MILLIYET Dil işleri: 10 | İmlâda tadilât bahsi Eski (d-t) ve (eyor- iyor ) bahislerini tekrar canlandırarak. zihinleri tereddüde düşürmekte mana yoktur “az umdesi “Milliyet” tr. 9 EYLÜL 1931 REHANE — Ankara cadde. 100 Telgraf adresi: Milliyet, 4 Telefon numaraları: 311 — 24312 — 24313 SONE ÜCRETLERİ i Türkiye için Hariç için "ağı 400 kuruş 800 kuruş o 750 , 1400 b 1400 ,, 2700 'en evrak geri verilmez Adeti geçen nushalar 10 kuruş Gazete ve matbanya eit işler düdiriyete müracaat edilir. etemiz ilânlarm mes'uliyetini etmez. Bugünkü Hava (Dün azami hararet15, | geri 6 derece idi. Bu- ruzgâr mütahavvil çık. ! » “Havanın hali :* 4 © sdim ya! Her şeyde bir kaz, İG İzlikter gidiyor. Daha plâj- 4 çırılçıplak gezenler bor- 'arını sırtına geçirmeğe va- " sulmadan souk geldi. Te- i mi geldi, günü birlik mi 1 malüm değil, Yalnız bir "gündür yerleşmiş göründü e bakılırsa pek gidicilerden 5 1. Bizim telisiz futbol ma- | 'ynanmadan evvel Sofyaya i İyağmış.. Şu halde burada i olmasa da kar soğuğu bek- “lek haksız olmazdı... Benim iğim İstanbulun en aşağı | “Jay süren muntazam bir son arı vardır. Acaba bu sene | “önemi olsun diye tarafı ilâhi « bu son bahar ilga mı edil. | *,. Öyle ise kömürcülerin et- “kara, gözleri aydm olsun!... e odun kömür fiatleri -İngi | lirasmın eksine olarak- çık- | ğa başlar. Bilmem hangi şa- | . stanbul için: İk Stanbulun şu sidibidı nevbin- yanına A Canlar katar öbı havâsı cânma.. j İDemiş... Bu adam şimdi yaşa "ydı herhalde ikinici mısrat hiç | İnazsa: #ymin billâh kıyar âbı havâsı cânma, "Şekline sokardı... “Havalar bir az daha böyle derse artık Karya , güneşe, yaza, yeşi ata, e, çiçeklere elveda... Gel- ui, çamur, yağmur, çepel, si- ;£ ve pislik. Büyük taksi ! İstanbulda ilâç için aransa an 'k bir iki tane bulunan bir şey #n bahsedeceğim: Büyük taksil... Bu mübarek ayvanlardan hâlâ iki tanesi adıköy taraflarında yaşıyor... Ben bundan bir iki ay evvel ir gece Haydarpaşa istasyo- unda böyle bir taksiye bindim 2 bu kazaya © uğradığı Halit Ziya Beyefendi imlâ bahsinde de, bundan üç sene evvelki zihniyeti tekrar buyu- rüyorlar. Meselâ kendilerinin imizde mahkük cisi sonuna bir sadalı aldığı zaman halidi, halide, ha lidin.. ilh oluyor diye bunu sa dasız halinde de halid, halidde eğe ilh. yazmak istiyor- gi senedir olmuş, bitmiş, alışılmış bir şeyi böyle değiş- trmeğe sebep ne imiş? Çünkü kelimenin sonuna bir sadalı harf gelince, t d ye dönüyor- muş. İmlâmızı, sadaya ve telâf- fuza değil de, gramere uydur- mağa kalkarsak en mühim e saslardan birini sarsacağımızı şöyle bir tarafa bırakalım da, üstadımızm istediği esası tat bik etmeğe çalışalım. (Dört) rakamını eski yazı- mız da bile (t) yazardık. Ama bu da bir sadalı harf alm ca (dördü) olur. Öyle ise bunu da dörd) diye mi yazalım? Daha fazlası var: (Kelebek köpek..) ilh. gibi kelimeler sa- dalı harf almca (kelebeği, kö- peği) oluyor diye bunlarıda (kelebeğ, köpeğ) yazmağa Ha lit Ziya Beyefendi razı olurlar mı? K ile G ve Ğ tebadülü ka- bul edilsin ama dilet,bilep c ile ç tebadülleri kabul olun- masın denecek olursa buna bir makul sebep gösterilebilir mi? Muhterem o Mavi ve siyi müellifi (gelmişdir) dedikleri- ni iddia buyuruyorlar. Harf in kılâbı zamanında büyük Dev- let ve Millet Reisimizin huzur larında otuza yakım zevat önün de bir tecrübe yapıldı. İçlerin- de halis İstanbullular ve hara- İ retli (dir) taraftarları da vi dı. Gözümüzle gördük ve ku- lağımızla işittik ki (gelmiştir) deki (tir) diye telâffuz etmek ————— siye tek adam binmeyeceğini ihtar etmedi.Nesine lâzım. değildim ya!,. Ama gece imiş!. İnsan gözünü dört açmalı. İki gün evvel Kadıköyünde gene böyle bir arabaya bindim.. Hareket ettik, tesadülen gö- züm saate ilişti 36 kuruş yazı- I.. Hemen sordum. — Büyük taksi! cevabını a- hınca kendimi yangın çıkmış evden kaçar gibi dışarı attım... Belediye bilmeli ve iman et- meli ki; bugün hiç kimse isteye kü lüzumu yok.. Büyük taksiler İle küçük taksiler arasında İsti- ap farkı kalmadı.. Şu halde bu arabalara binenler isteyerek de ğil benim gibi farkında olmaya rak, kazara biniyorlar, elli met re yürüdü mü artık isterse far- kma varsın. Paraları suluyor.. Onun için bu arabalar halka bi- rer tuzak olarak durmaktadır.. m apcak eve vardığım zaman anlamıştım... Çok hi i ahibi olan şoför bir büyük tak BAŞI DÖ “ «endi gözlerile bu perdenin ar « sasını görmek istiyordu. Şim- © diye kadar kaç gündür içine “girdiği bu muhiti gelişi güzel © görmüştü. Şimdi merakla, an “lamak kasdile gözden geçire- “cekti. » Acaba sahi miydi? Sanki “orada bulunanların yüzlerinde 'n içlerini okumak © mümkün- müş gibi tekrar tekrar, gözle- rini aça aça bunlara bakıyor. İşte Muhteşem Nihat Ha- ommefendi, daha birkaç gece “evvel tokatladığı Şeyda Kâmil Ne gizli gizli kulağına an. tığı bir hikâyeyi sarsıla sar | sıla gülerek, teklifsiz tekellüf- Nazarı dikkati celbederim. FELEK Bdeki Romanı :36 NÜKLER İbrahim Necmi Süheylâ Hanım, Nihat İlha minin pek yakinında idi. Ara sıra ellerinin temas ettiği gö- rülüyordu. Nihat İlhami Bey kendi karısını o Şeyda Kâmil Beyle meşgul görmekten nasıl üzülmüyorsa, daha bir hafta evvel bir kıskançlık davasile bütün arkadaşları o yormuş o- lan Mukbil Nedim Bey de Ni- hat İlhaminin kendi zevcesile bu sıkı fıkılığıma öylece lâkayt duruyordu. Semiha Nazmi Hanım, ev sahipliği mecburiyetile gidi- yor, geliyor, fakat dalma Fe- rit Necdet Beyle mahrem ve samimi yakınlığını muhafaza- ya çalışıyordu. Yazıcı Zade Nazmi Bey, bu yan sek di mea bin İşt yük taksiye binmez. Çün | için kendilerini zorluyanlar ($) yi (3) ye çevirerek” (gelmij- dir) diyorlardı. Bin senedir eski yazı ile şu (dır) yazısına alışmış gözlerin kulağa verdiği gafleti bir an silersek görürüz ki (d - &) te- badülü dilimizde daima olmak | tadır, Zaten Halit Ziya Beyefen- di de (d) ile (t) arasmdaki ses yaklaşmalarından bahsede- rek zımnen bunu itiraf buyuru yorlar. Fakat, o zaman da ba Zı zevatın dedikleri gibi. — Canım, biz (dir) yaza- İm da bazen (dir) bazen (tir) okuyalım demek istiyorlar. Halbuki alfabemize esas o- larak savtiliği aldıl , Böyle ol duktan sonra müml olduğu kadar söylendiği gibi yazma- mız icap eder. Gramer kaide- sile okuyuşu iki türlü yapacak yerde, imlâ kaidesile yazışı iki türlü kolay anlaşılır bir şey değil mi dir? Düşününüz bir kere; Mese- lâ size şunları yazacaklar: (Gü zeldir, âlâdir, hoşdir, doğru- dir.) ve sonra diyecekler ki: — Bakın, buradaki (dir) le ri biz hep bir yazdık ama bun ları okurken şu kaidelere gö- re okuyacaksınız: A) (dir) — deki (5) sadalı harfi (u, ü, 1, i) okunur, Buda kendisinden evvelki hecenin sa dalı harfine göre olür. D) (dir) in (4) si de ken- h | dinden evvelki harfe göre ba- zen (d), bazen (t) okunur,,, Ve, zavallı o Türk çocuğu, her (dir) gördüğü yerde düşün ceya varacak: — Dur bakalım, bunu bu- rada (dir) mi, (tir) mi, (dur) mu, (tur) mu, ne okuyacağım? diye, ha? Eski üstatlarrmızı odaima hatâya sevkeden eski yazının içte yer etmiş (hatıralarından dan başka bir şey değildir. Halit Ziya Beyefendi. hal ve istikbal sigalarmın menfile rinde (a) ve (e) sadalı harfle- rinin (y) den evvel (1) ve (i) ye tebadülüne de ayni zihni- yetle itiraz ediyorlar. Zira fi. kirleri kabul olunursa (olma- yacak) ve (gelmeyor) yazaca- ğız da bunun (olmıyacak) ve (gelmiyor) okunacağını tale bemize ağızdan öğreteceğiz de mektir . Bunun sebebi (olma) aslın daki (a) nın, (gelme) aslında ki (e) nin muhafazası imiş! Peki ama istifham (mi) nin dört, (dir) in sekiz şeklini kolayca (| belliyen ve yanlışsız kullanan Türk çocuğu bu (a) ve (e) lerin (y) den evvel (1) ve (i) oluşunu bellemekte mi izi aldatan larımızdır. Türk çocuğuna, ye Bi okuma yazma öğrenen Türk köylüsüne bakın: Onlar, hat. Daha birkaç gün evvel Muk bil Nedim Beye karısı aleyhin. de mektup yazdığı için koca bir aile faciasına sebep olmuş sayılan doktor Lütfi Bey hem Mukbil Nedimle, hem de katı- sile içli dışlı eski bir dost va- ziyetini muhafaza ediyordu. Ahmet Nebil bunlara bak- tıkça beyninin durduğunu his- sediyordu. İçin için bir kurt İ yüreğini kemiriyor, ta içinden gelelibir ses: — İşte, görüyorsun a, Re şit Beyin söyledikleri hep doğ ru! Hiç başka (türlü olsaydi bunlar böyle olabilir miydi? Diyordu. Demek meselâ kendisine o kadar hararetle tek aşkı kendi maceraları olduğunu söyliyen Muhteşem Nihat Hanım efen- dinin yalnız bu sofra başında kocasından başka, dört tane de aşıkı vardı. Ötekilerinin de | her birinin başından buna ben | zer birçok n gizi SALI Altın Antikacı Pinot, yine antika cılardan Aronson'un mağazası na girerken, camekânda gör- düğü etrafı işlenmiş, kapağın- da La Dubarry'nin minyatür bir resmi bulunan yuvarlak bir altın kutuyu göstererek &or- il. — O halde ne diye camekâ na koydun? — Mosturaları süslemek i- çin.. Çünkü görenler bir defa durup bakıyorlar ve sonra gi- rip fiatını soruyorlar. Bir ke- re de girdiler mi, altın kutuyu almasalar bile, başka bir şey satın alıp gidiyorlar. — Fakat ben onlardan deği li — Sen bilirsin. (Fakat şu gül ağacından tuvalet masası- na bak! Ne güzel değil mi? Da ha yeni geldi. aça? — İki bin frangal, — Alay mı ediyorsun? Ben bin iki yüz frank bile vermem. — Olabilir. Bak, karşıdan * bin dört yüz. franga bile sata- bilirim, -— Doğrusu, nasıl sattığını | görmek isterdim. — Öyle ise otur. Hiç sesi- ni çıkarma. Bak, nasıl satıyo- rum gör... Manass içeriye girdi. Gözleri yeni bir şey keşfetmek için ma- ğazanm dört tarafına saldır- | yor, burnunu yeni bir koku al mak için mütemadiyen solu- yordu. — Eh, Aronson, yeni bir şeyler var mı ? — Şu gül ağacından tuva- let masası var. «Bak, bir defa ne zarif şey! Gösterirken'de altm kutu- yu da, yavaşça masanın gözle- rinden birine buraktı. e ————&————— tâ İstanbul şivesile konuşma- dıkları halde ne güzel benimsediler ve ne de kolay okuyorlar! Ama biz kırk elli senelik âde timizden olduk (diyeceksiniz bunda hep müşterekiz. Ben de evvelce Harbiyeden Sirkeciye gelinciye kadar kurşun kalem le bir makale £ yazıverirdim. Şimdi masa veya makine ba- şında yazıyorum. Fakat yapı- lan büyük inkılâp artık “dün,, olmıya yaklaşan bizler için de ğil, “yarın, içindir. e Muhte. rem (Aşkı memnu) O müellifi emin olsunlar ki yarmkiler hiç | te bunları düşünmüyor! İmlâda hiç mi tadile il yok? Bunu iddia etmek olur. Fakat imlâda muhtaç ol- duğumuz tadilât © yazımız savtiliğini azaltmak için değil, çoğaltmak için olmalıdır. Söy- lediğimiz gibi yazabildikleri mizi bozmyalım. Söylediği- miz gibi & yazamadıklarımızı yazmak çarelerini arıyalım . İbrahim NECMİ le, yeni yazıyı | kutu — Fransızcadan — Manass masayı muayene et | 8. Yan kollarını kaldırıp indir di. Gözleri çekti ve bunlardan bir tanesinde altın kutuyu gö- rünce, gözü derhal kapandı ve | sonra sordu: — Kaça? — İki bin dört yüz frank! | — Peki alıyorum ve derhal | götüreceği, — İstediğiniz gi Fakat nasıl götüreceksiniz? — Bir taksi çağırırım. — İyi ya.. İ — Manass cüzdanını çıkar- dı. İki bin dört yüz frangı say | dı ve mağazanın kapısını aça rak bir otomobil çağırdı. Otomobil mağazanın yaya kaldırımı kenarında durdu. Aranson: — Siz bininiz, dedi, ben de| masayı getiririm. Şöyle yanı- | nıza koyarsanız, size de rahat | sızlık vermez. Bunu söylerken nın gözünü yavaşça açarak, i- çindeki altın o kutuyu aldı ve cebine koydu ve ondan sonra da otomobilde yer almış olan Ma nass'ın yanı başma tuvalet ma | sasını güzelce yerleştirdi. Tam otomobil hareket ede- İceği sırada da, cebinden altın kutuyu (o çıkardı ve Manass'a | göstererek dedi ki: — Yahu, ama da dalgınlık | ha! İhtiyarladık mr, nedir, şu kutuyu da, masanın rn unutmuşum. Bereket tam za- manında gördüm. Bu suretle sizi de bir zahmetten kurtar- dım. Öyle ya, kutuyu bulunca bana iade etmek | için tekrar buraya kadar ihtiyarı zahmet edecektiniz. Otomobilin o motöründen çıkan gürültü, Manass'm ağ- zından çıkan küfrü boğdu ve araba sarsılarak yola çıktı. Aronson mağazaya dönün- ce Pino'ya dedi ki — Nasıl gördün * mü? İki bin dört yüze satılır mı imiş? — Satılırmış dostum. Şim. İdi neden altın kutuyu kimseye | vermek — istemediğini (o anla- dım. — O kadar mübalâğaya lü zum yok. Bu kutu sadece an- tika eşyasının kıymetini biraz daha yükselmeğe yardım edi- yor, işte o kadar. Küçük Gramer M. BAHA Talim ve terbiye heyetince İlke ' mekteplerin 4 ve 5 inci srrflarma kabul edilen ve yep yeni bir tarz- da yazılan, emsaline hiç benzeme- yen bu kitap çıkmıştır. Giltli fiatı 25 kuruştur. İkbal Kütüphamesin- İ dedir. Yeni Türkçe Gramer M. BAHA Ortamektepelere kabul edilen bu kitap da yakında çıkacaktır. Tale. belerine Türkçeyi esaslı bir surette göstermek endişesinde bulunan ho- salar bu kitapları tercih ederler. İtühadı Milli Türk Sigorta Şirketi Harik ve hayat üzerine sigorta muamelesi icra ey, Sigortaları halk için müsait Merkezi idaresi: Calatada | Z. raiti havidir, nyon Hi Acentesi bulunmayan şehirlerde acenta aranmak adır. Telefon: Beyoğlu — 2003 ARTİSTİK SİNEMASINDA Kemali muvaffakiyetle gösterilmekte olan VON WİLLİ WOLF'un yeni Alman Operet revüsü YALNIZ. (NUR Yİ DU...) Perşembe akşamına kadar iraesine devam edilecektir. Mümessili; WALTER JANSSEN Bir madende inhidam vukubuluyor. .. üç kişi (Zevç; Zevce, Aşık) hapsediliyor. .. Yarın akşam İşte bu esrarengiz muammayı OPERA Sinemasında CECİL B. DE MİLLE'in son şaheseri olan DİNAMİT Almanca sözlü, sesli ve şarkılı fikminde halledeceksiniz. CONRAD NAGEL ve CHARLES BİCKFORD tarafından Yarın akşam MELEK SİNEMASINDA MARY GLORY ve JEAN MURAT'ın temsili muhteşemleri olan KÜÇÜK DAKTİLO müstesna filmi münasebetile verilecek için yerlerinizi evvelden temin ediniz. irinci gala Bu filmin lâtif musiki parçaları herkesin ağzında dolaşacaktır. Teşviki Hanımlar Biçki San Dikiş Mektebi Müdürlüğünden: Sergimiz umuma açıktır. Duhuliye yoktur. Talebe kayıtları başlamıştır, Matbu proğram mek- tepten alınır. Adres: Çarşıkapı Atik Alipaşa camii karşısı. Telefon: Bu Perşembe akşamı MAJİK Sinemasında BÜYÜK GALA olarak ARTHUR GÜZEL KADINLAR MASÖRÜ (Henry Christene) nin ağlen- celi eserinden almmış bu mü- kemmel Fransız opereti Leonce Pertet tarafından vücuda geti rilmiştir. Heyeti > temsiliyesi başmda: BOUCOT, ROBERT PAR- THEZ, LİLY ZEVACO ve MARGUERİTTE DUCOU- RET. Zamana sit bu filmde Fransız İğ) süksesi, güzel şarkılar, Rivlera da lâtif şenlikler, Juan - Les » Pins pijamaları, ARTHUR, bir çıplaklık klü- i) bünün mucidi. iğ) ARTHUR, Dilber bir kadınm seve. GÜZELLİR.... GENÇLİK... ve TABİATİLE AŞK... BONO Balı geri han, NE 35 M. DERVİŞ, Piyango müdürlüğün- | den: Şartnameleri veçhile piyango müdürlüğü için el ve duvar pilânla rr ile duvar afişleri tap ettirilece- ğinden taba talip olacakların pey akçaları ile birlikte | 300.931 çar. şamba günü eat 15te Piyango müdürlüğünde müteşekkil tayyare cemiyeti mübayaat komisyonuna müracaatları. 22094 İki maruf ve meşhur piyanist WİENER ve DOUCET Pek yakında #ld piyano bir konser vereceklerdir. ile kaç İRTİHAL Merhum tayyareci Salahaddin Beyin Kerimcsi ve Ankarada Milli Fen Şirketi müdürü Eşref Beyin refikasr Bedia hanım düçar oldu- ğu Hastalıktan kurtulamayarak ve- fat etmiştir cenazesi saat on birde Kızıltoprak Feneryolunda 188 nu- maralı Haneden (kaldırılarak Sah sayi cedide defnedilecektir. pu, Afrika hanına bitişik rem No 21.— Tel: Beyoğlu 2797, Saat: 14 - 18, İstanbul Deferdarıın dan: Sâtılık otomobil: oDefter- darlık dairesinde mevcut fiat markalı, tahmin edilen bedeli 150 lira, satış açık arttırma 11 Teşrinievvel 931 pazar saat 1$ te Defterdarlıkta. M-931/128). (2528). mıştı ki Semiha Nazmi Hanı. mın ikramlarma, tekliflerine teşekkür etmeyi, hattâ cevap vermeyi bile bazı kere unutu- yordu. İki defa söylediği söze cevap alamıyan Semiha Naz- mi Hanım kahkahayi koyuver di: — O! Bu akşam çok dalgın smız, Nebil Bey!.. Sonra sesinin perdesini in- dirdi, delikanlının kulağına ya vaşça — Bir sofrada o üç sevgili toplıyan geebrin hali budur işte. . Dedi. Bu söz o kadar mana lı, o kadar çapkın bir sesle söy lenmişti ki Ahmet Nebil silki- | merek uyandı ; — Affınızı rica ederim, Ha »rmefendi, Bir mühim ii iş düşü nüyorum da... — Tam iş düşünecek yeri bulmuşsunuz, Nebil Bey . — Hakkınız var, efendim, lere ettim . — Ne imiş bakalım bu mü him iş ? Diye sordu. Ahmet Nebil süzüle süzüle üzerine dikilen bu gözlerdeki o alaylı sualden ürkmüş gibiydi. Cevap bulamı yordu. Gözleri, birden bire, yal varıcı bir nazarla, Reşit Beye çevrildi. Reşit Bey hemen bir cevap buldu : — Bu akşam burıya | gelir. ken kendisine matbyat hayatı- na girmesi için bazı tekliflerde bulundum. Mutlaka onları dü şünüyordur, Hanımefendi. Bu söz bütün sofrayi heye- cana düşürdü. (o Reşit Beyin matbuat âlemindeki büyük nü fuzu ne kadar meşhurdur, bu nüfuzu kimsenin lehine kullan mamaktaki inadı da o kadar malümdu. Onun Ahmet Nebi- le teklifte bulunması fevkalâde bir hal demekti . — Bravo! o Ahmet Nebil Bey matbuatımıza (en büyük bir kanat altında giriyor de- vet, Nebil Bey. — Nasıl oldu da siz bir ada ma matbuat hayatını teklif et- tiniz? Bu bir harika! — Yolunda sözler her ağız dan çıkıyordu. Ahmet Nebil kızarmış, şaşırmıştı. Reşit Be ye şaşkın şaşkın o bakıyordu. Muhteşem Nihat Hanımefen- di alâka gösi — Bunda düşünecek ne var, Ahmet Nebil Bey? Ben sizin yerinizde olsam, Reşit Bey gi bi bir parraine bulduktan son- ra, bir dakika bile tereddüt et- mem. Reşit Bey buna da bir cevap yetiştirdi: — Nebil Beyin düşünmek- te hakkı var. Çünkü ben ken- disine iş teklif ederken matbu- at hayatının bütün kirli çama şırlarmı da önüne döktüm. Semiha Nazmi Hanım, tat- hı bir tebessümle Ahmet Nebi- lin bardağını doldurdu: Tebrik ederi met Nebil Beyin muvaffakıyet leri şerefine!, . Masa başında bir gürültü koptu. Herkes hem Reşit Be- yin hoşuna gitmek, hem de Ah met Nebili hoşnut etmek için, kadehini kaldırıyordu. Nihat İlhami Bey coşkun coşkun aya ğa kalıktı : — Genç şairin şerefine! Bey ler, ayağa e Hanımlar e yerde içsinler.. Di- ye bağırıyordu. Ahmet Nebil, mahcup ve şaşkın bir halde idi. Ne yapa - cağını bilmiyordu. o Semiha Nazmi Hanım yanında yavaş- ça akıl öğretti: — Nebil Bey, siz de kalkır nız, kadehi elinizle tutunuz, fa kat içmeyiniz. Ahmet Nebil, makine gibi, | Semiha Nazmi Hanımın dedi- i yaptı | — Kadehler boşaltıldıktan çi ra, herkesin gözü Ahmet N: le dönmüştü.