Hakiki vesikaları tasnif eden ve birbirine bağliyan Kadri CEMiL 24-5-934 Geçen kısımların hulâsası Mütaralseden sanra Istanbulda A- nadolu lehinde ve aleyhinde çalışanlar | vardı. Bunlar yorulmadan, bıkmadan | mütemadiyen çalışıyorlardı. e Leyhte çalışanlardan bir grupun içlerine aldık. | larr Tibarsi ismindeki genç OGlatada Ariyan hanına tercüman diye yerleş. mişti. Park eğlencesinde tesadüf et- tiği Fatma Nüshetle aralarında bir se- vişme uyanıyordu. Diğer taraftan ev “sahibinin oğlu Fatma Nüzhete Şahin kehyanın kahvesine giderek onunla ve arkadaşlarile temasa geçmiye çalış- mıştı Bu adam uzun bir müdavemetten sonra, Şahin ile anlaşmıya çalışmış; fakat ,Kâhyanın arkadaşları tarafın» dan yüz verdirilmemişti. Kâhya atlat- mıya çalışıyordu. — Ne?. — Dinle.. Bana hiçbir şey an - latma.. Ben hepsini bir bir biliyo - rum. Bu evrakı alan sensin ve Mehmet beye götürüp veren de İl- hami beydir. Muhlis beyden aldı. Sen de Muhlis beye vermiştin. Feridun bey omuzlarını silke » rek: — Sen çocuk musun Mıgır? — Bırak nasıl ve nereden öğ - rendiğimi uzun uzadıya anlatıp seni inandırmıya çalışmıyayım. Fakat sana bundan daha mühim bir diyeceğim var. Senden de za-| ten başka türlü çalışmanı ummam. Böyle olsaydi, senin hesabma be- nim ârıma giderdi. Feridun bey, Mıgırın bu cümle- leri karşısında bir an irkildi. Göz| lerinde kendisine itimat edemedi- ğine dair alâmetler vardı. Bir an bir şey söyliyemedi. Dalgın ve dü- şünceli durdu. Sonra: — Sen neden bahsediyorsun ? Mığır... dedi, anlamıyorum, | — Anliyamamakta (o haklısın. Benden başka her kim böyle bir! şey söylerse gene anlamamanı tav- siye ederim. Zaman kötü, herke- se İtimat etmek doğru olmaz. Ba na da itimat etme. Ben bileyim, fakat, gene bana da Yalnız inkâr et.. Mıgır bunları söylerken cebin den bir tomar kâğıt çıkardı ve: — İste, dedi. Her şeyi bildiği - me sana bir delil, yahut deliller.. Mığtrın çıkardığı bu kâğıtlarda söyleme... Feridun Beyin o günden bu günel kadar nerelere uğradığı ve kimler- Her bakkı mahfuzdur Tefrika: 71 | l çıkardığı (3) sayıfayı aşkın bir kâğıdı da uzattı ve: — Bunu da oku.. dedi, Feridun Bey uzun uzadıya göz gezdirdiği satırları şu cümlelerle hülâsa edebiliyordu. “Sizden aldığım emir üzerine Feridun Beyi takip ettim. Bu müd det zarfında kendisi hakkında e- dindiğim netice şudur: Feridun Bey, söylendiği milli kuvvetlerle alâkadar dir. Bu günler zarfmda kendisini daima yazıhanemize faydalı ola- cak malümat peşinde gördüm. Evrakları onun çaldığma hük- metmek doğru olmıyacaktır. Ken- disini, şüpheli vaziyetten kurtar- mak için, çalman evrakın ele geçi» rilebilmesi için bazı teşebbüslerde bulunduğunu da öğrendim. O gündenberi ne Muhlis ve ne de İlhami Beylerle temasta bulun- du, Yalnız bir defa Beyoğlu cad- desinde İlhami Beyle karşılaştı. Kendisine selâm verip vermemek- te bile mütereddit davrandı. Bütün bunlar bana, Feridun Be yin itimat edilir bir arkadaş oldu- ğu kanaatini verdi.,, Mığır, Pantikyana hitaben yaz- dığı bu raporda Feridun Beyin daha bir çok meziyetlerinden de bahsetmekte idi, Feridun Bey, Mığırın bu rapo- runu okuduktan sonra: — Bunu Pantikyana mı verdi- gibi değil niz? — Bu değil, aslı verdim. kopyesi. — Çok iyi ama, beni bu şekilde ihbar etmekten maksadmız ney- di? — Bunu ileride anlarsın. Fakat 1s- Bu sen gene bana inanmamakta rar et., Bu şekildeki hareketin ken din için faydalı olur. Mığır, bu son cümlesini sarfe- derken âyağa kalkmıştı. — Allaha ısmarladık Feridun Bey: Sana şunu da söyliyeyim. Pantikyana verdiğim bu rapor bile senin hakkında beslenen şüpheleri tamamile gideremedi. Bana on beş gün daha seni takip etmemi söyledi. Ayni zamanda Onniğin de ayrıca seni takip etmek emrini al. dığın öğrendim. Göz kulak ol. le konuştuğu yazılıydı. Ayni zamanda öteki cebinden Geçen kısımların hulâsası Mekteplerde okutulan ve tarihte, e- debiyatta bahsi geçen bir kral Ödip ef- sanesi vardır. İşte, o gün, falcı Fatih | Elendi, Edip Beye, Kral Ödipin feli- De- Hikasılı, isterap içinde, he yapacağını bi- lemiyor. Eve dönüyor. Annesine ne söylüyeceğini şaşırıyor. Onun yüzüne bakamıyor. Kendisine, deki ahbabının geldi- r. Falciyı tavsiye Osman Bey, sakal bırakmıştır. Edibin annesi Osman Beyle Eğibi yalnız biralayor. İki ahbap, konuşu. yorlar. Bu sırada, Osman Bey, ona, an- vesile nasıl konuşması lâzım gel | giderek izahat vermek için acele Sana bir dost nasihati, Onniği ta- Tefrika No. 12 24-5-934 Aşk ve ma- cera romanı Nâkıll (Vâ-N0) | diğine dair tafsilât veriyordu. Lâ- kin, Edip Bey onu dinlemiyordu. Gönlü ferahlamıştı, Bu derece basit bir şeyi, şim- diye kadar nasıl aklına getirme- mişti de, üzülüp durmuştu? . e imi l Şimdi artık annesinin (yanma! ediyordu. Çok geçmeden, Osman Beyi! merdiven başına kadar teşyi etti! Annesinin odası önünden geçer ken, içerde ışık olduğunu gördü. Bir an duraladı. Alelâde zamanlarda, buradan aydınlık sızdığını görünce, tered- — Akşam rumu Tarihi Tefrika: 56 Geçen kısımların hulasası Istanbulda Sultan Mecit ve Rusyada Çar Nikola zamanında esirci Ali baba Iki memleket arasmda kadın ticareti yapmakla meşguldu. Alibaba Ferhat is- minde birini küçükken hadım yapımış- tx. Büyüdüğü zaman İstanbuldaki kız- ları bu delikanlıya teslim ederek, Kaf- kasyaya gidiyor. Tifliste valinin kona- | Hında (Fatma) isminde çok güzel bir Gürcü kızı vardır. Ali baba bu kızı kaçırmıya uğraşırken, bir gün Rüstem isminde bir gençle tanışıyor. Bu genç, Ferhadın arkadaşıdır ve Ali babadan intikam almak üzere İstanbuldan Tif- lise gelmiştir. Bu sırada Rüstem, Fat- mayı kaçırıyor ve fail olarak Ali baba- yı yakalayıp zindana atıyorlar. Pet - restburgda inkılâpçılar Çarı devirme- ğe çalışıyorlar. Ştanka Sibiryaya sü- rülüyor. Ve Rüstem, günün birinde Fatma ile İstanbula dönmeğe muvaf- fak oluyor. — Bir torba altın verdim. Kera- ta paralarımın üstüne oturdu gali- ba! Diyerek bağırıyordu. Vakilharç Ahmet ağa nihayet bir gün Yeni- cami civarında dolaşırken, Fer- hatla karşı karşıya gelmişti. — Hay Allah razı olsun... Seni gökte ararken yerde buldum! — Hayır ola kâhya... Ne var? — Ne olacak, oğul?! Rusyadan bir delikanlı gelmiş.. Paşamız ken disinden Ali babayı soracak, Ha rıl harıl onu arıyorum. Sen bilir- sin, Rusyadan gelenleri! o Nerde-| dir bu delikanlı acaba?.. Ferhat tereddütle cevap di: — Vallahi ağam, ben çoktanbe- ri hasta idim.. Rusyadan böyle bir kimsenin geldiğini duymadım. So ver- ruşturayım., Öğrenirsem, konağa)” gelir, haber veririm, #apenensrnrs00cn van arapan asan rana neme eNNa adam olduğunu çok iyi bilirsin. Şimdilik Allaha ısmarladık. Bir daha karşılaştığımız zaman beni görmemiş gibi hareket et.. Mıgır, Feridun Beyi pastahane de yalnız birakarak çıktı. Feridun Bey cidden şaşırmıştı. Daha düne kadar koyu bir istihba- ratçı olarak tanıdığı bu adamın kendisini sıyanet edişine bir türlü akıl erdiremedi ve açıkçası inan» madı. Bunun bir tuzak Oolmasm- dan korktu. Ama nasıl olsa bunu Müellifi: Jshak FERDİ Ferhat bu suretle kâhyayı ba- şmdan savdıktan sonra, derhal Rüstemin evine koştu: — Süleyman Paşa seni aratı- yor! Aman, gözünü aç.. Bu adama görünmemiye çalış!. Diyerek Rüstemi ikaz etti, Rüstemin kız çocuğu üç aylık olmuştu. Rüstem, Fatmayı herkesten kıs- kanıyordu. Yalnız Ferhada karşı! büyük bir emniyeti vardı. Buna Fatma da şaşıyordu. Bu kadar sok| kıskanç bir erkek, oFerhadı nasıl) istisna edebiliyordu? Fatma nihayet bunun sırrını an| lamakta gecikmedi. | — Ferhat Bey hadımmış ha?!.. Diyerek, bu hakikati anladığı günden sonra, Ferhadı (erkekler sırasında saymamağa başlamıştı. Rüstem, İstanbula geldiği gün- denberi, tuttuğu evde gizli (o yaşr- yordu. Henüz anasına ve kardeş- lerine görünmemişti. e Rüsleme, Ferhat yardım ediyordu. İ Ferhat elinde bulunan obütün kızları satmış ve bu yüzden hayli para kazanmıştı. Ferhat, Ali babanın Süleyman Paşaya vadettiği gürcü kızının da Rüstemin eline geçtiğini gördükçe| daha ziyade seviniyordu. Ferhat Ali babadan kâfi dere- cede intikam almıştı. Rüstem, Ali babanın son 28 manlarda inkılâpçıların eline düş- tüğünden haberdar değildi. O, Ali| babayı Çarın zindanlarında mah- pus zannediyordu. — Ali baba artık buraya gele- mez, Onun evini barkını da yağ ma edelim. Diyerek Ferhadı Ali babanın evine göndermek istiyordu. Bu vaziyet karşısında hakikaten Ali babanın İstanbula gelmesine im- kân yoktu. Rusyada bir inkılâp olsa da ve yahut inkılâpçılar yü- rüdükleri yolda muvaffak olamı- yarak dağılsalar da, Ali baba için! gene kurtuluş ümidi yoktu. Ali ba- ba genç inkılâpçılara ihanet etmiş” ti, O, bu ihanetinin cezasını gör“! meğe mahkümdu, Rüstem, Ferhada, Rusyada ba-| günün birinde anlıyacak ve haki- kati meydana çıkaracaktı, hut ta, hiç değils derdi. Lâkin, bu akşam, bilâkis ayak- larının ucuna basarak yürüdü. De- minki kararına rağmen, bu saatte, annesinin yatak odasına gitmek istememişti. Her adımda tahtala- rin gıcırdayışına kızıyordu: “— Bu akşam bu saatte konuş- masam daha iyi ederim!,, diye dü- şündü. Edip, annesini, ertesi sabah, öğ“ le yemeğinden evvel görmedi. Sabahleyin, bir iki kerre, ye- mekte açacağı bahsi düşündü. Artık sinirleri düzelmiş gibiydi. Tereddüt etmiyor, korkmuyordu. Osman Beyin teklif ettiği şekil mükemmeldi doğrusu... o Annesi, oğlunun bu sırrı yirmi dört saat gizleyişine hak verecek, hattâ onu teselliye bile kalkışacaktı. Muha- vere, af ile neticelenecekti, dütsüz içeri girer, çene çalar, yâ“ sından geçenleri masal gibi birer birer anlatırken: — Bak, kismetim nerde imi: Rusyaya, Fatmayı almağa gitmi ' | de staj görüyor, ayni zamanda Hukuka devam ediyordu. Avukat, o sabah sinirliy 'ünkü, poker! de para kaybetmişti. O günkü da- va da ertesi güne tehir olunmuş» tu. Halbuki, adam, yarın ava git- meğe sözlüydü. Avukatın neş'esizliği, somurt- kanlığı, çok geçmeden, bütün kâ- tiplerine de sirayet etti. Maamafih, öğle üzeri sokağa çı-! kınca havayı gayet güzel buldu.| Güneş, tatlı bir ışık serpiyordu. Eve döndü. Annesinin oturduğu odanın kapısını açtığı vakit, işte böyle güneşli bir havanın içinden geliyordu. — Merhaba anneciğim!.. sılsın diye selâm verdi. Servet hanım, pencerenin kena- rında oturmuş, kitap okuyordu. Oğlunun sesini işitince başın kaldırdı. Yüzünde, dün gecenin a- Na- Edip, bir avukatın Yazihaneşin- sık ve somurtuk ifadesi vardı. Me- Diyor ve karısını çok sevdiğini fırsat düştükçe tekrarlıyordu... Fatma, İstanbulu çok beğenmif” ti. Gürcü dilberi, Tifliste Bekir?" fun evinde geçen uzun sıktı! günleri düşündükçe: — İstanbul ne kadar hür mem” leket.. Ne hafiyeleri var, ne kamçılı jandarmaları. Diye söylenerek geniş bir nefe alıyor ve Rüstemin kendisine ka” şı gösterdiği fedakârlığı unut yordu. Rüstem, Ferhada: i — Senin yüzünden Tifliste el” mi kana boyadım.. İltica ettiği” evin cariyelerinden birini o boğ dum, Fakat, bunu yapmasaydıf Ikimiz de kamçılı hafiyelerin # | ne düşecektik. Demiş ve bu kanlı sergüzüü Fatmanın yanında anlatmıştı. Fatma, o güne kadar, Bekif* fun cariyesinin kendi kendini i dürdüğünü zannediyordu. O gü | Rüstemin yeni bir fedakârlık det” | nını daha dinleyince, Fatma koc” | sının cesaretinden biraz da kor mağa başlamıştı. f Ferhat: — Bunlar olagan şeylerdi İ Rüstem! “diyordu. Böyle mühi”' bir maceraya atılan insanın bas” na, hatır ve hayale gelmiyen şe” ler gelir. : Rüstem o gün biraz düşünce görünüyordu. Ferhat arkadaşıma sordu: vi — Benden gizli bir derdin ti Ver; Rüstem ?Bugün seni bira” şesiz görüyorum.. Niçin?.. — Hiç,, Bir şeyim yok. N — Hayır, Rüstem,. Sende bif şey var! Benden saklıyorsun! — Israr etme!., Bir şey yok dim ya.. 1 — Benden saklama, Rüste” Ben, insanın bir bakışta ruhunu kurum. Senin benden gizlediğ bir derdin var.. Haydi söyle! Rüstem yavaşça Ferhadın ke | lağına eğildi: — Derdim gizli değil, Mey&f” da, Parasızlıktan usandım. H3 tımız hep böyle sıkıntı ve miyet içinde mi geçecek? P) — Paraya çokmu ihtiy#' . j N | var? seleyi hâlâ unutmadığı anl yordu. gf — Eyiyim, çocuğum. Meri. i nasılsın? ii p Dün gece, Edip nasıl mai yi değiştirmek iekiyordepter ii de annesi ayni hileye baş vu! i du. Açıkpencereyi göstererek: — Hava, ne kadar güzel mi? diye sordu. Edip, Servet hanımı öpmeğ?! zırlanıyordu. Fakat, onun bu ğukluğu delikanlıyı durdurdu” g «.- Yemekten sonra bahsi g sam daha iyi olur!,, diye kendine söylendi. “ Sofraya oturdular., Alelâd€i lerde nasıl yemek yenirse, öy # vak'asız, hâdisesiz karınları" yurdular, İikisi de somurtukt”” hemmiyetli bir şey konuşu Dimağlarından geçeni gizli in, â iler. çin, manasız lâflar era a) ei! p* pi