4 Birincikânun 1938 CUMHURİYET 25 sene sonra Balkan harbinden sonra birbirlerini kaybeden iki kardeş buluştu KÖŞE ATAT Kompartimana yastık, battaniye koym? mışlardı. Uşümüştü. Yüzünde, uykusuz geçen saatlerin yıprandırıcı yorgunluğu okunuyordu Anlatan: Yahya Galib PENCERESİNDEN Konferanslar Mersin (Hususî) Burada, dikkat uyandırıcı bir hâdise oldu. Yekdiğermi kaybeden iki kardeş tam yirmi beş yıl sonra buluşup birbir.ne kavuştular. Hâdiseyi, kahramanın ağzmdan nakledi yorum: < 1913 Balkan Harbinde Rumeliden hıcret ederek Mersine gelmişiz. Benden büyük iki hemşiremle biz üç kardeş imişjz. Ana ve babamız, Mersinde birbiri ardısıra ölmüş.ler. En büyüğümüz Selma, sekiz; onun küçüğü Ayşe, beş ve ben de üç yaşmda kimsesiz kalınca, konukomşu bize acımışlar ve her biri mizi ayrı ayn evlâdlığa vermişler. Be ni evlâdlığa alan zat, o zaman Mersinde Hapisane müdürü bulunan Bingazıli îbrahim Efendi imiş. îbrahim Efendinin memuriyeti Şama nakledilmiş, beni de beraber alarak oraya götürmüş. Nihayet Umumî Harb çıkmış, harb sonu da 1brahım Efendi, memleketi olan Bingaziye dönmüş. Bittabi ben de beraber. Yaşım ileriledikçe manevî babam. İbrahim Efendinin bana şefkati artıyor ve ben kendimi onun öz evlâdı sanıyordum. Böylece yıllar geçti. Ben, Bingazili ve İtalyan tebaası bır adamdım. Öz soyum ve öz vatamm hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Nihayet bir giin, tbrahim E Afyon cephesinde hücuma geçecefendi öldü. Miras taksimi meselesi mev ğim! Büyük bır devlet erkânıharbıyesinin zuu bahsolunca, benim öz evlâd değil, en salâhiyetli adamlan; buradaki istih evlâdlık olduğum meydana çıktı. Bu kâmların inşası csnasında bulunmuşlardı sırada şu hakikati öğrendim: da verdıkleri raporda şöyle demişlerdi: Zavalh îbrahim Efendi, meğer ölüm «Eğer, Türkler. iki yüz bin asker sardöşeğinde iken, etrafmdakilere benim federek bu cepheyi, iki senede yıkabilirBingazili olmadığımı, Türk olduğumu. lerse, dünyanın en kahraman adamlan beni Mersinde iken evlâdlık aldığını ve dır!..» Mersinde benim iki kızkar4eşrmin bu Ben ise, bu istihkâmlan, sekiz saatte lunduğunu söylemiş. Buna binaen miyıkarak Afyon Karahisan ele geçirece rastan mahrum kalıyordum. Fakat bu mirastan mahrumiyet, bana, dünyamn ğim!» Ayrılmak üzere iken tekrar döndiU en paha biçilmez serveti olan öz vata Gel, seninle öpüşelira.. dedi. nımı. öz milliyetimi ve hayatta bulunan Ve benim temennilerimi dinliyerek bir hemşiremi kazandırmağa yol açtı. Artık, kafamda yeni bir intibah ve ayrıldı. Mustafa Kemal, askerî harekâtın y*eni bir emel hasıl olmuştu: Vatamma bütün plânlarını en ufak teferruatma kadönmek, milliyetime kavuşmak ve hem dar hazırlamış ve her türlü ihtimalleri tesşiremle kucaklaşmak.. Bu arzu ile, ilk bit ederek hiçbir şeyi tesadüfe bırakma önce Bari Türk konsolosluğuna müra mışh. Bununla beraber, o Büyük Asker, caat ettim, maksadımı anlattım. Kon belki de beni memnun etmek için, maneeolosluğumuz benim dileğimi Hariciye viyatıma da biraz iltifatta bulundu. Vekâleti kanalile Mersin Vilâyetine bilBu arada, şunu söylemeği kendime dirmiş. Vilâyet, evrakımı ve fotoğrafıborc sayarım: Mustafa Kejnal, yalnız , mı polise havale etmif. Evrakım, tesadüfen, vaktile böyle öksüz kalıp evlâd maddî düşünen bir adam değildi. Bu lığa verilen üç kardeş hikâyesine vâkıf dünyanın işlerini öteki dünya işlerinden abir polisin eline geçmiştir. Polis fotoğ yırmakla beraber, dini de aslî vaziyetine rafımı, burada enişteme gösteriyor. ircaa çalışmiştı. Hayatta kalan ve şimdi evli barklı olan O, bütün mücadelesinde, din simsar ortanca ablam Ayşeye pek benziyen bu larını, dm madrabazlarını ortadan kaldırfotoğrafım, eniştemi alâkalandırıyor. mağı kendine hedef edindi. Dinin dünya Çünkü o da, ablamdan zaman zaman, işlerine alet edılmesine, gayet haklı ola bir küçük kardeşinin bulunduğunu ve rak muterizdi. Bir takım cahıllere karşı, fakat akibetinin meçhul olduğunu din yaptığı mücadelede, hakikî mutedıkler lermiş. Eniştem, perukâr Mustafa, bun kendisile beraberdiler, şeriatçılik perdesidan sonra adresime ilk mektubu yazı ne bürünenlerin yaptıkları ıhanetleri hiç yor. Ben türkçe, onlar da italyanca ve unutmazdı. arabca bilmediğimiz için muhaberemiz Atatürkün, bu memlekete yaptığı en arabca olarak devam etti. Memleketi büyük hizmetlerden biri, dine, vicdan me dönmek için ginştiğim teşebbüs altı yedi ay sürdü. Ve nihayet işte yurduma, lardaki yerini vermiş olmasıdır! Ertesi günkü gazeteler, Büyük MiHet milliyetime ve biricik kızkardeşime kaMeclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa Hazvuşmuş bulunuyonım.> retlerinin Çankayadaki köşkünde, An Adı Cabir olan bu sanşın, sakin ve karada bulunan ecnebi sefirlerine bir çay zayıf genc, türkçeyi kolaylıkla anlıyor. Fakat kendisi henüz konuşamıyor. Maa ziyafeti verdiğini ballandıra ballandıra mafih zekâ ve istidadı ve küçükten kal yazarken Başkumandan, düsmana yapıf< rH ma izler, onun kısa zamanda türkçeyi lacak o hankulâde baskının son ~ batım öğreneceğine delil görünüyor. Cabir, gözden geçiriyordu. Türk vatandaşlığma girmek için lâzım * * * gelen resmî muameleye girişm ştir. Garb Cephesi Kumandanı İsmet Paşa, Kendisi hayatmdaki bu büyük inkılâbdaima olduğu gıbi, o gün de, gene işin dan pek memnun görünüyordu. başında idı. Ve Atatürk, İnönündeki kadar, kendisine güveniyordu. Büyük taarruzun yıldırım neticelerini, Edirnekapı ile Topkapı arasındaki hep biliyoruz. Afyon Karahisarın sukutunu, Dum surlar haricinde fevkalâde kıymetli tarihî bir define aranmasma başlanmıştır. lupınarın, Uşakm istirdadı takib etmiş, Müşır Fuad Paşamn oğlu Ali Fuada düşmanın küllî kısmı tam manasile imha aid olan bir bostanda aranan bu defme, olunarak, bakiyetüssüyufu İzmirde, deniiki milyon altm liradır. Vaktile zengin ze dökülmüştü. bir hıristiyan tarafmdan buraya gömülAtatürk, Belkahve sırtlarından Izmiri müştür. temaşa ederek o meşhur tarihî sözü söyleHükumetten alınan müsaade ile alâmiş bulunuyordu artık: kadar memurlann huzurunda hafriyata Hitamuhu misk... başlanmıştır. Henüz defineye benzer blr Evet!.. Bu gerçekten mis gibi bir bîşeve tesadüf edilememiştir. Kazılara devam edebilmek için tarihî kıymeti haiz tişti!.. Fakat, Atatürkün asıl büyük işi, bazı taşların yerinden kaldırılması za yeni başlıyordu. Ankaraya avdet eden muzaffer Başrureti vardır. Alâkadar makamlarm mütaleası almdıktan sonra arama faa kumandanı, karşılamağa gittiğimiz günü, liyetine devam edilecektır. gayet iyi hatırlıyorum: Onu getiren trenle ya «Beylikköprü» de, yahud «Bey îzmir vilâyet meclisi azalar; likahır» istasyonunda karşılaşmıştık. İzmir (Hususî) Bugün merkez ve Gecenin ilerlemiş bir saati idi. Mustakazalarda vilâyet umumî meclisi azası fa Kemal bizimle mülâkatı müteakıb is ıntihabatı yapıldığı gibi Parti merkez tirahate çekilmişti. Ben ise kendisini gökaza kongresi de toplanmış ve idare he rüp mubarek ellerine sarılmak istiyordum. yetini seçmiştir. Bu heyette değişikiik Onun vagonuna doğru yürüdüm. Bak yoktur. Yalnız vilâyet umumî meclisi atım, kompartimanın penceresinde, Salih zası arasmda bazı değişiklikler vardır. Bozok tıraş oluyor. Pek teklifsiz görüşüp İzmır umumî merkezinde Dr. Sa'da seviştiğimiz için Bozoka: Kâğıdcı, Ayşe îriboy, Sabire Salt, Dr. Paşadan ne haber! diye sordum. Kâmran, Dr. Yunus Osman, diş tabibi Salih Bey, sabunlu fırçası elinde, ce Halim, eczacıbaşı Ferid, avukat Ahmed Enver, avukat Ahmed Murad Çmar, a vab verdi: Uyuyor!.. vukat Nuri Fettah, avukat Ahmed Şükrü, tüccardan Mehmed Seyrekli kazanIstemiye istemiye kompartimanıma mışlardır. döndüm. Biraz daha bekledikten sonra, Dünyanın en şerefli zaferini kazanan kumandan Ankaraya nasd dönmüş îü ? Büyük Şefin 1922 de birinci tekrar Bozokun yanına döndüm ve en sert sesimle: Hâlâ kalkmadı mı yahu!.. diye sordum. Salih de, kızdı: Kalkmadı dedik ya!. On dakika kadar ancak sabredebil dim. Uçüncü defa olarak Salih Bozoka sokulduğum zaman, Atatürkün bu pek sevdiği yaveri ârtık dayanamadı; avazı çıktığı kadar: Kalkmadmıı!.. diye haykırdı. Ben de, Salıhin bu şakadan haykırışına tutuldum: Ne bağırıyorsun canım!. . Bağınrım elbette.. Kalkmadı işte.. Tam bu sırada, yanımızdaki kompartimandan Onun sesini duydum: Buyrun beyefendi... Yalnız, giyinmedim henüz... Benim sabırsızlığımın derecesini anla Define aranıyor ordu karargâhında Sovyet delegelerile O zaman ben: Peki amma, a Paşam.. dedim, niçin haber vermedıniz? Gülümsiyerek cevab verdi: Hepsi de benim kadar uykusuzdular!.. Rahatsız etmek istemedım. Bir vatan kurtarmaktan dönen Mus tafa Kemal, İzmirden Ankaraya işte böyle gelmışti. O, herşeyden, bütün fıtrî ve kisbî meziyetlerinden evvel, son derece nazik, ve maiyetinı seven, koruyan bir zattı. Başkalarını rahatsız etmek pahasına, kendisine gösterılecek ihtimamlardan memnun kalmazdı. Muhtehf vesilelerle, büyük taarruza aid menkıbeleri anlatır ken, Onun kaç defa; harbi insanlık bakımından tetkık ederek teessür içınde kaldığına şahid olmuşumdur. Hele bir gün hiç unutmam: Ordunun İzmire girdığı güne aid sahneleri hıkâye ediyordu. Bir den gozleri yaşardı: Evet, dedi, kısa bir zamanda, kahraman Türk ordusunun aldığı bu paılak neticeden memnun kaldığımı söylemek zaiddir. Fakat, bir ınsan sıfatile; o kanlı manzaradan duyduğum iç sızlatıcı elemi size lâyıkıle anlatamam!.. Cephelerde cesedlerden ehramlar teşkil edildiğini gördüm ben! İzmirde hazırlanan o alçakça suikas din akim kalmasından sonra, bir gün bize şu vak'ayı anlatmıştı: Ziya Hurşidin beni öldürmeğe memur ettiği iki zavalh vardı. Isticvabları yapıldıktan sonra bunlardan birıni yanı ma çağırdim. Odada kimse yoktu. Kendisine sordum: Sen Mustafa Kemali öldürecekmişsin, öyle mi?. Evet! dedi. Ben, gene sordum: Mustafa Kemal, ne yapmıştı ki onu öldürecektin?.. Fena bir adammış o!.. Memlekete çok fenalık yapmış!.. Sonra, bize onu öldürmek için para da, vereceklerdi!.. Sen Mustafa Kemali tanıyor mu sun? Hayır! O halde, tanımadığm bir adamı, nasıl öldürecektin?.. Geçerken, işaret edecekler, «Mustaka Kemal, işte budur!» diyeceklerdi. Biz de öldürecektik. O zaman, cebimden tabancamı çıkaragelmişd. Müracaatini Atatüıke arzettim. birlikte almmış bir resmi rak, kendisine uzattım: Mustafa Kemal, benim!.. Haydi, al eline tabancayı... Öldür!.. dedim. Herif, benden bu cevabı almca, yıldırımla vurulmuş gibi oldu. Bır müddet şaşkın şaşkm yüzüme baktıktan sonra, dizüstü kapanarak hüngür hüngür ağla mağa başladı. Amasyada bulunduğu sırada bir aralık mıllî emellere muhalefet yolunu tut muş bulunan eski paşalardan biri bir gün Ankarada beni ziyaret etti. Mustafa Kemalin kendisini affetmesini istiyordu. Bunun için de benim delâletimi ricaya onferans bizde henüz otuz yaşını doldurmıyan bır yenılıktır. Mabedlerde vaaza ınhısar ettirilen hitabet cereyanındaki kuruluk ve cansızlık herhangı bır hakikati gür ve hür bir sesle, ifadeye ayrı bir belâgat veren mevzua uygun jestlerle halka umumî yerlerde tebliğ etmek imkânını hemen hemen oldürmüş gıbiydı «Sus, sen karışma», «büyüklerin yanında çok konuşulmaz» ve «sükut altındır» gıbi düsturlara istinad eden çocuk terbıyesı de ıçtımaî sahada hitabet istıdadlarının gürbüzleşmesine engel oluyordu ve o istidadlar rüşeym halındeyken öldürülüyordu. 1908 inkılâbında hitabet hürriyeti de meydana çıktı, kalem kasırgalanle müvazi olarak bir hitabet borasıdır koptu. Muhtelif sebeblerle yurdun hemen her köşesinde ve hemen hergün mitingler kuruluyor, toplantılar yapılıyor, nutuklar veriliyordu. O sırada Selım Sırn, Rıza Tevfik, Ömer Naci gıbi halk hatibleri, Enverler, Niyaziler kadar ün almışlardı. Fakat bu hatiblerin halka dinlettikleri hutbelerin çoğu siyasî olup zümrevî fikirleri telkin maksadile irad olunuyordu. Onun için suya nakşolunan yazılar gibi kısa ömürlü kalmışlar, çarçabuk unutulmuşlardır. Bununla beraber hitabet merakı kökleşti, hatibleri dinlemek zevki umumîleşti ve Cumhuriyet devrinde konferans yolu büsbütün genişledi. Bugün bir piyes seyretmek, bir musiki faslı dinlemek, bir güzel yazı okumak zevki kadar konferanslara gidip hatiblere kulak vermek zevki de içtimaî gıdalardan bin olmuştur. Manevî bir ihtiyac ifade eden bu haleti bütün vuzuhile kavrayan Halk Fırkast bilhassa Istanbulda ev ev konferanslar tertib etmek vazifesini programma koymak suretile halka daima cemıle göstermektedir. Hele Beyoğlu Halkevi bu işi âdeta esaslı bir borc gibi telâkki etmekte, İstanbulun edebiyatta, içtimaiyatta, felsefede, san'atte, fende ihtisaslarıle tanmmış simalarını toplıyarak bütün kış haftalarını onlann faydalı hitabelerile doldurmaktadır. $imdi önümde o evin bu kış mevsimi için hazırladığı konferanslann lıstesi duruyor. Bayrağa saygı vazifesinden tutunuz da para ve servet telâkkisine, mekteb terbiyesine, unutulmuş ılım adamlarına. güneşe, modern mimarîye kadar bu listeye girmeyen mevzu yok. Konferans' çıların da hemen hepsi eserlerile, ilmî liyakatlerile tanmmıs vatandaşlar olup içlerinde yeni görünen Ankarada ve Ana ' dolunun birçok yerlerinde hitabet kabiliyetini ispat ederek haklı bir şöhret almış ve şimdi Vilâyet Seferberhk Müdürlüğü sıfatile îstanbula gelmiş olan Cemal Gönençtir. Demek ki Beyoğlu Halkevi bu kış mevsiminde, gerçekten irf an ocağı olacak. Ne yazık ki ev, sayısı elliyi bulan bu muhtelif mevzulardaki konferansların bir araya toplanarak kitab haline konulacağı müjdesini vermiyor. Sözün uçup yazmın kalacağı düşünülerek bu cihet temin edilirse yapılmak istenilen hizmetin feyzi sürekli olur ve o eve giremiyecek yurddaşlar >da konferanslardan faydalanmak imkânını bulur. M. TURHAN TAN Bir eroinci yakalandı Kadıköyünde Yeldeğirmeninde Çayır caddesinde 70 numaralı evde oturan Madam Furtunanın evinde eroin sattı ğı haber alınmış, yapılan cürmü meş hudda üç paket eroin bulunmuştur. Kaçakçı kadm yakalanmıştır. ya arada hiçbir hâdise geçmemiş gıbi, kendisini güleryüzle karşılıyarak, yanm daki sandalyeye oturttu. Sıgara verdi, kahve ısmarladı ve maziye hiç temas etmiyerek, onunla birkaç dakika konuş mak tenezzülünde bulundu. Atatürk, kerîm adamdı. Affetmesini çok severdi. Kimleri ne zaman affedeceğini de bilirdi! Bir akşam, sofrasında, bana: Beyefendi.. dedi, zeybek havasj hoşunuza gider mi? Gider Atatürk!.. O gece şakacılığı tutmuştu: Öyleyse, bir zeybek oyunu oyna da görelim... Gülümsiyerek: Emredersin, Atatürk.. dedim, yalnız bilirsİH ki, herkesin kendine göre birj oyun tarzı vardır. Ben de eski bir şey î him. Şeyhlerin oyunu da «devran» dır.l Isterseniz, huzurunuzda «devran» ede | yim! Atatürk, ne demek istediğimi anlamışj tı: Ben menettim, dedi, olabilir ki, a | sahayı gene ben size veririm! Yahya Galib, sözlerini şöyle bitirdi: Allah Mustafa Kemale, binlerce rahmet etsin! Atatürk Dumlupınarda Mehmedcik abidesinin temel atma merasiminde malı ki, giyinmesini bile bekliyemiyor dum: Büsbütün çıplak değilsiniz ya!.. dedim. Hayır! dedi, ceketsizim!.. Zarar yok öyleyse... Kapıyı açıp girdim. Ayağında panta lon, sırtında gömleğile oturuyordu. Tıra şı uzamış, yüzüne, uykusuz geçen gecenin yorgunluğu sinmişti. Gömleğini atkısının boyadığını gör düm. Uyuyamadım! Yastık, battaniye koymamışlar. Koluma dayandım ağrıdı. Setremi yastık yapayım dedim, üşüdüm. Uyumak kabil olamadı. Kalktım, buyurdular. Atatürk ve İsmet İnönü Yalovada Evvelâ ziyareti kabul etmek istemedi. Hatta: Nasıl?... O adam hâlâ serbest mi dolaşıyor?... diye sordu. Serbest dolaşıyor olmalı ki, huzurunuza çıkmak cesaretini göstermiş! dedim ve ilâve ettim: Af, sizin mazheriyetinizdir!.. Kendisini affetmeğe mecbursunuz! Peki... Düşünürüz!.. dedi, fakat ben işin arkasmı bırakmadım: Kendisine söz verdim! Bu âlice nablığı göstereceksiniz! O zaman: Peki! dedi, çağırınız gelsin... Ve sabık paşa, ayaklarına kapanarak, Ondan af dilerken, Mustafa Kemal, gu SON SALÂHADDtN GÜNGÖR