93 m Son müşkülât ve ihtilâf; Rabia-! nın gelinlik entarisinde çıktı. Ka- narya muasır bir kıyafete taraf- tardı. Beyaz entari, duvak ve li- mon, portakal çiçekleri. Aman al- lah esirgiye. Sabiha hanım; mor kadife üstüne gümüş telle susam çiçekleri işlenmiş bir entari isti-| yor. Taç, duvak, tel hepsi olmalı. Gelinlik entarisi esasen onun he- diyesi, kim ne karışır? Gâvurun gözü gelin görsün. Sabiha hanı- mun fileri kabul edildi. Hem bu bah se Rabiayı pek karıştırmak iste- mediler. Ne olsa gelin olacak kız- da biraz hayâ, biraz edeb lâzim- dı. O, bu mesele üzerine ağzımı! açınca “Sen hele bir sus,, diyorlar- dı. Fakat Rabia düğün yaptırma makta israr etti. Babası sürgünde iken hiç kabil mi? Yalniz bir ni- kâh. Sinekli Bakkal halkının bek- lediği pilâv, zerdeyi, düğün yeme- ğini konakta yiyeceklerdi. | Bütün bu hazırlıklar esnasında Rabia, bir sey olmuyormuş gibi! derslerine devam etti. Babasına sürgünde gene o bakacak, evin! masrafını tamamen görmese bile, Penbeye, Rakıma o bakacak. Os. mana zengin diye varmıyor. Onu- runu, vekarını, benliğini ancak ça. lışmak sayesinde muhafaza edebi» lir, Fakat bütün bu pratik fikirler gündüz düşünülüyor. Gecelerinde nihayetsiz hülyalar var. Hazırlıklar uzadıkça, Osman da, kendi odasında geceleri aşağı yukarı dolaşıyor, düşünüyor, söy- leniyor. Rabiayı çok özlemişti. Fa- kat Vehbi efendiye nikâh oluncr-! yadeğin Sinekli Bakkala gitmiye-| ceğini söylemişti. Ekseri yüksek sesle kendi kendine konuşuşların-! da diyordu ki: “Ben gene bir dinin çerçevesine giriyorum. ha.. Hemde genebir kadın eliyle. Fakat bana sükün veren, içimde sulh tesis eden bir din. İlk defa dimağım, ruhum. kal- bim birbirleriyle uzlaşmışlar gibi birbirlerini de, beni de kemirmi. yorlar. Acaba bu geçici bir müta- reke mi? Ne de olsa Sinekli Bak: kalın taşına, toprağına tapınıyo- rum. Gerçi orada yeni bir cemna- tm an'anesine uymak lâzım. Fa-' kat öyle basit ve insani an'aneler ki. Hem orada herkesin evi, bah- gesi birer hususi ve kapalı kale gi-! © bi. En fakir adam, Kurunu vuştat — bir derebeyi gibi evinde hür..... “Her gün mor salkım çardağı- nın altında hava alan kadınlarla konuşacağım. Her gece Rabianm beyaz yatağında yatacağım. Sa. bahları yanyana uyanacağız. Gün| lerimizi elele geçireceğiz. İyi gün ler... İyi geceler. Belki de çocuk- larımız olacak. Biri büyük babası gibi komik olsun. Adını Tevfik koruz. Öteki benim gibi.. Yok yok, “nasr gibi san'atkâr olsun. Belki de bir mahalle bakkalı olur. OL sun... “Rakımı dükkânda alakdyarız. Ah, sevgili Rakım. Hayatımıza ine kli Gama bakkal (Wakil, tercüme ve iktibas hakkı mahlası. ! çer gibi uğultu, oyuncakçıların çe! bir sirk çeşnisi veriyor. Penbe ye- meğimizi pişirir. Kara biber gibi keskin, kara karı! Bir panayır ye-! ri kadar canlı...!,, | XI İ Bilâl. Hıdrellez günü evlendi.' Rabia o sabah uzaklardan gelen| darbuka, zilli maşa sesleriyle u- yandı. Sokaklarda gene ordu ge- vyirdikleri kaynana zırıltıları, öt- türdükleri düdükler.Köşedeki kah vede zurnanın hımhım nağmele ri, dünbeleğin tam, tamları. Nisa- nın ılık havasmda, hayal genç bir âşık nabzı gibi gümbür gümbü: atıyor. Tevfik şimdi nerede? Ha- ni beraber yemek pişirdikleri o günler... Bahçeden mulfağa be- yaz, penbe çiçek yaprakları yağ- dığı gün! Penbe, artık köhne göbeğini yal nız çardağın altında çalkalıyor ikide birde Rabiaya bahçeden ta- kılıyor: “Eski yavuklun evleniyo . Rabia, Kız, kalk giyin, tak takış tır!,, diyor. Rabia Mayısın ilk günü evlen»! di. Sinekli Bakkal kadmlarının| küçük kâğıtlara müâniler yazır| çömleğe koyup, ağaç diplerinde; çalıp söyledikleri gün. i Nikâh öğleden evel, dükki- nın üstündeki odada kıyıldı. Vek-| bi efendi Rabianın, eskici Fehmi! efendi Osmanın vekili idiler. Şa- | hitler arasında Sabit bey ağabey| de vardı. Rakım misafirlere şer- bet ikram etti. O akşam konak, kıyamet gibi kalabalıktı. ” Haremde kadınlara, Sabiha hanım akşam yemeği ver- di. Selâmlıkta da sofralar kurul- muştu. Sinekli Bakkalın bütün er- kekleri davetliydi. Paşa, bir tara- fına Osmanı, bir tarafına eskici Fehmi efendiyi aldı. Ağabeyle Ra- kım paşanın karşısında oturdular. Vehbi efendi ayrı bir sofraya ri- yaset etti. O, kızın babası rolünü yapıyordu. (Devamı var) | İ YAZAN: mağ ei (“O vakit seni seviyordum. Fakat, igönül bu ya, şimdi de nefret ediyo- rum. Haydi kocam gelmeden buradan uzaklaş!, Feci bir karşılaşma Leylâ odasında yalnızdı: — Bilmem hangi filezof söy lemiş: “Kavga ve münakaşa ara- sında hakikat kaybolur. Kim da-! ha akıllı ise, münakaşayı keser.,, Ne doğru söz. Kavgaya alılana cesur diyoruz. Bence en cesur ve en akıllı kimse: Kavgadan, mü- nakaşadan kaçmanın yolunu bilen kimsedir. Yılmaz bey, benimle sık sık münakaşaya girişiyor. Al- man zabıta memurları, bir insa- nın hakiki karakterini iyice anlı- yabilmek için onunla her sahada münakaşa ederlermiş. Yılmaz da| Almanyada gördüklerini bana tat- bik ediyor. Zavallı adam! Güya bu suretle benim ağzımdan lâf a- lacak. Leylâ odanın ortasında hazırla- dığı içki sofrasının önüne otur- du: - Şakir üç gündenberi patro- niyle beraber İzmitte, Galiba bir- kaç gün daha orada kalacak, Yıl- maz da onun yokluğundan istifa- de ederek beni sık srk ziyarete ge- liyor. Bu kadar ciddi bir adamın da çarçabuk bana tutulacağını ummazdım. Ona Nermini tanıt- tim. Nermin.benden çok genç.. Benden güzel. Kıvrak bir kadın Fakat, Yılmaz benden hoşlanmış.. Yakamı bırakmıyor. Kadehini doldurdu ve susuz iç- ti. Kendi kendine söyleniyordu: — Acaba beni sahiden seviyor mu? Yoksa vazifesi icabı beni $e- ver gibi görünerek, günün birinde tongaya düşürmek mi istiyor?! İş- te bu muammayı halledemedim. Sevgisi cali olan bir adamın rollerinde bu kadar muvaffak o- labileceğini aklım almıyor doğru su, Yılmazın aşkına sahte demek için, benim sevgiyi anlamamış ol- mam lâzım. Sonra birden omuzunu rek: — Sanki ben de aşkın ne oldu- ğunu anlamış bir insan mıyım? dedi - Şimdiye kadar yirmi beş er-! kekle yaşadım.. Kimini sevdim.. | Kiminden hoşlandım.. Kimisinden' derhal silke- i laşsaydım, belki de şimdi (aşk) ; ) KOLALI #K ADIN! İSHAK FERDİ de nefret ettim. Fakat, sevdikleri- min de, nefret ettiklerimin de ko yunlarına girerken, gözleri dön müş bir hayvandan ne farkım var dı? Beni bugüne kadar, hayvan laşmadan seven bir erkekle karşı- inkâr edecek kadar ileri gitmez- dim. Nerminin: “Falancayı gördük. çe kalbim çarpıyor!,, dediğini duy duğum zaman, adetâ öfkeleniyo- rum. Onun, benim hislerimle alay ettiğine zahip oluyorum. Halbuki Nermin hakikaten ince duygulu bir kadındır. Kocasından talii ol. saydı, pek âlâ yuvasına ebedi saa- det verebilir, ve gözü dışarda kal- mazdı. Leylânın gözleri dumanlıydı. Başını avuçlarının içine almış. Akşamdanberi tekrarlayıp durdu- ğu yeni bir şarkıyı mırıldanıyor- du: “Duyduk baharın zevkiri güller gibi biz de, Nar var bu güze! aşkımızın çizdiği izde. Bin hatıramız gizli şu dağ- larda denizde. Nur var bu güzel çi çizdiği izde!,, Leylâ bir kadeh rakı daha içtiz — Her şarkıda aşk.. Ateş. Şa rap.. kadın.. Şairler yalnız bunları! parmaklarına dolamışlar. Bin ha: tıra, Evet, her gezdiğim, yürüdü ğüm yerde bin hatıra gizli. Fakat, bu gizli yerlerin hiç birinde nur- dan eser yok. Şair yalan söylemiş. Yanlış gör- müş, Benim hatıralarımı saklayan yerlerin hepside yüz karaltıcı iz! lerle oldu. ” Bunlarla öğünen bir kadın,buda | ladan başka ne olabilir? Yılmaz! hâlâ gelmedi... Onu niçin bu ka- dar sabırsızlıkla bekliyorum? Daha geçen gün, hatıra defteri- e: “Şakirden başka bir erkeği sevmeme imkân yoktur!,, sözleri- ni yazan ben değil miyim? Acaba Yılmazı sevmeğe mi başladım?! Hayır.. Hayır. Yılmaz benim *i- pim değil Ben, aradığını bulmuş bir kadınım. Şakir, benim için, i- deal bir erkektir... Kapı çalınıyordu. | na var? Hapishaneden çıkar çık 13 SONKANUN — 1996 —e Mem Leylânın yüreği hopladı. Terliklerini sürüyerek kapıya koştu. — Yılmaz bey, nerede kaldınız. Diyerek şen bir kanlı ata | caktı. Kapıyı açınca, karşısında, gök” ten yere düşmüş iki parlak yıldı£ gibi ışıldıyan bir çift göz gördü: “ — Ahhhhh.. Sen misin, Ziya?! Diye haykırdı. Mühendis Ziya yavaş yavaş a çeriye girdi.. Delikanlının yüzü gülmüyorda. Leylâ, Yılmazı beklerken. bir denbire hem de hiç ummadığı bir saatte mühendis Ziya ile karşılar | şınca şaşırmıştı. — Neredesin yavrum.. Burast” | nı nasıl buldun? Diyebildi. Ziya içmişti.. Gözle ri kanlanmıştı. Leylânın yüzüne ölümden yılmıyan ve fena şeyler düşünen bir insan kiniyle bakıyor” du. — Hapishaneden çıktığım gün denberi senin izini arıyorum! Ni- hayet beni de aldattın, öyle mi? Leylâ gülerek bir kadeh rakı doldurdu: — Başka biriyle evlenmeğe mecburdum, Ziyacığım! Haydi bir tane çek de aklın kaşına gek sin.. Çok asabisin! Kendi kendine Gİ a zmn Bir kere de beni dinle... * — Aklım başımda, Zahastığii kadar sarhoş da değilim.. Günler“ denberi senin hayatını tetkik edi yordum. Bir şoförün metresi oldu” ğunu bilmiyor değilim! Hani bana verdiğin sözler? A” radan çok zaman geçmedi., Ken” dini rasgele bir adamın kollarına atacak kadar düşürmekte ne ma maz benimle evleneceğini söyli” yen, beni ümide düşüren #en değil miydin? Haydi, söyle bana, kahbe ruhlu kadın. Kendini birkaç gün içinde çamura düşürecek kadar aç v€ çıplak mı kalmıştın? Bir ay içinde bütün işlerimi yoluna koyacağım! bildiğin halde, bu çamurlu hays” ta neden atıldın? (Devamı ver) Terrika Mot — Evet. — Fakat ben dört buçuk sene evvel sizin Gael olduğunuz Samiye Fkrem Tok olarak görülüyorum. Yani siz dört buçuk sene evvel bu ismi taşıyan bir kadınla evlenmişsiniz. Veziyeti düzeltmek (için bena bası malümat vermenizi rica edeceğim. — Nasıl vaziyet?.. — Haberim olmadan sizin karınız görünmekli, gim.. — Hayır böyle bir şey olamaz. — Nüfüs kâğıdımda sizinle evli görünüyorum. Halbuki benim hiç haberim yok. — Benim de... Kat'iyyen! — Evli değil misiniz? — Evet. — Karınızın ismi Samiye Ekröm Tok mudur? — Evet. — İşte bu isim benim ismim. — ikin — Yalan mı! Şu kâğıtlara bakmız — Lüzumsuz. Onlar sahtedir, — Nasıl sahte?.. — Evet sahte. — Ve niçin yalan söyliyeceğim?. — Çünkü ben sizinle evlenmedim. — İyi ya. İşte bir yanlışlık var diyorum. — Hayır! Yanlışlık olamaz! — İşte görünüz bakınız... Getirdiğim nikâh mukavelenamesini ve nüfus kâğıdımı uzattım. istihfafla iteledi. Artik bu soğukluk, bu derecelerdeki sertlik beni sinirlendirmeğe başlamıştı. Bütün (kanım tepeme çıktı, Sesim yükselmeğe ve ifadem sert bir şekil al mağa başladı. — Fâkat beyefendi medemki siz Arif Nedretsi- niz ve ben de Samiye Ekremim, kanun huzurunda iz- divacımızı gösteren kâğıtlara niçin bakmak isterni- yorsunuz? — Ben sizinle evlenmedim, Ben sizi tanrmıyo- rum! diye şiddetle reddetti. Benim karım son dere- ce güzeldir, zariftir, şıktır... Siz hiç, hiç bir cihetten ona benzemiyorsunuz!.. Yüzlümü şiddetli bir kırmızılık kapladı M9 di iigi Mia e elik ğin baba Aİ ZA ZAR mi nz ke ii ve sade elbisem, suluk renkli şarkam hiç bir iddiaya yol bırakmıyordu. Anadoluda erkekler bu kadar 4 lim değillerdi. : Beklemediğim bu fena komp'iman beni büsbütün şaşırtmıştı. Onu inandırmak için ne delil gösterec€*” ğimi bilemiyordum, Ayağa kalktı: a — Görüyorsunuz ya! dedi, Ne kadar iddia etse niz faydasızdır. ?0 — Ne demek istiyorsunuz? — Sizi daha fazla dinlemek için vaktim yoktur. — Müsaade ediniz beyelendi; görüyorum ki Da i nim şu gelişime hiç bir ehemmiyet vermiyorsunuğ. — Hayır. — Hata ediyorsunuz. Zira beni yalancı çal sizin için kâfi değildir. Zannetmeyiniz ki İstanbul? gelmekten maksadım tanimiyan o zevcelik halka | sizden istemektir! Hayır, hayır!, Böyle bir şey 4” lama bile gelmiyor. Yalnız istedi takip edeceğim şey, aramız bağını çözmektir. : — Hakikâten! Sizinle evlermiş ölabilmekiğiİ düşüncesi cidden gülünçtür. ş kaybedilen (Devamı var) igin