Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
SAA Ce p BÜ Ü DENıZ ROMANı Şahln Yavrusu Yazan: Kadircan KAFLI No. 59 l Zavallı kız korsanlara yalvarıyor, kurtulmıya çalışıyordu * Fakat bu kadar insan yalan mı söylüyorlardı?... Aşk işte böyledir?... İnsanı deli eder ve her şeyi yap- Yavuz, pala bıyıklarını avuçla- dı: — Kara Yusuf, bunlar doğru “u söylüyorlar?... -En öndeki leventler söze karış- u — Elbet doğru — söylüyoruz... Yalan mt söylüyoruz?... Şimdi siz de görürsünüz, kadın mıdır, — kız mıdır, ne Allahın belâsıdır?... Kara Yusuf sararmıştı. Yııı:ıl:ığıl kabahatin büyüklüğünü şimdi çok kuvvetle kavrıyordu. Fakat sev- gilisine karşı yapılan hakarete de dayanamadı: — Sus!... Ona bir şey söyleme- ğe hakkın yok!... — Hah hah hah!... Bir de bizi paylamağa kalkışıyor... Nereden aldın o kaltağı?... Kara Yusuf kılıcına davrandı: — Sus diyorum sana!... Küçük- Hüseyinle arkadaşları onu hâlâ hayretle — süzüyorlardı. Deli Mehmed en önde duran le - vende: — Yeter artık!... Anlaşıldı!... Dedi ve Kara Yusufun kılıcına şiden elini tuttu. Korsan mırıldandı: — Onu getirmeğe gittiler, şim- di gelir!... — Ona kimse ilişemez, onun ya nımna kimse giremez!... Diye bağırdı. Kılıcını çekerek kamarasına doğru fırlamak, ora- ya gidenleri içeri sokmamak isti- yordu. Fakat Deli Mehmedle Yavuzun elleri, onun kollarını sımsıkı tut- muştu: ; — Kara Yswsuf, kendine gel!... Her şeyin bir nizamı var!... Onun tarafından çıkacak olan bir tek kişi yoktu. - Hepsinin de kafalarma şu ka - naat yerleşmişti: Bugünkü felâketlerin müsebbi- bi, hep gemide bir kadının bulun- masıdır. Bu kadını getiren Kara Yusuf, cezasımı görmelidir. Halbuki zavallı genç adam Stel lâyı ne kadar sevmişti? Onu bir türlü Avlonyada bırakmaya kıya- mamıştı. Satm aldığı günün ge- cesi bir sandalcıya bol para ve- rerek onu geminin — yanıbaşına, kendi kamara penceresinin dibine getirtmişti. Oradan da bir iple . İçeride bir kızın bulunduğunu " başkalarının anlıyacağını hiç ak- lma getirmemişti. Eğer onu bir an evvel İnebahtıya götürebilir ve o- rada yerleştirirse, — dünyanın en 4 mesud adamı olacaktı. Kara Yusuf yerinde duramıyor: — Ona kimse ilişemez!... Bıra- kın beni!... Diye arkadaşlarımı sarsıyor, ba- zı çıkışıyor, bazı yalvarıyordu. Bu aralık üç dört kişi, araların- daki simsiyah bir hayaleti sürük- liyerek yaklastılar. Siyah bir örtüye bürünen ince bir genç hkız vücudu soluya soluya cirpınıyor, yalvariyor. fakat kuv- ve'li kollardan kurtulamıyordu. Kara Yusufla karşılaşmca ikisi den rahatsız olsunl.. de birbirlerine koştular: Lâkin A- yı Mustafa onların arayerine gir- di: — Yasak!... Diye bağırdı... Korsanlar homurdanıyorlardı: — Bunun için döğüşmek iste - miyordu!... — Gloryayı kovalar ve yaka - lardık; zaten yan yatmıştı. Reisin aklını çelen hep budur!. — Alçak!... — Asmalı!... — Bizi bu hale soktu. — Kara Yusuf da, bu kaltak da asılmalıdır... Onların yüzünden kırılan direklere asılmalı!... Deli Mehmed gür bir sesle hay- kırdı: — Arkadaşlar, acele etmiye - lim!... Size hak veriyorum, fakat ceza vermek için reisin uyanma - sını beklemelidir!... — Reisin yaralanmasına, bu hale gelmesine sebeb olan da bu- dur... Küçük Hüseyin reise habher vermek için gitti. Fakat o pek dalgındı. Birkaç defa dokunduğu halde uyanmadı. Geri geldi: — Reis çok yorgun, uyandır- amadım !... Korsanlardan biri atıldı: — Reisi ne diye uyandıralım... Gemiye kadın sokana ne ceza ve- rileceğini çocuklar bile bilir... Ne Herkes ayni söz üzerinde bırleş miş gibiydi. Ay doğdu ve denizle beraber. geminin güvertesi de biraz aydın- landı. Korsanlar yerlerinde duramı - yorlardı: — Asmalıyız, şimdi asmalıyız! İkisini de asmalıyız!... Kılıçlarmı çektiler. Kara Yusufla genç kızm üzeri- ne saldırdılar. Deli Mehmed, Yavuz, Tosun ve Küçük Hüseyin de kılıçlarını çek- mişler ve leventlerin önüne geç- mişlerdi. Kara Yusufla genç kız kucak kucağa idiler. Genç kız sevgilisinin boynuna — dolanmış, hmçkıra hınçkıra ağlıyordu. Deli Mehmedle arkadaşları on- larla korsanların arasına çelikten bir duvar örmüşlerdi. Bu dört elebaşı Kara Yusufun bu hatasına fena halde kızmışlar- dı. Fakat Ali Reisin haberi olmak- sızın hiç bir şeyin yapılmaması lâzımdı. Sonra reislerine ne diye- ceklerdi?... Yeni doğan ay aydınlığında yüz kadar korsanın — azgın birer canavar gibi hücuma hazırlandık- ları görülüyordu. Deli Mehmed bağırıyordu: — Bekliyeceksiniz!... Sizin bu yaptığınız da yasayı çiğnemektir. Son söz reisindir!... Lâkin korsanlar bir türlü yatış- mıyorlardı. Boydanboya yüzünün yarısı sa - rılı olan bir korsan, sargısını bir hamlede çekti. Hâlâ kan sızan yarasını göstererek haykırdı: — Biz bekliyemeyiz!... Kendi - mizin de, reisin de bu ha'e gelme- mize sebeb olan — bü alçak herif şimdi asılmalıdır!... / şeyler yedi.) (Devamı var) [lngılızce derslen '| Müellifi ömerRıza Bir demir yolculuğuna çıktı- ğınız zaman bir müddet yol al- dıktan sonra, mutlaka bir yerde mola verir, bir yere uğrar, durur- suhuz. Şayed bir trenden bir tre- ne aktarma yapacaksanız, bunu ancak bir istasyonda — yapmak Çünkü hatlar an- cak istasyonlarda birleşir ve o- radan ayrılır. Fakat hatların bu gibi buluş- ma noktaları da ayni derecede mümkündür. mühim değildir. Bazı yerlerde bir, iki, üç, dört kol ana hat ile Kollar, nisbeten — kısa Küçük kasaba ve nahiye- lere uğrar. Asıl ana hat bulun- masaydı, belki de bunlarım uza- tılmasına imkân kalmazdı. Ya- ni bunların varlığı ana hattın birleşir. cadır. varlığına bağlıdır. Onun — için bunların vazifesi ana hatta yolcu ve mal taşımaktır. Fakat bunla- rın ehemmiyetini de küçültmeğe gelmez. Çünkü bu küçük hatlar ana hattı besler, ana hattın ehem miyetini arttırır. Basit olmıyan cümlelerde de tam bu halin ayni ile karşılaşı- rız. Basit bircümle — yalnız bir fiil olan cümledir. Fakat cümle- lerin çoğu basit değildir. Meselâ şu iki basit cümleyi ele alalım: (1) Jack went home at fiwe o'clock. Yani (Jak eve gitti, saat beş- te.) (2) Jack ate a huge tea. Yant (Jak kuskocaman bir çay içti, çayla beraber Pır sürü Bu iki cümleyi bırleştırecek olursak bir bitiştirme edatı kul - lanmak lâzım gelir. Buna “atıfe,, deriz. İngilizcesi: Conjunction (Könjankşav) dır. O zaman iki cümle şu şekli a- lır: Jack went home at o'clock and ate a huge tea. Görüyorsunuz and kelimesi i- ki cümleyi birbirine bağladı ve bu suretle basit bir cümle yerine bağlandı. Bu suretle iki ana de- miryolu birbirine bitişik — oldu. Çünkü bu bitişen cümlelerin her biri gramer bakımından ayni de- recede kıymeti haizdir. Belki cümlede mevzuu bahso- lan Jak için çayı içmek, — çayla beraber şunu bunu yemek, — eve dönmekten daha büyük bir ehem miyette idi. Fakat gramer onun yokluğuna ehemmiyet — vermez. Çünkü gramer sözle ve cümle i- le alâkadar olur, söz ve cümle- lerin ifade ettiği fikirlerin kıy - meti ile alâkadar olmaz. Meselâ şu iki cümleye bakınız: (1) War broke out yesterday. Yani (Harb, dün koptu.) (2) Jack fell down yesterday. Yani (Jak, dün ölü düştü.) Bu iki cümlede gramer bakı- mından ayni kıymettedirler. İki- si de basit cümledirler. Halbu- ki bunların mâna itibariyle kıy- meti arasında dağlar kadar fark vardır. Gramer bakımımndan yani kıy- meti haiz olan cümleleri birleşti- five ren atıfelere coordinating con- junctions — (Koordinetin kon- jankşanz) denir. “Co - ordina- Yazan: Aka Gündüz | N© 7! Bu zeki ve gönül alan kadın kimdi? On'arı bu kadar on binler ce yıldan seonra ne tanıyordu? Zeus ta sordu: — Siz kims niz? — Ben de bir eski dünyalıyım. Sizin gibi yeniden dirildim. — Bunlar bize s'zin kim oldu- ğunuzu tanıtmıyor ki.., — Ben burada Mirbânşeri sa- natoryomunun müdürüyüm, Eski dünyada verem olmuştum. Beni Pacanada sanatoryomuna yatır- mışlardı. O çağda profesör Esoes insanların ve insanların kurtuluşu için çalışıyordu. Ünlü Sırp kahra- manı üniversiteli Prenç'be verem aşısı yaptığı kulaktan kulağa du- yulmuştu. Biz uzak, ve yattığımız | sanatoryom bedava olduğu için o aşıdan getirememişlerdi. Güneş - ten, deniz havasından ve iyi yü- rekli, insan doktorlarımızın kendi başlarına harcadıkları insanca e- meklerinden başka güvenimiz yok tu. Hergün biz hastalar (bütçemiz daraldı) diyip b'zi sanatoryom- dan atacaklar diye korkuyorduk. Bir gün işittik ki Emil Ludvik a- dında Kudüslü doktor Napolyon Bonapart'ı diriltmiş, —B'smark'ı diriltmiş, hem nasıl? Bambaşka bir kılıkta... Hastalar birlik olup doktora mektub yazdık. Biz' de ğaltmasını yalvardık. Bize de- di ki; — Siz bedavacısmız. Halbuki ben kim çok 'para verirse onu yok “h'n? hiçten dirilt_în.ı.-.-.-l.._:__ Umutlarımız kırıldı. * Viyara zindanındaki Sırplı Prenç'pe yaz- dık: Profesör Esoes senin üniver- site arkadaşındır. Bize arka çık ta o aşısından göndersin. Meğer o günlerde Prençip öl- müş. Mektubu döne dolaşa profe- sörün eline geçmiş. Bize o ilâçtan gönderdi. Ruhumuz açıldı, zekâ - mız âaçıldı, yüreğ'miz ferahladı ve hepimiz veremden kurtulup bütçe darlığı gelmeden sanatoryomdan çıktık, Ben dipdiri oldum ve ikin- ci umumi harpte hücum tayyare ting,, kelimesinin mânası: “Yan- yana dizi halinde yerleştirmek,,- dir. Cümleleri böylece yanyana dizi halinde birleştiren atıfeler şunlardır: (1) And (end) — ve (2) But (bat) — lâktin (3) Still (stil) — hâlâ (4) Yet (yet) — bununla be- raber - henüz (5) For (for) — için - çünkü (6) Or (or) — yoksa yahud Bu çeşid atifeler, ham kelime- leri, hem cümleleri birbirine bağ- lar. Fakat bunlar kelimeleri bağ- ladıkları halde onların bağla- dıkları kelimeler bile birer cüm- le yerindedir. Meselâ: Jack and Jill went up the h'll. Yani (Jak ve Jil dağa tırman- dılar.) Bu cümledeki and gerçi Jack ile Jill gibi iki has ismi birbirine bağlamış gibi görünür. Halbuki bu cümleyi — parçaladık mı iki cümle ile karşılaşırız: (1) Jack went up the hill. (2) Jill went up the hill. A ma ve başka dile çev! JDev et vasasınca ko 4% filosu kumandanı iken yar*” öldüm. Yeni dünya beni # buldu. Buraya getirdi. Yell’ yaya çok hizmet ettim. olarak bana bu Mırbanşef'-" toryomunu yapıp müdürlü | verdiler, * — Burada veremliler mi ” lır? * — Bu dünyada verem hastalık mastalık yoktur. ğı kimse bilmez. Bu sanatdoi! profesör Esoesin dirim aşıf! yeniden dirilenler içindir. Y? eski dünya adamı olduklariı © biraz vak't bu sanatoryomdâ " lenip ruhlarımı, kafalarını t6* ederler ve yeni insanlık düny* alışırlar. Sizi de buraya ye'” receğiz. Profesör Esoes olmi” dı ben bugün karşınızda bult! yacaktım. Eksik olma pl'o ' Sana hepimiz yeni ' borçluyuz, — Sanatoryomda b'zden ka eski dünyalı var mı? ıı Profesör Esoes bunu çok " canlı sordu. Çünkü Bayan Mi rün söyledikleri çok mühimdi" mek ilk bulduğu verem aşıs! ' insanları diriltmiş. Karşılık * dan sorusunu bir daha sordu: — ler yüzlü kadın: —Var. Fakat bir'sinden kasını tanımazsınız. — O birisi dediğiniz kim — İçeride gösteririm. k Profesör Esoes kaşlarını € rak: —Emil Ludvıg ise ben girti” Hele goktan dirilttiği Nap? ise hiç girmem! _ — Hayır! Büsbütün başka ”— sI. Üçü de gird'ler. Yolun iki narı kara, yeşil, mor güllerle ' lenmişti. Havuzun fıskiyesi” su yerine renkli ışıklar fışk du. Müdür önde üçü arkada kata çıktılar. Üçü de merak " yorlardı: Öteki eski düny e kimlerdi? * up the hill) sözlerini tekrnf’ ' zum kalmıyor. Bu çeşid atıfeleri & y çok kolaydır. Bunlar bir © Misâl: yi (1) Jack fFell down and bit Yani (Jak yere düştü ve — nunu kırdı.) ' well. j Yani (Hanri küçüktür, M ,JJ (3) There are no clovds, am afraid it will raiv. raber, yağmur yağmasında?” kuyorum.) y will be late. .JJ kalırsın! (5) Lucy will win the for she wins every time sh* petes. 4 B” caktır, çünkü her defa kaya girdikçe kazanır.) (And) atıfesi sayesinde (went his nose. (2) Herny is small but he ş iyi koşar.) Yani (Bulut yok, bununlö (4) Run home nov, Evine şimdi koş, yoksâ: | Yani (L ükâfatı ani (Los mükâfa müs (Devami * *