24 Ağustos 1947 IIIIHîliHillHIIHİİİIIIIIMiillMlllilIlilUîilllllllllliiiK SVVIT BAHISLERI Yunan tiyatrosunun kaynağı Anadoludur Yazan: Refik Ahmed Sevengil Çeşidli tekâmül safhalarından geçerek bugünkü ileri merhalesine varmış olan garb dram sanatımn kaynağını, bütün sanat tarihçilori, eski Yunan tiyatrounda buluyorlar; acaba Yunan tiyatrosunun kaynağı nerededir? Yunan tiyatrosu, bilindiği gibi, Isânın doğuşundan altı asır önce şarab tanrısı Dionysos adına yapılan dirâ âyînlerden çıkmıştır. Bir din adamışair, şarab tanrısmın hayatına aid hemen hemen iki mısradan ibaret bir şiir okuyor, etrafında toplanmış olan koro, bu mısraları hep bir ağırdan bir şarkı halinde tekrarlıyordu. Gitgide şair koro gefi sayıldı, koroyu teşkil edenlerin sayısı arttı, dairenin ortası açık bırakıldı. Orada flüt çalan musikişinaslar ve dansedenler yer aldılar; mevzu genişledi, Dionysos'un hayatı temsil edümeğe başlanıldı, Koro şefi Dionysos'un koro heyeti de onun arkadaşları olan ve iptidaî kuvvetleri temsil eden teke ayaklı Batirlerin kılığına girmeğe başladılar. Daha sonra bu oyunlar da beşerî mevBularda temsil edildi, koro şefi hakikî bir aktör haline geldi, bununla koro arasında karşılıklı konuşmaîar başladı. Sonralan tiyatro piyesleri yazılıp oynandı ve Yunan tiyatrosu bu suretie teşekkül etmiş oldu. Atina civarmdaki Elevsis mabedinde bereket ve ziraat ilâhesi D«neter adına din adamlan tarafından yapılan gizli âyînlerin de Yunan dram sanatımn doğuşunda tesirli olduğu söylenir; bücunla beraber Yunan tiyatrosunun Di©nysoş âyinlerinden çıkmış. olduğu kanaati umumidir. Eski Yünanlılarm inanışma göre bu tanrı, önc«leri yaz yağmurlarmın ve limşcklerin tesirile yeryüzünde hâsıl olan bütün bitkilerin, bolluğun, umumiyetl« tabiat verimlerinin üâhı idi; »onraları başka bir inanış, Dionysos'u üzüm bağlarmı yetiştiren, şarabı meydan» çıkaran bir ilâh olarak tanıttı. Mitoloji il« meşgul olan bütün bil ginler, Dionysos'u tam bir Helen tanrısı «aymazlar. O, Yunanistanda ilâhların barmdığı dağ sayılan Olimpos'a en sonra gelmiştir ve hakkındaki e;ki Yunan trfsanelerine göre Giridde, Mı«ırda, Trakyada veya Thebai'de doğmuşrur; yani Yunanistandan evvel buralarda Dionysos dini biliniyordu; bilhaasa Giriddeki inanıja göre o, şarabı bulan tanrıdır; yani Yunanistanda aldığı son hüviyet, daha önce Giridde kendisine verilen hüviyettir. Milâddan önce 406 yıhna kadar yaşamış olan Yunan tiyatro muharriri Oripides Dionysos âyinlerini anlatmak üzere yazdığı Bakkhalar isimli dramında Dionysos'un çıkışı hakkındaki bir inanı açıkça belirtir. Şarab tanrısı, bu piyeste kendisini tanıtırken Helen ülkesine Anadoludan geldiğini söyler. Dionysos'un menşei hakkmda eski Yunanistanda o zaman mevcud olan bu inanışı böylece kaydettikten sonra Yunan medeniyet ve sanatımn kaynağına dair son zamanlarda dünya ilira âlemine sunulmuş olan yeni düşünceleri kısaca gözden geçirelim. Arkeoloji fcilgisinin son asır içindeki büyük başarıları bu düşüncelörin doğmasına sebeb olmuştur. Yunanlılar, Romahlar ve rönesans yolile yeni zamana devrolunan bir beşerf kültür mirası vardır. Bu kültür, bir bütün olarak mütalea edilmek lâzım gelir; Ondokuzuncu asrm son yıllarmda başlayıp Yirmind asrın ilk yarısmda ve bilhassa bu ilk yarımm son senelerinde moydana çıkmış hafriyat eserleri gösteriyor ki beşerî kültürün tekâmül merhaleleri arasmda Y^ınanlılardan da önceki zamanlara uzanan eski medeniyetleri ehemmiyetle selâmlamak lâzımdır. Yunan medeniyetinin hemen lıemen bütün inamşları, diııi, sanatı vs hattâ cemiyet hayatile ilgili bir Ege medeniyeri vardır. Giridde, öteki Akdeniz adalarmda ve Anadolu kıyılarında Yunan medeniyetinden önce vücud bulan ve Yunan hars ve medeniyetine tesir eden bu eski medeniyetin kimler tarafından vücude getirildiği cidden merak edilmeğe değer. Profesör Karst, 1931 yılmda intişar etmiş olan «Akdenizin Kaynağı> isimli eserinde şöyle diyor: « «Kapadokyalılar, Giridliler ve Karyalılar bir zamanlar etnografi bakımından birlik gösterirlerdi. Etrüskler de öyledir. Sonraki Etrüskler de tarihten evvelki eski zamanda ilk Turan kavimlerinin batı kollarıdır. Bunlar Egede Türhenli Pelasklar diye bilinir; küçük Asyada LidcTürhenler adını alırlarj bu büyük Turan Hitit kabilesi KaryaKilikyaGiridde hâkim olmuştur, dilleri Turan dilidir.» Kapadokya, bilindiği gibi Anadoluda Etilerin yaşadığı yerdir. Bilginler, orta Anadoluda, Anadolu kıyılarmda ve Akdeniz adaiarında yaşamış olan eski insanlara aid yaptıkları incelemeleri şu yollardan yürütmektedirler: 1) Kazılar neticesinde ortaya çıkan şehir harabeleri, heykeller, kabartmalar, yazılar, çanak çömlek gibi şeyler tetkik ediliyor. 2) Toprak altından çıkmış eski devirlere aid kafatasları inceleniyor. 3) Bu kavimlerle temas etmiş başka milletlerin tarih eserlerindeki bilgiler araştırılıyor. Bütün bunlarm neticesinde kesin surctte kanaat hasıl oluyor ki Ege medeniyeti denilen şey küçük Asyada Milâddan dört bin yıl önceden başhyarak Milâddan evvel yedi yüz yıhna kadar hüküm sürmüş, Akdeniz kıyılarına kadar înmiş, Kıbrısı dahi hakimiyetleri altına almış olan Eti Türklerinin eseridir. İstanbul Üniversitesi profesörlerinden Dr. Bossert 19351936 yılı içinde Eti "allığı hakkında projeksiyonlu bir kon• < ı vermişti; bu konferans Istanbul' d« basılmış olan «Universite •rı» isimli esere de dercedil•da son Eti kazıları ve Ehakkında oldukça bilgi verilmiştir. Liverpul Üniversitesi profesörlerinden olup memleketimize gelerek incelemelerde bulunmuş olan John Garstang'ın 1929 da Londrada basılmış «Eti İmparatorıuğu isimli eseri Ise bu sahada pek mükemmel bir etüddür. J. Garstang, bu kitabmda Yunan medeniyetinin kaynağı bahsile ilgili ehemmiyetli mütalealar da yürütmektedir; onun düşüncesine göre İyonya kıyıları uzun zaman Anadolunun içinden gelen bir ku\>vetin hakimiyet ve nüfutu altında kalmıştır. Anadoludaki katılar ilerleyip çıkarılan eserler hakkındaki incelemeler inkişaf ettikçe Eti kitabelerinin manaları anlaşılacak ve bir çok Yunan geleneklerinin kaynakları bulunmuş olacaktır. Etiler, Orta Asyadan getirdikıeri inanıs ve ananelere sadık olarak kadınlı erkekli tanrılar tanırlar ve onlara ibadet ederlerdi. ilim adamlar^ Yunan mitolojisinin bir çok ilâhlarile Eti tanrıları arasındaki benzerliklen bulup meydana koydular. Yunan medeniyetini şark ve Asya kültürüne bağlayan halka bu suretler karanlıktan kurrulup ışığa çıktıktan sonra eski bir Eti kitabesinde gördüğümüz resim, bizi Yunan dram sanatına kaynak olan Dionysos âyinlerinin geçmişi ve menşei hakkında düşüncelere Bevketmektedir. John Garstang, yukanda bahsettiğimiz eserinde Etilerin dinlerine ve âdetlerine dair açıklsmaîarda bulunurken 165 inci «ahifeye ilâve olarak eski bir Eti kabartmasınm fotografisini yayınlamıştır. Konya Ereğlisinde İvriz kazılarında bulunmuş olan bu kabartma bir ziraat âyinini gösteriyor. Kral, verim ve bolluk tanrısmın karşısında ibadet etmektedir; tann eilnde üzüm salkımları tutuyor. Ayn1. basrelief'in fotografisl Louls Delaportiın 1936 da Pariste basılmış olan «Etiler> İsimli kltabında da vardır. Yunanistana milâddan önce yedlnci asırda Anadoludan gelmLş olan Dionysos, önceleri umumiyetle tabiat mahsullerinin ve sonralan üzüm bağlarımn koruyucusu ve şarabın mucldi sayılan Tanrı, acaba Anadolu lçinde milâddan önce dört bin yılından başlayip milâddan önce yedi yüz senelerine kadar karşısında ibadet edilmiş olan bu eski Türk Tanrısı mıdır? Eski Yunan lnanışlarına göre, Dionysos, gökle yerin çocuğudur; toprak (Semele) uzun kış uykusundan uyanınca gök (Zetıs) tan gebe kalmıştır; bu çiıtleşmeden Dionysos, dotmuştur. Şarab Tanrısının doguşu hakkındaki Yunan efsar.ekri eski Türk natürizm dininin inanışlarına da benzemektedir. Eütün bunlar, Milâddan önce yedinci asırda Anadoludan Yunanistana geçmiş olan Dionysos dinl ibadetlerinin ki büindiği gibi tamamile dramatik eglenceler mahiyetindedir daha evvel Anadoluda Eti Türkleri arasında mevcud olduğu, onların da bu inanış ve âyinleri Orta Asyadan getirmiş oldukları düşüncesine yer veriyor. Sümerlerin lbadetlerinde olduğu gibi Etilerin kutsal törenlerinin de dramatik mana ve manzaraya sahib bulunduğundan şüphe edilemez. Eti sanatı iç.inde mimariden, heykelcilikten, ta^ların üstüne mütekâmil surette resimler çizmekten başka musikinin de ileri bir dereceye varmış olduğuna toprak altından çıkmış olan vesikalar şahiddir. Louis Speleer'in 1926 da Brükselde basılmış «Eski Ön Asya San atlaru isimli eserindeki fotografilerde 674 numaralısı eski Eti eserlerinden Zincirli şatosunun kapısına jşlenmiş olan kabartmalar arasında b!r musiki sahnesini gösteriyor. Burada oturduğu yerde bir nevi kopuz çalan bir adam ve karşısında raks ecen bir kadın görülmektedir. 697 ve 698 numaralı kabartmalarda da çalgı çalanlar, raks edenler, türkü söyliyenlerden mürekkeb bir sahne görülüyor. Bu kabartmalar Karkamış kazılarında meydana çikanlmıştır. Zinclrllde bulunmuş olan eserlerden Eti müzisyenlerini gösteren birer kitabe de An kara ve İstanbul müzelerindedir. Günün îktisadî Hâdiseleri Sehir haberleri İngilterenin aldıgı Limanda yiikleme acele tedbirler boşaltma işleri Kolayhk temini için yeni tedbirler akndı İstanbul limanmdaki tahmil ve tahliye içlerinin süratle yapılabilmesi için Liman İşletmesi yeni bazı tedbirler almıştır. Bu arada 2500 er tonluk iki araba vapuru liman hizmetine tahsis edilmiş, Mısırdan gelen yüzücü, büyük vinclerden biri servise girmiştir. Mısırdan alınan çıkarma gemilerinden dördü Fethiye limanına gelmiştir. Bunlar yakında tahmil tahliye işlerinde çalışacaktır. Liman İşletmesi, evvelce günde 200 ton nıal tahliye edilirken şimdi bunun 350 tona yükseldiğini bildirmektedir. Gümrük depolarına gelen mallar Liman İşletmesi, 1947 yılı içinde depolara gelen ithal mallarının en çoğunun demir ve demir malzemesi, makine ve ağır makine aksamı, vinc, kazan, inşaat malzemesi, kamyon, otomobil, lâstik, cam, iplik, mensucat, kimyevî maddeler, deri, sac, naylon tuvalet eşyası, plâstik maddeler, vagon ve elektrik malzemesi olduğunu tesbit temiştir. Ankaraya hususî tren Büyük Millet Meclifinln yarın yapacağı toplantıda bulunmak üzere Ankaraya gidecck milletvekilleri için bugün saat 18,15 te hu5U£İ bir tren kaldırılacaktır. |Tîr: [ n r ı ı İMiHiNAi 5 X 4 = 20 düdük! v i NAÜNA I Rumen Konsoloshanesinde verilen kokteylparti Humen kurruluşunun yıldönümü münasebetile diin akşam Rumen Başkonsolosluğunda bir kokteylparti verilmistir. Toplantıda Vall ve Belediye Başkanı Dr. Lutfi Kırdar, Iran Büyük Elçisi ile Rumanya Elçlst, ecnebi sefaret ve konsolosluklar erkânı. yerll ve yabancı basın temsilcileri hazır buîunmuşlardır. Toplantı geç vakte kadar devam etmistir. Birinci Sulh Ceza Hâkimi bir kaza kurşununa kurban gitti Cihangirde Oba sokağında Inşirah Apartımanında oturan ve şehrimiz Birinci Sulh Ceza Mahkemesi Hâkimliğinde bulunan Mehmed Ali Balcı. ev\elki gece tabancasını temizlerken namluda kalan bir kurşun kazaen ateş almış. alnına isabet ederek ölümüne sebeb olmuştur. Mehmed Ali Ba'.cı, bir müddet evvel eşini kaybetmiş ve bu sebeble derin bir teessür içinde bulunmakta idi. Bu müessif kaza fehrimlz adliyesinde büyük bir teessür uyandırmıştır. Merhumun cenazesi bugün kalriırılacaktır. Elektrik cereyanına kapılarak öldü Yeni Postane kar?mnda Erzurum hanında kahvecilik yapan Seferin yanında çıraklık eden 16 yaşlarında Sururi adında bir çocuk evvelki akşam bu handa elektrik kablosile oynarken cereyana kapılmış, olmuştur. Kaza etrafında Adliyece tahkikat yapılmaktadır. Yalancı bir şahid tevkif edildi Asliye Beşinci Ceza Mahkemesinde yapılan bir duruşma sırasında yalan yere sehadet ettiginden dolayı hakkında takibata girişilen Ismail Baran adında bir şahıs dün Savcılığa teslim edılmiş, Sorgu Hâkimliğince tevkif olunmu;tur. bir nevi nakarat şeklinde olmasmı bazı Türkiyatçılar ş*j suretle izah etmişlerdir: Her kıt'anın Uk üç mısraı şair . bestekârın tek başına inşad etmesine, dördüncü mısra da topluluk tarafından müşterek olarak ve koro halinde terennüm edilmesine mahsustur. Bu manzunıeler, gerçi Etilerden çok daha sonraki zamanlara aiddir; fakat topluluk içinde gelenek pek esüdenberi devam edip geldiğine göre, ilim, bazan hattâ zamanımız âdetierine bakıp geçmiş hakkında hükümler çıkarmağa bile izln verir; eski Türklerdeki bu tarz, şairin koro İle karşılıklı konuşması sahnesi, Dionysos âyinlerinde Yunan tiyatrosunun dofuşuna kaynak olan, sahneyi şairle koronun konuşuşunu hatırlatmıyor mu? İngiliz bilginl Garstang ile btrlikte tekrar edelim: Eti kitabelerinin okunması ilerledikçe bir çok eski Yunan anane ve âdetlerinin kaynakları, şimdikinden daha fazla bir açıklıkla meydaEski Türk manzumelerini teşkil eden na çıkacaktır. kıt'alarda dördüncü mısraların daima Refik Ahmed SEVENGİL Ben peri masalına, cadıya, hortlağa inananlardan degilim; ama buna dair türlü fıkralar işitmişimdir. En çok hoşuma gideni de Akmtıburnuna misalir giden Âşir Efendinin başına gelenidir. Eski devirlerde Aşir Efendi adında bir zat Akıntıburnunda bir yalıya gece yat;sı mlsafir gitmiş. Hoş btşten sonra aüama selâmlıkta bir yatak haztrlamış.lar. Tam içi geçerken bir ses: Ulan Âşir! Âşir diyorum sana! diye bagırmış. Adamcağız da sessizce birisl imiş: Efendim, buyurun! diye oevab vermiş. Yat ulan yat! Yatıyonım efendim. Ulan iyi yat! Vallahi iyi yatıyonım efendim. Bu minval üzere sabaha kadar beş altı defa hatiften gelen nidalarla uyanmış ve ödü kopmuş. Ertesi sabah erkencîen ev sahıbine veda ederken hâdiseyi anlatmış. Ev sahibi kırılmış gülmektsn. Yalırun önü akmtı olduğu için kürekle geçemiyen kayıkçılar tekneyi yedekçilere çektirirlermiş. Yedekçi omuzıuıa aldığı ipi çekerken deniz kenarında babalara takılırmış. Kayıktaki reis: Ajır ulan açır! diye tayfaya İpi babadan aşırmasını bağırırmış. Aşırdıktan sonra da tekneyi iyice çekmek İçin kuvvet alsın diye öne dogru eğilmesini emreder: Yat ulan yat! dermiş. Ben bunu bilirim. Başkaları da vardır. O gece toplandığımız komşu evinde lâkırdı nasıl döndü dolaştı da bu mevzua rasladı bilmiyorum. Akşam yemeğine davetll olduğum için aç karnına gittiğim evde mükâleme mevzuunu değiştirmek elimde değildi. Yemekten evvel çekiştirenler olduğu için ben yalnız meze yemekle geçlniyor, lâfa da az karışıyordum. Meşhur Fransız âliml Flamarion'un ispirtizma üzerine yazılmış kitablarını okuyanlar da vardı. Anlattılar durdular. Metafizik davalarını bilmediğim için boş verdiğim bu bahlsler tam kıvamına geîdiği sirada evin hanımı heyecanlı bir hal ile oturudugtunuz salona girdl ve îngilterenin son haftalarda aldıgı acele tedbirler dikkati çekmektedir. Bunlarm bir kısmı kendi iç iktisadma, bir kısmı da dünya iktisadına taalluk ediyor. Burada sonunculardan ikisi üzerinde durulacaktır Apanslarda, yabancı terimlerile discerimination rüçhan hakkının kalkması ve conversionpara tahvili mecburiyetile ifade olunan bu son iki tedbir, ingilterenin, malî itibar ve iktisadî hürriyette fedakârhğa güg yanaşan bu memleketin, ne kadar darlıkta olduğunu gösterebilir. Açıkça anlaşılıyor ki, İngilterenin aylarca sonra geleceği umulan Marshall yardım plânınm tahakkuk neticelerini beklemeğe takati kalmamıştır. Son ajans haberleri fazla hayret uyandırmamıştır. Çünkü, aylardanberi lyi durumda olcnaktan uzak bulunan ingiliz iktisadını batağa sap'anmaktan kurtaracak bazı radikal tedbirlerin alınması bekleniyordu. Marshall plânının geçireceği safahatm neşredüen programından da anlaşılmıştı ki, plân, bu yılın sonlarmda veja geleceğin başlarmda tahakkuk edebilecektir. Halbuki, İngiltere mevcud seyyal kıymetlerini tüketmek üzeredir. Sıra son ihtiyatlara, yani i n gilterenin cevherini teşkil eden bünyesine gelmiş oluyor ki, buna el uzatmak tehlikeli olacaktı. Onun için ingiltere, yukarıki iki tedbiri alırken, muvafıkını istediği Amerikanın kollarına düşmeği tercih etmiştir Ingiitere bugün, gündelik rızkile yaşıyor. Bu neviden iktisadî sıkışıklığın inikâsı, her memlekette olduğu gibi I n gilterede de, en hassas mekanizma olan millî paraya dokunacaktı. İngiltere, iki yıla yakın önce Lord Keynes'i Amerikaya yolladı, Onun kudretli çahştnasile, Amerikadan dört milyar dolara yakın ödünc para almak imkânı bulundu ve bir de mukavele akdedildiydi. Buna göre İngiltere, başka memleketlere Amerikaya tanıdığından fazla rüçhan hakkı tanımıyacaktı. Yani Amerikadan olan ithalâtmı keserse, diğerlerinden olan ithalâtları da kesmeğe mecburdu. İşte İngiltereyi zayıf duruma düşüren bu maddenin değiştirilmesi için Ingiltere, bundan bir kaç hafta önce Amerikaya başvurmuş ve bu rüçhan maddesini ingiltere lehine tefsir ettirtniştir. Son günlerde İngiltere Amerikaya gene başvuruyor Bu sefer de mukavelenin para tahvili mecburiyetinin kalkmasını istiyor. İngiltereyi buna sevkeden hâdise şudur: İstikrazm bugüne kadar ceste ceste küçük miktarları alınıp sarfolunurken, temmuzda beşte birine yakın kısmmm birden çekilmesi, ingiliz maliyesinde feveran halinde bir marazın mevcud olduğunu açıkça gösteriyordu. Ağustosta bu durum daha da ciddileşti. Türlü milletlerin ihracattan dolayı Londrada topladıkları sterlinlerin dolara çevrilmesi emirleri birbirini takib etti. Londra para piyaşasımn yüzjıllık şeref geleneği olan bu hür para tahvili, günde 3040 milyon doları bulunca, para tahvilini durdurmaktan başka çare kalmamıştır. Ajansların son günlerde bildirdikleri conversionun kesilcnesi budur. Bu tedbir ahnmasaydı, son kerteye kadar mukavemet eden sterlinin daha ar tacak baskılar altında sukutu muhakkaktı *** Bu tedbirlerin teknik izahlarına gelince, bunlarm üzerinde ayrı ayn durmak yerinde olur. Biri ticarette rüçhan hakkı diye anılan hakkın zail olması, öteki bir paranm ticarî sebeblerden dolayı başka paraya tahvili mecbMriyeti suretinde toparlanabilecek bu iki rna fikir, esasma bakıhrsa, ta Atlantik beyannamesinin ruhuna sokulmuş fikirlerdir. Bu fikirler bilahare Brotton Woods anlaşmalarına ve îngiliz Amerikan milyarlık istikraz mukavelesine girmiştir. Discrimination, istikraz mukavelesine açıkça konmuştu, Buna göre, Ingilt3re Yazan: Dr. Nizameddin Âii Amerikadan harbden önceki muayyen bir yılda, diğer memleketlerle beraber hangi nisbetlerde mal alıyor idiyse, o nisbetleri değiştiremez. Fakat ingiltere dolar bulup tediye edemediği için, Amerikadan daha az tütün, petrol, film ve daha bazı maddeler almağa karar vermiş bulunuyor. Bu kararuı karşısına istikraz mukavelesi çıkınca, Ingiltereye, Amerika müracaat etti, müsaid bir tefsir ricasmda bulundu. Temmuz crtasmda madde tefsir edilmiştir. Buna göre, memleketler ikiye bölünmüş, bunlarm yalnız bir kıstnına rüçhan maddesinin tatbik edilmesi, diğerlerinin madde dışı kalmaları tesbit edilmiştir. Yani, ingiltere Amerikadan ithalâtını kısarken discriminatoire hareket etmek korkusundan kısmen sıjTilmıştır. Convertibilite maddesi de istikraz mukavelesinde sarihtir. Buna göre de, Londra para piyasasında toplanan ticaretten doğma kısa vadeli yabancı dövizler, birbirine tahvil edilebilirler. Şu aralık herkes Amerikadan mal alıyor. Onun için herkesin dolar ihtiyacı fazla. İngiltereye ihracat yapıp, Londrada sterlini toplanan memleketler bu paralarını acele dolara çevirdikten sonra, onlarla Amerikadan mal almak istiyorlar. Bu dolar tahvilleıi bir tarafa, zaten îngilterenin Amerikadan aldıgı mallara da dolar vermek lâzımdır ki, bunlarm da yekunu çok yüksektir. Bu iki başlı dolar ödemeleri ingiltereyi güç duruma sokmuşrur. İngiliz iktisadcısı Henderson'un Times teki bir izahma göre, conversiontahvil mecburiyeti, ingiliz iktisadını iki cepheden yaralamıştır. Bir kere bu mecburiyet yüzünden, ingiliz tediye muvazenesi açığı, icabından fazla dolar kaybettirmiştir. Sonra da bu mecburiyet, başka meleketlerin ingiltereye ithalâtlarını yavaş yavaş kesmeğe yol açmıştır. Açüan birinci yara çok mühimdir. Gerçekte, tediye muvazenesi davasına yakından bakıhrsa, görülür ki, İngilterenin bir çok mecnleketlerle teker teker tediye muvazenesi açık, yani menfî, bazılarile de müsbettir, yani ingilterenin lehine fazlalık bırakır. Açık olan memleketler, Ingilteredeki fazla sterlinlerini dolara tahvil etmek istedikçe ve tahvil mecburiyetinden bunun önüne geçilemedikçe, İngiltere bu yüzden çok dolar kaybediyordu. Halbuki yıl sonunda tekmil açık olan ve lehte bulunan tediye muvazenelerinin yıl sonundaki umumî muhasebesinden çıkan genel ingiliz yıllık tediye muvazenesi bakiyesi, açıktır ve ne olursa olsun kapatılmak zorundadu> Bu da istikraz dolarlarile kapatılıyor. Böylece ingiltere hem türlü memleketlerin açık muyazenelerini teker teker, hecn de yıl sonu muvazene açığım toptan kapatmak zorunda kalıyor. Bu iki tarafh dolar avcılığı ingiltereyi bitirmiştir. Henderson'a göre, ingilterenin genel millî tediye muvazenesi 700 milyon sterlin değerinde açık verecektir. Halbuki alacaklı lehte tediye muvazeneli memleketlere yıl içinde verdiklerile l>eraber 813 milyon sterlinlik bir açığı olacaktır. Bu aradaki 110 milyon sterlinin dolar karşıhğından kurtulmak için Ingiltere conversion tedbirine dayanmıştır. İs büsbütün dejenere olup da, sterlin sahası denen bazı Skandinav memleketlerile dominyonlar, müstemlekeler ve daha bazı memleketlerde ticariden gayrı olur olmaz maksadla Londradaki sterlin avoirlarmı dolara çevirtmek emirlerini vermeğe başlayınca, ingilterenin sıkmtısı artmıştır. Ancak bu memleket gibi ticarî ve malî haysiyetini yüksek tutan bir memlekettir ki, bu tazyiklere şu ağustos sonlarına kadar tahammül etmek sabnnı gösterebilir 1946 bu yıla göre nisbeten rahattı. Fakat, bu yıibaşmdaki kömür ve don buhranlann dan ve istihsalin ve ihracatm bu yüzden yediği şiddetli darbelerden sonra, yıl ortasına gelmeden bir iktisad buhranının patlayacağmı görmemek kabil değiidi. Nihayet buhran geldi, çatü. *** İngilterenin emrindeki dolarlar buhar olmağa başlayınca, o meşhur iki maddeyi, rüçhan hakkı ve tahvil mecburiyetini' ortadan kaldırmak için, Amerikanın rızasını almak, mukaveîeye yeni bir şekil veya anlayış vermek icab etmiştir. Zira dünyanın mali çevrelerine "fena görünmemek pahasına, akmtıya beyhude kürek çskmekte devamda mana l.almamıştı. İngiltere do'ar bulmak derdile millî aktifinden yiyemezdi. Fakat, bir Amerikan xsukraz mukavelesi kolay kolay değişemiyor. Rüçhan hakkı maddesi bir kaç hafta önce tefsire uğradı. Son tahvil mecburiyeti maddesi de benzer bir delil ortaya atılarak başka şekle konmuş olacak ki, İngiltere bir kaç gün oluyor, mecburiyeti ilga ettiğini ilân etmiştir. Ancak Amerikada bazı mebuslar, bu tefsir ve tadillerin Amerika meclisinden geçmesi lâzım geldiği hakkında beyanatta bulunmuşlardır. Sözü bitirmeden, îngilterenin tam uygun bir durumda iken, neden dolayı milletlerarası para sandığına müracaat etmediğine dokunulacaktır. ingiltere bu sandıktan, nizamnamesinin beşinci maddesine göre, oraya koyduğu 1,300,000,000 dolarlık sermayenin dörtte birini yani 325 milyon dolarım bir yıl müddetle pekâlâ alabilirdi. Bu sandığın manevî temeli, 1944 te Brotton Woods'ta atılırken, denmiyor muydu ki, bundan sonra milletler sandığa başvurarak paralarını koruyacaklardır. Bununla beraber, i n gilterenin sandığa başvurması mümkün olamamıştır. Zira, sandığın vereceği bir yılda dörtte bir sermaye miktarı azdır, sonra, bu paranın almması da zacıana mütevakkıftır, İngiltere bu seri tedbirlerile iktisadının güç durumundan tamamile kurtulmuş mudur? İngilterenin buhranı bir konjonktür, basit sözle bir piyasa buhranı olsaydı, bir kaç malî tedbirle bir tarafa atılabilirdi. Fakat öyle değildir. İngilterenin buhranı bir strüktür, yahud basit sözle, tekmil iktisada taalluk eden şamil bir bünye buhranıdır. Bir millet, mevcud makineleri ve malî kajnaklarile çalışadururken bir piyasa hareketinden müteessir olabilir. Hattâ bu tesirin derecesi artarak iş buhrana kadar gideı*. Fakat bu küçük, mineur, bir hâdisedir, muvakkattir. Bir kaç malî tedbir bazı ticarî tedbirle geçer. Ama bir memleketin demir ve çelik sanayii ve maden ocakları gibi anahtar sanayilerinin bir kısım makineleri eski olur, randıman vermezse, bu büyük, majeur bir iktisad hâdisesidir, Son istatistikler Amerika kömür işçisinin îngiliz işçisinden 6 misli fazla kömür çıkardığım gösteriyor. ingilterenin dış malt kaynaklarının bir kısmı kurumuştur, eski feyizli nemaları vermiyor. Hindistana ve Mısıra heybetli yekunlarda borclar vardır, Memleket içinde işçi ücretleri arttıkça, sermaye kârı azahyor, bu yüzden sermaye terakümü süratten kaybediyor. ingiltere iktisadına, günlük malî tedbirlerden ziyade, uzun vadeli çalışmalar gerekmektedir. O çalışmalar ki, atik şekillerden kurtulup, modern istihsal cihazları, modern ticaret usullerile yeni şekiller alsın. Daha geçen günkü bir iktisad dergisinde İngilterenin Türkiye ile olan ticaretinin artamadığından şikâyet edilmekte bazı ingiltere tüccarlarmın başarı vermiyen usulleri tenkid edilmekte idi. Sav stanbul sajfiyelerinin çoğunda da, şehirde olduğn gibi, gürültüden nzak, sessiz ve sakin yaşamak kabil değildir. Meğer ki şehirden uzak ve ücra bir köye gidip bir yarı manasür, eski tabirile bir «târiki dünya» hayatı geçiresiniz. Bu kadar münzevi yaşamağa da imkân olmadığma göre, demiryolu boylarmda kesilmeden uzun uzun öten lokomotif feryadları. asfalt caddelerin etrafında her an bağıran otomobil klâksonları ve otobüs korneleri, tramvay hattı gcçen yerlerde tramvay dandanlarile dönemec yerlerinde insanm uykusunu dcğil, sinirlerini de berbad eden canhıraş tekerlekray cıyaklamaları, Büyükadada, asfalt yollar üstünde durmadan gidip gelen arabaların nal şakırtılan. Boğaziçi kıyılarında ve bilhassa takalarla azmanlarından mürekkeb benim filom dediğimbir yelkcnli sürüsünün daima «lengerendazı mehabet» yatüğı Büyükdere koyundaki motör taktakları ve patpatlarile sabahın ilk pembe saatlcrinde rahat uyumak mümkün değildir. Vapur düdüklerini uııuttuğunıu sanmayımz. Onları en sona bıraktığımın sebebi var. Şafak zamanı, hattâ güneş doğduktan sonra. Büyükdere koytında ve etra&nda öyle bir sessizlik hâkimdir ki denizin ortasında, o saatlerde balık tutanların konuşmalarını kıyılardan işitirsiniz Büyükdere iskelesinden bağırsanız, Kireçburnu iskelesinden duyulur. İşte geçenlerde bir gün, insanlar gibi, tabiatin de derin uykuda olduğu bu sakin anda korkunc bir vapur düdüğü gürledi. Yanında, Tuîandan evvel yaşamış manıııt, yahud «fili mahmudî» denilen devhayvanların kükremeleri bile kuzu melemesi kadar nazik ve tatlı kalan bu 20 nci asır devinin nağrası, dört defa kısa fasılatarla bütün yukarı Boğan inim inim inletti. Beş dakika sonra, bu korkunc hajvan dört defa daha bağırdı. Birinci bağırışında uyanmıştım. Kalkıp balkondan baktım. Bu, pek kocaman bir Moskof şilepi idi. Hani aç Hindistana götürmek üzere Hmanımızdan günlerce mısır yükleyen Amiral Uçakof sdlı Rus gemisi. (10,000 tonluk Amerikan «1leplerinden geçen yıl benim bu sütunlarda yazdığım zaman bir kaç tane tedarik etseydik şimdl Türk mısırını Hindistana kızıl bolşevik gemisi yerine şanlı bayrağımızı tasıyan bir Türk gemisi götürürdü.) Rus gemisi kılavuz veya «ıhhî muayene istiyordu. Muradına enni? olacak ki bir daha sesi çıkmadı amma bütün yukarı Boğazı uyandırdı. D O Arife ffünü, pazardı. Pazar sabahları herkes biraz daha fazla uyur. Bu uykuya Ankara radyosu bile hürmet eder de yayınlarına saat 8,30 da başlar. O gece, daha karanlıkta. keskin ve hasin bir vapur düdüğü. yakın fasılalarla tam S defa dörder dörder örrü. Karanlık olduğu için sinirli sinirli bağırıp duran bu vapuru göremedim. Ertesi gün Büyükderede oturan bir kaptana rasgeldim. Bu düdük münasebetsirliğini evvelce bir kcre daha yazmıştınız. AUahaşkına bir defa daha yazınız diye, Anlattı. Bu düdükler, memurlan kılavuz, gümrük veya sıhhî muayeneye davet içindir. Bu işe memur olanlar, nöbet tulmalı ve bir gemi görünür görünmez henıen istimbotlarına veya ınotörlerine atlayıp üzerine gitmelidirler ki halk rahatsız olmasın! Kaptanın hakkı vardı. Fakat benim fikrimce sıhhî muayene işi, artık Büyükdereden daha ileride bir yerde, meselâ Büyük limanda yapılmalı. Kavaklar arasındaki ağ dolayısile Boğazdan çıkan gemiler kılavuz alıyorlarsa, bunlarla da geceyarısında veya sabah karanlığında böyle dört veya beş kere dört düdük yerine karşılıklı fleşin, yani ışıkla veya adi fenerle işaret vermek suretile konuşmalı. Marmara Bö'lgesi Liman ve Deniz î?leri Müdürlüğündcn yukarı Boğaz halkına sabah uykusunu haram eden bu 4 ve bazan da 5X4=20 düdük belâsından bizi kurtarmasını rica ederim. Bütün bu güçlüklerin yenileceği tabiidir. İngiliz karakterine göre, hayat güçlükleri yenmektir. Bazan lâkayd görünen Ingilizler, tehlikeyi dokunacak kadar yaklaşmağa bırakırlar, fakat sonra, her milletin kolay erişemiyeceği bir Ben bu teklifi mecburen yaptım. Çünkü bu halils salonda oturmak kabil değüdL Olur, ama hanımlar burada kalsm. Hep bir ağızdan: Aaaa! Biz korkarız. Hep birden inelim aşağıya. ~ Allah göstennesin. Ben tekrar cesareti elime aldım. Ben gideyim ama birisi bana yol göstersin, Bir de elektrik feneriEv sahibi: Ben size bir de tabanca vereylm. Ne lüzumu varî Yok yok, vereyim; ama elektrik feneri yok. Mum verelim. Uzun lâfm kısası alt kata lndlk. Hücrada bir ev.. dört ayak taş merdiven. Bana mumu verdi. Tabancayı da sağ elime aldım. Er sahibi bodrum kapısmı lterken yukarıdan kadınlar: Aman Allah! diye bağırdılar. Ben bodruma girmiştim. Yukankl sesi isiten ev sahibi: Ben şlmdi gelirim. dedl. süratle gerl döndü. Merdivenl çıkarken, bodrum kapısımn kapandıgını işittim. Döndüm, kapı kapalı. Mumu tuttum. lçeriden tokmağı yok. Bir nevi kabzalı kilid. Tutup çekmek istedim, olmadı. Ben bununla meşgul iken içeriden bir ses: Hişşşşş!.. Mumu o tarafa tuttum. Yüreğim atmaya başladı. Şakaciktan başımıza bir derd gelmesin. Başımın tüyleri diken diken oldu. K i m o? diye seslendlm. Susssss!. toplanma kudreüle tehlikenin üzerine atılır ve onu yenerler. ingilterenin bugünkü en büyük davası olan iktisad bünyesi değişmesi işinde de, aynı hamleyi göstereceği muhakkak gibidir. Dr. Nizameddin Âli SAV İmdad.. Aman Allah.. dediğimi biliyorum... Ondan sonra,,, Gözümü açtığım zaman başımda gözlüklü birisi, elinde bir şişe... Dik dik bana bakıyordu. Ben uyanınca hemen davranmak istedim, Telâş etmeyin! Biraz istlrahat edin! dedi. Birkaç dakika sonra ben hâdiseleri hatırladım. Ev sahibini aradım.. Adamcağız heyecanlı bir halde geldi. Özür dilerim. Geçmiş olsun. Vallahi istemiyerek. Ne bileyim ben. Fena tesadüf!.. Hele Hraz dinlenin. Bir konyak içer nüsiniz?. Uzatmıyalım. On dakika daha istirahatten sonra kalktım. Ne göreyim ya efendim. Pantalonun dizleri parça parça ve bana aniattılar. Ev sahibi tekrar döndüğü zarcan budromu kapah bulunca açmış. Beni yerde baygın bulmuş. Bodrumda kıştan kalma bir sıra odunun yıkıldığını, su borusunun delinip fışkırmakta olduğunu örmüşler. Beni yukarı çıkarmışlar» Bütün bunlan öğrendikten sonra sordum. Yukarıdaki çığhk neymiş? Rüzgrdan balkon kapısı kapanmış.. da hanımlar korkmuşlar... Ekmekçibaşının karısı? Ondan ses sada yok.. Tabiî ben güzelim yemeklerden mahrum oldum. Pantalon berbad olduğu kadar benim cesaret kredim de düştü.... Gel zaman, git zaman günün birinde orada hazır bulunan hanımlardan bi» rini tekrar gördüğüm zaman bana: Aman şu Ekmekçibaşının karısı masahnı bir de Vasfiye ojnasak! deyince gözüm faltaşı gibi açıldı. Ay, o masal mıydı?. diye sor dum... Kadın birdenbire şaşaladı. Şey! Bilmem. Ben öyle sanmış tınt.. diye kekeledi; ama ben işi çaktım, demek kil B. FELEK İYİ SAATTE OLSUl^LAR! Hep »çracık. Tekrar süiut. Ev sahibi teşebbüsü ele aldı: Haydl buyurun yemek yiyelim! Masarun başına geçtik. Içimizden bir hanım: Aaa! dedl, on üç kişlvlz? Felâket. On üç uğurlu rakamdır» siz ona... dlyen ev sahibirün lskemlesi kayıp boylu boyuna yere düşmez mi? Artık bütün bu tesadüflere tesadüf demekten utanmaya başîadım. Sofraya oturduk, ben salata tabağmı alırken önümde duran ayaklı bardağa kolum çarptı. Bardak devrildi. Su yanında duran tarama tabagına döküldü, rezalet. Aman affedersiniz. Benim de salaklıgım üstümde! Derken karşıdaki hanımlardan birisi çatalını tabağmm içine düşürdü. Gürültüden ev sahibesi ürktü. Ay.. diye bağırdı, Tekrar sustuk. Ev sahibesi: Telefon çalıyor, dedl. Ama gldemedl. Ev sahibi kalktı, içeriye gitti. Alo alo! seslerl işittik.. geldi: Her halde yanlışlık olacak. Kapattı dedi ve lâkin bizim de keyfimlz kaçtı. Salata buyursanıza!. Biraz et.. falan gibi sofra lâfından başka şey konuşul maz oldu. Ben terlemeye başladım ve tam o esnada aşağıdan Uç defa gayet bariz güm. güm, güm! diye ses işittik. Ev sahibi ayağa kalktı, bana baktı. İşittim! dedim. Evet! Aşagıda! kimse yok dedinlzdi gal;ba. Yok ya! Kapı falan açık olmasın! Pek kapı sesine benzemiyordu. Bir keıe ajağıya baköak.1 kocasına: Ayol bu ne bu mektub? Kocası birdenbire boeuldu. Her halde hariimın eline geçmemesi lâam gelen bir mektubdu bu. Ne mektubu? Kiz ceketini fırçalarken cebinde bulmus, bana verdl. Sen de okudun değil mi? Hayır şöyle bir göz gezdirdlm. Ne diye benden... Canım şlrali bırak saçma şeyleri Sceyfimlze bakalım. Bu mektubdan sonra ben bu evde oturamam. Allah AHah, Ne yazılı bu mektubda acaba? Merak ettim ama kan koca arasina da girilmez ki. Bırak şu saçma mektubu dedim ya sara! Ayol bunun neresl saçma! Noktası noktasma yazıyor. Yazayorsa sana ne? Ay içime fenalık gelecek. Allah aşkına şunu size de okuyayım da görün, haklı mıyım, haksız mıyım? Çlah şöyle! Ne uzatıyorsun hanım, baKalım herifin randevusu rr.u varm:ş, yoksa karının mı bir mânii çıkmış. Yoksa. karını boşasana! diye şantaj mektubu mu? Derken hanım dörde bükülmüş, çizgili bir kâğıda yazılı mektubu okumaya başladı. cEy sizler ki Ekmekçibaşının hanesinde oturmaktasınız. Malumunuz olsun ki Ekmekcibaşimn iki kans% var idi. Bunlardan birisi bundan tam yüz sene evvel ortağınt, Servinaz Hanımı bu hanenin bodrumunda ha\ayiklarına boğdurmuj, cesediii gene oraya gömdür Yazan: Burhan Feiek mü§tür. Günü gününt bu gece tam yüzüncü yıldönümüdür. Merhum ve maktul Servinaz Hatunun bu gece ruknu muazzeb etmek istemezseniz hanenizde tukuneti muhafaza edin. Yoksa o nih, sizi muazzeb eder. İmza; Hatif? İçiırdzdekl kadınlar korkmaya başladılar Jlattâ erkekler de korktular ya! Ben işi şakaya vurdum: Birisi sizinle alay etmek lftemiş olacai. Mektub nereden verilmiş?! Zarfı attim... Durun bakayım! (Gittt ve geldi) Galatadan! O bir şey ifade etmez. Aman ben korkmaya başladım. Ben bu evde oturamam, Kocası miidahale etti: Canım boş şeylerdir bunlar, aldırma! Haydi yemeği yiyelim. Derken aşağıda derinden gelen bir gürültü işiüldi. Hep kulak kabarttık. Kadınlar titremeye başladılar. Ben de bu tesadüften pek hoşlanmadım ama, işi dışajı vurmadım. Aşagıdakiler gürültü ediyor. Aşag;da kimse yok. Hizmetçi falan? İkisi de bu katta. Gürültü bodrumdan geldi. Salonda bir sükut.. kötü şeydir.. sinek uçsa tayyare sesi verir. Ama bu da hayal değil ya!. Tavan çaaat! diye çatladı. Kim o diyorum! dedim, Bir adım attım. Bodrumdaki odunlar birdenbire bir harekete geldi ve o esnada ben daha iyi görmek için mumu yukarı kaldırırken mum söndü. Mumun sönmesi, beni büsbütün korkuttu. Artık ne olursa olsun tabanca ışığına müracaat etmek istedim. Tetiği çektim. Çat! İşte o kadar. Ha" Allah belâsını versin. Bir daha çektim. gene ateş almaymca.. ben sıfın tükettim. Hemen kapıya koçtum; fakat ayağıma birisi bir çelme taktı.