - tı, kafalar mı durdu, ne oldu bil - mem... Güneşin battığını dört yaprakta | bitiremiyen'o eski dinlemece (5) | ler, kimseye bir şey söylemez oldu. Okuyacu istiyor ki, çobucak Kongu (6) ya girsin, süslü lâkır- dı sevenler kalmadı. Sözünü keserek sordum: — Siz evinizde mum mu ya karsınız? — Hayır!. Elektriğimiz var. Güldüm: — Öyledir de, neden Halit Zi- yayı okumıyanlara çatıyorsun?Sen nasıl parmağını düğmeye dokun- durunca ışık içinde kalmıya alış. kınsan, yeni okuyucular da öyle! Dört sözde derlenip toplanabi- lecek Konguyu beş yüz yaprağın işinde mumla aramak kimsenin i- şine gelmiyor. Düğmeyi çevirince ışık içinde kalmağa o kadar alışıldı ki.. M. SELAHATTİN 1 — Biti - Kitap, 2 — Basıcı - Ta- bı, 3 — Değer - Kıymst, 4 — Ben zetiş - Teşbih, 5 — Dinlemece - Hikâ- ye, masal, 6 — Kongu - Mevzu manaları var. Fakat artık sıkacağndan korkarak, bu kadarla liz Zaten bir doçentin bu ar bilgisi olması da iki e lirayı hak ettirmeğe kâfi gel- mez mi? Dekan kelimesinin de şaşılacak kadar manası var, İlk manası onba- şı demekmiş. Galiba ilkin fakülte- ler yalnız onar hoca ile kurulduğu için reislerine onbaşı demişler. Hem de bu reis hocaların en ihti- yarı da olduğu için, Dekan en yaşlı manasma gelmiş. (o Papasların ve keşişlerin reislerine Dekan denil- mesi kolayca © anlaşılabilirse de mezarcıların başına da Dekan de- nilmesi pek tuhaf geliyor. Belki bu.da pek eski zamanlarda tıp f. külteleri hocaları çokça hasta öl dürdükleri vakitten kalmıştır. Gök yüzünde zodyak denilen burçlar mın takasda bulunan yıldızlardan en büyük ve en parlak © olanının da adı lâtincede Dekandır. Bizim U. niversite dekanlarıma en O ziyade yakışacak mana da bu olurdu: E- ğer Dekanlardan birinin o parlak yıldızı yalnız bir yıl içinde sön- memiş olsaydı Rektör bir müessesenin, bir mek- tebin, bir büyük vilâyetin başı de- mekmiş. Onun için li ede Rek- tör denild'ği vakit (çok defa ona bir de fat katılarak Rector Mag- nificus deniliyor, yani © şanlı ve şöhretli baştacımız, büyük ve yük- sek ruhlu, pek büyük ve pek par- lak işler gören efendimiz demek, Bu sıfatm da, daha pek çok mana- sı var. Hepsi güzel şeyler ve par- laklık ifade ediyor. Yalnız Filozof Senek bu sıfatı bir yerde, sözünde durmayan farfara adam manasın- da kullanmış.. Garip değil mi? Bu Filozof her şeyi önceden görmüş. Yazan: AKA GÜNDÜZ Eşraf sapsarı kesildi. Sansaros korkmuyordu. Üç tane koruyucusu vardı. Eşraf tahkir olsun için su - ratımı buruşturarak söyledi; — Hırsızın lâfına kulak asıl - maz. Sansaros hemen yapıştırdı: — Onun için lâfını kestim ya. İki köylüden birisi kaçak tütün- le dolu tabakasını Sansaros'a u « zattı. Öteki köylü de Sansaros'un sardığı sigaraya çakmak çalıp eli ile yaktı. Bu çifte ve candan gelen ikramın manası apaçıktı. — Bizim söylemekten korktuğu- müz şeyleri sen söylüyorsun. Aş - kolsun sana hırsız Sansaros! Ya - nan canlarımızın sızısmı tatlı di - linle sarıyorsun, Eşrafla Sansaros arasında hır çıkmak üzere idi. Gözleri kapalı polis hepsini işit- mişti. Çünkü uyumuyordu. Kırkyıl- da bir, bir köşede sekiz on saat ra- hat ediyordu. Eşraf ineceği istasyona yaklaşır. Garson mektebi! Garsonlar için bir mektep açıla- cakmış. Garson ve mektep! Bu iki kelime, yanyana gelince biraz tu- haf gibi görünüyor. Fakat, hiç te öyle değil, Garson adını taşıyan, lokanta Eer içinde, öyle sakarları var ki, yemek getirirler. ken üstünüze © Başınıza dökerler. Uzamış tırnaklarını çorba tabağı- nın içine sokarlar, Tuzluk getir, dersin, bira geti- rirler, Ekmek istersin yirmi dakika! sonra alacağın cevap şu olur: — Geliyor beyim!.. Mektepli garsonlar o umarız ki Müşterilerin arzusunu daha kolay- lıkla anlıyacaklar ve (o emirlerini daha çabuk yerine getirecekler. Garsonlar için mektep açılacağı- nı gazetede gören bir : arkadaşım dün bana sordu: — Bu mektepte garsonlar ne o- ku; ii Dedim ki: — Ne okuyacaklarını bilmem, fakat aldıkları yüzde oni mektep mezunuyuz diye artırmağa kalkı- ştrlarsa, korkarım ki canımıza o- lar? Kulak MISAFIRI Bugünkü program 18.30: Fransızca ders. T9: Konferans (Kâzım İsmail bey , kanserden korunma. 19.30: Türk musikisi ( Deşriyatı (Ekrem, Rüşen, Cevdet, Kemani Cev. det, Şeref, İbrahim beyler. Belma hanımlar.) 21.20: Ajans ve boria bâberleri 21,30: Cemal Reşit, Muhittin Sa. dık, Mesut Cemil, İzzet Nezih, Laşins- ki beyler tarafından oda musikisi) 223 Khz, VARŞOVA, 1345 m. konser. 181 *Musahaba, bnbe. 040: PİRİ Car Vecihe 18,15: Tagannili mms: Pük Mi kılar.) konseri erusikis, 523 Kis, BUKREŞ, S4 m. 15 Hergünkü moarizak, 1808; Karmık te 201 . MOSKOVA, 748 ai 17,0: Missha, 18,30: Muna — Tan önmnili konser. 32 Khz. MOSKOVA, (St57)İ8İ si. Via Sümfanik kan yapa Seas kr BÜDARE Şİ ap eek Büdapsite hay Yerdir (FAUST) sübübe. 21,30: men ilke e ÇEAÜSTİ open 713 Kir. FOMA, 421 m. 21,45: Cemariden nakl ser. 2245: Musahabe, 23; $IMALI İTALYAN SUE 21,45: Campariden nakil. 22; aHberlar. 20,08: Teknik masahabe. 22: n ilâm edilecektir. Z2M 23,10: Haberler. 23,25: Seyy, Holrer kimi (hafif musiki) S0 Haber ya, 23, Piyena Keman konseri, Yabancı Sarayburnu parlonda bir zarf içinde bir mikdar para ve bir mektep vesikası buldum. Sahibinin Kadirgada Nevviye sokağında 62 No. da sabah saat dokuza kadar müracaat etmesi. (996) ken heybesinin kilidini açtı, sepe- tini kaldırdı, iyiden iyiye içini yok- tti. Köylünün biri sordu: — Ne arıyorsun ağam? — Şimdi ineceğim. Bir kayıbım var mı yok mu diye ; bakıyorum. Heybenin en üstünde yeni aldığım bir ipekli kefye vardı, acep duru- — Bulamadım! Arna kolay bu - hunur, İki köylü bu sefer biraz sert söy- lediler: — Ağam! Sen galiba meseleme (mesele) çıkarmak istiyorsun, Se- nin karşında biz oturuyoruz. — Burada yalnız siz yoksunuz Polis özlerini açtı ve dik üye © Gri — Senin iki paralık kefyene bu- rada kimse tenezzül etmez. İnece- ğin yere kadar uslu oturursan otur. Oturmazsan git başka kompartı - mana! — Ben ne dedim efendi? Bir hak zayi olduğundan kelli arama- mak ol hakkı... — İşte bu kadar! Herif sustu. Pabuç pahalı geldi. Heybesini, sepetini kilitledi ve is- tasyonuna indi. tr. 23,35) | ile liraları söküp cebine yerleştir « Bir yolculuk hatırası Malatyadan geliyordum. Fovzipaşa | istasyonunda bir gece kalmak icap et- ti, Ümitsiz bir aşkın hicranları içinde uğradığımız za- nt unutmak bizim için mümkün maz. Teselliyi ancak seyahatte bul biliriz. Ben de iki aydır dolaşıyordum. Her kadın çehresinde sevdiğimden bir iz bulmak, onun gözleri gibi bir göz görmek, gülüşü gibibir (tebessüme nail olmak hasreti ile çılgın gibi idim. Asabım galeyan halind Geceler <8 uyku uyuyamamıştım. Hasta idim, sinirlerimden, dimağımdan muztarip- tim. Aşk hastası Geceleri uyu- mak için brörür alıyar, muannit baş- ağrılarını türlü türlü ilâçlarin teskin et- mek için çabalıyordum. Asabi k maları gidermek içi yardum: Hayat benim için ibi. di. Yaşamakla ölüm arasında bir fark lüyor, söy lerde kırılan bir şişe- nin Mia kulesinden kopup taşlar- rı tahriş edici sesler çıka- yük bir çanm oğultusu vardı. Seher vakitleri | şarkılar sörliyor, dinleyenleri ağlattığım gibi çok za- manlar ben de ağlıyordum. Guruplar benim için daima kanlı | gözyaşlarına benziyordu. İstasyonda, altı harap bir kahve o- lan bir otele yerleştim. Yorgundum. Otelcinin yaktığı, şişesi , isli bir lüm- banın donuk ışığı içinde bu odan se- fil bir manzarası vardı. Bavulum yerde kahve rengi kocaman bir kedi gibi yatıyordu. Kırık pencereden rüz geliyor, görünmez kir el gibi saçları mı karıştırıyor, yüzümü hafif hafif & katlıyordu. Aşağıdan sesler geliyordu: — Bu adam.. dünyanın öbür ucuna kadar gidecek.. Belâsını bulmuş. yol- larda tehlikeden hiç te korkmuyor!.. Korku, neden korkacaktım. Zaten ölmüş gibi yaşayan bir adam öl den korkar rırydı? kamyonlar devril- se, trenler raylardan çıksa umurumda değildi. Dağlarda oşkıya gel'p tüfeği- ni, bıçağını göğsüme dayasalar süküt | edip can vermeğe razı idim. Sesler devam ediyordu. : — Kardeş bir çiçekle yaz olur mu.. cinnele en büyük rpuhabbetleri bu ne anlarlardı. . Dünyadaki fakat sevdiğimiz kadını b'ze | hiçbir kadn bahşedememli. Lâtif cine sin yüzüne hep sevgilimizden bir iz bulabilmek ümidile bakarı geliyor, pişip | taşan bir kahvenin tatlı kokusu genzi- mi gicikliyordu. Sesler coşmuştu. : — Sevdaya tutulan adam bir yap- rak gibi oradan oraya © uçar. Kardeş cehennem dünyanın altnda derlerse inan,. Bu adam cehennemi dünyanın üstüne çıkarmış! Benden bahsediyorlardı. Her göçti- ğim tarafta varlığımdan bir iz bırakı- yordum. Aşkım, ıstırabım bütün kalp- İeri sarsıyordu. , Gece, sabaha kadar uyuyamadım. Di adım. tim, Yan taraftaki bir binadan horoz sesleri geliyordu. Biraz * sonra otelci beni uyandırmak için — geldi Zavallı adam, kim kimi uyandırdı? Tren vak- bana haber vermek için tatlı uy- kusundan uyanan bu adamı benim 15- tırabım uyandırmıştı; çünkü bavulla âç şişelerimi, sinirli halimi gö- ren, hicranlı sözlerimi işiten bu adam da hurdahaş olmuştu. Tren saat dörtte gelecekti. Hareke- tine yirmi dakika kalmıştı. Bavulları- mı, battaniyemi ve ilâç şişelerimi koy- duğum küçük çantayı İstasyona taşı dık. Bekinme salonundaki yolcuların yüzünü de kederli gördüm. Acaba on- lar da benim £ sstırabımla alâkadar mıydılar, yoksa banamı öyle geliyor- 2 i. Manevralardan sonra Bir gecelik misafir ka dan ayrıldığım zam: ir hüzün duydum. Tre istasyonlarda durarak yol alıyordu, Osmaniye istasyonunda durduğu za- Gk Ban il peder. Sansaros aptese çıktı. Ayakyo - luna girince kapıyı arkasından ki- litledi. Belindeki çıkımı açtı. Ha- ği gs dizi altın yerine, bir dizi çıktı. O da üç beşibiryerde ile sağlı sollu üçer tek altınlı bir takı (gerdan - lık) idi. Bir de kırk yıl önce kulla- nılan küçük para çantası vardı. İ- ginde dört çil altınla bir beyaz me- cidiye ve üç tane de altın yarım li- ralık vardı. Aptesânenin muslu - ğundan avucuna su alarak üç ya - rım İiralığı yuttu. — Ne olur ne Se bu da ba- na kalsın! Diye gül ümsedi. Beşibiryerdeler di ve kordelasını çıkın bezi ile pen- cereden fırlattı. Bunlardan başka iki üç tek lira- ço- cuklar şişesi ile beraber beş kuru: | şa su satıyorlardı. İstasyon karan- Hktı. Tren harekete başlarken San saros bir çocuğu çağırdı. Bir şişe su aldı ve tren yürürken çocuğun eline bir altın lira sıkıştırıı. Uzak- laşınca güldü, kendi kendin: — Aval! dedi. Beni enayi sana- | Ben si | ler. cak. Beş kuruşluk yerine bir altın man kompartimanda fısıltılar oldu: dan biniyor.. dediler. meşhur Emine.. Be- çok, herkesi yakmış, kavurmuş, kâfir karının bir. Herketi yakmış, kayurmuş mu? A- caba benim ıstırabımdan daha müthiş | bir zehir yar mıydı? Biraz sonra kadın b'zim vagona gel- di. Yanmda Arap şiveli bir örtüyordu. Kapıdan evvel benim yanıma yanındaki adam yan taraftaki inşa peyi işaret etti, oraya oturarak konuş- mağa başladılar. Tuhaf ş0y.. Onlar da bana bakarak konuşuyorlardı. Sonradan anladım ki Emine benim buradan geçtiğimi öğrenmiş, vaziyetim le, hastalığımla alâkadar olmuş, me- t ne binmişti. Yuvarlak, hatları müte- pasip, güzel bir vöcudü vardı. Gül çarşafın altından leri parlı yaklaşmamak tereddütleri yüzüne bakmağa başladım. O lerini benden ayırmıyordu, bu, belâ- kısı, sevdalısı çok clan kadın yanında» ki adamın kulağına iğilip bir şeyler- söyledi, sonra yerinden kalktı, geldi, İ yanıma oturdu: ilah gibi gençlere İsminizi bağışla... — Hidayet., Emine büyük bir şefkat ve rikkatle ifa versin beyim.. dedi. çok acırım! İ bana felâketimin bidayetinden sonu- na kadar anlatırdı arada sırada: — Hiç merak etme.. Herşey düze- lir, Sen ilâçla, o gezmekle tedavi ok mazsm. Seni, yoluna kurban olacak bir kadın iyi eder diyordu. Adanaya geldiğimiz o zaman saat sabahın sekiziydi. Trenden inip istas- yonda dinlendik. Kömür aldık, üçü- müz. de birer süt içtik, Eminenin arka- daşının adı Mamo idi. Adamcağız da ben'm halime acımıştı. Kadm da bir şeye karar vermiş gibiydi. Ben, Hay» darpaşaya gidecek trene binecektim; fakat kalpte alev gibi | tesir yapan bu kadından nasıl ayrılacaktım. Emi- De de, Mamo da biletlerini Haydar- ca yüreğim serinledi. yelere masal deme. Fo- lâketler denir, muztariplerin yüzü gü Hidayetin ümitsiz aşkına, hasta- lığına aşkla bu yollara düşen tecrübe- li bir kadının sovdası ilâç olda, nah Emine, dostu Mamonun aş- e ie böldü: Yarısını — Hidâyete verdi, Ve sadık adam da hem Emine - yi, hem Hidayeti hem kendisini belâ» Ilardan, sevdalılardan korudu. Emine, altı ay kendisini iz aşk hastasına kul, kurban etti. Hasta iyi olduktan sonra bir sabah tekrar Ma- moyla ve gül rengi Halep işi çarşafile Haydarpaşadan © Adunanm © yolunu tuttu, — Çanakkale Şehitlerini ziyaret seyahati 26 Temmuz Perşembe GÜLCEMAL vapurile yapılacaktır. Bu sene Boğaz'ın Rumeli sahilinde raya çıkılarak Şehitlikleri İ- mar va e temin ettiği “MEHMETÇİK ABİDESİNE gidilecek ve merasim orada ya- pılacaktır. O kahramanlık di- yarmı ve orada yatan aziz Şe- hitlerimizi ziyaret etmek bir vazifedir. Bu vazifeyi ifa için Şehitlikleri İmar Cemiyetinin hazırladığı fırsattan istifade c- dilmelidir. 4033 yerdim diye... Karanlıkta f Ne yapalım? Suç Öteki istasyondan kalkarlarken kâğıt paraların hepsini pencere - den yere attı. Gene gülümsedi: - Yarın sabah kimbilir kaç kişi sevinecek. Üç beşibiryerdenin bir tanesini küçük çantaya koymuştu. Beylikahır istasyonunu geçtiler. Artık Eskişehir.. Polis bir aralık gene şüphelendi. Koridordan içe- riye girmiyen Sansarosun ne oldu- ğunu anlamak için çıktı. Sansaros koridorda köylünün verdiği siga « rayı içiyordu. — Sansaros! Nerdesin be? Iki saattir görül in. — Buradayım ağabeyciğim, İçe- risi çok sıcak ta, bunaldım. Tren Eskişehirin mahallelerine girmişti. Polis: — Hadi kompartımana girelim. Belki bekliyenimiz olur. Bana söz gelmesin. Sansaros içinde bir beşi birlik, dört çil Hira ve bir beyaz mecidiye olarak küçücük para çantasını ya- vaşça çıkardı ve bacaklarının ara- sından yere bırakır bırakmaz sen- deledi. — Ne oldu? Ayağın mı burkul. du? — Yoo! Ayağıma bir şey çarptı. İkramiye tevziatı Kadıköy Askerlik Şubesinden: 1 — Kadıköy Askerlik şubesinde &5 yıtlı Harp malâlü zabit ve neferlerle $€ hit yetimlerinin 934 senesi inhisar ikr& Mmiysinin tevziatma İl Temmuz 934 W8 rihine tesadüf eden çarşamba günündek itibaren başlanacaktır. 3 — Teva günleri Gümartsi, peni tesi, çarşamba günleridir. Tevriat ge çen sene olduğu gibi kaymakamlıkta 98 pılacaktır. 3 — Tevziatta maaş cüzdanı, resmi ## nedinin bulunması esastır. | 4 — Tevzi günlerinden bir gün 69 İl vel şubeden wra numarası alınacaktı Malül zabitan ve efrat ile şehit ye” | timlerinim 934 senesi tütün ikramiyele rine 107.934 salı gününden itibaref başlanacaktır. Tevziat pazartesi salı güf leridir. Mezkür günlerde öğleden son | ra istihkak sahiplerinin Beşiktaş Mal * müdürlüğüne müracataları ilân olunur Harp Malülleriyle Şehit yetimlerine ikramiye | Eminönü askerlik şubesi | reisliğin” den : 1 — Mili Müdten Vekâleti Ci lilesinden 934 senesine ait şubemizde yıtkı Harp malülleriyle şehit yetimleri" İ in ikramiye havaleleri gelmiş olduğuf” dan 11 Teminuz 934 tarihine rastlayöf çarşamba gününden itibaren pazartesi ve çarşamba günleri ikramiyeye müs” tahak kimselerin vesaikleri tamam ols” rak saat 9,30 dan 17 ye kadar şubemi” xe müracaatları. 2 — On senelik maaşlarını almış © lan şehit yetimleriyle henüz o maaşlaff indeten başlanmamış olan on maaşını almış malüllerle vaziyeti meğ hul kalan ve askeri malül olarak tesbif edilenlere ikramiye verilmeyeceğinden boş yere şubeye gelmemeleri, il 3 — Bu sene ikramiyeler İma bif müddet zarfında dağıtılacığından Vili yetimiz haricinde bulunan eşhasın N& terlikten musaddak Vokületname ile killerine ikramiyelerini — aldırtmalar! mentaatları amma ilân olunur. YENİ NESRİYAT İz mecmuası Iz'in yedinci numarası bugün çık” tı. Tablola, m nefaseti bu nüshada ) (Kemalizmin büyük yı i düşmanlığmın iç yüzü) gibi i* Sultanahmet Üçüncü Sulh Hukak Mahkemsinden: İstanbul Hazinesinif 10590 kuruş alacağının tahsili için KO ca Mustafa Paşada Sebzeci sokağındf Zi No. da ve Galatada Örnerabit hanif da teshilât idarehanesinde Ali Rıza aleyhine açtığı davada mahkememiz0? AK Riza Beye ilânen tebligat icrasıti karar verildiğinden mahkeme gümü © * lan 109.934 pazartesi günü saat 15 6* beşte mahkemeye gelmesi tebliğ maf" mma kaim olmak üzere ilân olunur. ( illiyet) Asrm umdesi “MİLLİYET ” tr. “ABONE ÜCRETLERİ : Türkiye içim Hariç içi fl LE; LE Iğildi, çantayı Yerden aldı ve #' lise uzattı. — Nah, işte ayağıma bu Acaba ne ki? Polis çantayı açtı, elektiriğin! ğma tuttu: — Bunda çok para var. — Bana ne, kiminse arar bali verirsin, Polis aramak için bir adım mf caya kadar tren istasyona girdir, Heybeleri i çıkarlarken Sansaros arkaları) dan yetişti.: — Hadi ağalar! Kısmetiniz di olsun. Çok iş bulursunuz inşall Eksik olmayın bana tütün veri niz. Elini öndeki köylünün outzöl daki heybenin arka gözüne w çekti. Kimse çakmadı. Beşi bil ğin birisini heybenin bu içeriye bırakmıştı. Öbür köylü heybesi sımsıkı sicimle kapalı Onun da omuzuna dokunarak lâmetlerken öteki beşi birliği mun yırtık sakosunun cebine du. Kendisine © yuttuğu üç liralıktan başka bir şey kalma! tu, — Bitmedi “