26 HAZİRAN — 1938 Allaha ısmarladık Yazan: FALIH RIFKI ATAY Falih Rıfkı Atay'ın “Zeytin Da. ğe” eserinin ikinci defa basıldığı- nı haber vermiştik. Bu güsel yazı- yı o eserden iktibas ediyoruz. Üç tabur, ah üç tabur... Nebi Samojl siperlerinde Kudüs 1. çin kan döken Türk askerlerine bu ka- darcik yardım edemiyoruz. O sene Galiçya topraklarında dö- Züşmek için yirmi bin lüzumsuz Türk bulmuştuk. Bir yığın Anadolu çocu Bunu, artık kopmuş, © uzaklaşmış Medine içinde iskorpite ve çöle Yediriyorduk. Bir sabah kumandanın odasma girdiğim zaman? gözlerinin ağlamak- tan yorulmuş olduğunu gördüm; Ku- düs İngilizlerin elinde idi, Oradaki son Türklerin nasıl kah. Tamanca vuruştuklarını masanın Üs- #lnden aldığım şifreli telgrafta oku - dum, Kudüsü İsrail Oğulları gib! bı. rakmadık; Türkler gibi bıraktık, Ne- bi Sanom Üstünden müslüman veya hi- ristiyan mabetlere doğru İnenler, Türklerin son gününü hatırlıyacaklar. dır. Karargühın içinde: “Kudüs düştü!” sözü ölüm haberi gibi yayıldı. Daha şimdiden Beyruta, Şama, Halebe göz- Yaşlarımızı hazırlamak lâzımdı. Artık yalnız Anadoluyu ve İstanbu. la düşünüyorduk. İmparatorluğa, o - hun bütün rüyalarına ve hayrilerine, Allaha ısmarladık! Zeytindağı'nm çamları arasından, Eüneşi hiç sörmiyecek, hiç akşam göl- gesi görmiyecek gibi bakan Lüt çuku- Tu, şimdi bütün imparatorluğu içine çeken bir mezar gibi, genişleyip derin. leşiyor. Eşyanı ve kâğıtlarımı bavuluma yerleştiriyorum. Artık Şamdan ayrılı- yoruz, Cemal Paşa İstanbulda !stifa €decektir. Tren giderken iki tarafımızda Suri- ye ve Lübnanı sanki safra gibi boşal- tıyorux Yarım kendimizi Anadolu köylörinin arasmda Kudüssüs; Şam, ız, Lübnansız, Beyrutsuz ve Halep- 8iz, öz can ve öz ocak kayğısma bo Zulmuş, öyle perişan bulacağız. Kumandanım harab Anadolu top - Taklarını gördükçe: — Keşke vazifem buralarda olsay. dı, diyor. Keşke vazifesi oralarda olsaydı. Keşke o altın sağanağı ve enerji fır- mast, bu durgun, boş ve terkedilmiş Vatan parçası üstünden geçseydi — Eğer kalırsam, diyor; bütün e- melim Anadoluda çalışmaktır. Eğer kalırsa, eğer bırakırlarsa... A- Nadolu hepimize hmç, şüphe ve emni. Yetsizlikle bakıyor. Yüz binlerce ço- Cuğunu memesinden sökerek alıp gö. türdüğümüz bu anaya, şimdi kendimi zi ve pişmanlığımızı getiriyoruz. İs- tasyonda bir kadın durmuş gelene ge. çene: — Benim Ahmedi diyor. Hangi Ahmedi? Yüz bin Ahmedin hangisini? Yırtık basmasının altından kolunu çıkararak, trenin gideceği yolun, İs- tanbul yolunun aksini gösteriyor: — Bu tarafa gitmişti, diyor. O tarafa? Adenc mi, Medineye mi, Kanala mı, Sarıkamişa mı, Bağdada mı? Ahmedini buz mu, kum mu, su mu, İskorpit yarası mı, tifüs biti mi yedi? Eğer hepsinden kurtulmussa, Ahme . dini görsen, onu da benim kadar ya- banei bulacaksın; gözünün ışığı sön- Müş çukur yahağı kemiğine batmış, omuzları göçmüş, ona da soracakem: — Ahmedimi gördün mü? Hayır... Hiç birimiz Abmedini gör. medik. Fakat Ahmedin her şeyi gör- dü; Allahın Muhammed'e bile anlata. madığı cehennemi gördü. Şimdi Anadoluya batıdan, doğudan, Sağdan, soldan bütün rüzgârlar boz- Bun haykırışarak esiyor. Anadolu; de- Miryoluna, göseye, han ve çeşme baş. Tarıma inip çömelmiş, oğlunu arıyor. Vagonlar, arabalar, kamyonlar, hepsl, ondan, Anadoludan utanır gibi, hepsi İstanbula doğru, perdelerin! ka» Pamiş, muşambalarmı indirmiş, lâm. (Devama 11 incide) gördünüz mü? İMESELE| HABER — Akşam postam Deniz kazalarının önünü almak için Liman Reisliği zabıta ve belediye çok sıkı tedbirler almalıdır Hiç bir yaz geçmez ki, şu İs. tanbulda yüze ya- km vatandaşı de- nize kurban ver- miş olmıyalım. Yüze (oyakın, dedim. Bu rakam. da mübalâğa etti- ğimi sanmayınız. Beş ay yaz, he- men hemen her hafta dört beş in- sanm deniz kaza. sina (ouğradığını bir an düşünürse- niz, haklı olduğu- mu anlamakta ge * eikmezsiniz. r— Denize açıkta girip de boğulan - ların, denizha- mamlarındn ted- birsizlik edip can verenlerin, kendi başlarma sandal- lara binip bir daha geri dönmiyenle- rin, motörlerle, salapuryalarla deniz safasına çıkıp öbür dünyayı boylıyan. ların acı hikâyelerini gazetelerimizde sik sık okursunuz. Bütün bu kazalara, bütün bu felâketlere karşı alınan ted- birler de pek gariptir. Belediye, açıkta denize girmeyi me- nettiğini ilân eder, deniz hamamları- na, plâjlara tahlisiye tertibatı alm ması için emirler verilir. Fakat hepsi bu kadar. Daha doğrusu nakıs olan bu tedbir- Jer de hemen hemen çok zaman lâfta kalır. Tetkikat sahasına gelince iş gevşer, yapılamaz. Daha geçen hafta, Beykoz açıklarm- da, içler acısı bir kaza oldu. Pazar sa- fasma çıkan 20 ye yakm vatandaştan hemen yarısı boğazın kara sularında hayatlarını kaybettiler. Mevsimin bu ilk büyük deniz facin. gınr, kimbilir daha niceleri takip ede- pe” Bir sandal kasası. cek? Şimdiye kadar, bütün bu kâza- lar, ve facialar karşısında elimizi ko. lumuzu bağlayıp, büyük bir tevekkül- le seyirei kaldık, faakt artık yeter... Bir yığın biçare vatandaşın, manasız ihmaller yüzünden hayatlarını kaybet melerini istemiyoruz. Sıkı bir kontrol, deniz kazalarının adedini yarıdan çok aşağı İndirmeğe kâfidir. Deniz hamam larında, plâjlarda yüzücülerin açıla - bilecekleri yerlerin hududlarmı kat'i surette tapin etmek ve bu hududları aşanları şedid cezalara çarptırmak lâzımdır. Yine buralarda, seri tahlisiye vası- taları bulundurmaya mecbur etmek İ. cab eder. Bu işte en ufak bir ihmali görülen plâj veya hamam sahibi di. ğer meslekdaşlarına nümune olacak surette tecziye edilmelidir. Açıkta denize girmek işi kökünden halledilmeli, bunun hilâfımda hareket edenler hakkında kanım? muamele yâ. pılmalıdır. Hele, sandaler- Jarm, denizden ve denizcilikten zer. re kadar anlamı - yan, rasgele insan : lara, çoluk çocu. ğun eline sandal teslim etmesi kat iyyen müsamaha edilmiyen bir iş olmalıdır. Bunun aksine hareket eden sandalerları, bir an tereddüd etmeden cürmü. meşhud mahke - mesina sevket. mek icab sder. Bazı İstan. bullularm da,rüz avalard a ikten an- İ lamadıkları hal. de kiralık sandal . lara binip yelken açmak meraki var dır ki bu da müsaade edilmemesi lâ- zımgelen bir iştir. Bütün kâzalara ve birçok vatande- şm grup halinde ölümüne sebeb olan mühim bir mesele de, pazar ve diğer tatil günleri, bilhassa deniz yarışları zamanında, birçok motörlere, takala . ra, mavnalara haddi istiabilerinden bir kaç kere fazla insanm dolmasıdır. Bu yüzden her sene bir düzüneden fazla kaza olduğunu görüyoruz. Lima- nın, fevkalâde davranması ancak bu mühim teğbi, önliyebilir. Bu mevzu üzerinde yüzlatak daha birçok şey var, Fakat biz bu günlük bu kadarla kesiyoruz. Liman reisliği, belediye, zabıta el ele verip, şu deniz faclalarınım önüne geçmek için yapıl. ması icab eden her şeyi başarmalıdır. Yüzlerce zavallı vatandaşın, tedbir- sizlerin ihmalleri yüzünden denize gö. milüp can vermesini artık görmek İs- temiyoruz. HABERCİ Eski karısını alan | berber kadın Morgta kapalı kalan doktor çıldırdı! ERSİ, Londrada bir kadın berberidir, Hakiki bir sa- natkâr olarak tanınmıştır. İngiliz sinema yıldır. ları burada saçlarını kestirirler. O, yalnız sanattaki bilgisiyle değil, aşk maceralari, le de kendisine mühim bir şöhret temin etmiştir, Şimdi de yeni bir macerası yüzünden ismi ve resmi Londra gazete- etmiştir: Pilsudski üniversitesinin bir salonunda, bir kadın doktor çalışıyor. Bu salona bitişik geniş salon- ! da, içersinde elliden fazin ceset olan üniversite morgu ve teşrih salonu var, Genç doktor, salonda işiyle uğraşirken vaktin çok geç olduğunun farkma varmıyor. Saatler geçiyor. Bekçiler de doktorun içerde olduğunu bilmiyerek kapıları kapatiyor- lar. Doktor, gece olduğunun farkıma varınca, duvarlara tu. tuna tutuna salondan çıkıyor. Önline raslıyan ilk kapıdan içri giriyor. Burası teşrih salonudur. Ve sabaha kadar orada cesetlerle başbaşa kalıyor. Sabahleyin fakillteye gelen arkadaşları, kadın dokto- ru çıldirmiş buluyorlar. Ve zavallıyı, bir hastaneye nak- lediyorlar. f | Ne bir hâdise, halkı fevkalâde müteessir lerinde sik sık görülmektedir. Persi, 1932 de kendisine Londra ve Brüksel saç sergile- rinde birinci mükâfatı kazandırmış olan Anelt İsminde çok güzel bir kızla evlenmiştir. Fakat karısıyla ancak birkaç ay beraber yaşıyabil. mişler, sonra araları açılmıştır, Persi başımı alıp Nevyor- ka gitmiş ve o zamandanberi de karısını bir daha görme- miştir. * Beş tavuk uğrunda beş ölü B IR Macar köyünde geçen kanlı bir vaka bütün Ma- caristanda bilylük bir heyecan uyandırmıştır. Eti. yen Valo isminde bir Macar köylüsü beş adam öldürmüş- tür. Bu cinayet bir intikam cinayetidir, Katil bu beş ci- nayetle nenin intikamını almıştır tahmin edebilir misiniz? Beş tavuğun. Katilin ilk kurbanı bir jandarma neferiğir. Zavallı ne- feri, sırf elbisesini elde etmek için öldürmüştür. Neferi öl dürdükten sonra elbisesini ve silâhlarını almış, beş tavu- ğunu çalan dört köylüyü biribiri arkasma vurmuştur. Sonra silâhla köye dehşet salmış ve herkesi korkutmuş. tur. Katili yakalamak için gönderilen 300 jandarma henüz onu ele geçirememiştir. — Dört sene sonra kadın Nevyorktaki kocasına bir mek- tup göndermiş, Persi bu mektuba telgrafla cevab ver. miş, Lonâraya dönmek üzere olduğunu bildirmiştir. Aşıklar tekrar birleşmişler, beraber yaşamağa başla» muşlar fakat bu hayat da çok kısa sürmliştür. Birkaç gün sonra bu sefer de Anelt başını, alıp gitmiş. 71937 dede mahkeme boşuna kararı vermiştir. Artık berber için kendisine yeni bir eş aramaktan başka yapılacak bir gey kalmamıştı, Aradan çok vakit geçmeden berber İngiliz plâjların- dan birinde tekrar Aneltle karşılaşmıştır. Bir defa daha bu ebedi âşıklar biribirine yanaşmışlar ve yeni bir aşk ha- yatı sürmeye başlamışlar ve yeniden biribiriyle evlenmeğe karar vermişlerdir. Önümüzdeki hafta içersinde Persi e#- ki karısıyla tekrar evlenecekmiğ. Fantezi Erkekler ne konuşuyor, Kadınlar ne konuşuyor ? Yazan: Osman Cemal Kaygı'ı Yazlık bir bahçenin zümrüt loşluğu içindeyiz, vakit akşama yakın, Gün . lerden bayağı bir gün olduğu için or- tada müşteriden çok garson var. Ben bahçenin daha ziyade bir no. hud tarlasına bitişik ve üstleri sar - maşıklarla örtülü alçak çitleri dibin- deyim. Benim biraz güney batıma dü. şen kopkoyu gölgelikte ve büyücek bir masanın başında kadınlı, erkekli goluklu çocuklu bir grup oturuyor ve kadınlar da, erkekler de durmadan konuşuyor. Ben biraz uzaktan bunla- ra kulak misafiri ölüyorum, kulak mi, safiri de olmuyorum da onların bütün bu konuşmaları, kendi düşüncelerimin arasmda adetâ zorla gelip benim ku- laklarıma doluyorlar. Erkeklerin nö- betle biri söylüyor, ötekiler dinliyor. Kadınlarsa, birinin sözü daha bitme. den hattâ daha yarıya gelmeden ve hattâ daha asıl maksadına girmeden hemen öteki atılıp söze başlıyor. Sonra erkeklerin söz mevzuları ile kadınlarnki biribirlerinden o kadar başka şeyler ki... Erkekler hep ciddi, esaslı, hayati şeyler konuşuyor. Ka - dmları konuştukları şeyler ise pek yabana atılmamakla beraber daha zi- yade havaf sayılan şeyler... Erkekler dünya ahvalinden, siya - setten, ticaretten, alışverişten, harb - den, askerlikten, tayyareden, güreş ten musikiden hastalıktan, sağlıktan, ilimden, fenden, yazlıktan, kışlıktan, soğuk suğan sıcak çaydan, yemekten, içmekten, çocuklarım mekteb ve sokak hayatından bahsediyorlar. Kadinlar bütün bunların hemen hemen hiçbiri- ne aldiriş etmiyor, salt bir konunun muhtelif teferrüatı üzerinde hiç dur. madan, hiç nefes almadan karmakarı- şık çene çalıyorlar. Erkeklerin kendi arâlarında neleri kendilerine mevzu ettiklerini yukar- da yazdığım için şimdi burada önleri ayrı ayrı konuşturmıyacağım. Gele . lim bayanların kendi aralarında ve bi- ri bitirmeden biri baslryarak neler ko. nuştuklarma: Birinci kadm: — Metresi üç buçuk liradan doğru- Su ucuz almışsınız Ben de onlardan kendime bir robluk istiyorum ama. İkinci kadm: — Yeşil'mi? aman yeşilden sıdkım sıyrıldı, daha geçen sene mahâlle kız- Yarma kadar herkesin arkasında yeşil. di. Bu sene yeni çıkan koyu sarılar. Üçüncü kadın: — Bana her zaman üç buçuk metre- den ferah ferah bir rob çıkarken Fa, tihteki terzi dört metre alacaksmız deyince ben de tuttum dört metreden aldım, kalbuki o bunun yarım metre- SİNİ... Dördüncü kadın: — Benim emprimemi berbad etme « miş mi o Beyoğlundaki terzi kadın, Beşinci kadm: 1? — Yoo, neme lâzım, ben Samatyâ. daki terzinin üzerine terzi görmedim. Bana diktiği bu son tayyör... , Altıncı kadm: — Rob için dört metre çok doğru- Su. Kumaş dört metre olunca ondan bir de kendi renginde blüz çıkar. Yedinci kadın: — Bakın şu benim etekliğe, nekadar biçimli değil mi? Birinci kadın: — Bunu siz Çarşambadaki terziye mi diktirdinizdi hemşireciğim? — Evet ama ,kadımcağızın bu gün. lerde işi o kadar çok ki... İkinci kadın: — Bizim Peruzağadaki bayan Sü- reyya geçen gün kendi semtlerindeki terziye bir tuvalet diktirmişti ki... Üçüncü kadm: — Bu sene artık truakar hiç giyil. miyor değil mi? — A... 'Truakarın modası geçeli... Dördüncü kadm: — Ben dün bizimkine söyledim, pek sıcaklar bastırınca giymek Üzere, Şu ince, bürümcük kumaşlardan al da dedim... Beşinci kadm: — Ama onların altma ona göre de (Devems 11 incide)