num” BİR YARASA Yy Bir Kıza Aşık Oldu! YAZAN: x imuyra No Kulaklarımı biraz daha — bu tah - ta kulübenin yanık, çetin duvarlarına biraz daha — verdim; herşey benim düşündüğüm gibi geçiyordu. Delikan- li mavi taşı aramaktan başka hir şey için buraya gelmemişti: — Aydınlık gecelerde, diye konuşu- yordu; mavitaşın parıltısını Permos » ta mutlaka göreceğimi söylemişler - di. Hakikaten yarasalar mahzeninden eski münzevi harabesine doğru üzatı- lan bir hattın batı zaviyesinde, deni - ze düşmüş siyah bir yıldız kadar su - larda parlak (gözüküyordu. İçeriye | daldım; onu elime geçirdiğimi hisset- miştim, Fakat ayni dakikada, kulakla- rımın, suların içindeki bir sesle yırtıl. dığını işitiyordum Yukarı fırladım; bir yarasa kana- dı, müthiş çırpınmalarla başımın ü - zerinde dolaşıyordu. Mavi taş avuç - Jarımın içindeydi; sımsıkı tutuyor - dum: fakat bu yarasa çığlığında, a - deta boğulacak gibi nefesimin tıkan-| dığı hissetmiştim, Menhus sesi ku - laklarımdan uzaklaştırmak için bü - tün nefesimle (haykırmak istedim; fakat kendi kulaklarım onu hiç bir va- kit bir yarasa çığlığından farkedemi- yordu. Sadece, bu müthiş çırpınma İ- çinde suların yükseldiğini duyuyor - dum; gözlerim kapanmıştı, Kazaya uğramış delikanlı, kızıma anlattığı şeylerde bir dakika durdu: — Söyleyiniz, dedi, beni nerede bul. dvxwz? Mavi taş. herhalde avuçla - rımdan onu siz almış o olacaksınız? Mavi taş. Hakikaten mavi taş nereye gitmişti? Bunünla beraber, delikanlının pro - filinde, kızıma karşı duyduklarını da görüyordum: — Siz, dedi, bir fırtına ile'bir çiçek dalının hikâyesini biliyor musunuz? — Hayır! diye söyledi kızım: — Bir gün, ihtiyar bir adam, bir çi. “çek ül Wbrağa dikmişti, Bir fırti- na onu birdenbire koparıp bir tarafa attı. Eğer sabahleyin oyoldan geçen birisi, onu tekrar toprağa (dikmemiş olsaydı, yeniden çiçek vereceğini kim iddia edebilirdi? Bir hafta sonra, ikisini de ellerin- de birer demet çiçekle yan yana gör - düğüm zaman, dudaklarından daha zi yade bana her şeyi anlatmış oluyor- lardı: — Evet, diye konuştum, benim an - Tadığımdan dâha başka bana ne söyli- yehilirsiniz?,, »*. > “Bütün bunlar, kızımın hayatında, hikâyeselırin birinci kısmından başka bir şey değildir. İkinci kısmın nerede başladığını öğrenmek istiyorsanız bu nu derhal yapamıyacağım . Ya bizzat ben İrayatında her şeyi adım adım ts- kip etmekle beraber, hiçbir vakit bu - nun farkında olamamıştır. Şu halde, hayatında her şey, kendisini bile an- lıyamadığı bir şekilde ve hızla geçip gidiyordu. Bugün, aşağı yukarı bir sene sonra, yeniden kazazede delikanlınm hasta - lığına gelmek © mecburiyetini duyu - yorum: Bu hastalık onun hayatında birdenbire başlamıştır. Ölümden kur tulduğu gecenin daha (nihayetinde, görünmez bir şeametin peşinde dolaş- tığını hissediyordu. İkisinin de haya- tındaki esrarlı bir hikâyeyi anlatır - ken görünmez bir şeamet diyorum; tablatin içinde yaşamış ve her haki - katin başlangıcını araştırmış olan bir insanım dudaklarından bu kelimenin işitilmesi o kadar iyi bir şey değildir. Fakat benden daha ziyade bunu ken- disi söylüyordu. Ye doğrudur. Sabah- ları uyandığı dakikalarda, onu bü - yük bir hayat içinde görüyorduk. Ba- hara yetişmiş bir dal gibi gözlerinde çiçekler açıyordu; ona baktığım za - man elli yaşımı düşünmekten başka bir şey yapamazdım. Gideceğimiz hir tepeye yavaş yavaş yaklaşmak üzere idim. Bir, iki adım sonra hayatımda her şeyin biteceğini biliyordum. Hal- | du. Fakat hiç bir vakit bü hayaletleri buki, onu yirmi sekiz yaşının içinde o kadar büyük bir hızla adım alırken görüyordum ki/hayatımdaki ölüm tepe si fersahlarca uzakta görünüyorduFa kat her şeyin saatten saate değişti « .6 yili gini de söylemeliyim. Sabahleyin bir-| denbire yeşeriyor, büyüyor o yaprak çiçek ve yemiş veriyor, sonra birden - bire bir kış rüzgârı karşısında ölü» me doğru koştuğunu görüyordum- Hakikaten, hayatında bunu şiddetle hissettiğimi itiraf ederim. o Güneşin dünya yüzünden çekildiği her dakika, onun da hayatından görünmez bir parça gider gibi oluyordu. Şu halde, hayatına hükmeden gizli birisi var - dı. Bu görünmez hâkimi, bütün gay - retime rağmen, hiç bir vakit onun ha- yalından uzaklaştıramamışımdır. Bu kimdi?.Çok kereler onu karşıma aldı- ğım zaman, bütün hayaletleri birer bi rer soruyordum. Gözlerine karaltılar, yahut gece içerisinde (hareket eden cisimler gibi bir şeyler görünüyor - bana izah edememiştir. Sadece, yü- zünde her şeyi anlıyordum: O kadar sarı ve müthiş bir ölüm rengi alıyor - du ki, onü görmüş olsaydımız bahçe > lik içerisinde ayaklı bir ölümden fark edemiyetektiniz!,, “Zannedersem, yavaş yavaş kazaya uğramış delikanlının size anlatmak istediğim müthiş âkibetine geliyorum. İki ay kadar evvel bir gece yarısnı epey geçiyordu. Artık, onu kendi ken- dine bırakmıştık. Hiç bir insan elinin onu tedavi icin ulaşamıyacağı garip bir his cüzamlısı gibi, aramızda öyle yaşıyordu. Ona dokunamıyorduk; va kit vakit, sesinin (o hurıltısını, bir kuş çığlığından daha başka türlü işitme - mişiktir. Eğer Permos omanastırının eski bekçisini dinlemek lâzımgelirse, iki kolunun iki tarafımda birer kanat hayaleti vardı. Permos o manastırını gece birdenbire bastırdığı zuman, bah- çenin içerisinde bu (kanatlar âdeta hissediliyordu ; bekçi bunu daima iddi a etmiştir. Kapıdan daha görünür gö- rTünmez, bu > kanatları iki tarafında hissetdiyorum. derdi, Belki de, karan- *k gece içerisinde onun kollarından başka hatcwet öden bir ' şey yoktu. Fakat bize, aramızdan çekilerek baş- ka birtakım kaideler içinde yaşıyan garip bir adam geliyordu. Bugün, söylemek istediğim gece içerisinde ka. pımın hızla ardına kadar açıldığın - dan başka birşey hatırlamıyorum. Kı- zımı, birdenbire kapıda gördüğüm va- kit, beklediğim bir ( âkibetlen başka bir şey düşünmemiştim : — Nasıl, dedim, yoksa ölüyor mu? Kendini koltuğa birdenbire bıraktı: — Hayır, dedi, fakat ortada vok. Bunu, ölümünden daha müthiş bir hakikatle söylüyordu. Bir Odakika, kapalı pencerelerin arkasından, iki ta | rafındaki kanat (o hayaletlerini yavaş yavaş oynatarak, odamın içerisine ge- leceğini düşündüm; masamın üzerin- de, boğuk kuş hırıltılariyle bana bir şeyler söyliyecek, yahut orada çırpı - nacaktı. Masanım gözlerini çektim; evimin içinde bir yarasadan daha fark siz dolaşan bu ölüm hayaletini yok etmekten başka bir şey düşünmüyor- dum. Yavaş yavaş yürüdüm; hal ika- ten yatağı boş ve açık duruyordu. Yor ganlar ayak uclarına toplanmıştı. Bu bozulmamış yatağın büyük sırrına dik kat etmekten kendimi alamadığını iti- raf ederim: Yatağa yirilmişti. Fukat yatakta e kadar karmakarışık bir sü- künet vardı ki, birisinin burada da - kikalarea can çekiştiğini iddia edehi - lirdim, İki tarafma o dönmüş, e birisiyle gırtlak gırt'ağa boğuşmuştu. Kulaklarımı, yavas yavaş bu yatağın gizli hareketlerine vermekten kendi- | mi alamadım. Garip bir takım hırıl - lar duyuluyordu. Yatağı altüst ettim; | bir tarafa gizlenmiş bir âletin hissimi aldatmak istediğine hükmediyordum; fakat hiç bir şey yoktu. o Pencereye koştum; kapalı camlar, odanın içe - risinde bir kaya gibi sükünet içindey- di Sürmeledi çekti; nihayet tarafta, bahçenin uzak köşelerinde, aydınlık bir ay Savtı altında kanat çırmışla - rından başka bir şey gözükmüyordu. Ve yarasalar, ansızın, o kadar delice bir çığlıkla uçuşmaya başladılar ki, odanın içerisinde birdenbire titredi - ğimi hissettim; pencereleri kapamış - tam... (Devamı var) HABER — Akşam Postası AĞUSTOS - — 195 ÇiNGENELER ARASINDA No58 Hey gidi Nazlıcık hey! ii dır ben görmiyeli ne kadar değiş-| miş, ne şekillere girmişti. Kendi < sini yüşünden daha uzaktan seçtim, Başmda kapkara bir baş örtüsü, sırtında düz kanarya sa - rısı bir cepken, cepkenin altında düz mor bir şalvar vardı. Gülizar ise bugün büsbütün başka bir bi - çimde giyinmiş, bugünkü kılığı i- le âdeta kendisini tanınmaz bir şekle koymuştu. Gülizarın bugün- kü kılığı tıpkı geçen yıl İstanbula gelmiş olan Romanyalı göçebe çin gene karılarının zarif kıyafetleri» ne benziyordu. Başında ipek gibi pırıl pırıl ya- nan alaca satrançlı başörtüsünün ön uçlarını kulaklarının arkasın - dan geriye atmış, oüzeri yer yer nakışlı beyaz cepkenine bir buluz süsü vermiş, sonra şalvarının ön tarafına gene üzeri yer yer resim» li bir beyaz önlüğü prostelâ gibi geçirmişti ve ayaklarında alçak ökçeli, yüzleri kurşuni keten ince iskarpinleri vardı. Yanlarındaki orta yaşlı kadını (o tanıyamadım. Sonradan öğrendiğime göre bu - nun adı Binnazmış; oAvas köyü taraflarından bunlara misafir gel- mişmiş; onun da kılığı kıyafeti ol dukça düzgündü. İncirlerin altın- dan doğru Etem önde, onlar arka- da fıstıki makamla bize doğru ge- liyorlardı. Nazlının halinde gene o eski çekingenlik, Gülizarda ge - ne o atılganlık hali vardı. Kafile bize 'doğru yaklaştıkça Etem iki adımda bir geriye dönü- yor, onlara birşeyler söylüyor ve galiba: ; — Misafirlere karşı şöyle dav- ranın, böyle selâmlayın! Gibi onlara talimatlar vreiyor * kadar dikkat ve o kadar ilgi ile süzüyordu ki nerede ise: — A. A.. Hele şunlara bakın a dostlar, bunları ben şimdi tefe koyar da çifte telli diye çalarım! Diye bağıracaktı. Lâkin biraz önce benden yemiş olduğu zılgıt- lardan korkuyordu. Etem köpoğlusu da yanındaki- lere gerçekten iyi talimat vermiş, onları iyi hazırlamıştı. Bize yaklaştıkları zaman ka- dınlar gülümsiyerek Etemin ileri» sine geçtiği ve Etemin: — Ha bakayım, göreyim sizi, mahcuplatmayın beni; pacala mi- safireski itibar kerdan; romanes canel, kadamanoş, todiya kardeş hanımcasına! (Koşun, misafirlere itibar göste! rin;onları çingenece karşılamayı o kardeşlerinizi hanımcasına se - lâmlayın!) diye verdiği son ku » manda ile yerlere kadar eğilip he- pimizi birden selâmladıktan son- ra önde Gülizar olmak üzere Naz- lı ve orta yaşlı kadın hemen bizim hanendelerle çengilerin boyunla- rına atılıp: ğ — Hoş geldiniz, safalar geldi - niz, bizleri hoşlandırdınız, aya - cıklarınız kademli olsun! Hayattan alınmış hakiki bir macera Yazan: Osman Cemal Kaygısız Tevekkeli dememişler: Kırk yılık şap olur mu şeker? Cinsi tenekeli cinsine çeker! Çakır Emineden başkası gülme- den katılarak: — Hoş bulduk, safa bulduk, to- di kardeşler, nasılsınız bakalım, iyi misiniz, hoş musunuz! — İyiyiz, boşuz; sizi görünces' daha kıyak hoşlaştık! Berikilerden Seher, alay ede - rek: — Biz de sizinle işte koyunla kuzu toslaştık! | Orta yaşlı göçebe kadın Râna - ya: — Nedir senin güzel adın be - nim esmer çakırım, bağışlayrver bakalım o güzel adını bana! — Benim adım Ziynet! — Hay ziynetin çok, devletin bol olsun, benim İstanbullu, nazik todi hanım kardeşim! (Bu sefer Rânaya dönerek) Ya senin adın nedir benim esmer çakırım! — Benim adım da Râna! — Hay tarhana gibi aziz olasm benim İstanbullu, nazik, nazenin, esmer çakırım! — Tarhane değil akı! Tarhane değil, yanlış söyledin! — Tarhana olmasm da erişte ve ç DunvaTIN Yeprcıği ği değil mi? (Bü sefer Emineye dö- nerek:) Ya senin adın nedir, be - nim esmer çakırıma benziyen şehlâ gözlü civan kız? Emine yarı alaylı, yarı suratlı: — Benim adım yedi belâ... — Hay yaşıyasm o güzel adın- la benim yedi belâ, gözleri şehlâ civan kızım! (Hemen koynundan fal çıkımını çıkarıp açarak) Ha a - tasmız bunun içine birer patakoz da bakayim sizin şuracıkta birer kokorozlu falınıza... Biz hep birden kahkahayı salı- verirken Etem birden köpürdü: sen be, ne yaparsı Çakır Emine gülerek: — Elbette... Olacağı bu idi.. Tevekkeli dememişler: Kırk yil - lik şap olur mu şeker? Cinsi tene-! keli cinsine çeker! Gülizar fena halde mahçup o - lup içerliyerek: — Deme öyle baygm gözlü kardeşim; kadın yapar size br çe- şit şaka... Orta yaşlı kadın: — Kırdıksa yüreciğinizi bağış- layın bizim kusurumuzu köylülü-! ğümüze... Biz değiliz sizin gibi İş-! tanbul nazikleri ki yol erkân bi - lelim! Şimdiye kadar hiç lâfa karış - miyan Seher kendi arkadaşları » na: — Uzatmıyalım da boş lâfları, muhabbete bakalım ayol... Biz bu- raya geldik keriz etmeğe... Nazlı boynunu bükerek Eteme döner: — Vermiyelim bir rahatsızlık kimseciklere... Te geldik, yaptık hoş geldiniz, buldu âdet yerini... : Buyursunlar bize izin, kalkalım, kalsınlar onlar rahatçasma!,. Seher: — Ne kalkacaksın akı, sizi bu- radan kovan mı var? Oturun ba - kalım, haydi, karışın cümbüşe... İsterseniz biz çalalım, siz oyna * yın! Nazlı Emineyi süzerek: — Bu kızın bakışı, duruşu, lâf- ları dokunur birazacık bize de! Emine birden hiddetlendi ve birden parlayıp ayağa fırladı! Bir elini kalçasına koyup: — Ben ne yaptım size şalvarf bilmem neliler? Yoksa ensenize kazık mı soktum? İşte o zaman sabredemedim, ben de fırladım; o güzel Çakır E- minenin, şehlâ olan gözünün ta - rafındaki yanağına elimin tersiyle tokatı yapıştırdım: — Haltetme, ya insan gibi otu” racaksan otur, ya defolup git bu - radan... Emine bağırarak caddeyi tu * tarken peşisra Reha Beyle birlik * te ötekiler de kalktılar. Onu yol - dan zorla çevirip getirdiler bir ke" nara oturttular, Bu aralık Etemin takımı da mahçubiyetten, telâş - e AL Fakat bırakmadım: — Siz oturun yerinizde, hiç kı" mıldamayın; ben size misafir gel dim, onlar değil; onlardan istiyen kalkar, gider, istiyen oturur. Etem birden kendini topladı!” — Emriniz nasıl frrlarsa ağzı “ nızdan... Biz ona deriz emir emir” dir. İlle velâkin isteriz olmasın bir tatsızlık... (Emineyi göstere * rek) O da mevlânın yarattığı bir kızcağız, (Gülizarla Nazlıyı gös * ererek) bunlar da... Ne var, tepi” şecek böyle boştan yere... Benli Lâtif Bey, bir kenard# hıçkıra hıçkıra (o ağlamakta olaf Emineyi bana işmarlıyarak onu” yanma sokuldu; — elleriyle onu” başını okşıyarak: — Gel, dedi, gel benim çak" Eminem, gel benim şehlâ Emi” nem, gel benim lavanta çiçeği k© kulu Eminem, gel benim katır ti” nağmdan daha Nazlı Eminem» Azarladılar mı seni, hırpaladıla” mı seni, dövdüler mi seni? Ki” dövdü bakayım, söyle bana; söyle bana da ben de onu döveyim...S€” sus, sen ağlama... (Ve Gülizar! Nazlıyı şakadan işmarlıyarak*) Böyle harmancı çingeneler sa”* düzünelerle feda olsun! Onl#” kim, sen kim? Onların hiç biri * nin eline su dökemez... Bu sefer baktım Nazlının gö? leri dolu dolu olmaya başlama#” mı? Ve bunu gören Gülizar b8 * smdaki beyaz, bürümcük başö” ” tüsü ile Nazlının gözyaşlarımı ** meğe kalkmasın mı: — Sus sen, Nazlı abla, hastasın, zati sen dertlisin. sen içlisin, zati sen yüreciği Y# nıksin, zati sen mangaptutsun * Reha Bey derin bir of çekiP a | sa top sakalını sıvazlıyarak: (Devamı var),