12 Temmuz 1939 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

12 Temmuz 1939 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

12 Temmuz 1939 CUMHURÎYET Ermeni komitacıları hâlâ İhrac mallarının naklinde **r müşkülât ^ sergüzeşt peşinde geziyor Beyrutta satılan «İskenderun destanı» na ve teşhir edilen büyük Ermenistan haritasına artık kıymet veren kalmadı Bir ihracat firması Mudanyadan Doyçe Levant Linyenin bir vapuruna verilmek üzere koza kırıntısı yüklemiş; bu tahmil işi esnasmda, balye denize düşmuş. Bu gibi ahvalde olduğu veçhile zabıt tutulup malın avarya olduğu kabul oluna rak bu balye, vapura alınmış, Alman vapu ru kaptan ve acentası İstanbul limanında kozaların tahammür ettiğini ileri sürmüş ler. Mal sahibinin iddiasına göre, bozu lan yalnız deniz suyile ıslanan o balye ile onun civannda olan birkaç balyedir. Fakat gemi acentası, 169 balyelik partiyi birden vapurdan çıkarttırmtş... BEYRUTt MEKTUBLARI tktısadî hareketler ilüMjKOSESi) IHTIRAWRSKESJFL'ER1 Üç renkli baskı Ilim ve f en âlemindeki kehanet ve yarınki dünya Amerika sergisinde teşhir edilen harikalar yarınki hayatımıza girince dünyanın çehresi bambaşka bir şekil alacaktır Yazan: H. BİLGİÇ Yarını görmek, yarının ne olacağını bilmek hiçbir faniye müyesser nimetler den olmamakla beraber, tefe'ülde çok ileri gidenlerin, maruf tabirile, attıklarını tutturdukları vakidir. Mevzuumuz falcıhk değil. Dünyanın, gelecek yıllarda ve asırlarda nasıl bir çehre arzedeceği hakkmda tahmin yürütenlerden, geçmişin tarihini vukuattan sonra değil, geleceğin tarihini önceden yazmak iddiasında bulunanlardan bahsedeceğim. Şüphe yok ki bunların başında Jules Verne gelir. Çocuk dimağımıza yerleş tirdiğimiz bilgiler arasında, Jules Ver ne'in hayalle hakikati şaheser bir halita halinde birleştiren kaieminden çıkmış nice malumat vardır ki, hepsi bir araya getirilse, bugünün fen tarihini kısmen yazmış olur. O büyük müellifin hayalile bugünün hakikatinj yanyana getirince, ortaya çıkan çok şayanı dikkat neticeler karşjsında hayrete düşmemek kabil değildir. Meselâ «Denizaltında yirmi bin mil seyahat» eserindeki meşhur Nautilus tahtelbahri ve bu tahtelbahir içinde, Okyanuslarm dibini karış karış gezen kaptan Nemo. Jules Verne, kaptan Nemo'nun tah telbahrini, derinlere dalmağa mahsus dümenlerle, aksi istikamette dönen perva nelerle, elektrik motörlerile mücehhez çelik bir tekne olarak, bugünkü denizaltı gemilerine çok yakın bir şekilde tarif etmiştir. Bu tahtelbahir, deniz dibine da! mağa mahsus su hazinelerile, oksijen depolarile, elektrikle teshin tertibatile, seyyar bir saraydır. Amerikanın Squalus tahtelbahri faciasmdaki mürettebatınm, dalgıçlar vasıtasile tekne üzerine tespit edilen su almaz bir tahlisiye kulesinden, teker teker su sathına çıkarak kurtuldukları henüz hatırlardadır. Bahriye tarihinde ilk defa olarak kaydedilen bu tahlisiye ameliyesinin bir eşini, «Denizaltında yirmi bin mil seyahat» eserinde bulmak kabildir. Jules Verne «Nautilus» tahtelbahrini, su geçrruz bir nevi kayıkla teçhiz etmiştir. Sımsıkı kapalı bir kapak açılarak içine giriien bu kayık, onu tekneye rapteden cıvatalar sökülür sökülmez, bir su habbesi gibi denızin yüzüne yükseliverır. Çin sahilleri açıkiarında, WeiHaiWei civarında batan Poseidon tahtel bahri mürettebatından altısı da, tek kişilik, torbalı teneffüs cihazları takarak kurtulmuşlardı. Bugün bu usul, dünyada mevcud bütün tahtelbahirlerde vardır. Gemide mahpus kalan tayfa, su geçmez bir bölmeden çıkarak, bu teneffüs cihaz: sayesinde hayatlarını kurtarabiliyorlar. Fakat, Thetis tahtelbahri faciası, bu u.<ulün maalesef tam manasile mükemmel olmadığını gösterdi. Jules Verne, bu usulü de düşünmüş, kaptan Nemo ile misafirlerini Nautilustan çıkarmak için, tıpkı şimdiki tahtel bahirlerde mevcud olanlar nev'inden su geçmez bir bölme tasavvur etmiş, arka larına da dalgıç esvabları giydirmişti. Hatta, Jules Verne'den, bu sahada geri bile kalmış bulunuyoruz. Kaotan Nemo ve arkadaşları, ellerinde elektrikli tüfeklerle deniz dibinde avlanırlar. Bizler henüz o dereceye yükselebilmiş değiliz. Jules Verne'in, geleceği tahminden ziyade mevcudü tarif eder derecede kuv vetli buluşlarına her sahada raslamak mümkündür. Bugün bizlerin deniz dibinde dolaşmak, ve havalarda uçmak için kullandığımız vasıtalar, Jules Verne kahramanlarının kullandıkları Nautiluslardan ve Albatros'lardan pek az farklıdır. Zehirli gazin ilk kâşifi, yerden aya gitmek ıçın mermıyı bir vagon gibi ku! lanmak fikrinin ilk sahibi gene Jules Verne'dir. Ancak, maalesef söylemek icab eder ki, madalyanın bir de ters tarafı. Jules Verne büsbütün hatasız değildir. Meselâ, Nautilus'u, 8000 metreye kadar indirir ki, bu derinlikte, öyle bir teknenin yamyassı olmamasına imkân yoktur. Tahtelbahrin büyük salonunun camlarını açık bırakması da, bu camlar 100,000 ton ağırlığında bir su tazyikma maruz kılmak demektir. Jules Verne, «Seksen günde devri âlem» isimli eserinde de, lokomotıfın pis Bu hâdisede hangi tarafın iddiasımn doğru olduğunu bilmiyoruz. Hem galiba hâdise, bir taraftan adliyeye de intikal etmiş bulunuyor. Yalnız burada, bu vesile ile bu nevi hâdiselerin tekerrürü ve bu tekerrürün sebebleri üzerinde durmak ıstiyoruz. İhrac mallarımızm naklinde müşkülât ötedenberi kurtulamadığımız bir derddır. İhrac maddelerimizin nakli işinde kendi bayrağımızı taşıyan vapurların rol alraasından evvel bu müşküllerin hallini bekleUmumî Harbde öldüğü rivayet edilen bir milyon Ermeninin hatırasını taziz mek biraz da hayal olacak gibi... maksadile bir Ermeni ressamı tarafından ygjjjlan bu resim Suriye kitabcılaîhrac ticaretimizin nakliyat işi muayyen rında satılmaktadır. Resimde görülen mezar taşlarında yandığı iddia olunan vapur kumpanyalarının elinde ve hele şehirlerin isimleri okunmaktadır. Bu şehirler Diyarbakır, Erzurum, Maraş, Almanyaya ihracatımız Alman vapurlan Karahisar. Urfa, Haçin, Bitlis, Adana, Tarsus, Harput, Anteb, Malatya; inhisarında gibidir. Her vapurun burada Sıvas, Muş, Zeytin, Sis, Samsun, Vandır. ne yük bulacağı tahmin edilemez. DenizBeyrut (Hususî) Yakınlardakî sı sürdügünü sezmek bılc uykumuzu kaçı yollarınm mukavelesi mucibince bütün cak metnleketlerden, çöl kıyılarındaki rabilir.» transit mallar Yunan vapurlarına veril Bu düşünce ve duygular Hatayın Su mesine rağmen Alman vapurlarnda süı'at Kahire, Bağdad, Kudüs gibi büyük şe hirlerden gelen kibar ailelerle artık birer riyeden ayrılışını bile unutturmuştur. ve tarife fariki bulunduğundan bu vapurdüğün evine dönen Lübnan köylerinden Herkes, Türk Fransız anlaşmasım al lar gene çok yiik bulmaktadırlar. Her akışlayıp tes'id ediyor. Âliyedeyim. centanın azamî derecede havalesiz yük al Böyleç^e, yakm zamanlara kadar maBu dokuz yüz metre yüksektc, otur mağa çalışması tabiidir. Bilhassa koza piduğumuz terastan, çoktan batan güneşle lum sebeblerle, hiç de arzu etmediğimiz bi çok havaleli ve o nispetten az gelirli beraber görünmez olan denizin kıyısında cereyanların doğduğu bu komşu memle bir yük alındıktan sonra az havaleli ve renk renk pırıl pırıl taşlardan işlenmiş bir ketlerde artık tamamile dost ve samimî çok gelirli bir yük bulunursa o havaleli koca mozaik parçası peyda oldu: Bir bir hava esmeğe başlamıştır. yBkün dışarı çıkarılması için bazı sebebFakat dün, ayni Beyrutun en ka'abaaydır bir fınna dönen Beyrutu, oralılar ler de mevcud olduktan sonra tabiî bu sebile artık böyle uzaktan, tepeden, hele lık caddesinden geçerken kulağımın di bebler öne sürülür. îşte bu iş de zaman zabinde türkçe bir ses gürledi: geceleri seyre doyamıyorlar. İskenderun destanı!.. İki kuruşa is man böyle olmaktadır. Palmiyelerle süslü serin terasta ve bikenderun destanı.. Yeni çıktı! Avrupa limanlarına Türk bayrağmı tişiği büyük salonda kaynaşan davetli Uzun fesli, palabıyıklı, kara şalvarlı taşıyan vapurlar işlediği zaman bu derd ler, sayısız yıldızlarla parıldayan gök ve bir donanma gecesini hatırlatarak ışılda satıcı kolunun altında bir tomar rengâ den kurtulacağımız muhakkak olmakla yan Beyrutta dolaşan bakışlarını, ikide renk kâğıd, bir kolu havada avazı çıktığı beraber bu mevzu üzerinde alâkadar rcakamların şimdiden durması da lâzımdır. bir, zaten kulaklarını ayırmadıkları, genc kadar bağırıyor: Baronlar... Ağalar, iki kuruşa... lerle muhasara edilmiş radyoya çeviri Taze taze İskenderun destanı! yorlar. Adımlarımı kıstım, adamın gerisine Kaelınlı erkekli Lübnan eşrafmdan, Bacağından yaralandı düştüm. Beşisıra ağır ağır yürüyorum ve Suriyeli politikacılardan, Fransız za'^it Bakırköyde Cevizlik mahallesinde ogörüyorum ki; Ermeni dükkânlarının eklerinden başka ecnebi olarak benimle iki seriyet teşkil ettiği çarşıda bile bu sese turan bez fabrikası amelesinden Hüse Iraklı tacir var. Bunlardan biri kulağıma kulak verip de başını çeviren tek adam yin, fahrika önünde şoför Akifin idaresindeki otomobilin sadmesine aruz kaiğiliyor: yok. Köşebaşında, adama iki kuruş uzatlarak bacağından ve kolundan j'aralan Ne neş'eli millet... Bakın yetmiş tım: mıştır. Suçlu şoför yakalanmıştır. lik ihtiyar bile radyoyu kolluyor. Dans Ver bakalım bir destan... Fakat edecek güzel bir hava arıyorlar galıba. satamıyorsun, neden?.. dedim. Fundalık yangını Radyo günün haberlerini vermeğe baş Artık tavsadı baron, dedi beni de Büyükadada Hristo tepesindeki Çarladı. Hemen düğmeyi çevirecekler san Ermeni sanmıştı, çünkü ancak onlara badım. Fakat birden, bu çığlık, alkış ve se ron diyorlar Artık böyle şeylere kulak kıfelek sokağının alt başmdaki funda hklarda yangın çıkmış, 20 metroluk bir vinc fırtınası ortasmda kaldık: Türk asan kalmadı.. Acna zarar yok, üç beş yer yandıktan sonra halk tarafından Fransız anlaşmasının imzası ilân edıliyor derken gene satar tüketirim bunları. Zere söndürülmüştür. du. kıyak yazmış herifçioğlu.. Oku da bak! Kimbilir ne zamandanberi beklenen Beyrut matbaalarından birinde basılbüyük müjdeye kavuşuşun doğurduğu mış, ermenice harflerle türkçe yazılmış duğumu hissettirmeden fransızca hitab etı tarif edilmez neş'e havası içinde biz de olan bu (kıyak) destanı okuttuğum Er tim: Şu, ne haritasıdır matmazel? ayağa kalktık. meni ahpab ise, ikidebirde sinirli siairli Bizim haritamız, Ermenistan hariİki adım atmamıştim ki; ev sahibinin, başını sallıyarak duruyor: tası mösyö! ellerinden tuttuğu iki şen genc kızla ba Bu deli saçmaiarından usanmıyan na doğru ilerlediklerini gördüm, ve karşı Ermeni kalmadı vallahi.. diyordu. Yani? karşıya gelince: Zararı yok, oku da biraz güle Günün birinde mutlaka teşekkül Bunlardan birinin büyükbabasmı, lim... edecek olan büyük, mukaddes Ermenis Ve istemiye istemiye okuyordu: birinin de ağabeysini Cemal Paşa, şuratan! cıktaki binada sorguya çektirmiş ve şu a Umum devlet top sesOe titretir cihanı Ve bir resmi göstererek sordum: yaklarımızın altmdaki Beyrutun göbe Toprak kazanmak için dökerler kızıl kanı Ya bu? vatanı ğinde darağacında sallandırmıştı. İ?imdi Harbsiz teslim eyledıler tatlı be yahu! Bu siyaset dalgasma şaştım Umumî Harbde Türklerin evlerinı yaşasm Türkiye diye bagıranların ve barklarını yakarak kestikleri bir miiyondeğildir ki yanmasın sefil dost millet şerefine kadeh kaldıranlann Ufak birşey tekelesi herdem Suriyeye yürek İskenderun gerek dan fazla Ermeninin hatırasını taziz için başında bunlar var. Türk Fransız anlaş Kimin aklına gelir ki kınlırdı bu direk yapılmış bir tablodur. masının Lübnanda, hatta bütün Suriyede Teslim eden imzaya şa§tım be yahu! Bu harita ile tablodan birer tane satın nasıl karşılandığını iyice anlamanız için Tüccarlar çekince malı, iskele oldu harab aldıktan sonra kıza türkçe söyledim: bu kızların gözlerine bakmanız kâfidir Odun pazarı ettiler günah değil mi yarab Bu işe nasıl kızmazsın ausıl sahibi Arab Demek ki hâlâ Türklere diş bi'i zannederim, demişti. Sabreden selâmet bulur bekliyelim be ya yorsunuz.. Öyle mi? ' Ertesi günü Beyrutta kiminle görüş hu! Genc kızm birdenbire rengi attı ve eltümse, bütün bakışlarda ayni tatlı memDestancıbaşı «Suriyenin malı olan nuniyetin izlerini buldum. Sancağın kanlı ellere teslim edildiğin lerini uğuşturarak türkçe cevab verdi: Hayır efendim... Türkleri severiz. Birkaç azgın politikacıyı istisna eder den» de bahsettikten sonra: Ayrılığın geldi vakti, ver sıkayım elini Bu resimler ve haritaiar komitacıların işsek, bugün bütün bu topraklar, son an Son defacık koklat bana menekşenin gü leridir. Onların fikrinde olmadığımızı islaşmanın bir rahat ve geniş nefes aldırdığı lünü ' pat için, isterseniz geiiniz yakmdaki eviinsanlarla doludur, diyebiliriz. Aç o kiraz dudakların öptür bana dilini Çünkü, gürültülü kaldırımlardan, sü Git artık hor görünüyorsun gözüme be ha mize götüreyim sizi, duvarlarımızda bunhu! lardan bir tane bile bulamazsınız. kuna gömülmüş yuvalara kadar her yanDiye sözlerini bitiriyor. Kıraat tamam O halde bunları niçin satıyorsu da hüküm süren umumî düşünce şudur: olunca, bilmem neden, Ermeni mahalle nuz? «Türkiye totaliter devletlerle elele vermiş olsaydı, hududunun yanındaki mem'.e sine giden tramvaya atladım. Mecburuz. Satmasak olmaz.. Biz Adana stadyomu, Urfa berberi, Ma satıyoruz ama, etnin olunuz alan yok. ketlerde, yani Suriye ve Lübnan ilk safta olmak üzere Filistin, hatta ta Mısıra raş hamamı, Mersin oteli... levhalarile Bu sırada mal sahibi gelmişti. O da süslü sokaklarmda, fırıldak çeviren, zar bana: «Umumî Harbden evvelki kafakadar bütün Arab memleketlerinde endiş€İi bir hayat başlıyacaktı. Adlarmı bile atan kumarbazından, oynaşan çocukları larını değiştirmemiş olan bazı komitacı anmak istemediğimiz devletleri bir ham na, öten gramofonuna, dilencisine kadar Ermenilerin marifeti olan bu çirkin işlere lede Türkiye yolile yanıbaşımıza sokul sade türkçe konuşan ve bir daussılahlar kerhen alet olduklarını, çünkü başka türmuş görecektik. Hele Allah esirgesin manastırına benziyen bu mahalle, vakıâ lü yapamıyacak vaziyette bulundukları bir harb vukuunda başka yerlerde fazla sık sık uğrağımdı. Fakat bugün, burada nı» delillerle, ispatlarla anlattı. mesgul olacakları ıçin mandater devlet bir başka türlü, alıcı gözile dolaşıyordum. Bu sözler doğrudur. Buralarda tanıdıBir kitabcı dükkânınm önünde dur |ım zengin, fakir bütün Ermenilerin lerin buraları lâyıkile müdafaaya belki güçleri yettniyecekti ve biz bu zâftan is dum. Camekândaki bazı kâğıdları daha ayni fikirde olduklarını iyi biliyorum. Fatifade edebilecek istilâ ordularının akın iyi görebilmek için içeri girdim. Asıl dük kat dost Fransadan, bu çılgın komitacıları altında çiğnenecek, ezilecektik. An kâncı meydanda yoktu. Arka taraftaki ların budalaca gayretlerine artık bir nihakara buraya o kadar yakındır ki, orada kasalann başında çalışan mürettib kızlar yet verilmesini istiyemez miyiz? bize karşı bir dü$man zihniyetinin hüküm dan biri işini bıraktı geldi. Ona, Türk ol tonlarını saniyede yirmi defa hareket ettirir. Bu sayı, saatte dört yüz kılometre sür'ate tekabül etmekledir. Jules Verne, bazı hataları da bi'erek yapmıştır. Meselâ arzdan kamere giden mermi içindeki yolcuların, mertninin a tılışı anındaki sadmenin şiddetinden, pestil haline gelmeleri iktıza eder. Fakat, bu faslı ortadan kaldıracak olursa romanm hikmeti vücudü kalmaz. Bugün, birçok âlimler, daimî hareketli fişek vagonlarla seyyarelere seyahat fikri etrafında çalışıyorlar. Jules Verne'in kahramanları da, karaya inerken fişekleri fren makamında kullanırlar. Büyük müıllifin, bu noktayı kısmen işlediği halde, mermi yerine doğrudan doğruya fişek kullanmaması acaba sadece bir gaflet eseri midir? Jules Verne'in, yirminci asır terakkiyatını önceden görüp bizlere de gösterdiği muhakkak olmakla beraber, müstakbel ihtiraların tam ruhuna nüfuz edemediğine de şüphe yoktur. Helikopter'inin bugünkü tayyarelerle ve otoiir'lerle şöyle böyle münasebeti vardır. Nautilus'daki sodyom pilleri, şjjndiki tahtelbahiılerin akümülâtörlerile hiçbir münasebet arzetmez. Buharlı ev diye tarif ettiği araba, bizim otomobiilerimiz değildir. Jules Verne'in bir harika olan zekâsı gene kaydı ihtiyatla söyliyelim ne elektrik ziyasını, ne telsizi, ne radyomu, ne (X) şuaını, ne elektrikli gözü, ne de tedavi ilmmi kökünden değiştiren ve hayat hakkındaki görüşlerimizi altüst eden biyoloji sahasmdaki harikalı keşifleri düşün*bi! miştir. Bu da gösteriyor ki, ilmî sahada kehanet, zannedildiği kadar kolay de ğildir. Velev o kâhin bir Jules Verne dahi olsa! Simdi bir de, Nevyork sergisine göz gezdirelim. Orada teşhir edilen harika 'ar, yarınki hayatımıza girmeğe namzed oldukları ve hususile daha bugünden elle tutulur birer hakıkat halinde işler bulundukları için, Jules Verne'in buluşların dan büsbütün ayrı, pratik sahaya geçmiş kehanetler sayılmak gerektir. İşte Fantosikl denileU ve elektrikli göz vasıtasile muvazene bularak kendi kendine ayakta duran bir nevi bisiklet. îşte, güneşin ziyasını elektrik kuvvetine tahvil eden «güneş motörü». İşte, bazı hastahkların tedavisi için ku'lanılan bir «sun'î hararet» müvellidi; insan sesile hareket eden, mikrofon kulaklı tren minyatürü. ( X ) şuaları şubesinde, Sikago müzesi tarafından âriyet olarak sereiye verilen bir Mısırh mumyası var ki, ( X ) şuaınm parlak ekranı üzerinde, göğsüne kavuşturulmuş ellerinin içini görüyorsunuz. Sonra, televizyon ve bittabi telesinema geliyor. Amerikalılar, bu sahada çok ileri gitmislerdir. Hatta, bir de gidiş gelişli televizyon var ki, bununla kendi kendinizi görebiliyorsunuz. En kalın sesten, çocuk sesi kadar incesine varıncıya kadar bütün insan seslerini taklid eden ve bütün dillerde mevcud konsonları, vuayelleri mükemmel surette konuşan (sentetik ses) de Nevyork sergisinin harikalarından biridir. Telefonun yakında yokluğa karısacağmı haber veren, dinleyici cihazı da saymak lâzımdır. Yakın bir gelecekte, bizi arayan, sesıni uzaktan bize işittirebilecek ve biz, oturduğumuz koltuktan kaîkmak zahmetine bile katlanmadan, telefona cevab vereceğiz. Amerikalıların çiftcilikteki ihtiraları Sulu ve yağlı boya resimlerde, ya boyaları karıştınp bir satha tatbik ede< riz veya boyaları birbiri üzerine süreriz. Meselâ bir satha evvelâ sarıyı sürelim, sonra bunun üzerine şeffaf bir mavi tabaka bindirelim; gene yeşil hasıl olur. Fakat bu sefer üst tabakadan yalnız mavi ile yeşil aksolunur. Bu takdirde hasıl olan renk, açık yeşil olacağı yer de, biraz mavi ile kanştınlmış yeşile benzer, yani mavimtıxak yeşil olur. Suluboya resimde, boya tabakaları şeffaf olduklanndan dolayı beyaz kâğıd dan inikâs eden ziyayı geçirirler, meşbu bir mürekkip renk, yani beyazla açılmamış, renk istiyorsak, renk mürekkiplerinden biri sürüldükten sonra kâğıd kurutulur. Diğer boya bunun üstüne sürülür. Tabiî cisimlerden çoğunun renkleri seçme absorpsiyon'dan mütevelliddir. Bunlar iki veya daha ziyade monokro matik renklerin mahlutudur. Tabiatin bütün reklerini akseden üç boyayı ka rıştırmakla beyazdan gayri herhangi bir renge uyacak renk hasıl etmek mümkündür. Bu üç boya renkleri muayyen bir mor, muayyen bir san ve muayyen bir maviyaşil ve mor, san ve mavi yeşilin ta mamı renkler olduğunu ve yeşil, mavi, kırmızı mecmu iptidaî renklerinin terkibile hasıl olduğunu unutmamalı. Mor, san ve mavi yeşil ise tefazulî iptidaî renklerdir. Avam dilinde bu renklere umumî olarak kırmızı, sarı ve mavi isimleri verilmektedir. Tefazulî iptidaî renkler olan kırmızı, san ve mavinin herhangi ikisile elde edilen renk tefazulî tâli renktir. Üç renkli klişe ve üç tefazulî iptidaî renkli şeffaf mürekkib kullanarak ta biî renkli resim elde edilir. Resmin her hangi bir noktasındaki renk bu noktada mürekkiblerin belettikleri renklerin muhassalasıdır. Bu üç klişe Hof ton usulü denilen usulle yapılır. Bu usulde tanbur denilen, bir takım küçük pencerelerden mürekkeb olan, bir cam tabakası objektifile resmi çekilen cisim arasında bulnndurulur. Klişecilerin tanbur dedikleri bu cam levhaya fizikte (dif raksiyon şebekesi) dariz. İkisi arasmdaki fark cam levha üzerinde çizilen çizgi adedile açık pencerelerın genişliğindedir. Difraksiyon şebekesinde cam levha üzerindeki muvazi çizgiler arasındaki mesaie bir santimetrenin üç, ddrt ve hatta beş binde biri kadar olduğu halde, tanburda bu mesafeler santimetrenin •lli veya yüzde biri kadardır. Gazetelerde gördüğünüz resimlere pertavsızla bakarsanız resmin bir takım benekler den teşekkül ettiğini görürsünüz. Res min açık tarafında siyah benekler ara sındaki mesafeler büyüktür. Koyu ta rafta ise siyah benekler büyük olduğu gibi aralanndaki mesafe küçüktür. Bu suretle Haf ton usulü bir renkli bas kıda bile resme canlılık verir. Prof. SaUh MURAD Bir talebemizin muvaffakiyeti İki sene evvel Sen Mişel Fransız lisesini birincilikle bitiren Necdet Otmar, Galatasaray hsesinde olgunluk ^mtihanını verdik ten sonra Parise gitmiş, Siyans poli nikte iktısad ve maliye tahsil ederek mektebi geçen hafta parlak bir muvafNecdet Otmar fakiyetle bitirmiştir. Yakında vatana dönecek olan Necdet Otmarı tebrik ederiz. ölüm tehlikesinden kurtulan çocuk Feriköyünde Dere sokağmda oturan 9 yaşlanndaki Mestan, evvelki gün saat 13 te Pangaltı caddesinde Mehmedin idaresindeki tramvaym önünden koşarak karşı kaldırıma geçmek istemiş, düş müştür. Tehlikeyi gören vatman derhal fren lere sanlmış ve tramvayı vaktinde durdurmak suretile facianm önüne geç miştir. Sabırsız çocuk, ölüm tehlikesinden başmdan hafif bir yara almak suretile kurtulmuştur. bunların hepsinin fevkinde denilse caiz • dir. Nevyork sergisinde, İngilizlerin, kauçuk halılar üstünde yattıklarını, bütüi işlerinin elektrikle yapıldığını, tavuklar'r ültraviyole ışıklar sayesinde, gece gün düz, vitamin dolu yumurtalar yumurtla dıklarını görüyoruz. Binlerce civciv yetiştiren elektrikli ku lucka makineleri, tavuk yolmağa mahsu aletler, rurfanda sebze ve meyva yetisti ren elektrikli tarlalar, kötü otlan, muzıı böcekleri imha eden elektrikle takim ter tibatı, Amerika çiftçisinin, gelecekteki r<* fahmı şimdiden gösteren delillerdir. H. BİLGİÇ J

Bu sayıdan diğer sayfalar: