Dari Y.T HALİDE EDİB 110 Bunları söylerken O paşadaki değişiklik daha kuvvetle hissedi- liyordu. Bin seneyi birden atla. mış gibi görünüyordu. Fakat bu seneler onu bunatmamış, kafasını çürütmemiş, dumanlatmamış... Bilâkis daha olgun, daha etraflı ve muvazeneli bir anlayış vermiş gibiydi. Öyle bir olgunluk ki yet.) miş yaşmdakilere geldiği gibi! yirmibeş yaşmdakilere de gelebi. lir. Yaşamanın, düşünmenin, ve namuskâr fikirlerin olgunluğu. Rabia tahlil edemiyor, fakat za - hiri zavallılığına rağmen ihtiyar- da eskisinden daha derin bir kud- ret seziyordu. Bu, Rabianın anlıyamadığını bir kuvvetti. Paşanm eski, işlen - memiş demir külçesine benzeyen kudreti değil..: Örs ve ateş altın. da dövülen, şekil alan demirin kudreti. Her halde bu tecrübe ve bu tahavvül onun boş göğsüne bir insan yüreği koymuştu. Rabia içini çekti. “Alnrmızın yazısr.,, Zayıf parmakları tekrar genç alnının görünmez yazıları üstün. de dolaştı. Paşa o gün, bu kelime: nin tekerrüründe garip bir teselli duyuyordu. İlk defa olarak, şar- kın biçare ferdinin hayat savaşın. da ezilmemesinde kadere inanışın bir âmil olacağını düşünüyordu. Başlarında boza pişiren en kavi, en zalim hükümdarları hep kül! gibi savurulmuş, geçmiş. Çınar gi- bi insanları deviren fırtına, zama. | nında başeğmeyi bilen, nazenin sazlara benziyen insanları kökle. | rinden koparamamıştı, Manevi kuvvetlere deruni teslimiyetin hil. katte en nafiz bir kudret olmadı. ğını kim iddia edebilir, “Ben istifa ettim, Rabia, Padi- şah istifamı kabul eder etmez Şa- receğim, Biraz da yalnız kalma. ğa, düşünmeğe ihtiyacım var. Tevfiğin mektubunda bahsettiği sürgünleri görmek, konuşmak is- tiyorum. Amma henüz hanıma bir şey söylemedim.,, Elinde yemek tepsisi bir kız o. daya girdi. Rabia kalktı, bir ma-| sa çekti, Karşı karşıya yemek ye-| diler. içlerindeki hüzne rağmen ikisi de iştahlı yemek yediler. Ye- mekten sonra beraber aşağı indi. ler, Merdivenin alt basamağında paşa durdu. “Padişah altmışını geçti. Tev. fik ancak kırkını geçiyor. İstik. balde onun daha çok hissesi var. Her hangi dakika ahval değişebi. lir, sen babana kavuşabilirsin, Ra. bia.,, dedi. Sabiha hanım uyanmıştı. Sedi. rin üstünde oturmuş çorba içiyor- du. Yüzü dinlenmiş, zihni Hilmi ile muhabere tesisi için yol ara. makla meşguldü. Acaba Osma. Bin oralarda tanıdığı bir frenk ahbabı bu işi temin edebilir mi? Bunları Rabia ile münakaşa eder- ken gözünün kuyruğuyla hep pa- meki 9 Ga bakkaj şaya bakıyordu. İhtiyar sakalını karıştırdı. Eski müstehzi sesiyle: “Ben artık Zaptiye Nazırı deği- lim, siz istediğiniz fitneyi tertip ediniz.,, dedi. Sabiha hanım kaşlarını çattı, “Ne demek istiyorsun, paşa?,, “İstifa etim.,, “Hata ettin. Ne olursa olsun, insan başındaki devleti ayağıyla tepmemeli, paşa!,, “Öyle amma ben artık Genç Türklere falaka atamaz, süremez hale geldim. Bunlar; yapamıyan adam bu devletin emniyetini elin- de tutamaz.,, Sabiha hanım eğildi. Kocasının elini yakaladı ve dudaklarma gö- türdü, Rabia kalktı. “Dönüyor musun, Rabia?,, “Hayır. Bu akşam Sinekli bak- kaldayım. Yarm Rakım amcayı yollıyacağım, Bizimkileri topla - yıp getirecek,,, Rabia ile Rakım mutfakta baş başa kahvelerini içtiler. Rakım; “Keşki bugün gidip Osmanı ge- tireydim.,, diyordu. Rabia başmı salladı. O akşam yalnız kalmak, sükün içinde dü - sünmek istiyordu. Osmanın telâşı, ateşi onun zihnini Osman, Rabianın yalnız, yalnız kendisiyle meşgul olmasını isti - yordu. Rabianın yanakları kızar- dı. Bu fikre isyan ediyordu. Gerçi o Boğaziçi günleri hayatında unu- | tamıyacağı bir sergüzeştti. Fakat insanlar sünnet çocukları gibi bü. tün gün (ala ala hey...) içinde ya- şıyamazlardı. Hele Rabia... Kaç kişi onun odostluğuna, vefasına muhtaçtı. O tevekkeli Sinekli bak- kalda doğmamıştı! Sabiha hanım, ömrünün sonuna gelen Selim pa - şa, mahzun gözlü cüce Rakım... Hele onu nasıl ihmal ettiğini dü- şündükçe içi sızlıyordu. Fakat bunların hepsinden daha ziyade Tevfik vardı. (Devamı var) AY HABER — | i.v mak Çamlar altında | bir gece. Celâl çok sinirliydi. — Hâlâ gelmedi.. Acaba beni bu gece de mi aldattı?! Diye söyleniyordu. Dilde bir çamın altına oturmuş, uzaktan ışıldayan OHeybelinin lâmbalarını sayryor, sonra birden gözlerini kapayarak, günlerden - beri tekrarladığı şarkıyı mırılda - nıyordu: İçini çekerek devam etti: “Harap oldum, vuruldum cane- vimden, Bir yâr sevdim, çabuk uçtu elimden. Başım, kalbim yanıyor kede- rimden, Bir yâr sevdim, çabuk uçtu elimden!,, Gözlerini tepesinde yükselen a- ya dikti. “Eşsizdi göğsüne gül takışmda. Yakardı, içime her akışında. Bayılmıştım bana ilk bakışında. Bir yâr sevdim, çabuk uçtu elimden!,, Yanmdaki konyak şişesine sa- rıldı. — İşte, insana bundan daha sa- dık bir arkadaş yok. Diyerek birkaç yudum içti., Boğazı yanıyordu. o Cebindeki bonbonlardan bir tanesini ağzına attı, Kendi kendine söylenmeğe başladı: — Bana: (Dile gidelim.. Orada dolaşalım!) diyen kendisiydi. Üç gecedir beni aldatıyor. Ah, kâfir kadın. Senin ne yaman gözlerin var! Yirmi iki yaşıma bastım. Bu kadar yer gezdim. Onun kadar sehhar, (onun gibi insanı çekici, çıldırtıcı bir kadın görmedim. Üç gecedir beni oyalıyor. Güya koca. sından kaçıp gelemiyormuş. Bir kadın isterse, neler yapmaz! Bu gece de gelmezse, yarın, oturdu- ğu köşke gidip kendisiyle adama. kıllı çatışacağım, KOLALI İSHAK FERE FERDİ istiyordu. Ay, Yavaş yavaş doğruldu.. Konyak şişesini tekrar ağzına götürdü.. Biraz daha içti. — Haydi sen de budala! Onu çılgınca seviyorsun! İnsan sevdi - ği kadına çatabilir mi? Celâl mırıldandığı şarkının ba- zt parçalarmı tekrarladıktan son. ra: — Acaba beni sevmiyor mu? dedi . Madem ki sevmiyordu.. Be- ni neden buraya sevketti? Neden Büyükada iskelesinde gözümün içinden kalbime bir kürek ateş bo şaltırcasma baktı? Hayır, o da be- ni seviyor, Celâl, saatler geçtikçe yerinde oturamıyor, ıslık çalarak, şarkılar söyliyerek mütemadiyen konyak içiyordu. Onu tanıyalı Ohenüz bir hafta bile olmamıştı. İskele gazinosun.- da bir sabah yarım saat kadar baş başa kalmışlardı. İşte Celâli ona bağlıyan bu ka- dar az ve kısa bir münasebeti. Sahile indi.. o Taşların yüksek tepelerine çıktı. Delikanlının sev. gilisi şimdi gelmiş olsaydı, bu mehblaplı geceyi ne güzel, ne neşe- li geçireceklerdi. Celâl, beş yıldanberi Anadolu - da bir bankada memur bulunu - yordu. O yaz bir ay mezuniyet a- larak İstanbula gelmişti.. Adada bir pansiyonda oturuyordu. Sev - diği kadın kendisinden çok yaş - ıydr.. Fakat, o Anadoluda, beş yıldanberi kadına o kadar çok su: samıştı ki... Karşısma bu kadar güzel fakat daha yaşlıcası çıksay: dı gene tutulacaktı. Gökteki yıldızlar, uzaktan, san- ki ona: — Ümidini kesme! Sevgilin de seni seviyor..! Diyor gibiydi. Ay Heybelinin arkasma doğru iniyordu. Vakit ilerilemişti.. Belki de sabah oluyordu. Celâlin yanında saat yoktu. KADIN A | Celâ| basını çama dayamıştı.. Uyu- Heybelinin arkasında kaybolmuştu. Bu sırada delikanlı alnına yumuşak bir el uzandı.. — O artık gelmez.. Ben b de yere kendimi aldatıyorum Diye mırıldandı. Taşların üstünden indi.. ze iğildi.. Yüzünü yıkadı, Ce beyninde müthiş bir uğultu dı.. Başı dönüyor, gözleri yordu, Doğruldu.. Esniyerek bine çıktı.. Yere serdiği p sünü sırtına aldı. Bu vakit ev: necek olursa, komşular oni demezlerdi? Toy çocuk adaya ilk defa diği için, komşulardan utanıy du. Sabah oluncıya kadar bekl ğe, güneş çıkınca eve dönm karar vermişti, Çamın dibinde pardesüsün rıldı.. Başını çama dayadı.. $ nin içinde kalan bir kaç d konyağı da içerek gözlerini dr. Uyumaktan başka çare yo Celâl yirmi iki senelik öm de ilk defa aşkın azabını çeki du. Çok memnundu.. Sevmişti. sevildiğine inanmıştı. Muztaripti.. Sevgilisi gel mişti, Uzakta bir kuşun cıvıltısını du: — Sabah oluyor.. sabahın ilk müjdecileri kuşla Diyerek biraz sonra gözle açtı.. Fakat ortalık henüz ağ mamıştır, Bu şairane dekor içinde or dan kaybolan aydan başkı şey göremedi. Her şey yerli y. de duruyordu. Tekrar gözlerini kapadı.. L mak, kendini, her şeyi unut istiyordu.. Bu sırada birden alnında « fakat yumuşak bir elin gezdi duydu.. Gözlerini açarak sev! bağırdı: — Leylâ.. Sen misin? A 74 A İY) Terirka No.3O Ciddi bir sesle cevap verdim; — Müsterih olunuz. Size söz veriyorum. Dediğini zi yapacağım. Ellerimi sıkarak: — Size itimat ediyorum dedi. Bu defa artık Arif Nedreti çağırmak Üzere gitti. Arif Nedret tekrar odaya girince gözleri büytük bir merakla üzerime takıldı. Kızarmış gözlerimi görünce şüphesiz benim notere karşı şiddetle itiraz ettiğimi sanmış olacak Iki ona doğru yürüdü, Sert bir tavırla: — Ne oldu dedi. — Samiye Ekrem hanım annesinin son dileklerini kabul etmeğe hazırdır! — Yani? — Her iki taraf da birlikte yaşamanın imkân- sızlığına kani oluncaya kadar boşanma teğebbüsünde bulunmıyacaktır. — Peki evime gelmeğe ve kanunun kendisine ver diği yeri almağa hazır medır? Şaşırarak yaptığım bir hareket Üzerine noter elini kaldırarak yalvarır gibi yüzüme baktı. Benim yerime cevap verdi: — Şüphesiz evet. Samiye hanım mlişterek yaşa- Yıştaki hergünkü temas ve münasebatın biribirinizi iyice anlamağa hizmet edecek en iyi bir yol olduğunu iyice anlıyârak kabul etmiştir. Hem de Sömiye hanım yabancı evlerde öğretmen olarak yaşamaktansa koda- sınm yanında yaşıyacaktır. Arif Nedret bana doğru döndü; — Sizin arzunuz bu mudur hanımefendi? Biraz heyecanla: — Evet beyefendi! dedim; Eğer sizin arzunuz bu ise benimki de öyle, Pek soğuk olmıyan bir tavırla önümde eğildi.: — Samiye Arif Nedrete teşekkür ederim. Böyle- ce her ikimizin de menfaati noktai nazarından her şey yoluna girecektir. Bana Samiye Arif Nedret demesinden biraz kı- #armıştım. İhsan Bey bu dakikaya kadar bundan çe: kinmiş Hep Samiye Ekrem diye hitap etmişti, Tek- lifi kabul ettiğim anda benim adımı kendi adıyla ka“ rıştırması beni biraz düşündürmüştü; Çünkü evine alacağı kadın meşru bir zevceydi. Yoksa (kadının genç, ihtiyar, güzel veya, çirkin olmasını hiç nazarı dikkate almamış ve kanunun kendisine (verdiği bu kadının hakiki şahsiyetini biç © düşünmemişti, Fa- kat benim için bunun ne ehemmiyeti vardı? Madem ki bende onu ancak kocam olduğu için takip yördüm. Ihsan Bey işin aldığı bu cereyandan son € memnun, ellerini oğuşturuyordu: — Bugün vaktimi boş geçirmedim. İşin bu de halinden bahtiyarım. Azizim Arif Nedret! | ze temiz ve asil aileden bir kız götürüyorsunü de aziz kızım! Bundan dört sene evvel işgal €€ Jâzmgelen şerefli bir eve giriyorsunuz. Arif Nedret İhsan beye yıldırım gibi bir attı, Noterin tasarladığı aile tablosu hiç hoşu” memişti, Fakat noterin sevinci ve neşesi o kadar bü ki bu kötü bakışa hiç de aldırış etmedi: — Hadi Arif Nedret Beyefendi, badi! Siz | nim gibi sevininiz! Mademki size bugün gok iş gördüğümü ve kendimden son derecelerde olduğumu söylüyorum. — Bu vakitsiz sevincinize ileride pişman * manız ünit etmek isterim, — Bundan hiç şüphe etmeyiniz. Ben © Böyle bir genç kızın ellerini centilmenlerin * ve ashli olan bir Arif Nedretin eileri arasmâ nın sevincini vakitsiz bir sevinç telâkki etme) Sonra bana dönerek daha ciddi bir tavırla: : (Devam *