i ” ös #efi İly/” BİR YARASA yi Bir Kıza Aşık Oldu! YAZAN: yalla, Ansızın, xamanın tekinsiz kayalarına doğru kızımı bir at üzerinde uçuyor - buldum, fakat ayni dakikada ona der hal bağırmak, onu olduğu yerde zaptetmekten kendimi alamamıştım. Bana öyle geliyordu ki, bir at üzerin. deki bu büyük hızı, hiç bir vakit el - leriyle (o zaptedemiyecek; (denizin ucsuz bucaksız gözüken nihayetinde, hafif bir su (o genişlemesinden sonra kayboluverecekti. Fakat düşündüğü - mü yapamıyordum. Eşyalarm en u - mulmıyacak netliğine rağmen, sesim bir hırıltıdan farksızdı. Bir dakika, kazazede delikanlınm hayatında olduğu gibi, birdenbire ken dimi kaybederek, bir karaltı, yahut bir tayf haline geldiğimi o hissettim. Delikanlı böyle bir hareketi kendisin- de daima iddia etmiştir; titriyor ve gözlerime inanamıyordum. Fakat i - lerde, kızımın tam bası üzerinde, iki tarafa açılmış bir kuş (kanadından başka bir şey gözükmüyordu- Başının üzerinde ve tıpkı bir silâh kadar ora - ya ocüratle alçalıyordu. Bu müthiş alçalmıya karşı gözlerimi birdenbire kapamayı düşündüm. Fakat böyle bir hareketin kızımı hiçbir vakit kurtara- mıyacağını biliyordum. Tıpkı kazaya uğramış delikanlıda olduğu gibi, bu yarasa pençesinin, yanaklarma kızıl bir damga kadar şiddetle vurarak gözlerinin birer birer (o oyulacağını hissettim. Yarasalar... Yirmi beş se - nedenberi Onlarla uğraşmaklığıma rağmen, yarasaların sırrını henüz öğ- rTenememiştim. Bütün kuşların arasın. da size en vahşi bir kuşu soracak olur Tarsa, derhal yarasayı gösterebilir - siniz. Nitekim, hepsini birer birer ta- nıdığım halde, onları itaate getirecek bir sihir elde (edememiştim. İçeriye koştum. Bir silâh! Kızımı bir silâhtan daha başka, bir şey kurtaramazdı. El Jerimi büyük.bir kuvvetle, kazaya uğ- ramış delikanlıyı yok etmek için dü - şündüğüm bir silâha doğru uzattım. Ateş ve kurşuna otapınacak kadar kendimde heyecan buluyordum. Kule. nin denize bakan penceresini daha zi- yade açtım; cam kanatlar birdenbi - re arkaya dayanmıştı; silâhı çevir - dim ; aşağıda küçük kulübe, kapısı ar- dına kadar açık duruyordu. Eşiklerin- de, Permos manastırından fırlamış in. ce bir ışık gözüküyor; yan tarafını çe- viren denizin sesi uzaktan uzağa İşi- tiliyordu- Gözlerimi, daha ziyade silâ- | ha yapıştırarak tetiği çektim. Her şey gözlerimin önünden uçuyor gibiydi? Bir el.. İki el. rızıldılar, netliğin i- çinde bir yağla kayar gibi uçtu. Hedefi araştırdım: Denizle ufkun birleşik gibi bana birdenbire uzaklaş - mış noktasında bir şey döndü; yalnız onu görüyordum: havada (iki takla att; bir tepenin üzerine (düşer gibi, hızla, kaya ve toprakların üzerine can sız kendisini bıraktı. “Aşağı yukarı yarım saat kadar sonra Permos (omanasfırmın ihtiyar bekçisini kapıda birdenbire (titriyor buldum : ğ — Ne var, diye atıldım; menhus| adam?, Çünkü, bir felâket haberin - den bağka Permosta hiçbir şeyi bana haber vermezdi: Kendisinin o bile zor işitebileceği kısık bir sesle: — Bir kaza.. diye fısıldadı; yeti - şiniz! — Nasıl, diye konuştum, bir kaza- mı?. — Evet, dedi, kızınız... O kadar acele ediyordu ki, bu son kelimeyle bana her şeyi (o söyledikten sonra, bir kuş çığlığıyla odanın içe - risinden birdenbire kaçacağımı düşün- düm: — Kızım! Dışarıya fırlamıştım. oTaşlıkta, her vakit oturduğum bir sedir üzeri - ne, arka üstü upuzun (o yatırmışlardı. Gözleri kapalı ve yavaş yavaş sayık - hyordu; neler söylüyordu? Kulakla - rrmı bu hafif fısıltılara doğru uzat - tam; fakat hiç bir kelime anlayamı - yordum; sadece, gözlerinin kapalı ol Kenan Hulüsi No.8 masına rağmen, üzerlerindeki yeyle - rin ara sıra şiddetli ürpermelerle w- zanıp kısaldığı görülüyordu; kulak - larrmı, bu sesleri elde edebilmek için biraz daha açtım.. Hiç bir şey. anlı - yor musunuz? Aradan kırk sekiz saat! geçmesine rağmen, bu fısıltılardan hiç bir şey elde oedememişimdir. Fakat, bir dakika onu dinliyecek - olursanız, belki ne söylediğini — bulup meydana çıkarabilirsiniz. Çünkü, kızımın has- talığıyla beraber (o Permostaki bütün sırların bu fısıltılarda yaşadıklarını biliyorum... Birdenbire, odanın dış tarafında- ki kuş çığlıklarını bir tarafa bıraka - rak, hafif bir hırıltı işitildi. Profe - sör: İ — Uyanıyor! dedi; onu muayene edecek misiniz? * Ayağa kalktım. Oda, bir saat kadar evvel içeriye girdiğim zaman beni birdenbire sar - mış olan ayni kızıllık içindeydi. Fa - Kat daha içeriye girer girmez kazaya uğramış delikanlmın müthiş ve sarı hayaletini, siyah çamların arkasında birdenbire görüyor gibi, lâcivert per » denin ön tarafında irgilmiştim; ve hiç bir vakit profesörün anlattığı şeyler- de, bu kazaya uğramış delikanlıyı dü- şünmekten kendimi alamıyordum. Sa- rı bir hayalet. Bunu daima hatırlı - yacağım: Yüzünün bütün (şiddetini camlara dayamış, âdeta, odanın kızıl İ rengini bu müthiş sarılık istilâ edi - yor gibi, onu camların arka tarafında görüyordum. Gözleri yuvarlakları için de oynuyordu; ve tam bu gözlerin al- tında, siyah bir yarasa ( pençesinin yüzünü tırmaladığını hissediyordum : — Perdlerei, diye fısıldadım; per- deleri kapâyınız! Ve bitkin bir ürpermeyle hasta - nın yanı başına (o sokuldum. Bugün, ölümü birdenbire avlamış olanların gözlerinde meydana çıkan süküneti bu gözlerin içerisinde (hatırlıyorum. Fakat hiç bir vakit bu gözler açık de- gildi. Sadece göz kapakların altında, durulmuş bir deniz kadar engin bir şeyin hareketsizliğini görüyordum; ve hiç bir şey orada krmıldamıyordu. Bel ki, de bunu yaptığı dakika, bıçakla - nan bir kalp gibi müthiş bir çırpınma içinde kalacağını anlamıştı. Ellerimi, | nabızlarıma doğru uzattım: Ilık > su içerisinde bırakılmış kadar yorgun ve o kadar ağır (atıyorlardı ki par - maklarımın ucunda bu iki nabzın an- sızın duracağını zannettim. Yavaş ya- vaş onları yatağın bir tarafına bıra - kırken kulaklarımı göğsüne doğru ver dim: Neler geliyordu ooradan?. Bir ses.. Yahut hafif bir hırıltı. Bir is - kelet kafesinden başka bir şey olm - yan bu göğsün içinde âdeta canlı bir kuş vardı. Sarı birer kemikten ya - pılmış göğsü parmaklarının ortasım - da kanatlarmı hareket (o ettiriyordu. Birdenbire bu ölü kemikleri kanatla - riyle parçalıyarak dışarı fırlayacak, odanm İçerisinde bir yere konabilmek için o kadar hızla dönecekti, kazaya uğramış delikanlının camların dış ta- rafmda işitir gibi olduğum kahkaha - sı, bu kanatlarm Tüyük çırpıntısına karışacaktı: — Yeter. diye konuştum. Ve der- hal: — Evet, diye döndüm profesöre; o kadar mühim bir şey değil.. Sonra yavaş yavaş, yan gözlerimle Permos manastrınmın “ihtiyar bek - çisini aradım; kapının .bir tarafına siyah bir gölge gibi çekilmiş duruyor- du. Profesörü, soracağım şeylerde bir tarafa bırakarak: — Siz, dedim, acap hastayı nerede buldunuz?. İhtiyar bekçi, Permos manastırın. da geçen bu dram içerisindeki büyük rolünü anlamış gibiydi: (Devamı var) HABER — Akşam Postam 3ELÜL — 1935 ÇiNGENELER ARASINDA Hayattan alınmış hakiki bir macera Yazan: Osman Cemal Kayşısız Sen Etemi döversin ha! Öyle ise al sana, al sanal... No 60 m Avrupanın harmancı çingeneleri ilâlâ şakanm farkma varamı-| yan Emine ablaşna seslendi: — Akı ben korkuyorum bu ka- rıdan, cadımı nedir? Orta yaşlı: — Korkma sen benim yedi be- lâm, gözü şehlâm'! Ben şimdi ona gösteririm! Ve'yerinden fırlayıp Etemin karısının elinden süpürgeyi kapın ca bu sefer o, ona indirmeğe baş- ladı: — Sen Etemi dörersin ha! Öy- le ise al sana, al sana! Etem karısının tarafı olarak ve yalandan bir ağlama taklidi ile: . — Urma Asiye abla, urma, ya- zıktır benim ziytin gözlü ton ton karıcığıma! Ya dayaktan hasta olur, yatar, kalırsa sonracığıma kimler yıkar benim çepkenimi, poturumu; kimler pişirir bana av- şamları çorba, fasulye kimler ka- şır benim sırtımı pireler ısırımcas? Zavallı Eemine şimdi şaka- nın farkma vardı ve yerinden fır- layarak bağırdı: — Tuu allah belâsmı versin sizin kart karılar... Az kalsın yü- reğimi ağzıma getirecektiniz!. Etemin karısı Eminenin boy- nuna sarılıp onu öperek: e — Sen koşmussun ki budalatfa ufak tefek işten gelsin cabucanak yüreciğin ağzmâ? — Ne bileyim ben, ben işi sahi- cikten sandım! — Sahicikten de olur bazı bazı ama o yabancıların yanında ol- maz. | Manalı manalı Nazlıya ba” karak) öyle değil mi Nazlı hanım onun sahicisi bizim çadırlar için- de olur. Etem hemen karısmı tersledi: — De zırlama ayak üzeri Ka- srm ağanın topal eşeği gibi... Çök oracıkta bir yerde hoş beş et mi- safirlere! Etemin karısı yere çökerek: — Cümbür cemaatlen böylecesi oş gelmişsiniz! — Hoş bulduk! i hındımmıza (eğlencenize)! — Ne durdunuz da? Bulaşınız Etem ayıya gene çingenece bir şeyler söyledikten sonra aynı ter- tip fasıl tekrar başladı ve bu s€- fer koca oğlan şu türkü ile oyna- tıldı: , “Ben çiftlikten indim gittim an - nem aman,, “Doymadan civanm doymadan,, “Hekim gelsin, aygın baygm e - fem aman,, “Ölmeden civanım ölmeden!,, Fakat Sulukuleliler bu türkü - yü iyi bilmedikleri için onlar şim- di bana elleri ve çalgılariyle tem- po tutuyorlar; Etemin yanık tulu- mu ile birlikte bu türküyü yalnız Nazlı ile tirşe gözlü kız söylü - yorlardı. Ve ne de güzel söylüyorlardı. Halbuki Oo bunlar bana vaktiyle böyle iyi türküler bilmediklerini kaç defa yeminle ( söylemişler; çingenece ve türkçe birkaç kıtı « piyoz türkülerle beni atlatmak is- temişlerdi. Belki de beş vakit namazdan başka herşeyi bildiğini söyliyen köpoğlu Etem sırf bu akşam için bu güzel kıvrak türküyü bugün çadırlarda Nazlı ile Gülizara a - damakıllı geçmişti. Onlarm şimdiki bu çok güzel ahengine kemancı kör Andonla zurnacı Şahin ağa da şaştılar ve ikisi birden: — Aşkolsun, dediler, biz sanır- dık bunları, bu işlerde çok yavan amma varmış cenabetlerde kıyak şeyler! Şimdi Nazlının sesi bana eski . sinden daha tatlı, daha yanık, da- ha cana yakm geliyor; hele: “Hekim gelsin, ayırım baygın e « fem aman,, “Ölmeden civanım ölmeden!,, Mısramı söylerken baygınla - | | şan gözlerini içli içli bana dikme- si beni ezim ezim eziyordu. Bu ikinci ayı faslı da bitince Etem koca oğlana: — Yeni gelinler damatları gö-| rünce nasıl temenna ederler? — Kocakarılar hamamda na * sıl bayılırlar? Filân gibi bazı numaralar yap” tıracak oldu, Fakat, tam o sırada i karşı tarafta Tepebaşı mızıkası başladı... Ve neye başladı biliyor İ musunuz? Karmene... İşte ö zaman, Nazlı yonca dolu geniş çayırda keyifli keyifli otlar- ken uzaklardan bir kişneme duy * muş kısrak gibi kulaklarını o ta * rafa dikti, birkaç saniye öylece durdu. Sonra yüzüme bakıp sol eliyle kalbini döverek: — Bakasın ne çalar, ne çalar! Dedi. Ötekiler bundan birşey anlamadılar, Tirşe gözlü kız çok bakasın hafif bir sesle; — Ne çalacak, dedi, sizin ha * vanızı çalar! Etem lâfa karıştı: — Ona derler Frengistar hava“ s1... O hava değil mi ki şaşırtmış" tr geçen yıl bize pusulayı! Ötekiler gene birşey anlama * dılar. Bilgiçlik satmak için ke © | mancı Andon atıldı; — Bu çalınan havayı ben bili * rim, dedi, buna derler Ulah pol * kası!! Bununla iyi kasap havasi oynanır! ne indenle saz. Wi — Bu öyle pek bakkal kasap havasına benzemiyor Andon da * yı! Bu olsa olsa bizim Rast peşre" vinin alafrangası olmalı! Nazlı çok derin bir ah çekerek kalktı, hızlı hızlı yanımızdan u « zaklaştı, gitti, kendi harman yer * lerine yakın incir ağaçlarından birine yaslanarak orada yalnızcs Karmeni dinlemeğe koyuldu. O ânda gözümün önüne Şşuracıkts geçen yazın çok durgun, az ay * dınlık bir gecesinde geçirdiğimis ilk âlem ve geçen yazım sonların4 doğru kendisini lüzumsuz yer€ birkaç defa gücendirerek darılt * mış olduğum arkadaşım geldi v€ ona karşı ilk defa olarak kalpte” bir acı duydum. İçimden: — Ah, diyordum, şimdi bura * da o da olsaydı; geçen yıl bun” dan bir ay kadar sonra şuracıkt# başlayıp on on bir ay içinde dal * lana budaklana bu hale gelen #“ ilk temiz, saf maceramızın bu sğ” dalı ve mahlüt şeklini de bir gör” seydi! Emine boyuna bize soruyordu” — Nazlı abla, niçin bu kaçtr, oraya gitti? Biz de Etemle şu karşılıkla” veriyorduk: — Onun huyu öyledir. Mızı* sesi duydu muydu, gider, onu K köşede yalnız başına dinler! Etemin karısı da şunları YU” murtlayordu: — Bakmayasınız siz onun kv” surcuğuna, o birazacık meraklı dır; birazacık garipçe husludu”? birazacık mangaptuttur. Aras” esince akılcığına böyle tuhaflık lar yapar! k Reha Bey bir filozof tavriYi?,, — Kadmcağızın hali, yay şamdanberi bana biraz garP mişti, Tevekkeli değilmiş. (Devamı var).