İl” BİR YARASA Bir Kıza Aşık Oldu! YAZAN: “Yirmi beş sene evvel karısını bir - denbire kaybeden bir İnsan için, ümit ederim ki bir kız çocuğun One demek olduğunu bileceksiniz, lik dakikalar - da bunu hissetmiyor muydum? Karım gençti. Onunla beraber geçirdiğimiz birçok dakikalar. Hem de nasıl.. on - ları hatırlıyorum. Hiç bir vakit ölece- ği bir dakika değildi. Çünkü, koşu İ- çin hazırlanan bir kısrak gibi bilekle- ri henüz daha yeni (o terliyordu. Bu kemikleri bir dakika kıracak olsay - dınız içerlerinde bir süt usaresinden başka bir şey bulamıyacaktınız. Fa - kat, felâketleri unutmak, bilirsiniz ki yapabileceğimiz en (büyük oyundur. Bir nekahat, yahut akan bir su gibi unutmak... Bunu © yapıyordum. Ve her şeyden evvel, Permos manastırı- nm çözmek istediğim bir sırrı yardı. Bütün bu dakilarda, kızım için ne düşünüyordum? Tabiatin içinde onu bir hayvan gibi yetiştirmekten başka bir şey beni alâkadar etmiyordu. Buçgtin bir hayvan gibi diyorum,kendi sini toprak yahut bir ilim yaprağının arkasına bırakmış bir insan © için bu en tabii bir seydir. Bir dakika, Ruso- | nun “Emili,ini hatırlayınız. Eğer Ru- 80 ortaya bir “Emil, çıkardıysa, ha- yatında hiç bir vakit bir çocuk tadı tatmamış olan Rusonun elinden, böy Je hir Robensonu ortaya (koymaktan baska'ne gelehilirdi? - Sadece, Rusw, bize bir nümune vermiştir >ve tabiatin içinde yetişecek bir ihsan çocuğunun bütün tehlikelere © karşı, en büyük muafiyet ağılariyle aşılanmış olaca - ğını ileriye sürmüştür, Hakikaten, yapmak için kendi elle- rine bıraktığım hayatını, kuş sesleri - nin arasında böcekler ve yapraklar - Ta beraber bir “Emil, kadar serbest geşirdi. Daha on yaşma geldiği vakit, bah - çenin nihâyetisde, o küçük bir odada kendi kendine yaşadığı (dakikaları hatırlıyorum: Ağaç yaprakları ara - sında denizle beraber (o öten, yahut Permos manastırının kuşları, ona ta-| biati öğreniyorlardı. Bu seslere bayı - Tırdı. Nitekim en ağır hasta olduğu dakikalarda, hayatının en yakm ar - kadaşı olan bu sesleri odasının etrafın da işitiyorsunuz; orada dolaşıyorlar, Kulaklarını daima ağaç yapraklarına vermiş bir İnsan icin, vahsi bile olsa, bu se:jerin delicesine söylemek is - tedikleri hikâyeyi hakikaten dinle - menizi isterim. Eğer, onu bir teşrih masasına ya - tarmak lâzımgelse, bütün bu seslerin bir su kadar hafif olarak onun içeri - sine dolduğunu göreceksiniz. Bana ge- linee, kendisini bir tabiat liboratuva- rma vermiş bir adamdan, bu hareke - tinden daha başka bir şey beklenebi - Tir mizdi? Kaldı ki, doğrudan doğru- ya kızım, büyük bir zevk aliyordu; ve küçük lâboratuvarda benimle be - raber kuş müstehaseleri, yahut Per- mos manastırının vahşi yarasa kuşla. ri üzerinde çalıştığı günler, hayatının en zevkli dakikalarmı duyuyordu. ... “Hikâyemin burasında size anlat - mak istediğim şeyler için hakiki bir dönüm noktasına geldiğimi hissedi - yorum; ve bir dakika için, 928 yılının Prama açıklarındaki deniz kazasını hatırlamanızı istiyeceğim: Şimdiye kadar Permos manastırı - nın kurafeli hayatını dinlemiş olan - ların bu Kazaları sik sık işittiklerini bilirsiniz. Nitekim yedinci Androni «- kos zamanındaki bir fırtına Okazası, tarihin Permosta (kaydettiği deniz kazalarının en büyüklerinden biri - siydi. Andronikosun Romaya gönderdiği altın hediyeler, 266 tayfayla beraber Permosun müthiş kayalıklarında par- ça parça olmuştu; gemide, Bizansın en güzel kadınlarından 27 kadın var- dı; ve genç bir kaptan, Andronikosun papaya hediye ettiği kıymetli bir Incil | kitabını taşıyordu. Bugün, Andronikosun bir / fırtına! gecesinde parçalanmış gemilerinin | Permosta kazaya uğradığı kayalık. lart.gezmek istiyenler, bu kayalıkla - | ie Kenan Hulüsi Ne. 4 rın garp tarafına doğru, manastırın hemen bittiği yerde büyük. bir deniz feneri harabesine o rastgeleceklerdir. Bu fenerin yosun dolu ve ıslak ko - vuklarına tünemiş kuşlardan başka orada görülecek bir şey yoktur, Fa - kat, Bizans tarih yazarının Ayasofya- dan aşırılmış kitabında (o Andronikos hazinesinin bulunduğu yeri bu fener harabesinden dahabaşka hiç bir işaret de tayin edemez. Andronikos tarafından papaya he- diye edilen altın hazine arasındaki “Mavi taşı,ın hikâyesi de bu kayalıkta rım arasında başlamıştır. Bin seneye yakın bir zamandanberi — sularda kaybolduğu tarihten iti - baren bu taşı hiç kimsenin eline ge - çirdiğini zannetmiyorum. Paris büyük pırlanta pazarlarının o kataloğlarını karıştıracak olanlar, oAmdronikosun mavi taşına ait izahatın yan tarafını bir işaretle boş bırakılmış görecek - lerdir. Bunünla beraber, 1500 ile 1700 ara - sında, birinci Lord Salsburi oahfadı #iinde bir mavi taşm (dolaştığını da işitmişsinizdir. Bu taş, iki yüz sene | kadar, Andronikosun o papaya hediye | ailesinin en kıymetli (O bir mücevheri olarak saklanıyordu. Fakat bir gün, papa dokuzuncu Klemanın eline geç- miş tarih kitabından sonra, bu taşm birdenbire gözden kaybolduğu görü- lür. Papa dokuzuncu Kleman, “eski Ar. sivler kolleksiyonu,, ismini verdiği bir makalede, bü taşın bütün #ncelikleri- ni meydana koymuştu: 'Taşın üzerin- de okadar ehemmiyete lâyık bir şey yoktu; fakat güneşe tutulduğu tak - dirde, taşm nısıf kutrundan iki mili - metre bir mesafede siyah bir yıldız gözüküyordu. Halbaki Lord Salsburi ailesinin etindeki mayi tayta böyle bir işaretin bulunmadığını söylerler, Bugün Permosun efsanelerine i - nanmış olanları dinliyecek olursanız, Permostaki bütün şeametin bu taştan ileri geldiğini iddin edeceklerdir. Yalan!, Kat'iyyen! Eğer Permosta bir sır ve bir şeamet varsa, bunu hiç bir vakit mavi taşta aramamalıdır.Sa- dece mavi taşım Üzerinde, onu arıyan- ların kulaklarına gelen seslerle bir hayalet karaltısı, mavi taşta her şeyi değiştirmiştir. Fakat bu hayalete rağ- men, gecenin herhangi bir dakikasın- da, Permos mahastırınm küçük tepesi ne çıkacak olanlar, taş kovukların a - raşına çekilmiş bir kayık gölgesinin, beyaz bir su buharı gibi, orada kımıl- dadığını göreceklerdir. Andronikos hazinesini o ele geçir - mek için çalışan bu balıkçı kayıkları - nın müthiş âkibetini, hiçbir vakit ma- vi taşta aramayınız. Onları en yakın bir vaka gibi hatırladığım vakit, bir ruh kadar suların üzerinde titrek gezen hareketlerini görür gibi oluyo - rum! Permos sularını, zerrece ür - kütmek istemiyen bir hafiflikle, âde - fu su İeçrisinde kayan bir balık gibi, oraya yavaş yavaş sokuluyorlar. Ne - reye gidiyorlar? Kulenin penceresinde onları takip edemiyorum. Bir dakika kürek ses - leri kesiliyor. Sonra ânide, bu kürek- lerin hızla çekildiklerini / işitiyorum. Sular genişliyor; ve bir rüzgür tema- sı gibi bu suların genişlemesini kal - bimin üzerinde hissediyorum. Fakat her şey o kadar süratle geçiyor ki on- | ları yeniden kaybeder gibi oluyorum. Ve çok kereler, bütün (o bunların bir fırtına içerisinde geçtiğini de itiraf ederim; âdeta, Permos o körfezindeki mavi taşı, bizzat tabiat muhafaza et- mek istiyordu. Nitekim, Permos kör- fezini, boşalan bir yağmur ve fırtma dakikalardan sonra (sabaha karşı dinlediğim vakit, bir insan çığlığının | Prama kasabasına doğru yavaş yavaş! ürperdiğini işitişimdir. Urtesi sabah, Pramanın içine yolladığım bir uşak, Permos kenarlarında balık tutmak is: tiyen bir balıkçının, daima ( çıldırma haberinden başka bir şey Ki , (Devamı var), HABER — 2iem Postan No56 ÇiNGENELER ARASINDA Hayattan alınmış hakiki bir macera Yazan: Osman Cemal Kaygısız ” AĞUSTOS - — 1935 Emine bağırıp el çırparken hep- sinden fazla neşeli görünüyor; eler selena fazla gülüyordu... Tefrikamızda adı geçen ve bir za manlar miami en sake gur ettiği mavi taş diye, oLord Salsburi | nacısı olup şimdi yetmiş yaşında, gözleri alil olarak dolaşan zurnacı Şahin ile torunları Nigâr ve Yaşar — Gene Sulukuleden bir utçu,7 karışır da bu kokular akşamın ha» Salma Tomruktan bir Ermeni lav- tacı, sonra gene Sulukuleden bir iki de kadın falan filân... Mıstının bu sözleri şimdi hiç de iyi kaçmamıştı. Vakıâ yazın meh- taplı bir gecesinde Kazıklı bağ gi- bi çok güzel bir yerde çalgı, çengi ile bir.âlem yapmak hiç de fena değildi; gel gelelim, ben bu öle - ki da kal- Ta a sönleğii UR) Reha Beyle gelecek kadınların i- çinde belki Seher, Zeyint, Çakır Râna, belki de kardeşi Çakır E - mine filân da vardı. Halbuki bi - raz ötedeki çadırların yanında Nazlı, Gülizar şimdi dört gözle beni bekliyorlardı. Tabii akşam - üstü cümbüş başlayınca patırdıyı duyup onlar da buraya gelecek - ler; beni Seherle, Ziynetle, Râna ile, hele Çakır Emine ile seuli benli görünce belki de (ötekiler bunlarla saç saça baş başa gele - ceklerdi. Ben böyle düşünerek kalktım ve Mıstına: — Akşama, gene gelirim! Diyip eve yollandım... — Akşam gene gelirim! Diyip oradan uzakleştım; artık sevinçten, meraktan, bhayretten heyecandan, sinirden içim içime sığmaz bir halde tıpkı rastgele a - anl kapılmış, dümeni tutmaz bir sandal gibi engin kırlara doğ - ru yollandım. İçimden: — Aşkolsun sana Reha Bey, aş- kolsun sana koskoza agucuk be- bek! diyordum. Anlaşıldı ki sen bana Topçularda da rahat vermi- yecek; şimdiden sonra tayfanı, grpunu, takımını taklavatını top- layıp her gün buralara damlıya - cak; altı ay kış Balatta, Ayvansa- rayda, Fenerde, Ga'atada yaptığı»! mrz o sulu akşam âlemlerini şimdi! de yaz akşamları bizim buralar - da bize tekrarlatacaksım! Siz, akşamları, hele yaz akşam- ları bu Topçular denilen yerin, ta- bit güzelliklerini hiç gördünüz mü? Biraz Çamlıcaya, biraz Ya - kacığa benziyen bizim Topcular - da böyle yaz akşamlarmda arpa, yulaf, buğday, yonca, gelincik, ki- raz, kayısı, armut, böğürtlen, de- vedikeni kokuları biribirlerine | fif meltemleriyle insanın ciğerine öyle esiri mahlâl şeklinde dolar ki orada yaz akşamları bu hava i- çinde ciğerlerini banyo ettirenler, kendilerini âdeta içinden binbir nebati koku fışkıran ve hiç dur - madan işliyen renksiz bir vasıtilâ- törün karşısında zanneder, Sonra buna oradaki eşsiz panoramanımn emsalsiz güzelliği ile bir iki kadeh “ÇIK OZON usaresiin Kuzanda Çır te kavrulmuş ve çifte çekilmişini de ilâve edecek olursanız düşünün artık orada sürülecek keyfin da » niskasını... Hele ortada üstelik bir de tmgırtı (çalgı) olursa... O, uçsuz bucaksız kırları akşa - ma kadar dümensiz, rotasız alabil diğime dolaştıktan sonra bir de akşam güneş batasıya kadar Ka - zıklı bağa geldim ki takım tamam dı, hem de umduğumdan fazla tas tamam... Başta Reha Bey olmak üzre mü- hendis İzzet, Benli Lâtif Beyler; Tornavida Hasan, Sulukuleli ke - mani kör Andon, tanımadığım bir utçu, bir İavtacı, zurnacı Şahin a- ğa ve onun küçük nâracısı civelek Salih... Sonra... Sonra daha kim- ler vardı orada? Bilin bakayım! Bilemediniz mi, öyleyse ben söy- liyeyim: Ziynet, Seher, Çakır Râna, Ça- kır Emine! Ahenk çoktan başlamış; kıvrak birşey çalınıp söyleniyordu. Cemaat, koltuğumda kemanım- la beni daha uzaktan görünce el çırparak kameti kaldırdılar; Re- ha Bey yüksek sesle haykırdı: — Bir Hoca Alim var, her ki - me? Ötekiler hep birden el çırpa - rak: — İrfan Beyin başına! Alaala- | heeceey! Emine bağırıp el cırparken hep- sinden fazla neşeli görünüyor; hepsinden fazla gülüyordu. Kazıklı bağ denilen kahve bah-| çesinin etrafını yüze yakın seyirci! kuşatmış, bu hali seyrediyordu. Daha oraya çökmeden ilk işim gözlerimle bu seyircilerin arasın: | da Nazlıyı, Gülizarı, Etemi ara - İ mak oldu. Fakat bunların hiçbiri orada yoktu. Yalnız bunlarm Da kımından bir iki tanımadığım ka» dınla birkaç tanıdığım şopar se * yircilerin arasında sırıtıyorlardı. Bu şoparlardan biri beni görür görmez tanıdı ve yanındaki küçük bir kızın kulağına birşeyler söy * liyerek cena beni gösterdi. Reha Bey: — İşte, dedi, biz adamı böyle bastırır, böyle fenersiz yakalarız. Siz bizi Cibalilerde, Balatlarda terkedip kaçtınız amma, biz de iş- te böyle sizi Topçularda yakala * Tiz, Sonra yanmda oturan ve e ak - şam ilk defa gördüğüm çok yakı « şıklı ve şık bir genci göstererek: — Bey yabancı değil, o da biz - den... Yani o da bizimkileri çok sevenlerden Feridun Bey! Lâkin darılmayın amma, siz bizden de- ğilsiniz nuruaynim... Sizinkiler başka... (Bahçenin etrafından bi- zi seyretmekte olan harmancı 40 parları göstererek) Sizinkiler, işte nah, karşıdan bizi seyrediyorlar. Reha Beyin bu sözleri üzerine mecliste bir kahkahadır koptu ve bu kahkahaların içinde en çek şaklıyanı Çakır Eminenin kahka- haları oldu. Terdun Dey sordu: — Yanaa?.. Demek bey karde * şimiz hiç su katılmamış halis çi - ganları daha çok seviyorlar! $ Reha bey alaya boğarak: — Artık o mu onları çok sevi * yor, yoksa onlar mı onu Allah bi - lir! Çakır Emine bu lâfları duyur- ca manidar bir bakışla beni süz * dü, Reha Beyin bu akşam neşesi * ne ölçü yoktu; boyuna söylüyor, gülüyor; etrafındakileri de gülme den katıltıyordu. Bir aralık kemancı kör Andona takıldı: — Ulan, haydi, dedi, zurna€i Yakomu halis Litrozlu çingene; kemençeci İstavri, kemençeci Ps” nayot, kemençeci Yanako da halis Vidoslu çingene... Ya sen, sen ha“ lis muhlis Karamanlı bakkslsrn, sen ne diye bunları içine katıldı” bakayım! Kör Andon sırıtarak: — Yok, dedi, Reha bey babs * cığım, ben evvelâ bizzat Garâ&” manlı değilim... Benim baba” Nevşehirden, anam da İncesuda”" — Peki, anladık! Ne diye ber” ların içine katıldın? Andon, babasının Sulukuled€ bakkallığını, kendisinin orada de ğup büyüdüğünü ve orada kem” na heves ettiğini sonra anası b3” bası ölüp de kimsesiz kalınca alış tığı o güezlim yerden ayrılamad” | ğını ve böylelikel tam bir keri olduğunu anlattı, Bu aralık harman yerinden doğ ru koşa koşa gelen hampurcu pr oğlan bana yaklaştı, kulağıma *” kuldu: i — Ablam, dedi, sorar keyfini” bekler sizi elinde tepsi ilen 84 . ğacın altında! — Ablan kim senin? — Gülizar! (Devamı va” j