9 Temmuz 1937 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

9 Temmuz 1937 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

9 Temmuz 1937 CUMHURİYET Konya Halkevinde Üstad M. Turhan Tanm ikinci konferansı 2 Konya (Hususî muhabirimizden) Edib tarihçi M. Turhan Tanın verdiği ikinci konferans «Konyadan yetişcn büyükler» e dairdi. Üstad, bir gün evvel olduğu gibi gene yüzlerce dinleyicinin önünde bulunuyor ve şevkle, derin bir alâka ile dinlen'yordu. Herhangi bir kitabdan toplu olarak okunmasma imkân olmıyan ve kitabhanj kitabhane dolaşılarak güclükle tenvir edilebilecek olan bu çetin mevzu üç kısma ayrılmıştı: Âlimler, şairler, tarıhçiler. Turhan Tan, ilkin «ilim»i ve Türklerin ilme verdikleri kıymeti izaha girişti ve: Âdem oğullarının hayvanlık tarafı yeyip içmekle, insanlık tarafı okuyup yazmakla kaim olabilir. Bu, bir mütearifedir ve Türkler her milletten önce bu mütearifeyi bcnimsiyerek ilme aralannda büyük kıymet vermişlerdir. Mukaddemesile tarihten birçok örnekler gösterdi, âlimlerin Türk tarihinde oynadığı rolleri anlattı, o meyanda Cihangir Timürlengi bir suretle inciden büyük bir âlimin cezalandınlmasını istiyenlere karşı onun: «Bu adama ben ne yapabilirim ki eserleri devletimin hududları dışında okunuyor» dediğini ve Zenbilli, Ibni Kemal gibi âlimlere gösterilen saygıyı hatırlattı, sonra Konyadan ve Konyaya bağlı kasabalardan, köylerden yetişen âlimleri saymağa başlıyarak bilhassa Şeyh Üdebaliyi, Behçet Aliyi, Cemaleddin Ishakı, Çelebi Halifeyi, Hasan Rızaiyi, Sinan Ümmiyi, Mehmed Vehbiyi, Kemal Ümmiyi, Lutfujlahı, Müstakim Mustafayı, Mehmed Bahaeddini, îbni Vefayı, Yusuf Hakikiyi, Ebüssena Mahmudu, Raziyeddin oğlu Süleymanı, Asam oğlu Ahmedi, Harirî makamelerine şerh yazan Ibrahim oğlu Ahmedi, Esad Sadiyi, Babazade Mehmedi, Cemaleddin Mehmedi, Hacı Mehmedi, Ali oğlu Süleymanı, Şemseddin Mehmedi, San Yakubu, Hafız Ismaili, Naimi Halıli andı ve her birinin yazdıklan eserleri saydı, sonunda şöyle bir mülâhaza yürüttü. Bu adamların bize bıraktıklan kitablann sayısı beş yüzü geçer. Bu rakamı mikyas tutarsak ve her Türk şehrinin bir Konya olduğunu düşünürsek millî kitabhaneye bugüne kadar kaç bin eser armağan edildiğini anlamış oluruz. Demek ki Türkler, yavaş yavaş cehle kıymet veren hükümdarların idaresi altında da ilme değer vermekten geri kalmamışlardır. Ustad, Konyalı âlimlerden sonra Konyalı şairlere geçti ve onları anlatmağa başlamadan önce şiir hakkında pek beliğ sözkr söyledi. Üstadın kanaatine göre şıir, ruhun gülmesi veya ağlaması olup yeryüzünde beliren ilk insan tebessümü Ve ilk gözyaşı ilk şiir sayılmalıdır. Turhan, bu mülâhazasına şiirin tarihte oynadığı büyük roller hakkındaki teşrihatı ilâve etti, eski saraylardaki şairleri anlattı ve lutüf gören, kahra uğrıyan Türk şairlerinden birçok örnekler verdi, sonra Konyalı şairleri saymağa girişti. Cünunî Ahmed Dedeyi, Fethi Abdülkerimi, Ke. rnal Ümmiyi, Ezheri Nureddini, Derviş Hafızı, Dâliyi, Zaim Dervişi, Reeebi, Aptal Dedevi, Sadıkı, Sumtîyi, Emiriyi, Çîngenelerin yenî Kralı serildi! Hükümdar Habeşistandan, milleti için toprak istivor Şamda meşhur Iskenderun gününün îflâsı! [Baştarafı X tnct sahltede) Yirmi gündenberi, hatta dün geceye kadar gazetelerden kaldırım politikacılanna kadar ortahğı velveleye vermekten haz duyanlann hepsi, meşhur büyük mücahid, büyük kahraman, büyük lider Abdurrahman Şehbenderin üç hafta evvel ilân ettiği (İskenderun günü) nün bütün Suriyede misli görülmemiş tezahüratla yaşanacağını ilân edip duruyorlardı. Gazeteler «ynen şöyle diyorlardı: «3 temmuz cumartesi, Suriye tarihinin meşhur bir günü olacaktır. Bugün bir parti günü değil, fakat en büyük bir millet günüdür!... Bugün mitingler, grevler, nümayişler olacak, halk akın akın bilmem nerelerde toplanacak, herkes, zengin, fakir, kadın, erkek kesesini açacak ve varını yoğunu İskenderundaki Arablar için feda ede • cek...» Dün cuma namazından sonra camilerde sürü sürü hatibler de ateşli sözlerle ayni şeyleri tekrar ettiler. Eh.. Bir gazeteci için, hele bir Türk gazetecisi için bu (büyük gün) elbette görülecek bir gündü. Işte bu sebebledir ki, sabah karanhğı sokağa fırladım, fotografçımızı da beraber alarak miting, grev, nümayiş, toplantı... Ne bileyim ben, bugünün hususiyetlerinden birini aramağa koyulduk. Garib şey... Herkes işile gücile meşgui, her tarafta gene eski hamam, eski tas. Haniya... Büyük İskenderun günü nerede? (Gasbedilen mazlum Arab ülkesinin ebediyen Arab kalması için bugün bir daha elele verecek ve yemin edecek Suriyeliler..) hani neredeler? Yoklar, yurddaşlanm, ortalıkta kimsecikler yok. Dedim ya, sabahtanberi Şam kazan, ben kepçe, dolaşmadığım köşebucak kalmadı, fakat bütün bu zahmet boşa çıktı. Hükumet meydanmdan geçerken birkaç bedevinin toplanmış olduğunu görerek hemen yanlarına yaklaştım. iskenderun günü mü? Yanık yüzlü bedevî şaşkın şaşkın yüzüme baktı: Ne diyorsun?.. Iskenderun günü de neymiş? Bugün İskenderun günü değil mi, onun için toplanılmıyacak mı, iane ve rilmiyecek mi? Nihayet alaylı alaylı güldü: Işin mi yok senin... Alay mı ediyorsun? Ve başını öbür tarafa çevirdi. Biz de yürüdük. îleride bir sokağın başında çoluk çocuk bir kalabalık birikmişti. Hah... dedim, yakaladık.. Ve fotografçıyı koşturdum. Fakat yaklaşınca ne görsem beğenirsiniz ? Bir kayısı alışverişinde gırtlak gırtlağa gelmiş boğuşan iki kişiyi seyrediyorlar. Tuhaf değil mi, ayıran da yok? Müvezziler hâlâ alabildiklerine koşuşarak, avazlan çıktığı kadar bağnşarak ortahğı velveleye veriyorlar: îskenderun gününü yazıyor!.. Onlardan birini çağırarak soruyorum: • îskenderun günü n€ zaman? Bugün! Hani nerede? Ne bileyim ben, yazıyor işte... Itiraf etmek Iâzundır ki; dünyanın hiçbir yerinde gazete ile halk, gazete ile hayat birbirinden bu kadar uzak, birbirine bu kadar yabancı değüdir. Bu halk, bütün tahrikâta, aleyhimizdeki bütün propagandalara rağmen, işte gözlerimle görüyorum ki Hatay işinde emrivâkii kabul etmiştir. (Suriye halkı Hatayın ebediyen Arab kalması için elinden geleni yapacaktır) diyenler, bu davada aldandıklarını bugün bir daha gördüler. Bütün bu gürültülerin merkezi Şam olduğuna göre, Şamın bugünkü lâkaydisi, Suriyenin diğer taraflannm ne halde olduğunu anlatmağa kifayet edebilir. Fakat bizzat şahid olduğumuz halkın bu hali, yarınki gazeteler tarafmdan belki de (bir heyecan, bir görülmeroiş galeyan) şeklinde de gösterilebilir. Bazı Suriye gazetelerinin bu işlerde nekadar mahir olduklarım bilmiyor değiliz. Nihayet kapı kapı dolaşılarak belki hiç de gönül rızasile olmadan birkaç kuruş da toplanabilir. Ancak bu, asla, kaç haftadır ilân edilen, kaç haftadır gürültü ve patırtı ile hazırlanan büyük, millî ve tarihe geçecek (îskenderun günü) nün gözlerimiz önündeki iflâsını gizliyemez. Evet, Suriyenin (îskenderun günü) iflâs etmiştir. (Bugünkü ianelerden birikecek para ile asker toplanarak îskenderun ve Antakya zorla ele geçirilecektir) şekline bile sokulan üç haftalık propagandayı duymamış, işitmemiş görünen halk bugün de her zamanki gibi işile gücile meşguldür. Maamafih, Türkiye Suriye dostluğunu ballalamak için geceli gündüzlü çalışan bazı Suriye liderlerine, bize, hele Hatay işinde halkın kendilerinden nekadar uzak, kendilerine nekadar yabancı olduğunu sarahatle gösteren böyle bir günü hazırlamış olduklan için teşekkür etmek de borcumuzdur. Suya diişen hayaller Yeni bir ses es, hayatı her an tazeliyen nefesin hissolup vücudden feza ya dönmesidir. Hayat, tenef füsle var olur, sesle mana alır. Bir ömrün bütün manası seste belirir. Ses olmasa insanlar, yiyip içen, yatıp kalkan kayalara dönerdi. Tabiat, hava olarak ciğerlere verip ses halinde geri aldığı bu hayatî unsuru, müstesna ve mes'ud hançerelerde şiir yapmıştır. Biz bu tabiî şiire ses diyoruz ve onu dinlerken vecde düşüyoruz, gaş yoluyoruz. Ayni zamanda biliyoruz ki güzel ses olmasa musiki olmazdı ve be • şeriyet ruhan telsiz bir saza benzerdi. O sebebledir ki tarih güzel sesler için sahifeler tahsis etmiştir. Güzel sesten doğmuş aşklar, güzel sesten tacidar iradelere inen sarsıntılar, güzel ses yüzünden vii cud bulmuş kanunlar var. Bugün de güzel sesin en kuvvetli kalemden, en mahir fırçadan daha çok sevgi, şöhret ve kazanc temin ettiğini gözümüzle görüp kulağı mızla işitiyoruz. »\^^ Bununla beraber güzel ses, bizim di yarımızda güzel şiir gibi ekseriya yetim kalmıştır. Lâhutî nağmeler işleyip duran birçok hançereler sonunda ihtiyac, ıstırab ve fütur hançerile yaralanmışlardır. Hele Osmanlı tarihinde bu facianın misali inanılmıyacak kadar çoktur. Küme küme, kütle kütle güzel ses sahiblerini o tarihtebir yandan meşhur, bir yandan rnakhur görüyoruz. Ancak son yıllardadır ki güzel ses bizde de sahibine inşirah ve refah veretr vSf kıymet olmak imkânını bulmağa bajla mıştır. îlkin plâklar, şimdi de radyo bu imkânı hazırladı, san'atkâr hançerelef hançerlenmekten kurtuldu. Hatta güzel seslilerden birkaçının apartıman sahibi oldukları da tatlı bir hayretle görüldü. Lâkin muharrirlikte, ressamhkta, spor* da olduğu gibi güzel ses sahasında da yıllardanberi garib bir değişmemezlik var. Duyulan isimler hep eski. Yeni bir ad, kolay kolay kulaklara çarpmıyor, kendi kendine teşekkül etmiş gibi görünen bir inhisarın gayritabiî çerçevesi içinde hep yıllanmış isimler yaşıyor ve yaşatıhyor. îstanbul radyosu bu inhisarın tannan bir plâkıydı ve inhisara dahil güzel sesleri dinletmekle bizi memnun ederken yeni bir sese göğsünde niçin yer vermedigini de düşündürtmekten geri kalmıyordu. Dün gece bu muhafazakâr vaziyetten aynldı, yeni ve yepyeni bir sesi bize dinletmek lutfunda bulundu. Bu yeni ses Bayan Semahatin sesi öbür olgun ve biraz da yorgun sesler arasında berrak, kıvrak bir sabah rüzgârı gibi esti, yüreğimize taze bir haz getirdi. Umarız ki radyomuz köşeyi, bucağı araştırarak mahcub ve münzevi kalmış güzel sesleri birer birer bulacak ve göğsünde daimî bir yenilik cereyanı terennüm ettirecektir. Rağbet daima yenilere vfc yeniliğedir. Bunu unutmamak gerek. Suriye halkı bütün tahrikâta, aleyhimizdeki Edib arkadaşımız, büyük bir alâka toplıyan Tac giyme merasiminde 21 pare top yerine 21 bütün propagandalara rağmen görülüyor ki bu musahabesinde Konyanın yetiştirdigi tane kestane fiseği atıldıl Hatay işindeki emri vakii kabul etmiştir büyükleri anlattı ve misaller verdi Çingeneler Kralı, bir müddet evvel bir cinayete kurban gitmişti. Onun yerine, Ganem Dedeyi, Kasımı, Muslâhaddin Krallığa, kayınbiraderi Rodolphe'un inoğlu Aliyi, Kâmi Mehmedi, Lâ'liyi, tihab edileceği tahmin olunuyordu. HalM«şamiyi, Nizamiyi, Nâliyi, Nesib buki, bu tahminler yanlış çıkmış, ÇingeYusufu yâd etti ve her birinden birer mi ne âyanı, milletin demokratik hislerini temsil eden Jean ismindeki adamı tcrcih sal okudu. Üstadın tekellüfsüz bir inşadla okudu etmiştir. ğu bu eski sjirler arasında gerçekten güÇingenelerin yeni Kralı, temmuzun zel parcalar vardı, hele bir kısmı bugün dördüncü günü, Varşovada, Lehistan söylenmiş gibi sade ve o nisbette de sa ordusunun spor kulübüne aid olan futbol mimiydi. Meselâ Recebin: sahasında tac giymiştir. Çingeneler, altından tac yaptıracak Canımız yoluna feda edelim Ölmeden borcumuz eda edelim kadar zengin olmadıklan için, Kralın baCevrü hecvi ki sen reva göresin şına bakırdan bir tac giydirilmiş ve kenBiz kimin dergehîne dad edelim dısi, Varşova operasından kira ile alınan kıt'ası, Sumtînin: bir tahta cülus ettirilmiştir. Kralın kaftaBen bilmez idim gizli, ayan hep sen imişsin nı ve merasime iştirak edenlerin giydik Tenlerde ve canlarda nihan hep sen imif leri esvablar da, keza, ayni operadan kisin ra ile almmış seylerdi. Senden bu dhan içre nişan ister idim ben Yeni Kralın 30 reyden 17 reyle inÂhar bunu büdim ki cihan hep sen imışsin tihabını müteakıb, futbol meydanında neşidesi ve Meşamînnv hazır bulunanlar «Yaşasın Kral» diye bağırmışlar ve Krallığa namzedliklerini Şol dem ki ruh, Tâiri kuds âsiyan idt Can biUbülüne gülşeni vahdet mekân idi koymuş olan diger dört kişi, bu netice üKâni hafada cevherican binişan idi zerine, Kralın etrafında dansetmeğe başKetmi ddemde âlemü âdem nihan idi lamışlardır. Çalgıcılar, ellerinc kemanlaHalvetserayı sırda gönül Kâmıran idi Bir can idi hemen ve bir ol yarican idi rını alıp Kralın şerefine jcrayı şadimanî Demler o demler idi, zaman ol zaman idi etmişlerdir. Bir ortodoks papazı, bu sırada, Çingene Kralına, bakırdan tacını manzumesi gibi! giydirmiştir. Tac giyme merasimini mü Üstadın arasıra yaptığı edebî lâtifeler dinliyenlere başka bir zevk veriyordu. teakıb, top yerine, yirmibir pâre «kestane Meselâ Kâmi Mehmedin pek meşhur o fişeği» patlatılmış ve «Yaşasın Kral!» âvazeleri tekrar ortahğı çınlatmıştır. lan: Çingeneler Kralı, gazetecilere beya Güle gus ettiremez yok yere bülbül inler Vereki mihrü vefayt kim okw, kim dinler natta dahi bulunmuş ve demiştir ki: « Çingenelerin kültür seviyesini beytini okurken gülüyor ve: «Konyalı şayükseltmek icin azamî gayretimi sarfedeir bize darbımesel olacak bir söz ceğim. Bundan böyle, milletim için, tahyadigâr etmiş, fakat hakikate temas edesil mecburî olacaktır. Çingenelerin göçememiş» diyerek şu beyti okuyordu: be hayatına nihayet vereceğim ve yakınKim demiştir vereki mihrü vefayı kim okur da Italyaya bir seyahat yapacağım. M. Var mıdır mihrü veja kim okuna evrakı Mussolini tarafmdan kabul edileceğimi Başka bir şairin: «Demişler lâ'lin için ümid ediyorum. Kendisile, Çingenelerin kande benzer Hata etmişler anı, kande Habeşistanda iskân edilmeleri meselesini ».„,».> benzer?» beytini okuduktan sonra da görüşeceğim.» Yeni Çingeneler Kralı beş nazır tayin galiba ilk kandin şeker, ikinci kandin nerede demek olduğunu hatırlatmak istiye edecektir. Theodore isminde birini şimrek: «Şeker gibi söz. Şimdi bu cinaslar diden Hariciye Nazın yapmıştır. Maliye Nazın da tayin edilmiş. ve ilk i? olanerede?» dedi. Ustad, Konya şairleri faslını: «Bu şa rak Çingenelerden vergi toplamak vaziirler, bütün eski meslektaşlan gibi geniş fesile tavzif edilmistir ki bunda ne dereeebilgiye ve bilhassa dil kuvvetine dayana ye kadar muvaffak olacağı malum de rak şiir yazarlardı. Bugün şiirde ilmin ye ğildir. ri kalmamış gibidir. O sebeble manzu Intihabda kazanamıyan Rodolphe ise meler nefese benziyor, doğup sönüyor.» Başvekilliğe tayin edümiştir. mülâhazasıle kapadı, Konyadan yetişen Romanya Krah Yugoslavya tarihçıleri anlatmağa koyuldu. O, evvelce olduğu gibi şimdi de bir ve Fransaya gidiyor mukaddeme yapıyor, tarihin ne demek olBüfcreş 8 (Hususî) Kral Carol yaduğunu, o ilmin ne suretle tekevvün etti rın Yugoslavyaya hareket edecek ve bir ğini tahlil ediyor ve Türklerin tarihe ver kaç gün orada kaldıktan sonra, Parise dikleri kıymet üzerinde ısrarla duruyor giderek temmuzun 15 inde Fransız Cum du. Bütün dünya tarihçileri hakkında hurreisinin misafiri olacaktır. yaptığı izah gerçekten âlimane olup büyük bir alâka ile dinlendiği gibi mede kendini dinliyenlere teşekkür ederek müniyet âleminde ilk umumî tarih sayılabi sahabeye nihayet verdi. Bu iki konferansı verdirmek suretile lecek olan Camiüttevarihin Türkler tarafından yazıldığını vesile yaparak Türk gösterdiği cemileden dolayı Konya halkı tarihçiliğine dair yaptığı teşrihler de din Konya Halkevine müteşekkirdir. M. Ieyicilere derin bir zevk vermişti. Ustad, Turhan Tana karşı beslenilen sevgi de uzun tahlilden sonra Konyalı müverrih İstanbula dönerken teşyiinde bulunulmaklere geçti, Yusuf Sinan oğlu Ahmed, la ve kendisine buketler sunulmakla gösŞemseddin, Gubarî, Kemal Ahmed, Vü terilmek istenilmiştir. cudî gibi tarihçileri ve eserlerini anlattı, KANDEMtR Çocuk Esirgeme Kurumunun Ankaradaki Çocuk Bakıcı Okuluna 1 temmuzdan itibaren talebe kaydine başlanmıştır. O•kul yatılı ve parausızdır. Tedrisat iki yıldır. Dersler hem teorik, hem de pratiktir. İkinci sınıfı başankla bitirerek diploma alanlar Çocuk Esirgeme Kurumu müessesele rile hastanelerde hastabakıcı ve aileler'yanında çocuk bakıcı sıfatile çalışırlar. Çocuk Bakıcı Okuluna almma ve yazılma şartları şunlardır: 1 18 yaşından aşağı olmamak, 2 İlk okuldan diploma almış olmak. Ortaokulla lise talebeleri tercih edilir. 3 Sıhhatı yerinde, ahlâkı iyi olmak. Okula yazılmak istiyenler (Anftarada Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Merkezi Başkanlığı) adresine dilekçe ile müracaat etmelidir. Kayid için gerekll olan evrak: Okul diploması, nüfus, hüviyet cüzda nı, sıhhat ve aşı raporu, hüsnühal ilmü haberi, üç fotograf. Kayid müddeti 1 aydır. Ağustos iptidasmda kayid kapanır. da, Zayıflık, şimdi hastalık değil, modedi. Daha fazla sinirlerine hükmü geçemiyeceğini anlıyan Şekib, yardım arıyan, ve tutunmak istiyen bir aczin kesikliği içinde etrafa göz gezdirdi. Camlı büyük. geniş salonda, ve ön tarasta, otu ranlara, salonun ortasında dans edenlere baktı: Siyahla sannm en ince renk farklarına kadar bütün değişikliklerini taşı yan kimi maşalanmış, permanantlı, kıvır kıvır, kimi ütülenmiş hissini veren düz yatık, pırıl pml saçlı; güneşin ve hatta geceIerin çiğ ve soluk bütün renklerini, ışıklarını çalıp bezenmiş ipek ve kumaş çeşidlerinin birbirine karışmış esrarlı dalgası ve taze, ılık kokuların gizli buğulan içinde, bu kadmların, bu gene kızlann hepsi güzeldi. Kasımpatları, menekşeler, fulyalar, gelincikler, zambaklar, ortan calar, güller, leylâklar, dört mevsimin çiçekleri, ayni limonlukta, ayni gecede açıhvermişlerdi, sanki... Şekib, bu gene kadınlann, gene kızlann birçoğunu tanıdığını ve tanıması lâ zım geleceğini zannediyordu; fakat, şimdi onlan tanımak o kadar gücdü ki... Kaşlar alınarak, saçlar boyanarak, sür meler, hatta takma kirpiklerle renkleri, manaları değişmiş süzük yüzlerde, eski âşina çizgileri arayıp bulmak imkânsız gibiydi. Çocuk Esirgeme kurumu çocuk bakıcı okulu M. TURHAN TAN Düzeltme: Dünkü fıkramızın yirmi sekizinci satırında bir karışıklık vardır. Oradaki «tesir husule getirdiğini» ibaresinden sonraki «kanaat getirdiğinden> kelimeleri fazladır. Cümlenin doğrusu şöyle olacaktır: «Tesir husule getirdiğini zannederek hemen ilâve etti.» M.TT. Küçük Antant konseyi toplanıyor Bükreş 8 (Hususî) Küçük Antant konseyi yakında Sinaya'da toplanarak beynemilel vaziyeti tetkik edecektir. Şekib, içinden tekrar etti: Zayıflık, şimdi hastalık değil, moda... Şu ilerideki masada oturan kumral kadının, balıketinde, «yuvarlacık bir~ taze» olduğunu, Şekib, pek iyi hatırlıyordu. Uzaktan ve yakından göz aşinalığı olanların, hemen hepsi değilse de, yansından çoğu zayıftı; daha doğrusu, incelmiş, süzülmüşlerdi. Ziyanın sesini, omuzbaşlarında duy du: Daldın gene enginlere... Ben, kannın yanına gidiyorum; alıp getireceğim. Şekib, onun, kuruyor gibi görünen a» çıkça eğlenişine kızmağı lüzumsuz, yersiz buluyordu: Hayır, kanmı, ksndi haline bırak. Senden ricam; onların yanına gidersin, bütün esprilerini dökersin ve ne yapar yapar, Melikenin dans etmesine engel olursun. Ziya, elleri pantolonunun ceblerinde, arkadaşmın gözlerinin içine, bir işık tutuyormuş gibi bakıyordu: Bu, kolay... Fakat, ben de sana birşey söyliyeyim mi? Sizin gibi, kıskanç, veyahud evhamlı insanlar, böyle yerlere gelmezler. (Arkast var) Edebî tefrika : 4 RLA Yazan Ve Ziyaya dönerek gülüyordu: Ikimiz için de öyle bir korku yok... Yürüdü: Şekib, çok kalmam, hemen gelirim. Peki, Melike! Ziya, gene kadının arkasından yürü yordu, Şekibin sesini duyarak durmağa mecbur oldu. Ziya, sen, otur. ^ Ne var? Melikenin benimle beraber gitmesini kıskanıyor musun? Şekib, onu, hakaretle süzdü: Budala... Beni, iltifat etmek için mi yanına çağırıyorsun? Otur... Yalnızlıktan sıkılacağım. Ziya, mütereddiddi: Sen, kendine dalkavuk arıyorsun galiba? Aşıklar, yalnızlık ararlar. Karmı düşün, sıkılmazsm. Şekib, onu kolundan tuttu, zorla o turttu: Bu gece, her zamandan ziyade budalasm her zamandan ziyade gevezesin. Seninle konuşacağım. Arkadaşmın sert tavrı karşısında, Ziya, Mahmud Yesari durgunlaştı: Budala ve geveze bir insanla, neler konuşacaksm? Bana bir sigara ver. Ziya, pantolonunun arka cebinden bir Yenice paketi çıkararak uzattı: Sen, sigarayı bırakmadın mı? Hayır... Karımın yanında içmi yorum. Neden? Kann yasak mı etti? Sigara dumanı, onun göğsüne dokunuyor. • Şekib, Ziyanın tuttuğu kibritten siga rasını yakmıştı; ona bakarken arkadaşmın gözlerine, bir dalgmlığın gölgesi çökmüştü: Siz, hakikaten birbirinizi seviyor sunuz. Evet. Yapmacık değil... Ne münasebet! Yapmacık olsa, tabiî görünürdü. Göz, ve kulak alışıklığından mı? Oyle... Şimdi, bilmem, çok garib gibi görünuyor da... Şekib, başmı sallıyordu: Belki garib, Ziyacığım. içinde, sanşın bir gencle dans eden MeliGöğüs geçirerek yumruğunu masaya keye, sonra Şekibe bakıyordu; dudaklavurdu: rını açtı: Garib görülüyor! Neden?... Anlamıyorum... Kıskanıyor mu • Kendi kendine imiş gibi tekrar ediyor sun? du: Şekib, dişlerini sıkmıştı: Neden?... Fakatmademkigaribgö Bu bayat söz, sinirlerime dokunurünüyor; o halde, garibdir. yor... Melikenin dans etmesini istemiyoArkadaşı, bir acıdan konuşuyormuş rum. da, onu tesellisiz bırakmak istemiyormuş Peki, kıskanmıyorsun. Öyle ise segibi, içini çekti: beb? Mes'ud olunuz da... Yoruluyor. Şekibin gözleri, Melikenin gittiği tara Seninkisi, biraz fazla fa dalmıştı: Ne söyliyecekti? Ne söylernek istedi Evet... Mes'ud olalım da..* gini mi bilmiyordu, yoksa söylemekten Birden, sigarasını hiddetle yere attı: mi vaz geçmişti? Onun birdenbire durup Söz dinlemez çocuk!... Ah, söz susmasına Şekib alınıverdi: Fazla olan, ne? Yorulmak, Melike dinlemez çocuk! ! için iyi değil... Melike hasta! Ziya, şaşrrmıştı: ^ Ne var? Nesi var? Hasta! Melike, dansa kalktı! Arkadaşı, inanmıyan, ve şüphe ettiğiArkadaşı, sigarasmın külünü bahane ni de gizlemiyen bir dudak büküşle, ö ederek omuz silkmişti. Şekib, onun, bu omuz silkişine, ve hatta belirsiz dudak bü nüne bakarak gülümsüyordu: Kannın neş'esi yerinde; bu, seküşüne aldırmadı: Ziya, sen, birazdan o masaya git. nin evhamın olacak! Şekib, bu değişik manalı inanmayışın Melikeyi alıp buraya mı getireyim? karşısında, içinin burkulmağa başladığı Hayır... Onu zorlama... Üstüne varacak olursan canı sıkıhr, üzülür. Onu nı duyuyordu; fakat sinirlendiğini belli etmek istemedi: Vendi haline bırak. Ziya, soyliyeceği soze, yapacağı hare Görmüyor musun? Zayıf! kete karar veremiyen âciz bir tereddüd i Ziya, hiç tavnnı bozmadan:

Bu sayıdan diğer sayfalar: