br. ya al Ee 40 831 om “Hahaharikulâde...,, diye heyr-| canından keke'iyordu. | Kanzrya elini Rabianın omuzu | na koydu: “Ne olur, Rabia. O mevlüdün başmı bize okusana. Efendi de, Peregrini de işitmediler.,, Başını salladı. Burnunun üstür- deki cazip kırışıklıklarla gülüyor- du: “Hayır, hayır efendim. Bu ak-! şam öyle şeyler okuyamam. Fakat tef getirtirseniz size başka bir tü:- kü söylerim.,, Efendi, kendisi koştu, tefi getir-| di. Rabia sandalyasından in, salonun ortasına, halının üstüne| oturdu. Tef biraz başından yukar- da, Gergin derinin üstünde dola - şan parmaklar ondan derin derin sesler koparıyor, ziller hafif hafif şakırdıyor. Biraz sonra tef de, zil- ler de, kızın sesi de: “Yemenim turalıdır,, şarkısını söylemeğe baş-! İadr. Biraz çingene uslübiyle, Pen-| benin söylediği gibi. Başı, vücudü, kolları hep havaya uymuş, bilmi- yerek oynuyor. Gözlerinden şevk, şetaret saçılıyor. Fakat pes perde lerde sesine içi tırmalıyan bir kı- sıklık arz oluyor. Nihayet o billâr, o ruhani sese toprakların ihtirası girmişti. “Allı yemenim, morlu yemenim, bir bahçeden ; bir bahçeye sallı yemenim!,, Peregrini sandalyasından fırlı- 5 dı. Rabianın önüne gitti. Cebin- den çıkardığı beyaz mendili sallı- yordu. Kanarya kendi kendine: “Bun- ların arasmda bir şey oluyor, Al- lah sonunu hayır etsin,, diyor. E-! fendinin, duvar dekorlarmdaki re- sim ağzına benziyen kıvrık du. dakları gülümsiyor: “Sinekli Bak- kal kızları hep böyle şarkı söyler. ler.,, diyor. Peregrini'nin dimağı: “ Nereye gidiyorsun? Onun çekti- ği sull bayrağı olmadığını görmü- yor musun? Mor, kırmızı sulh bay. rağı olur mu? Mahalle delikanlı- ları gibi bahçeden bahçeye men- dil sallamak ne oluyor?;, diye o- onunla eğleniyor. Rabianım günab- © kür kalbi: “Rabbim, beni affet. © diye yerlerde sürünüyor. Vehbi efendinin yüzü endişeli: “Nihayet Havva cennet bahçesindeki yılanla “yüzyüze geldi.,, diye mırıldanıyor du. Fakat Rabianın kalbinin bin © bir kola biz tek adamı sarmak için R açılmıştı. Bir hafta sonra, gene pazartesi akşamı, sarayda Peregrini yoktu. Rabia niçin gelmediğini sormadı. ir. Kendince güya tenezzül etmek . istemedi. Fakat daha ziyade cesa- ; reti yoktu. Efendiden fena hal. © de sıkılmağa başladı. O s'wirli si- nirli yalancıktan gülmek ne za man bitecekti? Akşam uzadıkça - uzuyor, dakikalar bir türlü geçmi- yor. O, gene konuşuyor, gülüyor. o Fakat rengi solgun, gözler'nin al- tı halka halka. İçlerinde can yok “Bir kaç defa, ışık çok geliyormuş «ibi gözlerini kıpıştırdı. Kanarya endişe ile sorcu: “Başın mı ağrıyor, yavrum?., “Havır... Bu hafta sesimi cok (Nakil, tercüme ve iktibos hakkı mahfuzdu!.: !i Vehbi Dede gözleri halıda: icdüzeltmeğe gitti. Galiba çok azim. yordum. Boğazım biraz ağrıyor. , e'i boğazma gitti. | Efendi ayağa kalktı. | “Bu akşam da ben piyano çala | yım. Siz konuşmayın, biraz dinle | nin.,, Kanarya efendiyle içeri gitti “Peregrini'nin annesi ölmüş Evvelisi gün telgraf aldı. İşlerin: bir servete tevarüs ediyor. Bilmem ası! aile ismini alır mı? Her halde bir iki aya kadar dönemez zanne derim.,, diye tabii sesiyle Pereg rini'nin niçin gelmediğini anlattı. | “Belki de hiç dönmez.,, Sesi acıydı. Gözleri Vehbi De denin yüzünü deler gibi bakıyor fikrindekini okumak istiyordu. ! Fakat derviş cevap vermedi. Kalk- tr, pencereye gitti. Kararya salo na dönünce ona iltihak etti. Efen- di çaldığı müddetçe onlar alçak sesle birbiriyle konuştular. Rabia yerinden kımıldamadı Başını koltuğa dayadı, gözlerini kapadı. Nejat efendinin çalışındı Peregrini'nin ihtirası, ateşi yoktu. Bununla beraber belki daha yük sek bir musiki ifade ediyordu. A sil, hakiki, ve en olgun musiki, kalbe, asaba değil, dimağa hitap eden musiki. İnsanı, nefsinin bü tün zulümlerinden, tahakkümlerin. den halâs eden tatlı ve daimi bir| fikir aydınlığı. Rabia, bunları müphem bir şekilde hissederken Kanarya Vehbi efendiye diyordu. kiz “Bizim efendi okadar - Alman! musikisini çalan adama tesadüf etmedim. Ben bir şey -anlamıyo- rum. Bu (Bah) mı, (Bathoben) mi?,, (Devamı var) | | kadar getirdikten sonra arabanın HABER — HABER — Alaçm beam” | )KOALIKAD SAZAN: ni Büyükdere yolunda vurulan Münir | ,Şahabın katili aranıyordu. (Leylâ) sabah İSHAK FERDİ , SONKANUN - 1806 — —— m leyin gözünü açar açmaz gazetelere sarılmıştı ! Başlangıç iBir cinayetten sonra..) Leylâ, sabahleyin uykulu gözle. rini uğuşturarak gazeteye sarılı. O gün, bütün gazetelerin, bir gün evelki Büyükdere vakasından balı. sedeceklerini biliyordu. Vakıt gazetesini eline aldı: — İşte.. Sütun sütün * yazılar. Resimler.. İşte Münir Şahabın yol üstünde, kanlar içinde çekilmiş fo- toğrafı. Ve ince bir sabahlık'a çıplak o- muzlarmı örterek, gazetenin ;ik| sayfasındaki şu satırları gözden geçirdi: “,.. Münir Şahap, zabıtanm yaptığı tahkikata göre. henüz hü- viyeti anlaşılamıyan bir kadınla münasebatta bulunuyormuş. Bü- yükdere yolundaki cinayette şoför yaralı ve Münir Şahap ölü olarak bulunmuştur. Şoför, müddeiumu- milikteki ifadesinde: Taksimden aldığı - biri kadın, diğeri erkek 1 iki: müşteriyi Yeniköy. sırtlarma| içinde müthiş bir kavga başlaür- ğını söylemiştir, Şoför, bu meçhul hanımı şöyle tarif ediyor: “Uzuna yakın, balık etinde, kara gözlü, kara kaşlı, uzun kirpikli; tatlı ve mânalı bakışlariyle bir erkeği ko- layca çeken bir kâdin. O- tuz beş yaşlarında vardı.,, Polis i şoföre soruyor: — Sen nasıl vuruldun? — Erkeğe attığı ilk kurşun be- nim omuzuma isabet etti. Firene bastım.. Araba durdu. Kalktım, fakat yürüyemedim.. Yere yuvar- İ landım. Arkamdan bir kurşun da- A 4 ININ — Saçmalıyorsunuz! dedim. Fakatonun alayli şivesi oldukça beni kendime ha vızladı.. Erkek de yere yuvaı | landı. Yolda kimse'er yoktu. Ha-| va kararmıştı. Kadın: "Münir Sa- hap.. Öldün mü?, diye bağırd: Sonra yavaş yavaş yürüyerek ka- ranlıklara daldı.. Kaybo'du. Leylâ bu satırları heyecanla o- kudu.. Gazeteyi yere fırlattı. — Polis beni bulamıyacak. Cina. yet yerinde ne bir şahit var.. Ne de ortada küçük bir emare. Leylâ çarçabuk giyindi.. Başını yaptı.. Gecedenberi odasında sak- ladığı rovelverini bahçedeki ku- yuya attıktan sonra evden sokağa fırladı. Arnavutköyünde sokak içinde denize bakan bir Ermeni evinde oturuyordu. Münir Şahabı istemiyerek vur- muştu. Onu sevmiyor. değildi. Gazetedeki izahatı hatırlıyarak sokakta kendi kendine mırıldar- dı: —Ahjşu e yap Sanki be- ! ni yakından görmüş gibi, öyle bal- landırarak tarif ediyorlar ki.. Ben çok güzel. çok cazibeli bir kadin- mışım. Her istediğim erkeği ken- dime çekebilir mişim. İskeleye doğru yavaş yavaş gü- rüdü.. Leylâ nereye gidiyordu? Münir Şahabı Büyükdere yolun- da neden öldürmüştü? Arnavutköy iskelesi üstünde a- yakta düşünüyordu: — Onu şimdi eskisinden daha çok sevdiğimi anlıyorum. Fakat, neye yarar? O şimdi cansız ola- erme ir dee rak, morgun mermer taşları üze- rinde yatıyor. Bu sıraca iskelenin üstünde kı- lıksız bir edam be'irmişti. Leylâ bu adamı görünce: — Nerede kaldın, Yorgi? Diyerek yanına sokuldu. Yorgi cebinden bir küçük zarf çıkardı: — Buyurun hanımefendi! Birâz geciktim amma.. Kusura bakmu- yın! Güç tedarik edebildim Ve bundan sonra da ayni fiyatla alı- mıyacağız... Zarfın içinde bir mektup vardı, sanmayın! Bu bir heroin zarfıydı! Leylâ zarfın kenarını kopardı.. Enfiye çeker gibi, iki parmağının ucuyla burnuna bir tutam götü,- dü.. Çekti.. Ve göğsünü şişirerek geniş bir nefes aldı: — Bundan sonra ne istiyorla', söyle bakalım Yorgi? — Şimdiye kadar yetmiş beş kuruştu. Bundan sonra bir lira ve- recekmişiz. — Adam sende, Yirmi beş ku- ruş yükselmiş. Ziyani yok. Sakın bu adamı değiştirme. Verdiği he- roin çok saf ve hilesizdir. Ötekiler de tebeşir tozu karışıktı. Leylâ, Yorgiye bir lira uzattı — Haydi, yarınkini de bu saat- te getir. Ve bugünlerde sakın evi- me uğrama... — Peki hanımefendi! Yarından sonraki (keyif) lerinizi istediğiniz saatte, istediğiniz yere getiririm. Yorgi iskeleden uzaklaştı. Leylâ Boğaz'çine giden vapura atlamıştı. (Arkası var) yapıyor? Anlıyalım bakalım... Pervin buna inanabilirdi, Fakat ben evli olma- DEĞ TAAA Tefrika No. 1 Bügün Nadide han:mefendinin hizmetçisi Pervin yanıma geldi, elinde bir mektup vardı. Bu kız bapa karşı çok soğuk davranıyordu. İki aydır bulunduğum şu konakta benim için duyduğu nefreti her fırsatta gösteriyordu. Bunun önüne geç- mek, kendimi ona sevdirmek için çok uğraştım. Para- etmedi. İkide bir acı sözlerile beni sinsi sinsi iğnele- mek sanki onun için en büyük bir zevkti. Hiç yoktan beslediği bu kinin sebebini - düşün- düm. Ve buldum. Ben konak sahibi Nadide hanıme- fendinin torununa ders vermek üzere konağa alınm-ş- tım. Onun sofrasında yemek yiyordum. Hanımefendi benden bir şey saklamıyordu. Bahusus konakta bana ayrıca bir daire tahsis edilmişti. İşte & Pervin benim kendisinden ve bütün hizmetçilerden ayırt edilişimi bir türlü affedemiyordu. Elinde tuttuğu mektubu uzaktan saliryarak: — Size mektup var! dedi. Hem ne mektup! Ne mektup! Ne mektup! Zarfı parmakları arasında çevirerek alaycı ve ısırıcı bir kahkaha attı, Zarfın üzerini yüksek sesle okudu: —“Arit Nedret Beyin sevcesi Samiye Arif Ned- ret hanım Galip paşa caddesinde Nadide hanrmefen- dinin konağında mürebbiye..., Tam siz. Yanlışlık yok! Demek ki evlisiniz ha!.. Sizi kutlularım Samiye ha- nım !,. Kendinizi burada kız olarak gösterdiğiniz hal- de gli oluşumuzu saklamanız ne matah olduğunuzu gösteriyor!.. Doğrusu ben, sizin yerinizde olsaydım, beni alan muhterem zatı saklamak değil herkese söy- ler övünürdüm. Şaşırmıştım. Bu terbiyesiz kızın ağır sözlerinden ziyade arsız arsız gülüşü beni yaralamıştı. Onu yuka- rıdan aşağıya süzdüm. Öyle şaşırmıştım ki ne söyle- diğini bile anlamamıstım. getirmişti: Soğuk kanlılığımı takındım: — Mademki mektup bana yazılmıştır veriniz dedim. Size ait olmıyan bir şeye karışmayınız. Bana hakaret etmek için eline fırsat geçmişti. Mektubu vermedi. Gene devam etti: — “Evli! Hem de geceyatısı mektebinden çık- mış.. Buraya girmiş hiç erkek yüzü görmemiş bir kiz. Aman yarabbi insan gülmekten bayılacak! Arif Nedretin karısı hah hah hay!.. Zarfın üzerinde Mu- kavelât muharriri Ali beyin damgası var. İnkâr ede- measinit ki. Ali Bey işlerini doğru görür: Böyle bir yanlışlık yapamaz! Tekrar bir kahkaha attı, Mektubu bana vermek değil suratıma atarcasına fırlatarak: — İşte mektubunuz Samiye Arif Nedret hanim- elendil.. Kocanıza cevap yazdığınız vakit benden de selâm yazınız! 'Topukları üzerinde zıplıyarak gitti. Oda kapısı kapandığı halde tahkirâmiz gülüşünü hâlâ işitiyor- dum. Bu umulmadık hâdisenin şaşkınlık ve heyecanı ile mıhlanmış gibi kalmıştım. Buna sebebiyet veren bu garip mektuba dokunamıyordum. - Nihayet zarfr aldım açmadan oda hizmetçisinin yaptığı gibi muaye ne etmeğe başladım. İlk önce gözüme çarpan zarfın o yukarısındaki damga idi.. Mukavelât muharrirliği.. Ali. Bu resmi damga, bir lâtife olamazdı. Ali beyin hanımım Samiye hanımın mukavelât muharriri oldu- ğunu biliyordum. Belki genç yaşında ölen zavallı an- neğiğimin de eskiden mukavelât mubartiri olabilmesi ibtimalini düşündüm. Fakat şimdiye kadar bu adâ- mın benimle meşgul olduğunu hiç hatirlamıyordum. Yalnız mukavelât muharriri Bilâl B. annemin ölü. münden sonra benim vâsim bulunuyordu. Ali beyle hiç bir ilişiğim yoktu. Damgayı tetkik ettikten sonra gözlerim beni fevkalâde şaşırtan şu satır Üzerinde durmuştu: Arif Nedretin karısı Samiye Arif Nedret hanım. Bu da ne oluyor! Kim bana böyle kötü bir saka dığımı biliyordum. Yalnız babamdan kalan Samiye Ekrem Tok &dını taş yordum. Belki bir yanlışlıkla benim adım Arif Nedret â- dile birleşmişti. Belki de mukavelit muharriri kâtibi. nin bir hatası idi. Ayni gün hem Arif Nedretin karı- sına ve bem de bana bir mektup yazmış olabildi. Böylete iki ad birleşmişti. Fakat işte bu ufak dikkat- sizlikten Pervin büyük bir mesele çıkarmış, gülünç ve tatsız bir masal uydurüvermişti Bunları düşünerek zarfı elimde evirip çeviriyor, açmağa bir türlü cesaret edemiyordum. Bir şey beni kuruntüya düşürüyordu: Bu mek- tup acaba bana mı yazılmıştı? Yoksa Arif Nedretin karısma mı? Bir çok tereddütlerden sonra onu açma- ğa kendimde bir hak gördüm. Eğer içerisi bana yazıl mış ise yanlışlık sadece zarf üzerinde yapılmış olacak- tı. Eğer başka birisine ise mazeret diliyerek mektubu geri yolliyabilirdim. Mektubu açtım. Şu satırları okuyunca şaşknlı- gm çok büyük oldu.: “Arit Nedretin karısı Samiye. Babasının ismi ve soyadı: Ekrem Tok. Doğduğu yer Mersin. 27 eylül 1912, “Önemli bir iş için mümkün olduğu kadar çabuk büroya gelmeniz rica olunur... Mukavelât muharriri Ali Satırları tekrar tekrar okuyor kendi kendime söyleniyordum: Benim adım, benim soyadım; benim genç kızlık ismim, benim nüfus sicillim. Fakat şu Arif Nedret adı nasıl oluyor da benim adımla birleşiyordu Bu adamı tanımıyordum. Hattâ bugüne kadar is- mini bile duymamıştım. Bu karışıklığı çabucak #zeltmek (o lâzımdı. Ali beye yazacaktım. Böyle büyük bir yanlışlığın daha fazla uzayıp gitmesine müsaade edemezdim. (Devamı var)