5 Ağustos 1937 CUMHUBTTET GALATA KULESI Yazan : M. Turhan Tan lstanbul, Onüçüncü asrın, başında Lâtinlerin eline geçti ve 57 yü içinde yedi Lâtin imparator, Bizans saraylarında hiiküm sürdü. Bu, zâfır^ anarşiye galebe etmesinden başka birşey değildi ve az kuvvetli bir darbe, çok zayıf olan Lâtin İmparatorluğunu, ortadan kaldırabilirdi. Kaçak Bizans tmparatorlannm yanında çalışan Miçhel Paleologue adlı bir asker bu hakikati sezdi, bir baskın tcrtib etti, İstar.oulu Lâtin İmparator mışıl mışil uyurken ele geçirdi. Cür'et, gafleti pusuya düşürmüştü (1261). O sırada Galatada Cinevizler oturu yordu. Âr değil kâr düsturunu hayat ve refah umdesi olarak kabul eden bu millet, zâfın yerini yeni baştan işgal edecek olan anarşinin kendilerine faydalı olaca ğını kavradıklanndan ırkdaşlık gayreti gütmeğe lüzum görmemişler, bizanshların Lâtinleri îstanbuldan püskürtmelerine yardım etmişlerdi. Michel Paleologue, bu bazirgânca hareketi mükâfatlandır makta gecikmedi, Galata mıntakasını Cinevizlere temlik etti. Galata, vaktile on dört daireye aynl'mış olan Bizansın küçük bir parçasıydı, ir.cirlik demek olan Sykai adile anılıyordu. Ticaret maksadıle Bizansa gelip de şimdiki Yemişten Sirkeciye kadar uza yan mahalde çarşılar kuran Amalfililer, Pizalılar, Cinevizler, Venedikliler, sığındıklan yerin darlığından dolayı yavaş yavaş Galataya taşmmışlar ve orayı Lâtin kolonisi haline koymuşlardı. Galata adının nereden geldiği henüz tesbit olunmuş değildir. Bir kısım tarihçiler orada birçok inek ahın ve süt evi bulunmasm dan, rumcada da süte gala, galetea de nilmesinden dolayı bu ismin doğduğunu söylüyorlar. Bir kısım tarihçiler ise Galatayı arapça kaleden bozma saymak tadırlar. O adın vaktile Bizans kıyılarına kadar akın eden ve Rumlar tarafın <ian Galat diye anılan goluvalardan gelme olduğunu söyliyenler de vardır. Galata adı nereden gelirse gelsin, Bizamlıların uzun zamanlar resmî kâğıd larda o mıntakayı (Pera) diye andık ları muhakkaktır. Sonraları Beyoğlu mıntakasına inhisar ettirilen Pera ismi nin karşıyaka veya geçıd manasına ge • len Perama, yahud Paramatisden bozma olduğu da rivayet olunmaktadır. Cinevizler işte bu mıntakayı, Lâtin liğe ihanet gösterereic temellük ettıkten sonra Venedıklilerle Pizalılan yabancı vaziyete düşürdüler, Cineva'dan bir podesta reis getirttiler. Bizans İmparatorluğundan tamamile ayrı ve tamamile müstakil bir hükumetçik kurdular. Kınma kadar uzayan ticaret şebekelerini bu merkezden idareye koyuldular. Fakat Galatanın her ihtimale ve bilhassa Venedik harb gemileri tarafından yapılabilecek taarruzlara karşı müdafaasım temin lâzımdı. Bu sebeble bir sur inşa etmek ve Galatayı kalm duvarlar içine almak düşünüldü. Hazırhklar yapıldı. Bizanslılar, kendi payitahtlarınm bir mahallesinde böyle bir yabancı kalenin yükselmesine razı olmak istemiyorlardı. Fakat mezheb kavgaları içinde çalkanan, parasızhktan harab o lan, üstelik Germiyan, Aydın, Karesi beylerile Bulgarlar tarafından tazyik gören Bizans sarayı. Galatadaki Cineviz ler yüzünden Cineva Cumhuriyeti ile de ırtüsellâh bir ihtilâfa girmeği göze alamadı, Galatanın sur içine alınmasına nza gösterdi. Bu miskin harekete razı olan İmparator İkinci Andronic Paleologue Kulenin bugünkü vaziyeti Kulenin alt tarafı, yapıldığı glinden beri değişmemiştir, fakat üst tarafı bir çok değişiklikler geçirmiştir. Kule Cine vizlerce tarassud noktası "olarak kullanı lıyordu, tepesi deniz se^yesinden 130 metro yiiksek bulunduğu için böyle bir işe çok elverişli idi. Fakat kendi irtifaı ancak elli metrodur, gayet kalın olarak yapılmı^tır. Duvarm içinde 146 taş basamakh bir merdiven vardır. Bununla beş ahşab sahanlığa çıkılır. Beşinci sahanlıktan sonra ahşab bir merdiven başlar ve büyük bir odaya kadar yükselir. Bu odar.m dış dehlizle bağlılığı mevcuel olup kulenin Boğaza ve Istanbula karşı olan hâkim vaziyeti de orada tecelli eder. Kulenin tepesinde evvelce mahrutî şekilde ve ahsab bir külâh vardı. Bu külâh 1797 de (Uçüncü Selim zamanında) yandı ve yenilendi, 1824 te (ikinci Mahmud devri) bir daha yandı, gene yeni lendi. Bu tamirler sırasmda o mahrutî külâh da tazeleniyordu. Fakat 1875 te (Abdülâziz devri) külâh uçtu, ufak tefek sakatlıklar vukua getirdi ve artık yenisi yapılmıyarak kule şimdiki şekilde yükselhldi. îstanbulun Türklüğe mal edildiği gündenberi Cineviz kulesi adını alan bu yapıya yangın kulesi denilmesi de 1 797 yılındaki tamirden sonra başlar. O yıl kulenin külâhı yenileştirilince üst sahanhğa bir kös konmuş ve şehirde yangın vukuunda o iri davulun çalınmasile halka haber verilmek usul ittihaz olunmuştu. Halk türkülerimiz ve onları söyliyenler Maruf muganniyeler halkın kendi şarkılarîna karşı gösterdiği büyük alâkayı anlatıyorlar JÎ=taB8SBDJEi. Bir öpüşün kıymeti inema artistlerinden Dorothy Lamour'la John Hall'in son çevirdikleri Kasırga filmi münasebetile deniz altında ve mufassalca öpüşmeleri lâzım geldiğinden filmi çevirten şirket 8000 dolar sarfederek bu öpüşmeyi temin etmiş. Bizim sinema sütunu muharriri arkadaş, keyfıyeti kaydederken o parayı bir öpüş uğrunda sarfolunan en büyük akçe olarak gösteriyor. Bir bakıma göre arkadaşımızın hükmü doğru. Hele zorla ahnacak puseler için konulan cezalar mikyas tutulursa o iki artistin san'at şerefine alıp verdikleri öpücükler uğrunda sineye çekilen para çok kelimesile de ıfade olunamıyacak kadar fazla. Bu hakikati misal ile tebarüz ettirmek lâzımsa Fatıh Sultan Mehmedin Kanunnamesini hatırlamahyız. Hayli siddetü ve hatta kısmen korkunc olan o Kanunnamede hırsızlama puseler için takdir olunan para cezası 3 akçe ile otuz akçe arasında desişivor. Yani ismi geçen artistlerin öpücükleri nasıl ateş pahasına ise Fatihin cezalandırdığı puseler de onların zıddına olarak sudan ucuz!.. Fakat bir puseye sekiz bın des;il, on sekiz bin dolar verildıği de görülmüştür. Bir çok güzel ağızlarda bir imreniş, bir sulanış yaratacağını zannetti^imiz bu dolgun fiat, otuz beş vıl kadar evvel Pariste açılan şefkat sergisinde yoksullara yardım fikrile satıcıl'.k yapmayı kabul eden bir Fransız kadınımn dudaklanna verilmisti, nerede okudu§umu hatırlıyamamakla beraber o vak'anın şu şekilde cereyan ettiğini biliyorum: Sergiyi gezen bir Amerikalı, o Fransız kadınımn hizmet ettiği paviyondaki eşyayı uzun uzun süzdükten sonra soruyor: Burada her beğenilen şey alınabilir mi? «Hay hay mösyö» cevabını veren kadın şöyle bir teklifle karşılaşıyor: Demek dudaklarınızdan bir puse de satın almak mümkün! Düşes, markiz, kontrt gibi asalet unvanlarından bırını de tasıyan satıcı kadm biraz şasırır gibi oluvor ve sonra akhnı başma devşirerek gülümsüyor: Bedelini verirseniz, divor, evet, diyeceğım. Nedir bedeli? Beş bin altın! Amerikalı cüzdanını çıkarıyor, sefkat pazarı namına beş bin liralık bir çek imzalıyor ve paviyonun önüne yığılmış olan yüzlerce kişinin alkışları arasında güzel satıcıdan mufassal mı, muhtasar mı, meçhul bir puse alıp gidıyor. Altın mıkyasına göre beş bin lira, bugünün sekiz bin dolarından iki buçuk kere fazla olduğundan öpüş bedeli üzerindeki rökor henüz kınlmamış demektir! Bu münasebetle Viktor Hügo'nun Kral olsaydım, Allah olsaydım sözlerile başlıyan meşhur manzumesi de hatıra gelebilir. Büyük şair o şiirinde sevgilisinin bir pusesi içın kral olabilse bütün ülkesini, ve şayed tanrı olsa, gökile, yerile, cehennemile, cennetile bütün ezeliyeti ve ebedıyeti feda edeceğini söylüyor. Lâkin bu, malihulya hazinesinden bahşiş vermek olduğu için öpüş rökoru üzerinde müessir olamaz. n Demek ki Galata kulesi Zevun'a nisbeti bakımından 1500, Cinevizlilerin eseri olmak itibarile de 600 yıllık bir hayat sahibidir. Fakat bugüne kadar ayakta durabilmesi, ahşab külâhtan kurtulup sağlam bir sakfa malik olması Türkler sayesindedir. Onu hemen hergün seyre gelenler var. Yerli ve yabancı birçok göz, bu kulenin 130 metro irtifaa yaslanan tepesinden güzel îstanbulu, şuh Boğazı temaşa edip durmaktadır. Fakat kaç kişi o irtifaın önünde serilen muhteşem manzaradan dikkatini çekip de kulenin sessiz bir belâgatle takrir ettiği heyecanlı tarihe kulağını verir?... Bizce zevk, bu kuleden on beş asrı ve o asırlan dolduran inkılâblan seyretmektedir!.. Gözleri, kızıl karanfilleri bugulayan Bilmem nasıl oldu, aklıma geldi: ı Galata kulesinin Jeğcfi işte, Jtalın sigarasınm dümanında, devam ediyor: « Okurken içer misiniz?» gövdeli, uzun boylu, geniş hançereîi bir « Ancak unutmayınız ki okuduğuGözlerini süzerek gülümsüyor: hatib hüviyeti taşımasından ve hiç dur muz halk şarkılarının bir kısmı sahiblen « Söylerken, zaten içmeden de madan uzun bir mazi konuşmasmdadır. malum olmıyan hakikî halk şarkılandır, Galata kulesinin eski hali mestizdir. Fakat içtiğim zamanlar, el M. TURHAN TAN bir kısmı da bugünkü bestekârlarımız tarafından o tarzda yapılanlardır. Halk bette daha zevkle, daha aşkla okurum.» idi (1304). * * * onu da, bunu da seviyor... ve, bir kelime Cinevizler 45 yıl sonra ikinci bir sur Çorablar nasıl standardize ile sade öz şarkılarını istiyor.» daha yaptılar ve işte o vakit Galata kuedilecek? Habeşistana gönderilecek lesi denılen eseri vücude getirdıler. Kuİktısad Vekâletinın kadm çorabla On üç yaşında halkın karşısına çıkan çiftçiler !c, surların bittiği yerde ve dönek nok rından başlıyarak bütün çorabları ve o zamandanberi okuyan Hamiyetı tasında yaptlmış olup Cinevizler tarafın standardize etmek hususundaki faali Taymis gazetesinin Romadan aldığı dan Tour de Christ İsa kulesi adile anı yeti kuvveden fıle çıkmak üzered'r. Kocamustafapaşadaki evınde buldum ve malumata göre, Habeşistana gönderilelıyordu. Galata kulesinin deniz kıyısın Öğrendiğimize göre. çorabların standar zarif bir ev kadını halile, hanım hanımcık cek 400 çiftçi aile 28 birinciteşrinde Afrikaya hareket edecektir. Bunların yerda da bu kule gibi bir bürcü vardı ve dızasyonu ev\'elce Millî Sanayi Bırliğn anlatmağa başladı: ce hazırlanmış olan esaslar dahilinde Tour de Saint croix Haç kulesi adını « Dört sene evvel halk şarkılarîna leşmeleri içın Semien ve Tana arasm da arazi aynlmıştır. Bu aileler, aldık yapılacaktır. taşıyordu. Onun bu isimle anılması, İsa başladık. İlk okuduğum «Afyon» tür ları arazıyi iki sene müddetle kollektıf Bu esaslar şunlardır: kulesinin üstünde de bir haç bulunması, küsüdür. Ondan sonrakilerin hesabını bir şekilde işleteceklerdir. 1 Çorab imal eden makinelere göbir kısım tarihçileri yanıltmış ve iki kuleAllah bilir. Şimdiki halde en çok tutan Kabiliyetini ispat eden aileye büyükre iplik kullanmak. nin kitablarda birbirıne karışmasına se «Dağları hep kar aldı» dır.» liiğüne göre 30 hektardan 50 hektara 2 Makinelerin azamî ve asgari yabeb olmuştur. îsa kulesi üzerinde incele« On üç yaşında şarkıya nasıl baş kadar arazinin mülkiyeti devredilecekpabileceği sıklık ve gevşekliği tahdıd meler yapan meraklılardan bir takımı tir. Büyük Harbde, Habeşistan harbinladınız?» etmek. onun tamamile Cineviz eseri olmadığını « İlk mektebde iken sesim hocalan de ve faşıst ihtilâlinde yararlıkları gö 3 Topuk, burun ve koncun çorabm ve beşinci asrın sonlarına doğru împararülmüş ve hizmet etmiş kimselere te ana ipliğine katılması zarurî olan tak mın ve komşularımın nazarı dikkatini celfevvuk hakkı verilecektir. tor Zenon tarafından yapılmış bir kule vıye ipliklerıle sağlamlaştırılması. betmişti. Böylece, teşvikle bir gün kennin büyütülmüş ve yükseltilmiş şekli sayılİktısad Vekâleti çorablara ipek, sun'i dimi sahnede buldum. İşte tam on seneİzmire 2026 muhacir geldi mak icab ettiğini söylüyorlar. Galatada ipek, merserize, yün, pamuk gibi daın dır okuyorum. Fakat hâlâ hocalarım olan valilik eden Cinevalı Marko'nun 1446 galar vurmak mecburiyetini koyacaktır. Sadeddin Kaynak, tamburî Salâhaddin, îzmir 4 (Telefonla) Bugün Nâda kuleyi bir derece daha yükselttiği de Vekâletın sağlamlığma emin olduğu ço bestekâr Mustafa Nafizden ders almak zım vapurile Bulgaristandan 2026 mutarihlerde yazılıdır. rablara (garanti) damgası vurulacaktır. ta devam ediyorum.» hacir gelmiştir. Şekib, kansının ellerini bırakmıyor du: Yatmaz mısın, sevgilim? Gene kadm, dudak büktü: Çok yatacağım... Konuşmuyorlardı. Koridordaki ayak sesieri yavaş yavaş azalıyor, gürültüler, ağır ağır sessizliğe gömülüyordu. Oda kapısı tıkırdamıştı; doktor içeri girdi; toplanmak istiyen Melikeye: Rahatsız olmayınız, dedi. Ben gidiyorum. Bu gece de burada bulunmıyacağım. Burası sizin evinizdir. Ne isterseniz, hiç çekinmeyin, söyleyin. Gülümsiyerek Şekibi gösteriyordu: Kocanızı alacağım. Kür zamanı başlamak üzcredir. Sonra, tren ve otobüse yetişeceğiz. Karı kocanın eevabını beklemedi, Melikeyi selâmladı: Geçmiş olsun... Üzülecek, sıkı lacak hiçbir şey yok... Bugünleri de unutacaksınız... Yann görüşürüz. Doktor odadan çıkınca, Melike, ağır ağır doğruldu; yürümek istedi, yürüye medi, elini uzattı: Yatacağım. Peki, çocuğum, örteyim seni... Melikenin, yüzü solup kızarıyor; dişleri çatırdıyordu. Uşüyor musun, Melike? Bilmem... Içim ürperiyor... Şekib, onu, yatağına yatırdı, beyaz kılıf geçirilmiş battaniyeyi örterken sordu: Yarı örteyim, olur mu? Melikenin gözleri yanıyordu; kollannı uzattı, kocasını, kendine çekti, onun başını göğsüne bastırdı, anlaşılmaz bir inilti ile birşey söylüyormuş, söylemek istiyormuş gibi inildedi, kocasının saçlarını koklıya koklıya öptü. Kollan, gev şedi: Git! diyebildi. Şekib, bir hamlede doğrulmuştu, radyatörün üstünde duran şapkasını aldı, kapıya doğru yürüdü, tokmağı tutarak bir an durdu. Melikenin gözleri, ne mana anlattık lan, anlatacakları belli olmıyan garib bir parlayışla açılmıştı. Şekib de kapmın önünde, durmuş, bakıyordu; gözleri bulutlanmıştı; gülümsemek istedi, fakat birdenbire h\çkırıvermekten korktu, kapıyı açtı, kendini dışarı attı. Onun kapıyı açmasile çıkması ve kapıyı kapaması, bir rüzgârın bir kapıyı açıp kapaması gibi olmuştu. Melike, gözlerine inanamıyordu. Bu kapının açılıp kapanıvermesile odaya doluveren soğuk hava, vücudünü don durmuştu, dişleri kilidlendi, titremeğe basladı. Bir an, yataktah' fırlamak, onun arkasından koşmak istedi. Fakat kımıl Safiye Muallâ Hamiyet Masalann, piyanonun üzerindeki, ke« Ne zamana kadar okuyacak narda köşedeki saksı ve çiçek dernetleriîe sınız?» bir bahçeyi andıran ılık, aydınlık ve muGözlerinin içi gülüyor: attar salonun geniş pembe koltukların « Bir apartıman yaptırıncıya ka dan binne gömülmüş, şu renk renk ley dar.» lâk ve karanfil yığımnın serin, pırıl pırl « Daha olmadı mı?» yatağındaki ışıltıya dalmış, Safiyenin « Eh yaklaştı.. Fakat ondan sonra bir su gıbi temiz, bir su gibi berrak sesıda okumağı tamamen bırakmak niyetinn dinliyorum: > de değılim. Konserler vermek, ve plâk « Sevmediğim eseri okumak aza doldurmakta devam etmek isterim.» bına katlanamam. Okurken evvelâ ben « Turnelere de çıkıyorsunuz, Anavarım, sonra karşımdakıler.. dolu ne âlemde?» Fakat bir an gelir ki ben de yok olu« Oralarda bizi daha iyi dinliyorrum, karşımdakiler de görünmez olurlar, ve var olan sade bir ses kalır. İşte bu ses lar. Halk şarkıları İstanbuldan ziyade eğer kalabalığı bir büyü gibi kavramış. Anadoluda tutmuştur. Ben, ekseriya sesarmış, sürüklemişse, eğer içten geldiği yahate çıkarken hazırladığım reperatu vardan, oraya gidince ağır havaları çı gibi içlere işleyebilmişse mes'uddur. karıp yerlerine halk havaları koymak Bu sözlerimle, halk şarkılarını okur mecburiyetinde kalırım. Hatta burada ken duyduğum haz ve heyecanın büyükbıle her gece halkın ısrarla istediği ve lüğünü de anlatmış oluyorum. müteaddid defalar tekrar ettirdiği hep Okuyan da, dinleyen de bu şarkılarda halk şarkılandır.» o kadar aytıi alâkayı, ayni sevgiyi, ayni heyecanı duyuyor ki, an oluyor, insan Dört senedir okuyan Fahirenin de ekkendi kendine soruyor: Bu ses benim tnı, seri zamanlan Anadoluda geçmiştir. onların mı?» « Halk şarkılarîna, diyor, bilhassa « Şarkılar arasında en çok sevdikîzmirliler vurgundurlar. Orada başka bir leriniz?» şey okumağa cesaret edemem. Bazan « Benim mi?.. Hayır ayırmayınız. müziksiz okumak mecburiyetinde kalı Eğer halk bir eseri sevmişse demek ki ben rım, gene çılgınca alkışlarlar. Son seya o eseri içten gelen bir sevgi ile okumu hatimden dönüşte îstanbulu da hemen şumdur. Meselâ «Yanık Ömer» çok tut hemen tamamen halk şarkılanna bağianmuştur. O kadar tutmuştur ki, bakın ıti mış buldum. Meselâ Yanık Ömeri üç raf ediyorum, ben artık onu okumak dört defa tekrar ettirdikleri çok olmuştur. tan bıktım, fakat halk hâlâ dinlemekten Ondan sonra da «Eminem, eminem, çausanmadı.» kır eminem..» gelir.» M. TURHAN TAN tnhisarlar Vekili Edebi tefrika : 31 LA Yazan : Mahmud Yesari mi? Elbette! Sen de bana telefon edeceksin. Şüphesiz, çocuğum. Melike, kollarını kocasının boynuna dolamıştı: Ah, kocacığım!.. Sevgilim!.. \ ; e kuweti tükenmiş gibi ağır ağır çekildi, tekrar karyolanm demirine dayandı; bakışı yaslı, sesi yaslıydı: Buna, nekadar sevindim bilsen... Öyle sevindim ki, dudaklanndan öpmek isterdim... Bir imkânsızhğın karşısında ezilmiş gibi, sesi söndü; bakışları büsbütün soldu. Şekib; o anda, karısını temin için her fedakârlığı yapmağa razıydı; fakat her fedakârlık, iç kırıklıklarını tamir etmiyordu ki... Yan odadan, kısa, kuru bir öksürük duyarak, ikisi birden başlarını kaldırdılar. Koru tarafından gelen bir kahkahanın cınlayışı, hislerini şaşırtıverdi. Uzaktan bir vapur düdüğü, boşluklarda bir müddet uzadı, eridi. Gene kadm, komodinin üstünden kayıp yere düşen kâğıdı işaret etti: Saa tikide, kür başlıyor, Büyük kür, silâns zamanı... Şekib, cevab vermedi, şezlongun ucuna oturdu, karısınm ellerini, avudan içine aldı: Konuşmamız lâzım gelen şeyler var. Melike, ümidsiz gülümsüyor, ümidsiz bakıyordu: Silâns zamanından b'nce mi? Kocası, onu, avutmak istiyordu: Beni dınle, Melikeciğım, doktor kaç keredir, söylüyor; sen, bir iki ay istirahat edeceksin. Bu iki ay, göz açıp kapaymcıya kadar geçecek. Ne çare dişi mizi sıkacağız. Şimdi, bu iki ayı nasıl geçireceğımizi düşünelim. Burada telefon var. Sen, hergün, bana telefon edersin, olmaz mı? Gene kadının soluk elâ gözlerine ha yat doluvermişti; rengi uçuk dudakları bir ışık gibi yanıverdi: Bak, bunu hiç düşünmemiştim. Demek, hergün, sesini duyabileceğim, öyle Gümrük ve İnhisarlar Vekili Ali Rana dün İnhisarlar ıdaresinde meşgul clmuştur. Vekil, dünkü meşguliyeti arasında, bilhassa harice karşı olan tütün satışlarmı tetkik etmiştir. danamadı, kapının açılıp kapanıverme pandı, çırpmmaktan yorulan göğsü ra sile odaya doluveren hava, Melikenin so hatlaştı, uyudu... luklarını daraltıyordu. Bütün genişüğile 6 açık camlı kapılardan giren, temiz, tath Melike, Gonk scsile uyandı; ter içinserin, bol hava, onun içini genişletemi deydi. yordu. Odanın aydınlık beyazlığı, gene ka Uşüdü, üşüdü; beyaz çarşaflı yorganı, dının gözlerini alıverdi, başını sola çe titriye titriye göğsüne çekti; gözlerini ka vırdı, Marmaranın ölü suları üstünde padı. akşam uykusunu uyuyan Adalara baktı. Vücudü çırpmmaktan yorulunca, kafa Bu yattığı yerden bakarken görduğü Asının içmde bir iğne ucu gibi ufacık, sıv dalar, ona o kadar uzak, o kadar uzak ri, keskin bir ışık panldadı, sonra bu ısık geldi ki içi ve gözleri yoruldu. Kahvaltı getirmişlerdi. Melike, çamabüyüdü; ve o kadar büyüdü ki Melike gözlerini açtı, bu ışığı, gözlerile de gör şır değiştirdıkten sonra kahvaltı etti. Tepmek istiyor gibiydi; inanmıyordu, inana sıyi aldılar. Gene kadm, ömründe hiç mıyordu. Bu ayrılığa, dayanamıyacağını duymadığı, yepyeni, bambaska bir yalsanmıştı; kalbi parçalanacak, soluklar; nızlığın içinde kalıvermişti. Şimdi, ne yapacaktı? Doktor, koruya duracak, beyni çatlıyacak; ruhunda geçıkıp gezebileceğini söylemışti. Gene erçirdiği fırtınaya uzviyeti de tahammül edemiyecek, birşey, mutlaka birşey olacak kekler, bir iki gene kadın, ön bahçede sanmıştı. Kalbi hâlâ çarpıyor, hâlâ soluk dolaşıyorlardı. Fakat Melike, tekbaşına alıyor, ve beyni bir saat düzenile hâlâ işli çıkamıyacaktı. Bari yanına bir kitab almış olsaydı! O ' yordu. İnsan vücudünün katılığına şaş da yoktu. maktan çok, bütün hislerin, uzviyetin e Birdenbire, kendini dünyadan, insanlinde âciz, zelil birer mahkum oldukîanlardan tecrid edilmiş sandı. Neden? Onı anlamak, onu korkuttu. nun suçu neydı? Bunları düşünmekten korktu; kafasıHava, o kadar tatlı uyuşturucu idi ve nı, kara düşüncelerin zehirli çarklarına sinirleri o kadar yorgundu ki, sessizliğin kaptıracak olursa, kurtulmak, biraz güç gizli musikisi içinde vücudü gevşedi, u olurdu. yuştu, ağhyamamaktan yanan gözleri ka{Arkast var)