1 “emiş Ü — jr # fiir! ? # — Küruzz İz Bil TR için ; H kurdun; Müşlerğ edeim. Temiz ve açmak biliyorsunuz Yandaki masadan bir is. 'rarak milşterilerle bir iki kelime ko- vurdu; Kısa boylu, nehif biriydi. Göğsür” hakikaten eğlendiren İde dragon resmi işlenmiş ipekli bir doğrüsu kolay deği! |Çin elbisesi giymişti. C numaramızı Bana, alâmetini taşımakla be raber şimdiki halde hakkım cimuyan ünvanımla hitap etmekle büyük bir Furlongun hayretini görerek gü tümsedi: — Evet, sizi taoryorum. Vaktile hakkında intibazız? Muhterem pederiniz Lord Röodakra ir adama © benziyor, | takdim edilmek şereüne mail ok Mİ? Ben bu adamı bir | muştum. Çin sefaretinde verilen bir kadın ınlattığı söylediği şarkıda onun kakimaneİ lona götürdü. Küşed: bir “Ameri”İemiiz oturmuş, onun peşinden | P bir yelpaze ve ipek Furlong Çinlinin hoşuna çitmek i- çin bir hikmet savurmak lüzumunu duydu: ten Konfüçyus ne der: “İn san sıfatına lâyık her kirose, olduğu gibi kalmasına imkân © vertniyen| her türlü şereli ve rütbeyi Doktor Vangın yüzü güldü: — Siz üstadın eserlerini okulunuz | mu? — Biraz. Biraz evvel genç artistin Nakleden: F. K. isterim. Orada sizi oalAkadar ede ceğini sandığım bazı kitaplar göz termtek emelimdir. Şimdilik Küçük <übümüzün fahri azası olmak şere- ğsür- | linden bizi mahrum etmeyiniz. insani | deki düğme şeklinde bir gök yakut! — Çok maziksiniz, teşekkür ede — Verdiğiniz şeref dolayısile şe :et bana ait, Karson bu işin mua. melesini yapar. Müsaadenizle.. Selâm verdi ve salonda dolaşma" sna devam etti, Vang uzaklaşınca Doyl arkadaşı" na: — Bravo, dedi. Fevkalâde güzel rol yaplınız. Bu çince masalları da nereden öğrendiniz? İhtiyar hayran oldu size! Purlong gülerek cevap verdi: — Bir tesadül eseri. Kitap merak. lesıyımdır. Geçen gün Koniüçyus ün ingilizceye tercüme edilmiş bir eşeri elime geçti, karıştırdım ve en. teresan bularak kısmen o okudum, Bazı cümleler aklımda kalmıştı. Şimdi bu sayede OVangınen sevgili ahbabı oldunuz. Bu bizim çok işimize yarıyabilir, Daha şim- Giden müesstseniri bütün o müstah demileri patronun mümtaz bir misa- firi olduğunuzu biliyorlar. — Müstahdemlerin hepsi Çinli midir Deyi? — Çöğu Çinlidir. İçlerinde iki üç İngiliz ve bir de Frarsız ahçı var. — İyi düşünmüşler. Çinliler ke. dar dillerini tutmasını bilen adam tar yoktur. — Hakkınız var, Taliiniz yardım ediyor, kumar salonuna girmeğe te şabbüz etsek? — Hay hay. — Ben serbestçe girebilirim. Sizin meniz biraz müşkül olacak ama veride. | tecrübe edelim; kip etti. xU Büyükadaya çıkan yolcular, o gün pele kalabalık değildi: Baba, anne, Kızları ve” galiba kızın nişanlısı olan geng bir adam dan mürekkep bir âile ve arkada- şımla ben, Bir de vapur köprüden hareket edeceğine yakın koşa ko. şa gelen uzun saçlı bir genç var- dı, Solgun yüzü, ensesini (o örten saçları ve çukura kaçmış yorgun gözleri ve koltuğunun altındaki çanta ile boya kutusuna bakarak onun bir ressam olacağına hük. metmiştik. Evvelden tanışmamış olduğumuz halde vâpurda karşı karşıya oturunca dethal lâkırdıya başladı. Ben fazla konuşan İnsan- lardan pek bhazzetmediğim için yüz vermedim. Polosyak aileyi tetkike koyuklum, Pek neş'eli ve hayatlarından memnun görünüyorlardı. Lâlır. dılâtından yar: Büyükadada ge- girmekte olduklarını anladım, Ga. Tiba kızları bir zafiyet geçirmiş, Ada havas: tavsiye etmişler. Genç kız hakikaten nekahet devresini geğitiyormuş veya bir hastalığın başlangıcında imis gibi yorgun yüzlü idi, Furldar gibi hafif bir sesle ko- nuşürken nişanlısma dayatıyor, kuru, kesik bir öksürük çiksek sözünü keşmesine sebep oluyor. du. Her öksürük nöbetinden #on- ra, sanki, “bir şey değil, mesi. dum!., der gibi gülümsiyerek ni- şanlısma sokuluyordu. Adaya çıkmça, ressamın tavsi, yesi üzerine, bende Polonyalı mi9” fattenin oturdukları gelde he gla İ tatta. Öğle yemeğinden sonra, hep Merdivenleri indiler. Doyl, ata. beraber tur yapmağa çıktık. Gü- daştnı kapısı amtseye açılan bİr SA“ İzel manzarsfı tepelerden birinde engin ufuklarda cümlelerinden bazılarını farketiim.| kan bar, vardı, Salonda bir İli Ma | gözlerimizi dinlendiriyorduk. Bir- (Çinli, tabakasından bir tutam €n-| sa, bir köşede telefon kabinesi Gö" den ressamı karşımızda gördük .. fiye alarak: — Usladın eserlerini okuyup te ze çarpıyordu. ği İngiliz olmasına , Taçmel, barın zl tebbü eden adamlara maalesef pek | diğer müstahdemleri gibi Çinli elbi. İyorum, Tlerhalde bi nu edilmiş bir Cigüran doktor Vang da ge. İyar çirmişti. Yavaş OE, ba, 21 masalarda du ender vastgeliyorum. Fakir evime seler giymiş olan Barmene Doylt (Devamı var) KAHRAMAN HAYDUD Selâm verdi ve bir kaç adım ötede oturarak elindeki büyük deftere biz şeyler çizmeğe başladı . — Galida, mahsuş arkamıza 0- Yarasa Nakleden : diye!.. dedim. k Genç kızın nişanlısı cevap ver. di; — Onun yaptığı resmi görmeğe ihtiyacımız var m? Önümüzdeki tablolar kâfi! Ama, bizim resmi mizi demi çiziyor, nedir, sıksık ba tarafa bakıyor. Hakikaten önümüze (serilen manzara çok güzel, çok muhte. şemdi. o Yeryüzünde, Büyükada kadar güzel yerler pek azdır... Es- kiden bu adaları menfa yeri ola. rak kullanırlar, prensleri, prenses- leri buraya sürerlermiş. Ben bu adada bir ay yaşasam, hatırasiyle bütün ömrümce mesud olurum, zannediyorum.. Adada geçirdiğim bu bir günü bile aslâ unulmıyaca - ğın... Hava, temiz bir pırlanta gibi berrak ve pırıl pırıldı.. Sağımızda, Asyanın sarp tepeleri denizin sis- leri arasında yükseliyor, sol tara. fındâ Avrupa sahilleri ufkun mor- luğuna karışıyordu. Heybeli, sık çam ormanları, en tepesindeki mamastıriyle kederli bir rüya gibi, uzaktan insana hü. zün veriyordu. Halit bir rüzgâr, Marmâcanm, sedci gibi renkli satbır: harelen- diriyordu. 'fâ uzakta deniz süt gi- bi beyaz, iki adanın örasında par. Yak, kıml ve tüm ayaklarımızın dibinde zümrüt gibi yeşildi. Gö- rünürde hiç bir büyük gemi yok- tu; bir iki yelkenli uzaklarda ağır ağır ilerliyordu. “ “Vakit vakit suyun yüzüne çı. kan Yünüs balıkları, açıklarda bi- ribirleriyle , yarış ediyorlardı. O- turduğumuz yerden aşağı doğru inen bayırı süsleyen - kır çiçekle. rinin kokuları genzimize dolmuş- tu, Uzaktaki bir gazinonüun mü- ziği rüzgârların peşine takılarak bize kadar geliyordu. Cennette olsak ancak bu kalar saadet duyardık.. Genç Polonyalı kız başını nişanhamın dizine da. yayarak otların üstüne uzanmıştı. Solgun yüzü biraz canlanmış gi- turdu, yaptığı resmi görmiyetim, İbiydi. Birdenbire, açık mavi göz- "KAHRAMAN HAYDUD İLHAN TANAR lerinden yaşlar boşandı. Gença. dam eğilerek, - saadetinden ağla- yan kızın yanaklarına yuvarlanan göz yaşlarını birer birer öptü, An- nenin de gözleri nemlenmişti.. Hattâ ben bile bir tuhaf oklum. Genç kız, gözlerini silerek mı. rüdandız — Burada insanın vücudu da ruhu da iyileşir. Ne kariknlâde yer burası|,, Babasının, sesi titriyordu: — Allah bilir ya, hiç düşmanım yoktur. Fakat olsa da burada kar- şıma çıksa, derhal affederdim. Tekrar, hepimiz susarak, mân- zaraya deldik.. Herkes kendi bül. yasını, sagdet idealini” düşünüyor gibiydi.. Bir saat kadar sonra res- samın kâğıtlarını, boyalarını top- layarak gittiğini benden. başka kimse farketmedi. Saatlerce sonra, uzak ufuklar morarmağa başlayınca, ötele dön. me vaktinin geldiğini hatırladık . Çocuklar gibi, hafif, neş'eli adrm- tarla otele yürüdük, Balkonda birer çay içmeğe ©- türur oturmaz aşağıdan, kavga e. der gibi yilksek sesler duyduk. Bs raber geldiğimiz genç ressamla otelci kavga ediyorlardı. Nihayet stelin sahibi bize doğru gelerek: — Yerim yok, diyorum ya, dis ye bağırdı, hâlâ anlamıyor. Başka firlerim ol belki alabili dim. — Kim bu adam kuzum? Esra- rengiz tavırlı bir şeyl, — İsmini kimse bilmez onun. . Fakat Yarasa dendimi herkes ta. Bar. — Ressam 1x7. Otelin sahibi Kiddetli hiddetli bömurdandı: — Güya. Yalnız ölü resimleri yapar.. Burada veya İstanbulda biri ölür ölmez, hemen o gün ölü- Dün bitmiş bir resmini ortaya çi karır. Ölecek bastayı teşhis et, mek hususunda doğrusu dektor- lardan daha usta! Ölümlerinden ( Lütten sayfayi çeviriniz ) . daha evvel sizin Venediği ter. ketmeniz lâzım geldiğini dü- şünmüştüm. Bunu Şimdiye ka- dar söylemediğimin sebebi be. ni de beraber götürmek isteye- €eğinizi hissettiğim içindir, Hal- buki ben burada kalmağa mec. burüm.. Buradan bir yere gide- mem, Aslâ Olivolu adasının bü- Tunduğu muhitten uzaklaşamam. Fakat siz, benim gibi değilsiniz.. Venedikten uzaklaşmakla, bura. gın: terketmekle size azap ve:en bir çok hatıralardan kurtulmuş oluyorsunuz. Leonorun sesinde methamet ve şefkat vardı. Maamafih ba- basına fazla bağlı olmadığı da hissediliyordu, Bu hal, Rolanın ölmemiş olduğunu anladığı gür başlamıştı. Babasının yanında bulunma- sına Leonor tahammül Gğiyor ve hattâ kendisine yapmış ol. duğu fenalıklarr unutmuş gibi bir vaziyet alıyordu. Dandelo; — Yanımda sen olmazsan as- Tâ bir yere gitmem, dedi. Leonar, sade bir tavırla cevap verdi: — Zannederim daha iyi dü- şünürsünüz baba.. Dandolo dairesine giderken Lecnor da odasına giriyordu. Odaları ufak hiz salor ile ay. rılmıştı. Altiyeri saraymda işgal citikleri yer, bu odalarla Ara- tenin girmiş olduğu salon ve birde yemek odasından ibaret- ti. Bu daire, Dandolonun ihtima. mı sayesinde sarayın diğer kı- sımları ile alâkasını tamamen kesmişti. Leonor bursda tam mânası ile münzevi bir hayat geçiriyor ve ancak haftada iki defa mutad Gezgasine devam €- diyordu. Bu şerait altında yaşamanın e kadar elim olduğu pek kolay anlaşılır. Böyle olduğu halde Leonor niçin babasmın firar teklifini kabul etmedi?, Acaba gizli bir ümide mi kapı. Uyordu? Hayır!.. Venediğe sadece iki his ile bağlıydı.. Fevvlâ: Bir insanın, sevdiği bir muhiti ve lev o mühitte ıstırap çekmiş bile olsa, kolay kolay terkede- memek hissi, Saniyen: kalbine uğursuz bir kanaat yerleşmişti. Artk fazla yaşamıyacağırı, ö- lümünün pek: yakm olduğunu zannediyordu. Sabrk - engizitör, Dandolo ise odasına çekilir çe- kilmez derin bir düşünceye dak muti, Dudakları arasından mı, rıldandı; — Hayır, yanımda o olmazsa, ben bir yere gidemem. Fakat Kızın: bu vaziyette gördü... Yanına yaklaştı; — Eeonör, dedi. Kimbilir, belki de bu tabloyu satın almak la bir hata işledin, burada bu resim ng İşe yarar?. Genç kadın başını salladr.. — Demek bu resmi Oburada muhafaza etmek İstiyorsun?. — Evtt babal.. Çünkü Rola- nın bende hiç, hiç bir şeyi yok- tu, — Bari bu resmi daima gör- miyeceğin bir yere koy. . — Bilâkis, her vakit onun ya- nunda bulunacağım. Dandolö başını önüne eğmiş, salonda dolaşmağa başlamıştı. Rolanın resmine ve kızına bakmaktan çekiniyordu. Sanki eski hatıraların viğdanına çö. ken azabi karşısına çıkmış he- sap soruyordu. Dandolo, Rolan Kandiyanoya ait her türlü hatıranın kızınm kalbinde artık silinmiş olduğumu zaanetmişti, 'Bir hâdise bu zannı kuvvet- Jendirmişti.. Analtalım; Leonor haftada musyyen iki gün Ecel köprüsüne kadar gon. dol ile gezmeğe çıkardr. İlk çık tığı gün, dönüşte doğruca hu- susi dairesine girerken kapının önünde Altiyeriye rast geldi. Başkumandan, birdenbire, â- deta yolunu keser gibi özünde Gurmuştu. Leenor sert bir tavırla sor « du: — Ne istiyorsunuz? Karısının bu soğuk ve âmira- ne vaziyeti karşısında Aljtiyeri, nin bütün cesareti söndü, şaş'r- adı: — Şey, akşamları gezmeğe gıkmanızı ihtiyatlı görmüyorum. Bilhassa Ecel köprüsü civarın da dolaşmanız hiç te doğru bis şey değil. Maamafih her türlü tehlike ihtimaline karşı maiye. tinize bir muhafaza bölüğü ta- yin edeceğim. — Hayır, istemem.. Dışarıya çıkmam. — Hiç olmazsa. Başka yer intihap etseniz.. — Ecel köprüstü civarı benim hoşuma gidiyor, oralarda 'do- laşmakla vicdanımda başkaları gibi azap çekmiyorum. Altiyeri cevâp vermeden çe. kildi. Ve o zamandanberi Leo noru serbest bıraktı. Dandolo ise gezmelerinde da- ima kışına refakat ediyor hattâ ekseriya bizzat gondolcu vazife. sini görüyordu, Bir gün, akşam, genc âdet o- lan gezmeğe çıkmışlardı. Ecel köprüsüne yaklaşmak üzere iken gondollarının yanına diğer bir Yoksa