4 Haziran 1937 Universite Hayvanat enstitüsü de dün açıldı 377 bin liraya mal olan bu müessese büyük bir ihtiyaca. cevab vermektedir Istanbul Üniver sitesinin yeni yap tırdığı hayvanat ve nebatat enstitüsünün açılma merasimi dün yapılmıştır. Mera simde Maarif Ve kili namına Talim vc Terbiye reisi Ihsan, Tıb, Fen, Hukuk, Tarih, Coğrafya fakülteleri de kan ve profesörleri, yüksek mektebler müdür ve muallım lcri, şehrimizde bu lunan ecnebi pro fesörler, tan.nmış doktorlar, ve Üniversite talebeleri hazır bulunmuslardır. Merasime îstik lâl marşile başlan mış ve marştan sonra Universite na mına bir nutuk irad edilerek Hayvanat ve Nebatat Ensti tüsünün nasıl kurulduğu tarih ve ra kamlarla tebarüz ettirilmiş ve binanın projesini hazırlıyan mimar Egli ile binayı yapan müteahhide teşekkür edilerek müessesenin vücud bulmasında bilhassa yardımlan ve semereli çahşmaları dokunan müteveffa profesör Anrde Ma ville'in hatırası hürmetle anılmış bu münasebetle Cenevre Universitesile Istanbul Üniversitesi arasmda bir yakınlık husule geldiğini ve müteveffa profesöre göste rüen alâka ve sevgiden dolayı Cenevre Üniversitesinin Istanbul Universitesine teşekkür ve sevgilerini gösteren madenî bir plâkanın gönderileceği bildirilmiştir. Enstitü profesörlerinden Heilbron türkçe bir nutuk irad ederek müessesenin kuruluşunda yardımlan dokunanlara teşekkür etmiş ve bu uğurda çok çalışmış olan müteveffa arkadaşı profesör An dre Maville'in hatırasını hürmetle an mıştır. Profesör Heilbron'dan sonra gene enstitü profesörlerinden Brauner de türkçe bir nutuk irad ederek bina hakkında 8 sene evvel kay bolan bir çocuk İzmirde çok garib bir hâdise cereyan etti İzmir (Husu sî) Bursada fabrikator Mehmed, sekiz sene evvel refikası ve çocukla rile Uludağa çıkmıştır. En küçük oğlu Şadi diğer iki arkadaşile oynar ken kaybolmuştur. Bütün araştırma lardan hiçbir netice çıkmamıştır. Hat Kaybolajı çocuğa benzetüen Şadi ta, zavallı baba, çocuğunu bulabilmek için epeyce masraf bile yapmıştır. Bir aralık Hüseyin na mında biri kendisini iğfal ederek parasım aldığı için Bursada hapse bile tıkılmıştır. Babanın kanaati, çocuğunun çalındığı merkezindedir. Çünkü cesedi ve sairesi görülmemiştir. Bu itibarla tahaniyatına devam etmiş ve etmektedir. Son zamanlarda Aydından Sadık imzasile bir mektub almıştır. Bu mektubda, çocuğun Aydında bulunduğu bildirili yormuş. Baba, meşguliyetinin fazlalığı dolayısile bizzat Aydına gidememiş, fakat on senedenberi beraberinde bulun durduğu Beytiye namındaki kadınla hizmetçisini göndermiştir. Kadınlar Aydına gidıp Sadığı bulmuşlar, çocuğu görmüş ler, fakat kendi çocukları olmadığını anlamışlardır. Fakat burada, meçhul bir şahıs kendilerine, çocuklarının İzmirde Bocada oturan baytar Azizin nezdinde bulunduğu şeklinde bir haber verince he men îzmire gelmiş, Bocaya geçmiş ve baytar Azizin evine giderek çocuğu görmüşlerdir. Neticede, çocuğun aradıkları çocuk olduğunu iddia ile babasına yıldırım telgraf çekmişler, o da çıkıp gelmiş, çocuğu istemiştir. Şadi 9 yaşındadır. Baytar Aziz, bu iddia karşısında şaşalamıştır. Çünkü çocuk kendisinindir. Fab rikator ise zabıtaya müracaat etmiştir. Çocuk ve her iki taraf karakola davet edilmiş, fabrikator, iddiasını ispat için, çocuğun sağ omzunda bir ben, alt dudağının hafifçe çatlak bulunduğunu söyle miştir. Gömlek çıkarılmış, ben görülmemiş. Ancak arkasmda siyah bir noktaya tesadüf edilmiştir. Baytar Aziz buna ilâveten; çocuğun muhtelif yaşlarda çıka rılmış fotoğraflarını göstererek hakkmı temine muvaffak olmuştur. Diğer zavallı baba, ümidi kırılmış bir halde Bursaya dönüp gitmistir. Hariciye Vekilimiz Budapeşteye vardı Dr. Tevfik Rüstü Aras Peştede bir gün kaldıktan sonra Bükreşe gidecek İBaştaraU 1 inci sahifedc] bir ehemmiyet veriyorlar. Doktor Arasla Avusturya Hariciye Nazırı Schmidt arasmda dün öğleden evvel yapılan mülâ kat esnasmda Türkiye Avusturya arasındaki dostane münasebat bir defa daha teyid edilmiştir. Tevfik Rüştü Aras bu münasebetle Avusturyanın Küçük Antant ve Balkan Antantına mensub devletlerle münasebatını da görüşmüştür. Avusturya mehafilinde Doktor Rüştü Arasla Antonesco'nun Viyana ziyaretlerinin Avusturyanın Küçük ve Balkan Antantı devletlerile yaklaşması için evvelce yapılan teşebbüsatla alâka dar olduğunu ve bu seferki müzakerelerden müspet neticeler çıkacağı temin edilmektedir. ki münasebat gayet samimî ve dürüsttür. Cenevre görüşmelerinden ve elde edilen neticelerden bilhassa memnunum. Herhangi bir sebeble Milletler Cemi yetinden çekilmiş olan devletlerin tekrar Milletler Cemiyetine dönmeleri her za mandan ziyade şimdi pek lüzumlu ve şayanı tavsiyedir. Zira, ancak bu suretle Milletler Cemiyeti sulh sahasında daha müessir bir surette çalışmak imkâmnı bulabilecektir.» Viyana 3 (A.A.) Türkiye Hariciye Vekili Dr. Tevfik Rüştü Aras, elçilikte Türkiyenin Bükreş, Atina ve Belgrad orta elçilerini kabul etmiştir. Karagöz perdesinden gazete sütunlarına aragöz oyunları arasmda ne yaptığını bilmiyen ve her yaptığı işle komşuları inciten küstah bir adamm us pahası olsun diye kız kıyaferine koııulmuş bir erkekle evlendirildiğini gösteren gülünc bir piyes (!) vardır. Bu oyunda gelin kıhğına giren Karagöz neler de söylemez neler?.. Eşinin çamurlu kunduralarını pamuk ellerile çıkaran kadın, eşinin kulunclu sırtına nazik parmaklarile uzun uzun masaj yapan kadın, eşinin çubuğuna ateş korken tahta kül tabağı devirp dayak yiyen kadın, geceyanlarına kadar kapı dibinde eşini bekliyen ve o sırada uykuya dalıp rüyada hovardalar tarafından dağlara çıkarıldığını görerek feryadı koparan kadın hep o tekerlemede birer birer tasvir olunur. Karagöz kadınlığın bütün bu ezalarını hoş görür. Lâkin ana olmak meselesine gelince üzülür, telâşa düşer ve yanık yanık şikâyete başlar. Onun zu'müne göre analık ilkin iki canhlıktır. Halbuki insanlar tek bir can yüzünden yığm yığın meşakkatler çekmektedir. İki canlı olunca bu meşakkatler tabiatile iki kat olacaktır. Ya o devirdeki aş ermeler?... Karagözün görüşüne göre zaten gözleri doymaz, (kendi hesabıma hâşâ ve hâşâ) bir mahluk olan kadınlar aş ererken büsbütün pişboğaz olurlar, akla gelmez ve hayale sığmaz şeylere işriha gösterirler. Karagöz işte kadınlığın bu tarafından da acı acı şikâyet eder ve kendini gerçekten kadın yerine koyarak bülbül beyni, kuş sütü gibi nesneler sayıklamağa başlar. Şimdi görüyoruz ki erkeğin doğurup doğuramıyacağı meselesi hayal perdesine münhasır bir gevezelik olmaktan çıkmış, gazete sütunlanna geçmiştir. Bilmem nerede ve bilmem hangi adamın karnından çıkan urun tam teşekküllü bir çocuğa benzemesi bu manasız dedikoduya vesile teşkil ediyor. Tahtayı demir, pireyi deve, kulağı burun yapmak tabiatin elinden gelmez, gelemez. Çünkü canlı, cansız her mevcudun şu büyük hayat manzumesi içinde değişmiyen, değişmesine imkân olmıyan bir vazifesi vardır. Hâlikı kudretin azametine bakıp ondan herşey ümid edenler bile: «Huda kadirdir amma simi zer, leyli nehar etmez» demekte muztar kalmışlardır. Şu takdirde uzvî teşekkül bakımmdan barsakları arasmda rüşeymî ve ceninî bir mevcuda yer vermesi mümkün oJmıyan erkeklerin hatta istisnaî şekilde ana olmalan nasıl tasavvur olunur? Bu, olsa olsa, şu fıkrada görüldüğü gibi mümkündür: Alıgın biri vaktile karnından ur çıkartmak için bir hastaneye gider. Ayni hastanede çocuk getiren bir kadın da ölmüş bulunur. Hekimler, hayırlı bir lâtife olsun diye, anasız kalan çocuğu ameliyattan sonra o alık herifin kucağına yerleştirirler: İşte karnından bu çıktı! Derler. Herif inanır, yavruyu alıp evine götürür, besler, büyütür. Çocuk onu baba diye tanıyor ve öyle çağırıyordu. Bir gün adamcağız hastalandı, yatağa düştü. Çocuk onun döşeği ucunda haykırıyordu: Babacığım, babacığım! Hasta başını kaldırdı: Oğlum, dedi, ben baban değilim, annenim. Oldükten sonra beni öyle an. Erkekler, işte bu şekilde anne olabilirler!.. M. TURHAN TAN şını kaldırdı. Ona baktı ve gülümsedi. Orhan dedi ki: Biraz evvelki sualime cevab ver mediniz. Birşey daha sormama müsaade ediniz. Yengenizin ima ettiği şeyi evvelce siz hiç düşündünüz mü? Her ihtimali yokhyanlar gibi, fantezi kabilinden ol sun, düşündünüz mü? Vedia birden bire parlıyan bir sesle: Orhan Bey! dedi, geçen defa size söylemeği unuttum. Yahud çekindim. Şimdi oyuncaklı kadın ruhile değil, açık söylüyorum; bende iki türlü erkek hayali var: Biri koca; öteki de.... (Bu iki kelimeyi de sevmiyorum amma başka yok da onun için) öteki de âşık. Bu iki hayali bir adam üstünde birleştirmiyen kadm ya evlenmemelidir, yahud serbest bir izdivac yapmalıdır. Bende bu iki hayal bir adam üstünde bazan birleşiyor ve bazan ayrıhyor. Orhan sıçradı: Çok mühim birşey söylediniz, dedi. Hem çok samimî değil mi? Pek ziyade. Ancak bu söylediğiniz seyin o kadar çok ve geniş manaları vaT ki hangisini düşüneceğimi şaşmyorum. Halbuki çok baait. {ArTcası var) Tevfik Rüştü Peştede Budapeşte 3 (A.A.) Türkiye Hariciye Vekili Dr. Tevfik Rüştü Aras, bu akşam buraya muvasalat etmiştir. Dr. Rüştü Aras, Budapeştede yirmi dört saat kalacak ve bundan bilistifade Hariciye Nazırı de Kanya'ya hususî bir ziyarette bulunacaktır. Dr. Aras, yarın akşam Bükreşe hareket edecektir. Hariciye Vekilimizin beyanatı Viyana 3 (Hususî) Türkiye Hariciye Vekili Doktor Tevfik Rüştü Aras Neue Freie Presse gazetesine şu beya natta bulunmuştur: « Türkiye ile Avusturya arasında Hamidiyetniz dün dost limanlara hareket etti açılan Hayvanat Enstitüsü clavetlilere projeksiyon ile izahat ver miştir. Bundan sonra doçent Suad ile asistan Receb de birer hitabede bulunarak enstitünün ilim hayatımızda oynıyacağı mühim rolleri tebarüz ettirmişlerdir. Nutuklardan sonra davetliler hazırlanmış olan büfede izaz edildikten sonra rehberler vasıtasile binanın her tarafmı ve muhtelif yerli ve yabancı nebatları havi olan nebatat bahçelerini gezmişlerdir. Enstitü binası Üniversiteye 244 bin liraya mal olmakla beraber sonradan tesisat için 35 bin, bahçe ve saire için 6 b:n, muhtelif alât ve kütübhane için de 52 bin lira sarfedilerek ceman 377 bin liraya çıkmıştır. Yeni enstitü, 600 kişilik büyük bir modern anfiyi, kimya, bakteriyoloji, senerilizasyon lâboratuarlan, müteaddid profesör, doçent ve asistan odalarını, büyük bir kütübhaneyi, akvaryomu, müzeleri ve yüz kişilik müteaddid dershaneleri ha vidir. «18335 Hamidiye hareketinden biraz evvel Hamidiye mekteb gemisi dost Yuna sevincden... Ne mutlu size ki, şanlı nistan ve Yugoslavya limanlarını ziyaret Türk bayrağım dost sularda dalgalandıretmek üzere dün saat yarımda Haydar mağa giden ilk Atatürk çocuklansınız. paşa açıklarından hareket etmiştir. Gemideki talebeler, kıyının bu heye Lise esası kurulahdanberi mekteb ge canlı ve coşkun tezahüratına vakur ve asil misile yabancı sulara ilk defa olarak ya hareketlerile mukabele ediyorlardı. pılan bu seyahate bir ay evvel Deniz LiHamidiye, lâciverd suları yara yara sesini bitiren kuk beş genc iştirak etmek hafif bir seyirle Adalar istikametine kıvedir. rıldı. Kurmayyarbay Ruhi Develinin ku Heybeliadada Deniz Lisesi talebesi mandasında bulunan Hamidiyeyi teşyi de, mektebin büyük rıhtımına muntazam için sabahın erken saatlerinden itibaren bir şekilde dizilmişler, Hamidiyeyi bekstanbulun her tarafından gelip Kadıköy llyorlardı. byılarında toplanan halk ve bilhassa Arkadaşlarını feyizli ve şerefli bir olcuların akrabaları rıhtım boyunu hm seyahate götürecek olan gemi görünür cahınc doldurarak saatlerce beklemişler görünmez şapkalarını çıkararak, arala dir. rında Deniz Lisesi ve harb okul komu Her tarafı yeniden boyanmış olan Ha tanı albay Ertuğrulun da bulunduğu yolmidiye, saat yarımda demirini almış, ba cuları hararetle selâmlamışlardır. :alanndan kapkara bulutlar fışkırtarak Bu esnada Hamidiyede bando çalıyor ığır ağır ilerlemeğe başlamış ve: ve yolcular karadakilere ayni tezahüraj Uğurlar olsun!.. la mukabele ediyorlardı. Güle güle... Yolunuz açık olsun! Hamidiye evvelâ Yunanistanm Faler Dost memleketlere bizden selâm!.. ve Korfo limanlannı ziyaret ederek ikişer Diye bağrışan, el çırpan, mendil ve gün kalacak, oradan Yugoslav sahillerini apkalarını salhyanların önünden, içinde takiben Dubrovnik limanına gidecektir. ki bandonun çaldığı vatan havalarını et Burada da üç gün kaldıktan sonra Giride geçerek Hanya limanını ziyaret edecekafa yayarak geçmiştir. Bu sırada birçok ihtiyar analar, baba tir. ar kendilerini tutamıyarak ağlaşıyor Bu suretle dost memleketler limanla ardı. rını ziyaret bittikten sonra Ege kıyıla Bunlardan biri, gözyaşlan gemideki rımızda dolaşarak haziranın 27 sinde tsler tarafından görülüyormuş vehmine ka tanbula dönecektir. pılarak, ellerini açmış bağırıyordu: Genc denizcilerimizin yolları ve baht Sevincden ağlıyoruz evlâdlarım... ları açık olsun! Sonra ayağa kalktı: Sizi bu gece bırakmam Orhan Bey, dedi, Vediadan öğrendim, seyahate çıkacakmışsınız, mezunmuşsunuz. Bu gece bizde kalınız. Vedia ile gene gezersiniz. Orhan daveti kabul etti ve Samiye Hanım dışan çıktı. Önüne bakan Vedia gülümsüyordu. Orhan hafifçe kolunu onun omuzlan üstüne attı ve vücudünü kendine doğru çekti. Kız ilkönce ona sokulmuştu, sonra birdenbire doğruldu ve ayağa kalktı. Yüzünü göstermemek için pencereye kadar gittiği halde geri döndüğü zaman Orhan onun renginin uçtuğunu ve titrediğini gördü. «Anlaşılmaz bir hassasiyet!» diye düşündü ve kendi kendine sordu: «Bütün bu nevi kızlar böyle midir?» Kifayetsiz tecrübelerinden kanaat verici bir cevab alamıyordu. Vediada heyecanın bu derecesi, Orhana aşktan bile büyük, sonsuz görünen bir arzu verdi; arzu değil, Vedianın bütün ruhuna temessül ederek, onunla, göze görünmiyen müşterek bir zarf içinde ayni anları ayni tarzda yaşamak ihtiyacına azçok benziyen bir ruh hali. Bunun aşktan ayrılan tarafı, iki kaderin mücadelesine değil, Orhanın başına getirmesi ihtimali olan her türlü felâkete rağmen ittifakma doğru temayülünde idi. Bu, almadan ve almak ümidi olmadan vermek fedakârlığını da aşıyor, hatta korkulan felâketler muhakkak bile olsa onlann şimdiden ve memnuniyetle kabul edilmesine benzer bir tevekküle kadar gidiyordu. Vedia onun yanına tekrar gelip oturdu. Orhan hiç düşünmeden, açmak istediği bahsin cazibesine kapılarak: Yengenizin iması bende bazı tesirler uyandırdı, dedi. Sonra cümlesini tashihe lüzum gördü: Daha doğrusu, evvelce sizden gelen tesirlere daha sarih bazı ümidler ve arzular kattı. Vedia önüne bakıyordu. Orhan sordu: Siz ne düşündünüz? Kız başını kımıldatmadan, yalnız kaşlannı kaldırarak cevab verdi: Eski bahislerimize geliyoruz. Gelelim. Hem zannederim ki bunun biraz farkı var. Vedia sesini alçaltarak: Yengem sizi çok beğeniyor, dedi. İlâve etti: Buna memnun oluyorum. Ayak ayak üstüne attı, kollarını göğsü üstünde kavuşturdu ve başmı gene kaldırmadı. Bu tavır, arzulanna rağmen kaderine teslim olmağa hazırlananlann sükunetini hatırlattığı için Orhana endişe vermişti. Fakat Vedia birdenbire ba Hem dövmüş, hem de camları kırmış Dün sabah saat 4 raddelerinde şoför bahriyeli Ahmed. Beyoğlunda Parmakkapıda bir pastanede otururken yanın da bulunan kadınla kavgaya başlamış ve yumrukla kadını yaralamıştır. Kadını dövdükten sonra kaçmak istiyen Ahmed, pastanenin camlanm da kırmış ve kaçmıştır. Emniyet müdürlüğü tarafından hâdise hakkında tahkikata başlanmıştır. Çapa San'at mektebinde bir sergi açıldı I İzmir sergisinde boş yer kalmadı İzmir Beynelmilel sergisinde hiç boş yer kalmadığı dün Ticaret Odasına bildirilmiştir. Bu seneki sergide Türkiye de sanayi, ticaret ve ziraat hareketleri istatistik ve grafiklerle gösterilecektir. Bu işe de İstanbul Ticaret Odası me mur edildiğinden hazırlıklar yapılmaktadır. çin o kadar telâşa vermiş? Orhan Mustafa ile konuştuklarının bir kısmmı anlattı ve ondan söz aldığım da ilâve etti. Samiye Hanım artık sevincini saklamağa lüzum görmüyordu, Orhana elini uzatarak: • Bravo monşer! dedi, beni bir üzüntüden kurtardınız. Bu «monşer» hitabı Orhana biraz aykırı gelmişti. Başını hafifçe geriye çekerek bunu hissettirmeğe çalıştı. Samiye Hanım, kanapede oturan Vedianın sol tarafmdaki boş yeri Orhana göstererek: Buyurunuz, dedi, şöyle buyuru nuz... Artık bizim aile dostumuz oldu nuz. Dostumuz da değil, adeta... Ailemizden. Vediaya dönerek sordu: • Değil mi? Ve onun cevabmı beklemeden Orhana baktı: Asıl bunu Vedianın söylemesi lâ zım, değil mi? Bu açık telmih Orhanı şaşırtmıştı. Vedia da kızardı ve hiç sesini çıkarmadı. Samiye Hanım ileri gittiğinin farkma vardığı için bahsi tekrar Mustafaya çevirdi ve kayıkçı hakkında müsaid şeyler söyledi: «Elimizde büyüdü.», «Öksüzlüğüne veririm.», «Nekadar olsa acınm ona», «Hapisten çıktığına memnun olmadım değil.» gibi. Çapa Kız San'at mektebinde talebelerin ders senesi içinde yapmış oldukları eserlerden bir sergi vücude getirilmiştir. Resmimiz bu sergiden bir köşeyi göstermektedir. Cumhuriyetin edebî tefrikası: 92 BİZ İNSANLAR Yazan: Peyami Safa babasımn kolları arasma atılmış ve ağlamağa başlamıştı. Orhan odadan çıktı. Arkasından ge len İhsan, kendi oğluna kavuşmuş gibi sevindiğini söylüyordu. Orhan, Mustafayı o gece hademelerin koğuşunda yatırması için muide salâhiyet verdi ve mektebden ayrıldı. Yalıya gidince Vedia ile Samiye Hanimı yukan salonda, ayni koşede buldu. Konuştukları şeyin cazibesi onları bir saat kadar ayni noktaya bağlamış olacaktı. Samiye Hanım Orhanı görünce hayret etti: Ne çabuk geldiniz! dedi, Mustafayı göremediniz mi? Gördüm, hanımefendi, ve meseleyi hallettim. Zaten evvelce sizin de, benim de tahmin ettiğimiz gibi merak edilecek birşey yok. Samiye Hanım, sevincini hayretinin altında saklamağa çalışan bir çığhkla bağırdı: Ya!.. Ne imi§? Hüseyin beni ni Ne demek o? İngiltereye mi? Evet. Vedia Hammı İngiltereye götürmek isterdi. Vedia Hanım ne derdi? Fransızca söylerdi. Ben anlama yım diye sonra fransızca konuşurlardı. Demek Rüştü Bey de ona gönül vermişti. Ama Bahri Bey kadar değil. Bazan Rüştü Bey küreğe otururdu. Beni sahile çıkarıp bırakırlardı. Açılırlardı. Açılırlardı. Ben kahvede beklerdim. Orhanın kalbinde sancılı bir delik açılıp kapandı. Çok kalırlar mıydı? diye sordu. Oh.. Bir saat kadar Bahri Beyle de böyle uzaklaşırlar mıydı? Seni sahile bırakırlar mıydı? • Bahri Bey kürek çekmezdi. Son dersin zili çaldı. Orhan dalgın gözlerle kapıya baktı: Şimdi Tahsin gelir! dedi. Beklediler. Muid İhsan Tahsini ge tirdi. Çocuk odadan içeri girer girmez,