j Kristof “Kolo KALEDE mo'un : Yumurtasına COğru ARA 9g Araca, Hinice dilli, rengârenk kılıklı insanlar.. Yazan; VASFI RİZA ZO3') Avrupadan Amerikaya gidecek olanı her yolcu - sözüm ona, bir sıhhat müayenesine tabiymiş. Ara dıkları maraz da; Gözü Bundan evvelki konuşmamızda anlattığım gibi, bende de aradı « Jar. Bu medöni memlekette, in”. Banlar içinden çıkmış, medeni bir doktör; Elindeki pis demirçubuk. Ja, en iptidai şekilde gözümün gini altüst etti. Ben, acıyan, yaş döken gözü. mün derdile uğraşırken, arkadaş. Jardan biri seslendi: — Ne duruyorsunuz, muayene bitti. Vapura gidiyoruz. — Peki bavullar? — Onlar vapura gelecekmiş.. — Kim getirecek, nasıl gele - tek?.. Bir tren dolusu ahali bo. galdı. Binlerce bavul. onların 1 - çinden benimkini nasıl bulur da gikarırırım? — Haydi birader yürü! Vapur kâlkacak kalacağız. Koridorlarda koşuştuk... Rıh tımdan indik.. Bir İpgiliz feryat etmekteydi. Yanımdakine sor - dum: — Ne diyor? — “Elinizdeki sarı kâğıtları muhafaza edin. Şimdi onu sora &aklar" diyor, — Hangi sarı kâğıtları? — Mani canım, muayeneden sonra vermediler mi? — Ha, sahi... Peki ama, onu da nereye koydum? Hay allah belâ . Sını versin, Rıhum üzerinde konuşuyoruz. Bir lâmbanın altında bu sefer iki İngiliz birden bağırıyor. Biri sağ tarafı, öbürü sol tarafı gösteriyor. — Aman rica ederim birader, bunlar ne diyor? — Sağa girecek polis kâğıdı alacak, sola götürüp teslim ede . gekmişiz. — 0 neye İyi? Vapura girmek İçin, Bir sual daha sormama vakıt kalmadı. Sağa girmişim. elime yeşil bir marka sıkıştırdılar; dı - garı çıkmışım... Biri sağ omuzum. dan tutup sol tarafa beni çevirdi. Bir eşik atladım. Pala bıyıklı bir adam if söylemeden elimdeki yeşil kartı kaptı... — Ne yapıyorsun? Demeğe vakıt kalmadan, ar » kamdan gelen insan akım beni İleri doğru sürükledi, Üstü ka . palı, merdiven kadar dik, duvar kadar basamaksız, lâstik kadar yumuşak, top namlusu kadar dar bir yerden tıkır tıkır tıkar, kısa adımlar, süratli atlayışlarla, te- kerlenip, kötü bir vapurun göver. tesinde kendimi buldum. Bu, bir vapur değil, romorkör. O da değil, araba vapuru. Mah. ger mahallekallah.. Bin bir çeşit Ansan.. dünyanın dört tarafından gelmiş beşer yığım.. Yalnız bi . #im trenin değil, müteaddit ka - tarların, çeşit çeşit vasıtaların sürükleyip rıhtıma yığdığı sürü. Jer.. Fransızca, almanca, ingiliz. te, İspanyolca, İtalyanca, arapça, hindee ve bizimle beraber türkçe konuşan, acaip dilli, rengârenk kılıklı insanlar... Biribirinin ea . sundan anlâamıyan: Babil kulesi müstahdemini.. Köpekleri, atları ötomobilleril; Nuh gemisi yolcu- ları.. Denklerile, sepetlerile, gü - Zümlerile: Beyaz Rus muhacir - İeri.. Rönardan yapılmış manto . sile birinci sınıf yolcu ve sinema trahom. konuşan acaip Köin Meriye nakletmiye memur. Bekledik. Saburane, gözkapak. larımız kapana kapana bekledik.. Saat, gece yarısını biraz geçtik - ten sonra, rıhtımın babalarına bağlı olan kalın halatları suratı, mıza kadar fırlatacakları daki » kaya kadar bekledik. Sonra ağır ağır limandan dışa. rı çılıp, son senelerin deniz h& - rikası olan muazzam vapuru ara, yarak ilerlemeğe başladık. Etraf zifiri karanlık.. Tepemiz. de gezen projöktörler, sağdan, soldan yanıp sönen ışıklar var. Hepsi iyi ama Küln Meri nerede? Rıhtımdan ayrıldık epeyce son. ra kara bir dağa rampa ederken birden her tarafta ışıklar yandı. Bu, bizi Amerikaya götürecek 0. lan vapur azmanının ilk sürprizi idi. Herkes bir ağızdan bâğırdı: — Oooool... Vapurun göbeğinden açılan iki kanatlı bir delikten içeri girdik. Sırmalı elbiseli, hesapsız hademe wralart âratından Oo geçiyoruz. Kollar, gideceğimiz semti bize i, şaret ediyor: — Piizi, İndik, çıktık; yine indik, yine çıktık... Sonu gelmiyen koridor - lar, holler, salonlar geçtik... Va. pur mu, Dolmabahçe sarayı mı? Vinr wzir asansörler işliyor.. E- vet ama, aklım fikrim bavullarda, Elimde sar: bir kâğıt var. Üs. tünde kamaramın katı ve numa » ram yazılı. Benden daha şik olan garsonlara kartı gösteriyorum. Onlar da bana yolu... Uzak bir mahallede apartman adresi soran yabancılar gibi. Sağlık verdikleri nokta, ufuğs benziyor: Yaklaştıkça uzaklaşı. yor, uzaklaştıkça biz koşuyoruz. Ayaklarıma kara sular indi. Ka. marâmı bir bulsaydım. Haydi buldum; sonra oradan nasıl çı » kacağım? Haydi çıktım; sonra tekrar oraya ması) döneceğim? Hulâsa bir hay huy ki, elime yü - zÜme bulaştırmadan bu seyahati tamamlıyabilirsem, kendimi kah. raman ilân edeceğim. Bir köşeden yine saptım.. Sol - da bir kapı. Üstünde numaram yazılı... Allaha bin şükür, mekâ . nım gelmiştim ama, saat da ge ceyarısından sonra ikiyi buldu. ... — Saat ikiye gelmiş. — Ne mlinasebet, henüz bir.. — Hayır efendim iki... — O seninki Fransız saati, Va. Pura binince bir sâat geri alacak. “nn. e IN — Vallahit.. — Peki Viyanada da bir saat geri almıştık. * — Amerikaya kadar beş saat daha almış olacaksın. — Allahallah.. — öyle... — Haydi hayırlısı... Yalnız ça. buk ol, yatacağım. — Deli misin, hani bavullar? — Aahhh. Ben onu unuttum. Peki şimdi ne olacak? — Yürü benimle!,, Bavullar şimdi bir depoya gelecek. Ora- dan seçip göndereceksin.. — Bu binlerce kişi depoya mı dolacak? — Yok canım, senden benden başka kimse yoktur. Yolcu ba. yullarınm hepsinin stünde va - purdaki adresleri var,. Onlarınki doğru kamaralarına gelir. Bi. simkiler etiketsiz olduğu için de- poya iner.. Haydi vakıt geçirme yürü... Depodayız.. Yüzlerce, binler . &e bavul. Ana baba günü, Ar. kadaşımın tahmini doğru çıkma, Bilir misiniz saatin küçük iğnesi yani saatleri gösteren iğne bir de vir yaptığı zaman, büy yani dakikaları gösteren iğne on iki ke. re döner. Fakat, acaba hiç merak ettiniz mi, bir saat haftada kaç kere çalar? Bunu hesap etmişler. Alınan teticeye göre, her saat başında ve'| yarım saatlerde çalan bir saat| haftada 1290 dela çalmış oluyor. YERDEN BİTEN | bıilamak şartile Kanadada Ontario denen mun. takada adeta karpuz, kavun gibi yerden biten taşlar vardır. Bunla. rin toprağın altından evvelâ baş gösterdikleri, sonra yavaş yavaş yükseldikleri görülür. Yusyuvar « lak ve üzeri düz düz olan bu taş. lar bir insanın kollarını açarak ?or kucaklıyabileceği kadar büyük tür. Resimde bir adamın bu taş. lardan biri yanında ne kadar u. lak kaldığını görüyorsunuz, Alimlerin söylediğine göre, bu taşlar yerin dibinden bazı su ce reyanlarının tazyıkı veya toprak tabakalarının kayması dolayısile toprak sathına çıkryorlarmış. KARADA DENİZ FENERİ Deniz feneri denizlerde, gemi . lere yol göstermek için konulur, değil mi? Onun için, karada böyle bir fener görürseniz hayret eder. siniz. Fakat, İngilterede, deniz » den çok uzaklarda, memleketin tâ içeri taraflarında bir yerde böyle bir fener vardır.. Ba fener bun - dan iki sene evvel yapılmıştır. Maksad da o civardan geçecek yolculara geceleri yollarını gös . termektir.., dı.. Etiketsiz kalanlar hesapsız » mış, Sırmalı garsonlar, el araba - larile getirip deponun ortasına kaldırıp atıyorlar, Aman yarab - bi; içinde kırılacak şeylerim de vardı. Getirirlerken uzaktan bir görsem... Arabadan yere fırlatı , İp atılmadan sahip olabileceğim ama, nerde o tali!,. Uykudan göz- lerim de kapanıyor... Hah, işte!.. Hemen yakaladım. Cebimdeki adresi üstüne iliştir - dim, Beyaz ceketli kamarot kul. puna yapıştı... o, önde, ben ar. katla, Koridorlarda koşuşuyo «- ruz... Arkadaşım; — Bırak artık, O yerini bulur! diyor. — Ne münasebeti, Saatlerde. beri malımdan mülkümden ayrı, çekmediğim azap kalmadı. Ele “geçirdiğim bavulun peşini bıra - kır mıyım? Saat gece yarından sonra Üç büçuk. Bavulumla beraber kama. tümdayım ama, bitik bir bâle de gelmiştim. Derhal soyundum; yi- kandım; kurulandım; giyindim. Arkadaşıma seslendim? — Ben üyüyorüm. söndür! Allah rahatlık versin?.. Vasfi Reza ZOBU Yılbaşı hediyesi. Burada altı küçük çocuk görü" yorsunuz, Ve bir alay da oyun. cak. Bunlar, çocuklara gelen yıl. başı hediyeleri, Fakat hangisini bangisi alacak; işte asıl mesele burada, Bu sizin için güzel bir eğlence mevzuu olabilir; Evvelâ çocuklara bir isim ve rin, Meselâ soldan ve yukardan çocuklara şu isimleri koyabilirsiniz: — * Günay, Doğan, Neşe, Güneş ve Turgut. Demir, .w w ALTIN Tarzan Cehennem adasının es rarengiz altın aslanını aramak |, çin çıktığı tehlikeli (o yolda öyle müthiş maceralarla karşılaştı ki: Bunları birer birer anlatmak u « zun sürer. Size bilhassa en heye - Canlı macerasını anlatalım: Tarzan dikenlik bir araziden Merliyordu, Dikenler onun hattâ ateş üzerinde bile yürümüş olan ayaklarına fazla tesir etmiyordu. Fakat Tarzan bu ârızalı arazide, pek istediği süratle ilerliyemiyor. du, Halbuki, içinde öyle büyük bir sürat arzusu vardı kil Koşmak, adeta uçmak istiyordu, Niçin? Nereye? Tarzan buna kendi cevap veriyordu: kendisine Anneleri onlara bilet almamış. ti. Biletçi geldi: — Çocuklara bilet ister, dedi. — Niçin? Onlar daha küçük. Biletçi: — Hayır, dedi, Ancak beşten aşağı olan çocuklara bilet kesmi. yoruz. — İyi ya içte, Bunlar da beşten aşağı: Görüyorsunuz, iki tanediki Şimdi oyuncaklara gelelim: Bunlar ayak bisikleti, patinaj ayakkabıları, Tayyare, Saat, Fut. boltopu ve Elektrik feneri, Acaba oyuncakları iyi pay etti- niz mi? Bunu anlâması da kolay: Çocukların herbiri elinde bir İp tutuyor. Bu iplerin ucunda & yuncaklardan biri bağlıdır. Bu ipleri takip ederek hangisine han. gi oyuncağın verildiğini öğrene. bilirsiniz. Bakalım sirin intihabı nizla onların intihapları birbirine Altın aslânı bulmağa! Altın aslan... Herkesin rüyası- na girip korkulu anlar yaşatan bu esrarengiz mahlük Tarzanın gö - zünde adeta güzel renkli bir kele- bek kesilmişti, Onü tutmak, adeta parmaklarının arasına almak is. tiyordu. Yırtıcı hayvan Tarzanın gözünde o kadar tatlı, sevimli ve zararsız bir mahlök olmuştu. .. Tarzan dikenli sahadan kurtu . lup çöl gibi bir araziye vardığı 22. man birdenbire yerde gözlerine birtakım izler ilişti: Aslan izleri mi? Bir an Tarzan bu düşünce İle olduğu yerde mıhlanıp kaldı. Fakat hayır! Bunlar aslan a - yak izlerine benzemiyordu. Tarzan daha dikkatli baktı ve kendi kendine; — Hayır, dedi, Bunlar aslan izleri değil ama... Duraladı. Hay « ret ediyor ve bir şüphe içinde iz. leri daha yakından görmek için i Biliyordu. Yerdeki izlerin bir iki- sini ayrı ayrı gözden geçirdi ve yine kendi kendine: — Bunlar bir kadın ayağına beriziyor, dedi. Hakikaten, yerdeki çıplak a - yak izleri, küçüklük ve parmakla. rın şekli itibarile, bir erkek aya. ğını değil, kadın ayağını andırı » yordu. Hattâ kadın ayağı olduğuna şüphe yoktu. Fakat Tarzanın dir şündüğü gibi: — Cehennem adasınm cehen . nem gibi yanan bu çölünde çıp - lak bir kadın ayağı: niçin ve nasıl dolaşabilirdi? LAzkas haftaya), 23 BİRİNCİKANUN — 1799 Şen Sözler SARI CİVCİV İ Miki Fare ile tavuk teyze şılaştılar. Miki: i — Merhaba, teyze, dedi. Ze edersem yavrunuzun ard ivciw var. Acaba 9 dünyaya sarı gelmiş? Tavuk teyze: rtasını çe — Onun yı İ getirmişler, dı üm yi p | İliler sarı derili insanlardır" İŞ ARIYOR! Şi Yanma bir arkadaşı geldi. xs | baş: öl 1 — Hâlâ iş bulamadın m | sordu. 1 — Buldum. — Nerede çal — Finonun y rum, gi — Fakat onun da işi yok — İyi ya işte, ona işa SÖZ DİNLER! , Babası çocuğa beş kuru, Şi işti. Arkasından tenbih el ge — Sakın hemen koşa p bu para ile yemiş almi- Çocuk: şe — Peki babacığım, dedi şa koşa gitmem, yavaş yat der alırım... ğ SAĞLAM HUKÜN Arkadaşına övünüyordü! — Babam bana öyle fi bir mürekkepli kalem aldi nunla dıvara çivi mehir viz, fındık kırıyorum.... Nasil hiç böyle kalem gördün #Ü Arkadaşı; y — Olabilir, dedi, fakat b“ de yazı yazamazsın. . Bilmece 4 SKİ yorsun? e nunda çal” İMAMA Nİ Yukarki restenda ft küç İ görünmektedir. Bu Tes* nız, dört çizgi ilâve K köpeği dört köpek şeklin? İir misiniz?.. Dikkat odiniz, resmis oynamağa hiç lüzum yok bütüm talent ilâve edil çizriden ibarettir. Birinelkânun ayına mai, bu bilmecemizi halleden” yÂyi Te . gi” rinciye kıymetli bir kol kirciye beg lira kıymetisile tap çantası, üçüncüye ÜS "yi metinde bir para cüzdRE. ey cüden onuncuya kadar Üy büyük kolonya ve ayri “ef Yucumuza muhtelif hedi” recoğiz. Not: Vaktiyle haftalık ber z mecelerimiz bundan #074 çevrilmiştir. Hediyeleri met ve miktarı da bur? arttırılmıştır. ya Okuyucularımızm hal 5 Td Hile bersber bir ay pe redeceğimiz 4 kuponu 9* yollamaları lâzımdır. HABEPF