6 Şubat 1939 CU1VIHURİYET ATATURKE AİD HATIRALAR Birleşme ve ayrılma ... hülâsa, pek güzel başlıyan bu müşterek hayatın ayni samimiyetle idamesine imkân kalmamıştı. Bir gün ... DuYDUNUZMU? Ingilizler nasıl yemek yer Yazan: SELİM SIRRI TARCAN İngiltereye üç seferim var: 1910 da, 1924 te, 1935 te. Her defasında on beş günden fazla kalmadım. Londrada birinci smıf otellerde oturmadım. Bu son gidişimde (Strand Palace) ta kaldım. Ye meklerimi bazan otelin lokantasında, bazan da Londranın tamnmi| lokantalannda yedim. İki üç kere de İngiliz dostlarım beni evlerine yemeğe davet ettiler. Şu kanaati hasıl ettim: îngilizler Almanlar kadar değilse bile, gene çok yiyorlar ve kurvetli gıda ahyorlar. Sonra İngiiizler İraniler kadar çaya düşkündürler. Diyebilirim ki çay Ingilizlerde viski gibi millî bir içki mahiyetindedir. Sabah ve ikindi kabvealnlannda büyük küçük, zengin fakh* mutlaka her İngiliz tam vaktinde (Five o dok) unu yaparken sıcak ve oldukça koyu çayuu da bolca içer. Fransızlarda ekseriya akşam yemekleri kuvvetlidir, Ingilizlerde tamamile bunun tersine. Onlar (Breakfast) dedikleri sabah kahvealhsını mükemmel yaparlar. Bakmız bir İngiliz sabah kahvealtısmda neler yer? Once koca bir çukur tabak dolusu (porridge) i midesine indirir. Bu bir nevi gayet koyu yulaf çorbasıdır. Sahanda tereyağına kınlmış iki yumurta veya bir omlet, jambon, sardalye, bir bardak domates suyu, peynir, tereyağ, elma veya portakal marmelâdı, ekmek, mevsime göre elma, annud, kavun gibi meyva... Bunlann hepsini silip süpürdükten sonra üzerine süd kaymağı gezdirilmiş bol şe kerli bir büyük fincan koyu çay içerler. Böyle güzelce kannlarım doyurduktan sonra işe giderler. Ingilizler ögle yemeklerini ekseriya lokantalarda yerler. Buna (Lunch) diyorlar. Sabah yediklerine nisbetle bu daha hafiftr, meselâ muhtelif sebzelerden garnitürle süslenmiş, kızarmış koca bir biftek veya yan çiy bir rosbif ( ! ) üstüne de biraz yemiş veya bir buding tatlısı. (Fiveoclock) yani ikindi çayı, bu tam saat 17 dedrr. Bu ikinci kahvealtı da oldukça mükemmeldir. Bu da millî iti yadlar sırasına girmiştir. Ondan geçemezler. İkindi çayında domuz sucuğu veya harang balığı yerine kek, tereyağ, peynir, bisküit ve yemiş yerler ve Seylândan, Somatradan gelen kokulu çaylarını içerler. İngiiizler akşam yemeklerini saat 20 de evlerinde çoluk çocuğile beraber yerler ve ekseri evlerde akşam yemeğine itina ile giyinip otururlar. Bu yemekleri de öğle yemeği gibi basittir. Bir çorba veya etsuyu, etrafmda haşlanmış sebze veya kızarmış patates bulunan bir et yemeği ve bir de (puding) tatlısı. Ekseriya akşam yedikleri et kanh bir rosbiftir. (puding) e gelınce bunun seksen türlüsü vardır. Yemesi çok hafiftir amma bizim hamur tatlılarımızdaki lezzet yoktur. Londrada lokantalar görülecek şeylerdir. Koskoca bir apartıman gibi, dört, beş bazan altı kat. Her katta müteaddid salonlar. Bunlann hepsi de öğle vakti dopdoludur. Bunîardan başka yalnız kadınlara mahsus lokantalar da vardır. En meşhur lokantalarından biri (Strand) caddesinde (Simpson) dur. Bunun dünyaca bir şöhreti vardır. Gayet garib kıyafette koskoca beyaz külâhlı ahçıbaşı yiyeceğiniz balıklan veya etleri bir gümüş tepsi içinde size bir kere getirip gösterir. Bu adeta bir merasim gibidir. Lokantalarda öğle ve akşam yemeklerinde çok içki içmezler. Bazan bir bardak şarab veya bir bardak bira ile iktifa ederler. Ondan başka hiç içki içilmiyen lo kantalar da vardır. Londrada herkesin kesesine göre temiz ve sıhhî lokantalar vardır. Bunlara (Grill rooms) diyorlar. İki kap mükemmel yemek, yemiş ve bir bardak bira bizim para ile elli kuruştur. Ortahalli ailelerin gene bizim para ile bir liraya yedikleri şık lokantalar vardır. Bu tip (restoran) lara (Lyons) lokantaları diyorlar. Bunlar (Piccadelly) de vesair semtlerde dört beş yüz adımda bir tane vardır. Misafire çok ikram etmesini bilirler. Evlerinde çok âlicenabdırlar. Davetli olduğum bir İngiliz evinde biri et, biri sebze ve biri tath olmak üzere üç türlü ye mek vardı. Fakat altı kap getirdiler. Yani her yemeği iki türlü pişirmişlerdi. Sebebini sordum, ev sahibinden, hangi şekilde pişmişi hoşunuza giderse onu yiyesiniz diye! cevabını aldım. Artık bu bana mahsus bir cemile miydi, yoksa ekseriya misafirlerini böyle mi ağırlıyordu bilemem. İngilterede yani Londrada yemekleri hiç fena bulmadım. Hem bol, hem temiz, hem ucuz. Yalnız sabah kahvealtısını onlar gibi yemeği bir türlü beceremedîm. Ben gene Istanbulda alıştığım şekilde, peynir, reçel, tereyağı ve südlü kahve ile işimi gördüm. Zamane genci [ Salih Fozok anlatiyöP) «Zavalh validem, bütiin millet için nefkure olan Izmirin jrtukaddes toprak'artna tevdii vücud ebrriş bulunuyor. Arkadaşlar, ölüm hilkatin en iabiî bir kanunudur. Fakat, böyle olmakla beraber, bazan ne hazin tecelliler arzeder. Burada yatan validem, zulmün, cebrin; büiün milleti felâket uçurumuna götüren bir idarei keyfiyenin kurbanı olmuştur. Bunu izah için miisaade buyurursanız, hayatı tsttrabann bariz bhrkaç noktasını arzedeyim: Abdülhamtd deorindeydi 320 larihinde, mektebden henüz erkântharb yüzbaştsı olarak çtkmıştım. Hayata ilk hatveyi atıyordum. Fakat bu hatoe, hayata değil zindana lesadüf etti. Hakikalen, beni bir gün aldılar ve idarei müstebidenin zindanlarına koydular. Vali dem, bundan ancak mahpesten çıktıktan sonra, haberdar olabildi ve derhal beni görmeğe şitab etti, htanbula geldi. Fakat orada kendisile ancak üç beş gün g'6rüşmek nasib oldu. Çünkü tekrar idarei müsiebidenin hafiyeleri, casusları, cel lâdları ikamelgâhumzı sarmış ve beni alıp götürmüşlerdi. Validem ağlıyarak arkamdan iakib ediyordu. Benî menfama göiürecek olan vapura bmdirirlerken, benimle görüşmekten menedilmiş olan validem, gb'zyaşlanle Sirkeci nhltmmda elem ve kederler içînde terkedilmiş bulunuyordu. Atatürk, Izmirde anasimn kabri başında meşhur tarihî nutkunu söylerken rak gitgide, sahasmı genişleten bir takım anlaşamamzhklar başgöstermişti. Bu anlaşamamazlıklarm çok geçmeden mu vakkat bir aynltğı intac ettiğini görmek bizi çok müteessir etti. Atatürk, anlaşılan bazı müdahalelere sinirleniyorlardL Hulâsa; pek güzel başlıyan bu müşterek hayatın ayni samimiyetle idamesine knkân kalmadı. Atatürk, bir gün o zamanki Başyaveri Rüsuhiyi yanına çağırarak, Lâtife Hanımı Ankaraya gön dermek hakkındaki kararını kendisine tebliğ etmişti. Kararm tatbikına Rüsuhi memurdu. Atatürk Ismet Inönüne teslim edilmek üzere bir de mektub yazmışü. Lâtife Hanıma, Rüsuhi Beyle birlikte Ankaraya hareket etmesi lâzım geldiği tebliğ edildi. Fakat Lâtife Hanım: «Ben, ancak Salih Beyk birlikte gide bilirim!» diyordu. Bunun üzerine Atatürk beni çağırdı ve: «Lâtifeyi Ankaraya sen götüreceksin!» emrini verdi. Atatürk, henüz nikâhı altında bulu nan Lâtife Hanımm geçtiği yerlerde merasimle karşılanmasını muvafık gör müşlerdi. Hatta, kendisi de, hareket edeceğkniz gün, Lâtife Hanımı, evin kapısma kadar teşyi etti. Arkadaşlardan Kılıc Ali, merhum Rauf, Muhafız kı taab kumandanı îsmail Hakkı ve Seryaver Rüsuhi bir buçuk saat mesafeye kadar, bizi otomobille takib ettiler. Lâtife Hanımla yammızda tek bir hizmetçi bulunduğu halde, Kayseriye kadar bir otomobilde seyahat ettik. Lâtife Hanım yolda mütemadiyen nedamet izhar ediyordu. Kılıc Ali ile aramızda bir parola kararlaştumıştık. O, bana, ben ona mütekabilen vaziyeti bildirecektik. Atatürkün Lâtife Hanıma karşı hid deti geçmişse Kılıc Ali bana «sıhhatte dir!» haberini uçuracak, bunun aksi vakise, «henüz hastalığı geçmedi!» diye cekti. dısınm da bulunuşunu, manalı görenler vardı. Ertesi günü; Göztepedeki karargâh ta, dünyanın en tarihî adamlanndan biri olan Mustafa Kemal, îzmirin en eski ve en asil bir ailesinin kızdle evleniyordu. Anadolu Ajansınm o tarihte akid merasimi hakkında verdiği tafsilât aynen şudur: «Başkujmandan Gazi Mustafa Ke mal Paşa hazretlerile Uşakizade Lâtife Hanımefendinin emri mesnunu akıdleri, bugün saat beşte Göztepede icra edılmıştir. Akid merasimi fevkalâde sade olmuştur. Müşür Fevzi, Kâzım Karabekir PaMenfada geçirdiğim seneler, ona ha şalar hazarab, Başkumandan Paşa hazyatmı ısiırab üe gözyaşlan içinde geçirt retlerinin, Vali Mustafa Abdülhalik miştir. Beyle Seryaver kaymakam Salih Bey de Başka bir nokla daha: Mütareke za Lâtife Hanımefendinin şahidleri bulunumantnda Anadoluya geçtiğim zaman, yorlardı. validemi mustarib bir halde ıstanbulda Paşa hazretleri ve Lâtife Hanımefenterke mecbur olmuştwn. Yanunda, ken di, şahid ve davetlilerden mürekkeb bir dhinin terfik ettiği bir adamım vardu masada karşı karşıya oturmuşlardır. PaBunu Erzurumdan ıstanbula gönderdi şa hazretleri, Kadı Efendiye hitaben: ğim zaman, validem bu adamm yalnız «Efendi hazretleri! Biz Lâtife Hanımolarak geldiğinden haberdar olduğu da la evlenmeğe karar verdik. Lutfen mukikada benim hakkımda Halife ve Pa amelei lâzimesini yapar mısınız?» demişdişah iarafmdan verilmiş olan idam ka tir. rannın infaz edildiğini zannetmiş ve bu Bunun üzerine Kadı Efendi, evvelâ zan, kendisîni felce duçar eimişti. On Lâtife Hanıma teveccüh ederek: dan sonra, bülün mücadele seneleri, o On dirhem gümüş mihri müeccel nun hayatım elem ve ısttrab içinde ge ve aranrzda takarrür eden mihri muaccelçirtmişti. PadLşah ve hükumeiinin üe bü Ie hazırı bilmeclis Gazi Mustafa Kemal lün düşmanlartn daima tazyik ve işkcn Paşa hazretlerile tezevviicü kabul edi cesi allında kalmıştı. yor musunuz? Ikameigâhı bin türlü sebeb ve VesileDemiş ve Lâtife Hanun «kabul ettim» lerle basılvr, laharri edilir, kendisi iz'aç cevabını vermişlerdir. Kadı Efendi, müteakıben Paşa hazretlerine de ayni suali olunurdu. Validem üç buçuk senenin bütün gc irad etmiş ve müşarünileyh: «Evet! Kace ve gündüzlerini gbzyaşlan içinde ge bul ettim..» buyurmuşlardır. çhrdi. Bu gözifaşîarı, ona gozlerini kayDuayı müteakıb tarafeyn, hazırun tabeüirdi. Nihayet pek yakın zamanda o rafmdan pek saminu bir surette tebıik nu İstanbuldan kurtarabildim* Ona ka edilmişlerdir. üuşabildim ki o arlık maddeten ölmüştü. Anadolu Ajansı millet ve memleketi Yalnız manen ya$ıuordu. halâs ve necata isal eden büyük münciValidemin zıumndan şüphesiz çok mizle yüksek tahsille iktisabı feyz ve kemüteessirim. Fakat bu teessürümü izah mal eylemiş bulunan Lâtife Hanımefeneden bir husus vardv ki, o da anamız dinin mazhan saadet olmalarmı niyaz ve Vatanı mahv ve harabiye götüren idare tazarru eyler.» nin artık bir daha avdet etmemek üzere, mezarı ademe götürülmüş olduğunu görmektir. Validem bu toprağtn alhnda, fakat hakimiyeti milliye ilelebed payidar ol sun. Beni teselli eden en büyük kuvvet budur. Evet, hakimiyeti milliye ilelebed devam edeceklir. Validemin ruhuna müteahhid oldu ğum vicdan yeminimi iekrar edeyim. Validemin meifeni ö'nünde ve Allahın huzurunda ahdü peyman ediyorum. Bu kadar kan dökerek milletin isiihsal ve tespit ettiği hakimiyetin muhafaza ve müdafaası için icab ederse validemin yamrta qitmekte asla tereddüd etmiyeceğim. Hakimiyeti milliye uğrunda cammı vermek, benim için vicdan ve rtamus borcu olsun!» Mustafa Ketnalin bu nutku, Karşryakahlann çok candan tezahüratına vesile teşkil etmişti. Halk, kendisini çılgın gibi alkışhyor, «Çok yaşa paşam Sen çok yaşa...» diye'haykınyordu. * Atatürkü, o günkü kadar vakur, fa kat o nispette müteessir gördüğüm günü pek hatırlamryorum. Mezar başmdan dömişte, doğruca Göztepeye gelerek Başkumandanhk karargâhı ittihaz edilen Uşakızade konağına yeniden yerleştik. • Mustafa Kemal, etrafını alan Izmirin güzide bazı simalarmı. ertesi akşatn için caya davet ettiği zaman, bu davetin sebebini bilenler pek azdı. Yalnız davetliler arasmda, îzmir KaO gece, Göztepedeki konakta, samimî bir toplantı yapıldı. Atatürkle Lâtife Hanım, birkaç gün sonra, memleket içinde bir balayı seyahatine çıktılar. Mustafa Kemal de nihayet, evliler sırasına girmişti. Fakat evlendikten sonra da mutad yaşayışını değiştirmedi. Aradan böyle nekadar zaman geçti bilemem, hep birlikte Bursaya gidildi. Atatürk Mudanyada iken Marmarada bir gezinti yapmağa karar vermiş ve emirlerine tahsis edilen Hamidiye kruvazörile birkaç saat Marmarada dolaşmıştı. Fakat bu kısa cevelânı kâfi bulmıyarak seyahati Karadenize kadar uzatnıak arzusunu izhar etti. Ve Hamidiye, hiç Istanbula uğramadan doğruca Boğaz dışma çıktı. Karadenizde, hemen bütün sahil şe hirleri birer birer ziyaret edilerek Trabzona gelindi. Atatürk Trabzonda bulunduğu sırada Erzurumda büyük bir zel zele olmuştu. Birçok köylerin yıkıld,ğı nı, birkaç yüz vatandaşın feci surette öldüğünü haber alan Atatürk derhal deniz seyahatini yarıda bırakü ve: Memkketin herhangi tarafmda vukua gelen bir felâkete biz uzaktan seyirci kalamayız! Diyerek Samsun yolile doğruca Er zuruma hareket etti. Ve Erzurumda, yıkılan köyleri dola şıp açıkta kalan halkla yakmdan temaslar yaparak yardım için icab edenlere emirler verdikten sonra, Sarıkamışa, Karsa kadar uzandı. Atatürk Erzurumda iken, Lâtife Hanımla aralarında evvelâ ufaktan başhya Bir spor cemiyeti, mensublarına (saadet nedir?» diye malâyutak bir sual sormuş. Cevablar, hayli ibretamiz. Birisi şöyle demiş: «Saadet, kadından uzak yaşamak ve kamp hayatı sürmektir.» Bir diğerinin cevabı gene buna yakın birşey: «İnsanı saadetc götüren ?ey mutlak surette münzevi yaşamakhr. Saadet de bu sayede kabildir, huzur ve rahat da.». Cevablardan biri de şu: «Saadet, can sıkıcı seylere alışmaktan ibaret bir haldir.» En doğru cevab galiba bu sonuncusu. Fakat, söz aramızda, zamane gendenni, iddia edildıği kadar havaî değıller gibi görüyorum. Hayat gibi MUH1TKDH EVVEi. Paris belediyesînin cenaze işleri servisi, bütçesinin açtk verdiğinden acı acı şikâyet ediyor» muş. Parisliler, demek ki, kâfi derecede ölmüyorlar. Bu bahis etrafında iki Selim Sırrt TARCAN güzel ftkra işittim. Lâtifeyi sevenlerden biri, bu cenaze servisine müracaat edip, ölüm vukuunda kendisinden nekadar harç isteneceğini sormuş. Aldığı keşifnamede koca bir masraf kapısı göstermişler. Derhal ju cevabı göndermiş: «Bu şerait dahilinde, vefat etmekten şimdilik vazgeçtim ve vefatımı vakti âhare talik ettim.» Şu fıkra daha hoş: Ayni cenaze servisi, gazetelere şöyle bir ilân vermiş: «Servisimiz, tetfin masarifi tarifesini yakında tezyid edeceğinden, muhterem ahalinin, bir an evvel hareket ederek eski tarıfeden ıstıfade etmesi tavsiye olunur.» Fıkraların zarafeti bertaraf, acı hakikat şu ki, ölülm de, tıpkı hayat gibi pahahlaşmakta! Çok önemli bir meselemiz [BaşmakaUden devam] yet Türkiyesinin en isabetli işlerinden en ehemmiyetli birinin bu olduğunu açık söyleriz. Bizce Türkiyede zâhirde devletin alâkasını pek zarurî farzettirmiyor gibi göründüğü halde, hakikatte onun en candan alâkasına lâyık iki meseleden biri bu ise diğeri de, hatta ana rahminde ikenden başlıyarak, küçük çocuklann sthhat ve selâmetlerini behemehal temin etmek meselesidir. Devlet, milletin intizam şekline sokulmuş halidir. Milletin, devlet şeklile herşeyden önce, kendisinin en hayatî işlerile uğraşması bir zarurettir. Son tahlilde en modern cemiyet kendi kendini, bizce en doğru olarak, böyle anlıyor ve bu anlayışa göre de vazife görmeğe çahşıyor. İşte bizde şimdi bu iki hayatî işten ikincisi için içtimaî şuura müstenid kanunî adun ablmış bulunmaktadır. Halbuki mesele Millî Müdafaanın kendi mensubları için olduğu gibi Maarif Vekâletinin dahi mekteb talebesi için bu yolda bir hareket hattı takib etmek istemelerinden ileri gelmiştir. Ordu mensublan için diyeceğimiz yoktur. Fakat zannediyoruz ki Maarif Vekâletinin kararı azçok tadıl ve tashihe muhtacdır. Hususile bütün kulübler, yeni kanunla şimdi fazla olarak bir de devlet kontrolu altına girmiş olduktan sonra. Beden terbiyesi için memlekette yavaş yavaş genişletıle genışletıle zamanla bütün vatan ve millete şamil kdmacak veçhile yapılacak iş çok büyüktür. Çok emek ıstiyecektir, hiç esirgemiyeceğimiz çok masraf istiyecektır, az çok da zaman. Daha iyi yapılsm diye beden terbiyesini devlet elile yürütmeğe başlarken mevcud teşkilâtı ehemmiyetli surette zayıflatmakta isabet yoktur. Universitelilere vanncıya kadar mekteblilerin kulüblerden alâkasını bıçak keser gibi kesmekle hiç şüphesiz biz mevcud teşkilâtı ehemmiyetli surette zayıflatmış oluruz. Şimdi mevcud kulüblerin en canlı unsurları mekteblilerdi, ve onlar yarın mekteblerinden mezun olduktan sonra dahi sevgi ile bağh bulundukları müesseselerini yasatmakta devam edeceklerdi. Mekteblerde, henüz beden terbiyesinin istediği tesisatı vücude getirmemiş olduğumuz bir sırada, mekteblilerin kulüblerle alâkasını kesiverirsek hem kulübleri cansız bir hale koymuş, hem de en fena tarafı beden terbiyesinin yirmi otuz senedir memlekette kendi kendine almış olduğu hızı durdurmuş, adeta öldürmüş oluruz. Maarif Vekâletimizin başında bu hakikatleri kolaylıkla kavrıyacak bir zat vardır. Beden terbiyesi Umumî Müdürümüzün bu hususta Vekâletle kolaylıkîa anlaşabileceğini biz kuvvetle umuyoruz. Dediğimiz gibi zaten nezahetlerinden emin olduğumuz spor kulüblerimiz, şimdi fazla olarak devlet idare ve kontrolu altındadır. . . hayali cihan detzer. Eski Kayser'in üniforma meraklısı olduğu meşhurdur. Bu merakını o derece ileri götürmüştü ki, meselâ te nis oynamak gibi hallerde, gömlekten başka birşey gıyememek zarureti onu sivil kıyafetle gezmeğe ancak mecbur edebilirdi. Bunun haricinde, mutlaka askerî kıyafetle dolaşırdı. Sabık Kayser, sivil kıyafet düşnıanlığını hâlâ bırakmamış. Şimdi ikamet ettiği Doorn'dan gelen haberler, onun, 80 inci yıldönümünü tes'id ederken, gene eski ünifortnasmı giydiğini, hatta sırmah koTdonlarla süslü büyük üniformasile dolaştığım bildiriyor. Lâkin bunda «Geçmiş zaman olur W havali cihan değer» sözünün veciz bir ifadesini okumamak mümkün de§il. Erzmcana vardığmıız zaman, Lâtife Hanım, oraya iki gün sonra gelecek olan Atatürke verilmek üzere bir mektub yazıp kumandana bırakmıştı. Bu mektub, Atatürkün üzerinde çok büyük tesir yapmış olacak ki, Kayseriye gelmeden evvel, yolun bir noktasmda Atatürkten şöyle bir telgraf aldım: «Kayseriden ileri geçmeyiniz. Orada bana intizar ediniz!» Kanunun nıhu, Türk gencliğinin beGazi Mustafa Kemal den terbiyesile meşgul olmasını ve işgal Vaziyeti, aramızdaki parolaya müra edilmesini bir mecburiyet altma koymacaat ederek Kılıc Aliden telgrafla sor sındadır. Ancak bu mecburiyet, meselâ dum. Aldığım cevab Atatürkün hiddeti askerî mükellefiyet gibi, zaman ve megeçtiğine şüphe bırakmıyacak mahiyet kân şartlannı sarahat ve kat'iyetle tayin teydi. f^tmiyen bir m«cburiyettir. Kanun gencler Lâtife Hanım, tarif edilmez dere için bu mecburiyeti «boş zamanlarında cede sevindi. Mustafa Kemalin Kay»e beden terbiyesine devam» sözlerile ifade riye kadar gelmesini bile bekliyemiyor ediyor. Buna göre Umumî Müdürlüğün du. Onu, ta seksen kilometre mesafeden kanunî vazifelerini ifa ederken psikolojik istikbale koştu. Atatürkün de o gün keyamillerden de istifade ederek her yerde fi üzerindeydi. Kendisine mülâki oldu kendi vasıtalarile kolaylaştırmağa çalışağumuz yerde, otomobilinden indi ve Lâcağı sporu genclere cazib kılmağa çalıştife Hanımla beni otomobiline alarak mak suretile en iyi şekillerde yürütmek ayrı ayrı iltifatlarda bnlundu. zorunda olduğu anlaşılır. Hakikaten spor, O gece Kayseride, çok sevincli bir geemirle yapılmaktan ziyade alâkadar gencce geçirildi. Atatürk, ertesi günü huzuliğin sevgisile ileri götürülebilen işlerdenruna girdığim zaman, Ismet înönüne vedir. Sporun her şekli ancak onunla alâkarilmek üzere yazdığı mektubu ne yaptıdar olanların içlerinden gelen hamlelerle ğımı sordular. en güzel terakki neticeleri verebilir. Yanrmdadır! dedim. Umumî Müdürlük vazifesini deruhdc Onu yırt, at.. buyurdular. Gözleri önünde mektubu yırttım. Fa eden kıymetli Generalimizi yakmdan takat ne düşündüklerini bilmiyorum. Yır nımak şerefine nail ve bu görüşmeder. tılmış mektubu tekrar alıp muhafaza et pek memnun olduk. Bu münasebetle daha ilk adımda husule gelen bir yanlış anmekliğimi emir buyurdular. Aradan uzun zaman geçmemişti. Tek laşmamn mahiyetini de öğrenmeğe fırsat YUNUS NADt rar anlaşamamazhklar, dargınlıklar baş bulduk: Mekteblilerin, hatta Üniversitelaymca, Atatürk, bu sefer kat'î olarak lilerin spor kulüblerine gitmemeleri meseYangın başlangıcı lesi. Hâdise, ilk bakışta ilk Umumî Müayrıhk kararı verdı. Yeniköyde fırmcı İsmail Oktay, tatlı Kısaca, işte öyle evlendiler ve böyle dür vazife ba§ına gelir gelmez ilk iş ola yapmakta iken yağ parlamış, kurumlar rak bunu yaptı gibi bir mana ile anlaşıl tutuşarak yangın çıkmıştır. Ateş, vakaynldılar! tinde yetişilerek bastırılrmş'tır. Salâhaddin GONGÖR mış ve şaşırılmıştı. Turfandacılık Şehrimîzde gün geçtikçe buna ihtiyac kalmıyor Istanbulda, artık turfandaahk kaknamif gibidir. Daha geçen senelere kadar, bazı turfandacılar, bazı muhklerde, bazı usullerle her nevi meyva ve sebzeyi yetiştirirler ve vaktinden evvel aldıklan mahsulü, yüksek fiatla satarlardı. Demiryoüarmıızm sıcak ve soğuk hirlerimizi birbirine ulaşbrması, memle* ketin bir tarafmda yetişen mahsulün kolaylıkla diğer bir tarafa nakledilebilmesi, îstanbuldaki turfandacılığa lüzuon hissettirmemeğe başlamıştır. Ancak, meyva ve sebzeleri bozulmadan, daha emın bir şekilde nakledebiîecek tertibatı haiz vagonîar getirildikten sonar memleketin muhtelif iklfmlerinde yetişen sefeze ve meyvalar, zamanmdan daha ev\el tedarrk olunabilecektir. Şimdiki halde şehrimize en evvel rurfanda meyva ve sebze gönderen yerler, Adana, Mersin ve Izmirdir. Tomrukyoirük sakağında biri 14, di1 ğeri 17 yaşında olan Zeki ile Mazhar arasında bir kavga çıkmış, kavga sonunda Mazhar Ze'kiyi sol gözünün altından çakı ile yaralamıştır. Yaramaz çocuklar