12 Birincikânun 1938 CUMHURÎYET Matbaacılığın babası Gutenberg Büyük mucidin keşfinde rastladığı müşkülât Gutenberg ilk matbaayı kurmıya senelerce parasızlık yüzünden muvaffak olamadı Beşeriyet, matbaacılığın icadını, 1436 yılmda, Ren kıyılarmda patlak veren ihtilâllere medyundur demek hata sayıl maz. Hayatta herşeyin tesadüften ıbaret olduğuna göre, matbaanm icadını da bir tesadüf neticesi olarak kabul etmeliyiz. Mayans şehrinde, 1400 senesinde dün yaya gelea Jan Gutenberg, bu ihtilâl yüzünden Strazburg'a hicret etmiş, babasının ölümü, kızkardeşlerinin manastıra kapanması da buna inzımam edince orada hayatını kazanmak mecburiyetinde kal mış, şehrin büyük kuyumcu mağazalarmdan birine kapılanmıştır. îşte, Guten berg'e, o zamanki usule göre, tahta üstüne dua kitabı sahifeleri hâkketmek fikrini veren şey, kuyumcu dükkânında ta§ yontmaktan, altın, gümüş cilâlamaktan, ayna camları terbiye etmekten ve gümüş çerçeveler işlemekten ibaret vazifesi ol muştur. Lâkin, Gutenberg'in kâğıd üzerine basarak müteaddid kitab nüshaları çıkart masını mümkün kılan bu iptidaî icadı, o zamanın zihniyetine göre sıhirbazhk telâkki edilmiş ve delikanlı, icad fikrinin mükâfatına, ölüm şeklinde nail olmak tansa, bütün aletlerini kırıp atmağı, bun lardan eser bırakmamağı tercih etmişti. Ancak, matbaacılığın ılk tohumları, bu zeki delikanlının dimağında canlan mağa baslamış, gece gündüz onu mütemadiyen meşgul eden bir fikri sabit haline gelmişti. Aklına koyduğu işi tahakkuk ettirmek azmi, sihirbazlıkla itham edil mek korkusundan daha kuvvetli olduğu için, Gutenberg, gizlice çalışmak arzusile intisab ettiği kuyumcu mağazasından ayrılmış, kendi başına bir dükkân açmıştır. Matbaanın mucidi, aleyhinde alıp yürüyen dedikodulara rağmen, işte bu dük kânda işe yeniden başladı. Levha halindeki tahtalara yazı hâk kederek, kâğıdlar üzerine bunları basmanın çok büyük müşkülleri bulunduğunu takdir edıyor, daha pratik bir usul arıyordu. Gutenberg'in, müteharrik hurufatı usulünü, bır mühür kazarken düşündüğü rivayet edilir. Bu sulü keşfedınce, iptidaî madde olarak ilk akhna gelen şey tahta olmuştu. Fakat tahtanın mukavemeti azdı. Daha sert, daha az aşınır bir başka madde bulmak lâzımdı. Maden üzerinde hâk işleri yapmağa alışık olan genc Gu tenberg bu işi de halletti. Kurşun, ayrı hurufat dökmeğe en müsaid madde idi. Bu ciheti de hallettikten sonra, Gü tenberg'in icadı, biribirini takib eden muvaffakiyetli buluşlar halinde tevali etmiştir. Fazla miktarda hurufata olan ihtiyacını, bu işi bir dökümcü ustasına havale suretile halleden mucid, is karasile keten yağmdan vücude getirdiği bir halitayı mürekkeb olarak kullanmağı düşünmüş, hurufatın kâğıd üzerinde yapacağı yeknesak tazyikı bir pres makinesıle temin ctmiş ve icad ettiği iptidaî matbaanm bü tün teferruatını bu suretle hazırladıktan sonra işe başlamağa hazırlanmıştır. Ancak, bulunduğu dükkân, bu kadar falza teferruatı istiab edecek kadar geniş olmadığı için, Gutenberg, 1436 yılmda, yarı harab bir manastıra taşınmağa mecbur oldu. Bu bina, hem daha geniş, hem daha ıssız bir yerde olduğu için, serbest Sahte nüfus Fransanın en zorlu kâğıdile evlenmiş! delikanlısı Sahtekârlığa kurban giden kadın dava açtı Balkan Seferim: 1912 •1 Marsel Hanri, demir 6 Yürüyüş tecrübesi arabadan nasıl kaçtı? Yazan: Y. MAZHAR AREN îzmir (Hususî) Akhisarda bir sahtekârlık hâdisesi olmuştur. Vak'anın kahramanı bir ermenidir. Aslen, Kayserili ve Ermeni olan Şükrü namında bir şahsı, 6 sene evvel Akhisara gelmiş, seyyar satıcılıkla iştigale baslamış ve nihayet beş sene evvel Reşadbey mahallesinde Cumaibâlâ h 1923 doğumlu Fatma isminde bir kızla evlenmiştir. Bu adam, sahte nüfus tezkeresinde Kayserinin Helvacılar köyünde 47 numarada, 1329 doğumlu Mahmud oğlu Şükrü dıye mukayyeddir. Evlenme muamelesi, yapıhrken hiçbir pürüz çıkmamıştır. 9 ay evvel Akhisarı terketmiş, fakat dönmemiştir. Kadın, çocuklarını nüfusa kaydettirmek isteyince, Kayseri Nüfus Müdürlüğü, böyle bir kayda tesadüf edilmediğini bıldirmiştir. Bunun üzerine erkeğin resmile beraber evrak tekrar Kayseriye gönderilmiştir. Sahtekârlık, işte bu suretle meydana çıkmıştır. Kayseri Nüfus Müdürlüğü, bu resınin, Şükrüye değil, Kayserili bir Ermeniye aid olduğunu bildirmiş, nihayet mesele anlaşılmış ve sahte Johannes Gutenberg Şükrü tcvkif edilmiştir. Ermeninin, islâm ve rahat çalışması imkân dahiline girdiği gibi, manastırın içinde, matbaa sayesinde gibi sünnetli olduğu tahmin olunmaktadır. teksir edilebilecek bir çok da din kitablan Taşıdığı nüfus da ölü bir Türk gencine aid imiş... Zavallı kadın, bu vaziyet üzebulunuyordu. rine sahtekâr herif aleyhine dava açmıştır. Gutenberg, bir çok masraflara girerek bu eski manastıra taşındıktan sonra, hu rufat dökiimcüsünün alacağını ödiyeme ikincisinin 36 satırlık olmasıdır. mek yüzünden Hans Rıff ismınde bir beFakat, bu muvaffakiyetin de yarıda lediye reisile ortak olmuş, daha sonra, kalması mukadderdi. îş iyiden iyiye ilerkuyumculuktan arkadaş edindiği Drit lemiş, İncilin tab'ı sonuna yaklaşmış buzehen isminde bir başkasını da iştirak et lunduğu bir sırada, banker Fust, verdiği tirmiş; Heilman adlı, bir üçüncü ortak avansı geri istedi. Gutenberg, tabiatile daha edinmişti. Bu ortaklık, daha doğrusu bu parayı tedarik edeoek vaziyette de ortaklardan Dritzehen'in ölümünden son ğildi. İş gene davaya dayandı ve biçare ra, onun yerine şirkete dahil olan bir vari mucid, ikinci defa vücude getirdiği matsi, Gutenberg'in iflâsına sebeb oldu. baanın da, bütün edevatile beraber, elinIlk ortaklar, şirketi kurdukları zaman, den alınıp başkasına verildiğini gördü. yapacakları işi gizli tutmuşlar, «taş cilâMatbaasını, üçüncü defa olarak ihya cılığı, ayna imalâtı ve yeni bir zanaatle edişi Conrad Humery isminde birinin iştigal» edeceklerini söylemişlerdi. Ölen yardımı sayesinde olmuştur. Gutenberg, şerikin varisi şirkete dahil olup da, yapıbankerin hilesine kurban olarak matbaaan işin matbaacılık olduğunu öğrenince, sını ikinci defa elden kaptırdığı zaman derhal Gutenberg aleyhinde bir dava aç56 yaşında bulunuyordu. Hayatı, o yaşa tı ve ölen kardeşinin şirketteki hissesini iskadar mütemadi bir sây, mütemadi hüstirdada kalkıştı. Mucidin aleyhindeki bu dava, matba ran içinde geçmiş, büyük mucid, dehasıanm Mentel isminde birisine harac me nın ve dürüstlüğünün mükâfatını, hile zad satılmasile neticelendi ve Gutenberg, kârların ihanetile görmüştü. Humery'nm yıllarca süren emeklerinin bir an içinde yardımı da, ona, eskisinden daha fazla mahvolduğunu, bunca fedakârhklar ve bir muvaffakiyet ve refah temin etmedi mahrumiyetler içinde vücude getirdiği ve Gutenberg, çocukluğundaki ilk ihti lâlden sonra, ihtiyarlığında da ikinci bir eserin, elinden alındığım gördü. ıhtilâlin sarsmtıları içinde bir müddet boYapacak birşey yoktu. Tamamen if lâs halıne gelen Gutenberg, tekrar Straz caladıktan sonra, 1468 senesinde, yetişburg'a dönmek mecburiyetinde idi ve tirmekle meşgul olduğu talebelerinin kolböyle yaptı. Lâkin, felâket, biçare mu ları arasmda ödü. cidin peşini bırakmıyordu. Matbaasını Medeniyetin en büyük vasıtaarından tekrar vücude getirmekten başka emeli biri olan matbaacılığın yeryüzündeki olmıyan Gutenberg, bu iş için muhtac ol şöhreti ve inkişafile, onun bedbaht muciduğu maddî yardımı hiçbir taraftan gö dinin nankör safhalarla dolu hayatı ara remiyordu. Nihayet, anayurduna dön sındaki tezad çok şayanı dikkattir. An meği düşündü ve 1445 senesinde Mayans cak, Gutenberg'in ruhu için bir teselli şehrine avdet etti. Ailesini tanıyan bu şenoktası varsa o da, dehasmın semeresi hir halkı içinde, kendisine itibar edecek, olan büyük esere, kendi hayatında bir eserini mahvolmaktan kurtaracak bir çok kimseler tarafından tesahub iddiasınkımse elbet bulunurdu. da bulunulmuş olmasına mukabil, ölü Gutenberg, bu tahmininde yanılma münden sonra, bu hakkını bütün dünya mıştı. Mayans'ta, Jan Fust isminde bir nın tasdik etmekten geri kalmamasıdır. bankerle ortak oldu, matbaayı kurdular Matbaacılığın icadının 500 üncü yılve ilk iş olarak bir Incil basmağa başladılar. Gutenberg matbaasının bu ilk ese dönümü münasebetile, medeniyetin bü ri Mazarine İncili denilen 42 satırlık sa yük nimetlerinden biri olan bu eserin sahifelerile meşhur kitabdır. Ondan biraz hibini, bir kere daha hayırla anmak in sonra basılan diğer bir Incilden farkı, sanlık vazifesidir. Eskimiş yaraların kabuğunu kaldırmak neye yarar? Artık yaradan, bereden konuşma nın sırası değil. Çekilen her çile unutulur. Kalk. Kendine biraz çeki düzen ver. Nekadar soldu yüzün böyle? Birkaç saat sonra nişanlanacak kızm halinde bu perisanlık affedilir mi hiç? Serab titriyordu: Ne, ne nişanlıhğı? Kimden bahsediyorsunuz? diyebildi o kadar. Ahmed geliyor yavrum. Artık bütün çektiklerirrize, uzun ve pek acı geçmişe veda edeceksiniz. Ahmedin gözleri kurtuldu. Ş'cndi hayata yeniden, eskisi gibi sapasağlam dönüyor. Genc kız şiddetle yerinden fırladı. Onu son gördüğü an, gene gözlerinde canlandı. Mürşide Hanım, bütün teferrüatile hâdiseyi anlatan mektubu genc kıza uzattı. Serab, gözyasları arasında okuduğu mektubu ellerinden bırakmıyarak, yaşlı kadının kucağına atıldı. İkisi de ağlıyorlardı. Ikisinin de göz lerinden titreşen yaslar durmadan ini yordu. Sevinc ve elem yasları bir hayli birbirine kanştı. Ve iki sönül, yekdiğerine daha sarsılmaz bir sekilde bir kere daha vaklaştı, bağlandı. * * * Marsel Hanri, Fransanın «en zorlu delikanlısı» dır; kendisi 28 yaşında bir katil ve gâsıbdır. Ceza işlerile meşgul olanları bir hayli uğraştıran bir azılı... Bu yakınlarda haydud, yeniden mahkum olmuştur. Kendisi, mahkumiyet müddetini geçıreceği yere götürülmek üzere demirden yapılmış, pencereleri küçük, kırılmaz ve içinden kaçılamaz sayılan bir arabaya bindirilmiştir. Bu tekerlekli hapishaneye Fransızlar «salata sepeti» derler. Marsel Hanri, araba içerisinde Sen Marten Tren bizi sabahleyin Babaeskiye bodö Re limanına götürülecek, oradan şalttı. «Martiniyer» vapuruna bindirilecek ve Daha evvel gelmiş olan topçular, ağırlıklar, nakliyeler istasyonun ilerisinde Şeytan Adasına, bırakılacaktı. parklar kurmuşlardı; biz birinci taburuBu ada, bu gibi adamların çok defa gimuzun cenubunda konakladık. Babaesdip de bir daha dönmedikleri ve yer yüki kasabası kendisinden daha büyük cazünde en gitmek istemedikleri yerdir. mii ile karşımızda. Marsel Hanri, oraya gitmemenin çaresiKasabaya nefer brrakmıyorlar; fakat nı, arabada iken kaçmağa davranmak sepetlerine üzüm, elma koymuş meyvacışeklinde tasarlamış, evvelce tedarik îttiği lar, ekmek peynir satanlar, bize yana$sardalya kutusu açmağa mahsus bir anah makta gecikmediler. Birkaç tanc de metarla münferid höcrenin pencere kilidini raklı ihtiyar aramıza sokulmustu. açmağı başarmıştır ve bileklerine, ayaklaBirisi elile srmal tarafını göstererek: rına kelepçeli zincirler vurulmuş olması Te iîte oracıkta... Şu tepelerin arna rağmen, araba bir virajı dönerken, ya kacığında Bulgar gâvurile vuruşacaksırı açık pencereden kaymış, kendini yolun nız!... Sıkı tutununuz be kızamm... Gikenanndaki çalılıklar üzerine fırlatmıştır. risi girişi veriniz! Yaman, çetin seydir o Ondan sonra da güçlükle kımıldanmakla Bulgarlar. Taban tutturamazsanız soluğu beraber bir müddet yürümüş ve haline a burada alırlar diyordu. Ben bu adamların bir parça bedbin olcıyan bir çilingire kelepçe kilidlerini açduklarına hükmettim. tırmıştır. Portatif çadırlarmnzı kurup, temizlik«Salata sepeti» denilen bu muhkem alerimîzi yapıncaya kadar akşam oldu ve rabadan ilk defa bir firar vukua gelmişortalık karanr kararmaz dün geceki şitir. «Zorlu» adam, şimdi bütün Fransada mendifer yolculugu esnasmda kana kaaranmakta, fakat bir türlü bulunamamak na uyuyamamış. olan efrad, erkenden tadır. aykuya dakh, ben de. Sabah olunca (hazır ol) borusu hepimizi harekete getirdi. Bizden sonraki trenlerden birile gelmis, olan bölük kumandanrmıza kavuşmuştuk.. Bu, bilir misiniz ne demektir ? Gemide dümen ne ise, askerlikte bölük kumandanı odur. Onun gelişi, kumandayı eline alışı hemen belli oldu. Daha düzeldik, daha rahat ettik. Muhitini yadırgayan bir çocugun anasını bulmasma döndük. Kumarvdan geniç ornuzlu, beyaz tenH, sevimli çehreli, asil ve kahraman tavırlı bize birer birer göründü, sert bir baba çehresi ona çok yakışıyordu. Bütün gün çavuşları, onbajılan yanına çağırdı durdu. O, ölüme karşı beraber gidecegi askerlerinin en yakını olduğunu anlayan bir adamdı. Gelir gelmez bölüğe küçük bİT manevra yaptırdı, bu manevradan sonra içimizden birçoklarmı nakliyeye seçti ki bunlann arasında kurşunun niçin geri patlamadığını anlayamıyan pulaçakcı Arnavud da yardı. Öğleden beş saat evvel yani yedide yÜTÜyüşe başladık. Kol nizammda serbest serbest yürüyorduk. Yüzbaşı sık sık dizileri muayene ediyor, askeri şarkı çağırmağa te$vik eyliyordu. Dokuzuncu mangada Istanbulluların istihzaen mutpak mahsulü dedikleri çok genc bir zenci oğlan sert dökümlü bir tunc gibi çıkardığı parlak sesle: Ordumuz etti yemin Babaeski kendi nden çok büyük cami ile önümüzde Kırklarelinin sokaklarından, çarşılarından geçiyoruz. Daha yol bitmiş değildir, biz bittik, o bitmiyor saatte aldık. Konyalı Hamidi saka beygirine taşıtmağa mecburiyet hasıl oldu. Yürüyüş biraz daha fazla sürse, dökülmeler çoğalacaktı. Ben sırtımdaki çantanın ağırhğınm gittikçe arttığmı ve tabanlarımm yandığmı hissedryordum. Bir köy civarında gecelemek için mola verdik. Bizden evvel oraya varmış olan mutpak takımı yemeğimizi hazırlamışü. Portatif çadırlanmızı zor kurduk, askerler horul horul uyurken ben yorgunluğun sebeb olduğu bir uykusuzluğa uğradım. Kalk borusu çalındığı zaman uyanrktım. Hazırlanmak kısa sürdü; yürüyüj tekrar başladı. Baldırlanm ağrıyor, omuzlanm kırılıyordu. Son gayretlerimi sarfediyoT, halsîzlik göstermemeğe çalısjyordum. Fakat ayaklan şişenler oluyor, nefesi tıkananlar oluyor, dermansız düşenler oluyor. Bunlar gayriihtiyari yolun kenarına kendilerini atryor, kahyorlar; arkadaki nakliye arabalan bunlan topluyor. Bu sırada yaklasbt bölük kumandanı bana Ç Atatürkün tunc kabartmasi Sen de çık, geri kal. dedi. Çok iyi konulmuş bir teşhisin neticesi olan bu emir hoştu. Hallerinden benim kadar bitkin oldukları anlaşılanlann arasmda yüzbaşmın beni seçmesinin sebebini anlayamadım. Kendi kendime adaletten ayrılmamağa karar verdim ve : Çantamı aldırsanız ben yürüyebilirim dedrm. O bir çanta değil, kütübhane idi. Onun içinde bir de eczahane vardı. Tam on sekiz kilo geliyordu. Yüzbaş; beni bu yükten kurtardı, tüfeğimi de Abdullah onbaşı omuzladı: Iki gün istirahat eder, bu hamlığı geçirirseniz, siz de benim gibi yorgunluk nedir tanrmazsınız, dedi. Artık Kırkkilisenin bağlarına gelmiştik. Bu bağlar filokserah olmakla beraber tamamen mahvolmamışlardı. Henüz tamamile de bozulmadıklarından kütüklerin de üzüm görünüyor ve yorgunluğunu unutan efrad diziden çıkıp bağlara dalıyor ve koparabildiği kadar kopardığı üzümü getiriyordu. Doğrusu böyle dalgıclık edenlerden ben de istifade ettim. Böyle bir vaziyette bir salkım üzümün kıymeti, lezzeti hiçbir şeyle kıyas olunamryor... Artık Kırkkilisenin (şimdiki Kırklareünin) sokaklarmdan, çarşılanndan geçiyoruz. Daha yol bitmiş değildi. Biz bittik, o bitmiyor. Sehri geçtikten sonra (Taştabyeler) e kadar bir saat daha yol var. Sudi adında genc bir san'atkâr, Ebedî Şef Atatürkün tunc üzerine güzel bir kabartmasını işlemiş ve çok muvaffak olmuştur. Resmimiz. büyük bir san'at kıymeti taşıyan kabartmayı ve san'atkâr Sudiyi göstermektedir. Sancağımız şanırmz, Osmanlı unvanımız, valan bizbn canımız, feda olsun kanunız.. Şarksına başlıyor, diğer mangalardan da buna uyanlar oluyor, fakat şarkı sönüyor, çünkü yorgunluk baslamış ve neş'e komamıştı. O gün beş saatlik yolu yedi rince ikisi de oldukları yerde sarsıldılar. Mürşide Hanım, kalbinin sonsuz şefkati ve ruhunu baştan başa kaplıyan bir acıma duygusu içinde, kollarını oğluna açtı: İki gözüm evlâdım! Gazan mubarek olsun. Serab, ayakta dona kalmıştı. Başı dönüyordu. Boslukta titriyen elleri tutunacak birşey ararken iki kuvvetli, sıcak elin içine düştü. Serab, se\gili, sevgili Serab. Artık herşey bitti. Genc kız o kadar şaşırmıştı ki, yaşlı gözlerle odadan çıkan doktorun annesıie, solan yüzüne katlanılmaz bir azabm ifadesi beliren doktoru göremedi. Anne ile oğul bu heyecanlı buluşnıa sahnesinin şiirini kaybetmemek için ya vasça odadan çıkıp gitmişlerdi. Mürşide Hanım, yekdiğerine bağla nan bu iki kalb yüzünden oğlunun neler çekeceğini bir kere daha düşündü. Onların saadetine bütün ruhile sevinmekle beraber, kuvvetli bir sevginin ateşten damlalannı oğlunun yüreğinde hissettikçe daima mustarib olacağına da yanıyordu. Doktor, ellerile hazırladığı bu birleşmenin saadehni, ömrünün sortuna kadar kendi varlığı için kâfi eörmeğe yemin etti ve odada başbaşa kalan sevgililer uzun yıllann aşkı, hasreti, ve ihtiramile birbirlerine baktılar. Babalar «her doğan çocuğa bir kumbara» ve her kumbaraya her gün biraz para, çünkü kumbara: En emin sigorta. Bu bakış, en uzun itirafların ifadesini taşıyordu. Ne Serab, o lıarikulâde güzel genc kızın yarattığı kıskanclık sahnesini aklma getiriyordu; ne de Ahmed, onu kurtarmak için çekilen üzüntüleri dile düşürüyordu. Menekşe gözlerde yaşlar titremeğe başladı. Sevinc ve saadet yaşları... Bu yaşlarda, çekilen üzüntüler, isyanlar, kin ve nefret atılışları bir anda eridi, kayboldu. Ahmed, yeniden hayata kavuşmuş olmanın değil... Fakat tekrar sevdiği genc kıza, kaybedecek diye titrediği, onsuz yaşamaktansa ölmeği tercih ettiği Seraba, bütün hasretile bakıyordu. Doyamıyacak, kanamıyacakmış gibi bakıyordu ona. Hâlâ elele idiler. Göğüslerinin altında heyecan kasır gaları yekdiğerini kovalıyordu. Ahtr.ed o eski derin, yumuşak, ateşli sesile: Serab, Serab, diye söze başladı. Sonra, bu yol heyecanı ve sonsuz aşkı karşısında birşey bulup söybyemıye ceğ'ni anlamaktan gelen bir sarho*'uk içinde, genc kızı kollarına aldı. Serabın kumral başı sevdiği adamın kuvvetli pjoğsü üstünde titrerken geleceğin yolları Hep ışık. renk, sevinc ve saadetle dolu, önlerinde uzanmağa başladı... Tefrika : 44 ATEŞTEN DAMLA Yazan: MÜKERREM KÂMÎL SU Pek yakmda. Gözünüz aydm teyzeciğim. Genc kız dalgmlaştı. Demek doktor evine dönüyordu. Şüphesiz Mürşide Hanım da gidecek, nihayet işte her zaman korktuğu yalnızhk başlıyacaktı. Azçok yabancısı olduğu memleketin bir evinde Gülsüm kadınla kalmak ona pek ağır geliyordu. îçinde kuvvetli bir ses kıpırdıyor : «Gayret Serab diyordu. Korkacak birşey yok. Küçük bir hocasın. Kimden fenalık gelebilir sana?» Düşüncelerine dalıp gitmişti. Yaşlı kadın: Ne kadar dalgmsın kızım dedi. Niçin böyle birden bire değiştin? Sizden de ayrılacağımı düşünmek bana acı verdi teyze. Ebedî ayrılık olmasın evlâdım. Ayni memlekette değil tniyiz? Gene sık sık görürüz birbirimizi. Orası öyle amma, size nekadar alıştığımı düşürdükçe cidden fena oluyorum. Serabın gözleri dolu dolu oldu. Genc kızın bu alâkası Mürşide Hanıımı da içlendirdi. Daha candan bir sesle: • İnsanlar mes'ud oldukları zaman yakınlarında yalnız sevdiklerini görmek isterler Serab, dedi. Yani münhasıran sevdikleri bir tek insanı. Genc kız, anlamıyan bakışlarla yüzüne baktı. O, gene devam etti: Seni başgöz ettikten sonra zaten daha fazla bu evde ne işitn kalacak ki? Serab başına birşey düşmüş gibi silkindi. Sesi biraz hırçmdı: , Lâkin, sözlerinizden birşey anlıyamıyorum teyze. Ne demek istiyorsu nuz? Kızmı evlendirecek olan anneler biraz fazla telâş ve heyecana kapılırlar da, sözlerine nereden başlayıp, mevzuu nerede bırakacaklarını pek bilemezler. Saadetinden bahsetmek istiyorum, sana bir müjde vermek lâzım. Fakat görüyorsun ki şa^kınım yavrum. Genc kız, Mürşide Hanımın ellerine sarıldı: Rica ederim, çok rica ederim. Saadet denen serabdan bahsetmeyiniz. Ben herşeyi unutmak istiyorum. Ve bunun için de nasıl çırpınıyorum biliyorsunuz. nihayetsiz bir zâfa düsülen sevgiliden kaçmalı. Kalbde gömülmeğe mahkum olan bir aşkm hatıralarından kaçılacağı gibi... Çünkü bazan en küçük bir söz, bir bakış, bir hareket, mazinin açılmağa teşne pencerelerine dokunur. Ve sonra sedlerini yıkan hırçm sular gibi, hatıralar da kalbın sınırlarını zorlamağa başlar. Hastalık da bu suretle nükseder. Hayır, hayır, doktor, Serabı görmek istemiyordu. Büyük iyiliğine ve feda kârlıklarına rağmen bir daha onunla yüz yüze gelmek cesaretini gösteremiyecekti. Bunu annesine, genc kıza ve şimdiye kadar hiçbir şeyden süphe etmiyen arkadasma nasıl kabul ettirmeli? Ne şekilde izah etmeli? Hiçbirini kırıp incitmeden, kuşkulandırmadan bu cirkin gönül davasmdan nasıl sıynlıp çıkmalı? Doktor, binbir dü^ünce içinde bunaldıktan sonra, nihayet iradesinin son kuvvetini büyük aşkına siper etti. Ve arkadasile beraber genc kızm evine koştu. Evde çıt yoktu. Her ikisinin de kalbleri çarpıyordu. Hayatlarını ba=ıtanbaşa değistirecek bir hâdise karşısında idiler. Titriyorlardı. Ahmed o kadar sararmıştı ki, son gayreti göstermek işi gene Nafize düştü. Kapmm ziline dokundu. Merdivenlerde ayak sesleri duyuldu. Doktor için, genc kızla bir kere daha Taslıktan acele acele geçtiler. Iyice aykarşılaşmak pek acı birşeydi. Karşısında dınlatılmış oturma odasmdan içeriye gi SON