Mayıs 1937 CUMHtTfefîTKT Bir tetkik seyahatinin intıbaları Memleketimizde harb uçakları yapabilir miyiz? Motörlerile birlikte harb tayyareleri yapabilmemiz için, herşeyden evvel tecrübe sahibi usta ye işçileri yetiştirmemiz lâzımdır 3 (*) Lübnan Maroni Patriği İtalyada Büyük bir debdebe ile karşılanması Fransada şüphe uyandırdı Pariste çıkan «Le temps» gazetesi, Papayı ziyaret etmek üzere Romaya giden Maroni Patriği Arida'nın Romaya muvasalatında şimdiye kadar hiçbir ruhanî reise yapılmıyan merasimle karşılandığını yazmaktadır. Bu haberi veren mezkur gazetenin Roma muhabiri, Patriğin, Trablus ve Şam patrikleri ve ruhanilerden mürekkeb bir maiyetle Ro maya geldiğinde, Fransanın Papa nez dindeki sefiri, sefaret nezdindeki ruhanî müşavir, Fransız konsolosu, birçok Rum ve Ermeni rühbanı tarafından istikbal edildiğini, İtalya hükumeti namına Bey rut İtalyan konsolosu tarafından karşı landığını ve bir karabine müfrezesi tarafından selâmlandığını ilâve ederek di yor ki: Elektrik Şirketi erkânının muhakemesi Dünkü celsede kontrol sefile Silâhtaraea fabrikası müdürü dinlendi IBaştarafı 1 inci sahijede] dikkati celbederiz. Biz telefon idaresin den devletin bir memurunu getirdik. Teıcümeyi o yapsm.» Mukabil taraf vekilleri: Takdirinize bırakmz, dediler. Müddeiumumî de mahzur görmediğini söyledi ve eski tercümanla duruşmaya geçildi. de bu meyandaydı. Bunlann yapılan tetkikat sonunda yanlışhkla geldiği anlaşılmış, Hanses bana telefon ettiği zaman benim yanımda Necib ve Hansesin ya nında da Haşim ve Pertev vardı. Han ses bu aletlerin yerinden kaldırılmasında bir mahzur olup olamıyacağını sordu. Fennî cîhetten bir mahzur olduğunu söyledim. Bunlann kaldırılması bana münasib gözükmüyordu. Çünkü bir gün evvel gelen Nafıa Vekâleti tahkik heyeti nu maralarını almışlardı. Hansens ce vaben: Maksadım aletleri saklamak değildir, vaziyeti ıslahtır, dedi ve e mirlerini Gileri vasıtasile bildireceğini söyledi. Ertesi günü başmühendis Gileri: «Aletleri sökünüz ve Anadolu yakasma götürünüz» emrini verdi ve ben de aletleri söktürdüm. Ben kendim çalışmadım. Fakat her zamanki gibi talimat verdim. Hatlann yükü az olduğu için gece bu iş yapıldı. Ben bu malzemenin muaf olduğunu bilmiyordum. Bunlar 1932 denberi fabrikaya konulmuştu. 193031 senelerinde lstanbula geldiğini zannede rim. Belki de Anadolu yakasmdan gelmişti. Size bu malzeme hakkında bir tayapılmamış mıydı? Yapılmıştı amma bu malzeme bundan evvel kullanılmıştı. Hem bunu a raştırmak benim vazifem değildir. Hem tamimlerin makabline jümulü olmamak gerekti. mim Bu aletleri buraya hangi mühendisin getirdiğini öğrenmemişler mi? Tahkik etmedim. Köprüaltı kablosunu siz mi koydunuz? 1934 senesi yazında direktör Hansesin emrile köprü altına bir kablo koy mağa memur edildim. Silâhtarağa bah çesinde muaf ve gayrimuaf kablolar vardı. Bunlardan birini aldım ve yerine koydum. Bu kablonun üzerinde gümrüksüz olduğuna dair işaret görmedim. Fabrikada kaçak malzeme bulunduğu zaman bir şaşkmhk ve telâş eseri gösterdiğiniz tahkik heyeti raporundan anlaşılıyor. Sebebi nedir? Benim bu tabiî halimdir. Bir fevkalâdelik yok. Galiba bu yıl buluşamadılar ivayete göre Hızırla îlyas, ayrı istikametlerde küreyi durup dinlenmeden dönerler ve her sene mayısın altıncı günü merecülbahreynde birleşirler. Ölümden istisna edilmiş ve bu nimete mukabil küreyi boyuna dolaşmak külfeti omuzlanna yükletilmiş olan o iki âvare seyyah, yılda bir kere karsıaşıp ta üç dört kelime «dünya kelâmı» konuşurken en kuytu yerlerdeki fidan cıklar dahi birden yeşillenir, toprak canlanır, kuşlar heyecanlanır ve yeryüzünde bahar başlar. Hızır kimdir, İlyas kimdir ve bunlar niçin ölmemişlerdir, ne sebeble ebedî bir seyahate mecbur kalmışlardır?.. Burala rmı araştırmağa lüzum yok. Hızırın zu * lümat âlemine gidip abıhayat içtiği, Ce nabı Musa ile görüştüğü kitablarda ya zılı. İlyasm da Balıbekli bir nebi olup putperestlikle mücadele yüzünden çok sıkıntı çektiği, mağaralarda süründüğü ve nihayet göke çekildiği malum!.. Frenkler Hızırilyasla Cercisi şarkhlar kadar hurafe tarihi bilmediklerinden, yahud Beniisrail hikâyelerini iyi okumadıklarmdan olacak birbirine karıştınyorlar ve Cer cis'in bir harbde vurulup öldüğü günü bizim Hıdırelleze eş yapıyorlar. Pek meşhur olduğu üzere Cercis, hıristiyan azizlerindendir, lgilizler tarafından da kendi vatanlannın hâmisi sayılmıştır. 6 mayıs Sent Corc yortusu olarak kabul olunduğundan şarkta Hıdırellez kutlulanırken orada da adı Corc'a çevrilmiş olan Cer cis'in yortusu yapıhr. Cercis'le yakından alâkadar olan mil letlerden biri de Ruslardır. Sıvasta doğmuş olmak yüzünden kendisile hemşeri bulunduğum Cercis, Roma imparatorlanndan Diocletien devrinde bir güzel prensesi çirkin bir ejderhanın ağzından kurtarmıştı. Ruslar bu vakıayı tasvir eden bir resmi uzun yıllar armalarında bulundurmuşlardır. Kontrol sefinin ifadesi Geçen celsede şirket idare komitesi azasından Jean Lazyan ve şirketin baş mühendisi Jul Gileri dinlenmişti. Bunun için bu defa duruşmıya şirketin kontrol dairesi şefi olan Emil Fisler'in dinlenme sile başlandı. Emil Fisler ifadesine şöyle başladı: Muhasebe kontrol servisi şefiyim. Ambarlar muhasebesi de bu servise da hildir. Size bu eşya hakkmda bir tamim yapılmamış mıydı? 1932 ve 1935 senelerinde yapıl mıştı. Fakat kontrollarım esnasmda böyle bir yolsuzluğa tesadüf etmedim. Esasen biz mağazalardaki mevcudun muhasebe defterine uyup uymadığmı tetkik ederiz. Bir malın mahalli istimalini kontrol et mek bizim salâhiyetimiz dahilinde değildir. Vakıâ, malzemenin nerede kullanıldığı evrakı müsbitede görülür, fakat biz bununla meşgul olmayız. Bir malzemenin nerede kullanılması lâzımgeldiğini de biz takdir edemeyiz. O halde bu işin kontrolu ile kim mükelleftir? Malzemeyi ambardan alanlarla verenler bilir. O halde onların mes'ul olması lâzımdır? Fakat evvelâ bunlan alıp kullanan montörlerdir. Ya verenler? Verenler ambar memurlandır, fa kat onlann fennî malumatları yoktur. Onlara mes'uliyet terettüb etmez. Esasen bunlann nerede kullanılacağını sormak ambar memurlanna düşmez. Aletlerin çıkarılması emrini mühendisler verir. O halde mes'uliyet onlara mı düşüyor? Ihrac bonolarında imzalan varsa evet. Emil Fisler bundan sonra vazifelerinin müdiriyet tarafından tayin edildiğini ve elde vazifeleri tayin eden bir talimatname bulunmadığmı söylemiş ve okunan istintaktaki ifadesini tasvib etmiştir. Bundan sonra gene iddia makamının isteği üzerine kontrol dairesi şefi Fislere şu sual soruldu: Tamirat ve tesisat için konulmuş bir tahsisat var mıdır? Evet sene başmda böyle bir hesab yapıhr. Sene sonunda da ambarlarda tadad yapıhr. Ambarlarm mevcudu mu hasebe hesablarile karşılaştırıhr. Bundan malın fiatlan değil mevcud nazarı itibara alınır ve sonra muhasebe hesablan ile karşılaştırıhr. Vakit geç olduğundan saat yarımda birinci celseye nihayet verilmiştir. «Yalnız kardinallara mahsus olan merasimin Maroni Patriği şerefine yapılması hususunda Italyanın gösterdiği müsaraat ve itina fazla göze çarpmıştır. Bu «139 Martin* tipindeki Amerikan deniz tayyaresi, sürati saatte 400 kilometrodur; itibarla, bunun, Fransız mandası etra iki ton bomba taşır fında siyasî bir tezahür olup olmadığı soruşturulmaktadır.» Takib, musademe ve ağır bombardı ithal ettiği için müstakil addedilemez ve man tayyarelerinin bilcümle teçhizat ve herhangi bir sebeble bu levazımı tedarik Türk Fransız ticaret müteferruatile beraber, yakın bir istikbalde edemediği takdirde felce uğrar. Fakat zakereleri başladı müstakillen memleketimizde inşası müm kısmen harice tâbi bulunmakla beraber Ankara 7 (Telefonla) Türk Frankün olup olamıyacağı sorulmağa değer bu yolda çalışan fabrikalann memleketibir keyfiyettir. Memleketimizde biiyük mizde tesis edilmesi ileride bizde de büs sız ticaret anlaşması için tetkik müza sürat ve yükselme kabiliyetini haiz ve ge bütün müstakil ve mütesanid sınaî grup kerelere bugün saat 15 te Türkofiste niş bir faaliyet sahası dahilinde iş göre manlann vücude gelebilmesi için birinci başlandı. bilecek kudretli keşif ve takib tayyareleri bir merhale teşkil edebilir. Ancak dahilinşa edebilmek bizler için en yüksek bir de vücude getirilen sınaî istihsalâtm ha olarak inşa edilmeleri lüzumu «asil ma millî gaye teşkil etmesi pek tabiidir. Çün ricden ithal edilebilecek ayni cins eşya ve denler» denilen hususî maadinin istimalini kü, bugünkü ve yarınki sınaî kabiliyeti cihaza nazaran herhalde kıymet itibarile icab ettirdiği gibi yüksek irtifalarda kudmiz, sair büyük devletlerle kemmiyet iti müsavi ve fiat itibarile ucuz olması şart retlerini ve hareket intizamlannı muhafabarile rekabet edebilecek miktarda tay tır. Yoksa ne millî ve ne de iktısadî ga za edebilmeleri için sürkompresör ve yare inşa edebilmemize imkân vermiyor; yelere hizmet edemiyecek olan bu gibi süralimantör denilen hususî tertibatla fakat on bin metroyu mütecaviz irtifalar fabrikalann memlekette hiçbir mana ve mücehhezdirler. Bundan maada sürkomda cevelân edebilecek seri ve iyi silâhlan lüzumu olamaz. Yukandaki izahatımız presionun tevlid ettiği yüksek tazyik ve mış tayyareler adeden çok mütefevvik dan anlaşılıyor ki pek mütenevvi olan hararetler neticesinde vukuu melhuz in düşman filolarmın takiblerinden masun madeniyat, kimya, makine ve saire gibi filâklere mâni olabilmek için benzinlerin olarak çok mühim işler görebilecekleri hususî sanayi, memleketimizde kâfi dere terkibinde kimyevî tadilât yaparak husuiçin telâfi ihtimallerini bizim bu gibi kıy cede inkişaf edip mütesanid grupmanlar sî benzinler istimal etmek mecburiyeti hametlerde aramamız pek doğrudur. Esasen haline gelinciye kadar tayyare inşaatmın sıl olmustur. bu n«vi kıymetli tayyarelerin en modern icab ettirdiği levazımın mühim bir kısmıBütün bu lüzumlara mukabele edetiplerini haricden sipariş suretile elde et nı haricden ithal etmek mecburiyetinde bilmek ve en ufak bir arızaya, bir ihtizamek te mümkün değildir, çünkü hüku kalacağız. za bile meydan vermiyecek derecede mümetler fabrikalarından çıkan en muvafık Acaba bu zaruret bizi nisbeten müsta tekâmil motörler inşa edebilmek hususuntipleri ticaret maksadlarına değil; kendi kil bir surette memleketimizde kıymetli da fabrikalar arasında bugün pek çetin tayyare filolarmın takviyesine hasrede barb tayyareleri inşa edebilmekten Lir rekabet mevcuddur. İşte bu rekabete bilmek için hatta temin ettikleri son per menedebilir mi? Menetmemesi için ne gi mukavemet edemiyenler yalnız lisans moformansların ilânını menetmekte ve bun bi tedbirlere müracaat etmemiz lâzımdır? törleri inşa etmekle iktifa veya büsbütün lan type reserve olarak kendi filoları için İthal etmemiz lâzım gelen maddeler ne bu işten vazgeçmektedirler. Masraf ba sipariş ve inşa ettirmektedirler. gibi şeylerdir ve yeni bir tipte bir tayya kımındansa, motör fabrikaları, icab ettirMillî müdafaa kudretlerimizi en mo renin etüdünü yapabilmek ve sonra mu dikleri laboratuar, dökümhane, atelye ve dern vesaitle her an tarsin ve takviye et vaffakiyetle tatbik edebilmek için ne gi pek mütenevvi tezgâh ve makinelerden meği kendine en yüksek bir vazife edin bi teşkilâta lüzum vardır? Bu hususların dolayı tesisleri büyük sermayelere muh miş olan hiikumetimizin teklifi üzerine tetkikında en evvel hatıra gelen şey mem tacdır. Meselâ 150 beygir kudretini geçhava kuvvetlerimizin artırılmasına ve tay leketimizde yüksek kıymette tayyare mo miyen muayyen bir tipteki tek bir lisansın yareciliğin memlekette inkişaf edebilme törleri inşa edebilecek fabrikalann şimdi inşasile iktifa ederek ayda takriben 50 sine tahsis edilmek üzere Biiyük Millet ki halde vücude getirilmesine imkân olup motör inşa ve teslim edebilecek bir fabrika Meclisimizin 21 milyon gibi mühim bir olmadığı keyfiyetidir. Çünkü evvelce zik vücude getirilmesi için takriben 5 6 milkredi kabul ettıği bu ümıdbahş sıralarda rettiğimiz gibi tayyarenin en mühim rük yonluk bir sermayeye ihtiyac olduğu gibi, memleketimizin sınaî kabiliyetleri hak nü onun kalbini teşkil eden motörüdür. böyle bir fabrikanın da memleketimizin kındaki mülâhazatımıza birkaç söz daha Saatlerle anzasız işliyebilecek bir motöre şimdiki sınaî vaziyetinde muvaffak ve ikmalik olmıyan bir tayyarenin hiçbir kıy tısadî bir surette çalışmasına da pek im ilâve edelim: Millî san'atkârlık sureti umumiyede meti olamıyacağı gibi onu idare eden içın kân yoktur. Bu imkânsızlığın en başlıca iki bakımdan tasavvur ve münakaşa edi en tehlikeli bir cihazdır. Bu sebebledir kı sebeblerinden biri de bizde bu gibi ince lebilir: Bunlardan birincisi, tayyare, oto en iyi tayyare inşa eden memleketler en işleri basarabilecek ustaların, tecrübe samobil, makine, gemi ve saire gibi yüksek muvafık motb'r fabrikalanna malik olan hibi amele kütlelerinin henüz ihtiyaca kâsınaî inşaatın terkibine giren müteferrik Iardır. 25 seneye yakın bir müddettenbe fı miktarda yetişmemiş olmasıdır. aksamın en büyük kısmını memlekette ri bu nevi iştial motörlerinin tekâmülü yoGelecek makalemizde bu imkânları yaparak bunları daha ucuza mal etmek lunda sarfedilen emekler neticesinde bu yakın bir istikbal için ne suretle hazırlave bu suretle hükumet ve halkı iktısaden gün tayyare motörleri, endüstrinin müte mak mümkün olabileceği hakkında muhmüstefid edebilmektir. Bu yoldaki bir kâmil ve pek hassas bir preoizion aleti terem karilerimize birkaç söz söyliyece endüstri, levazımının bir kısmını haricden haline gelmiştir. Bunlann otomobil motör giz. lerine nisbetle birçok hususiyetleri vardır. Mühendis *] Birinci ve ikinci makaleler 24 ve 29 Mümkün olduğu kadar hafif ve mukavim mart tarihli sayılarımızdadır. İBRAHlM AYAD İkinci celse ikinci celse tam saat 16 da başladı. Bu celseye Silâhtarağa fabrikası müdürü Gibiletti'nin dinlenmesile başlandı. ""• Komisyon teşrinievvelde geldi ve bu eşyayı buldu. Direktör Hanses bana telefonla ertesi günü altı entrektörün gümrüksüz olduğunu bildirdi. 12 seksiyoner Kim memnun? Orhan Bey, dikkat etmediniz mi? însan ekseriya memnun olmadığı şeyleri yapar. Hayır hayır... ekseriya değil... Ah, bunu söylemek istemiyorum. Ben memnun muydum, değil miy dim? Bakınız, mazi sigasile konuşuyorum. Olmüşüm de dünyadaki hayatımdan bahsediyormuşum sanki... Birdenbire doğrularak ceketinin ön düğmelerini ilikledi; fakat parmakları yakasma gidince durdu, başını geri çekti ve iki kolunu birden aşağı sarkıttı: Felâkete bakınız, dedi, ben ordu yum, orduyu temsil ediyorum. Sonra yüzünü soluk ay ışığma doğru kaldırarak: Hangi ordu? dedi, ordu Anadoluda. Benim işim ne burada? Uzun müddet sustu. Rüzgâr çıkmıştı. Karşılarındaki sık ağacların simsiyah boşluğunda bir hışırtı kabarıyordu. Ay ince bir bulut altında kaldı ve karanlık arttı. Bahri bu değişikliğin farkında olmıyacak kadar dalgın görünüyordu. Yor gun bir sesele mırıldandı: Evet... Siz daha yolun başmdasınız. Aklınıza fena birşey gelmesin: Ben onun üstüne bir günah kondurmak istemiyorum. Sizden hoşlanacak. Ne dedim? Kafalı adam ister. Fakat daha neler is ter, onu bilmeyiz. Acayib kızdır. Siz acayib tabiatleri sever misiniz? Söz sözü açar derler. Ben de Hızırla Ilyasın bu yıl buluşmamış olacaklarını anlatayım derken hurafeler tarihinin çık maz sokaklarına dalıverdim. Kendimi toplamazsam söz, Hzırla Ilyasın bitip tükenmiyen ömürleri gibi uzayacak. Bu sebeble sadede geçiyorum. Evet. O iki âvare seyyah. bu yıl giliba muayyen telâki noktasında ve muayyen günde buluVe sonra ilâve etti: şamadılar. Çünkü bu telâki yapılmış Alman malın gümrüklü veya gümolsaydı bizim 6 mayıs şen bir tebessüm rüksüz olduğunu söylemek vazifesi am gibi doğacak ve hepimizi cezbeye düşü bar memuruna düşerdi ki hiç böyle birşey rüp kırlara koşturacaktı. Halbuki o gün söylemedi. gök ağhyordu, hava somurtuyordu, gö Bundan sonra celseye ara verildi. zümüzün önünde enikonu bir kış man üçüncü celse zarası yaşıyordu. Üçüncü celseye saat 18,30 da başlanDemek ki Hızırla İlyas buluşmakta dı. Evvelâ suçlu vekillerinin isteği üzerine fabrika müdüründen havaî hattın han geciktiler ve hakikî baharın tuluunu da gi senede yapıldığı soruldu ve 193031 geciktirdiler. Bunu onlann binlerce yıl danberi dönüp dolaşmaktan yoruldukla senesinde yapıldığı öğrenildi. rına mı, yoksa kürenin nizamını kaybetBundan sonra hâkim, Jean Lazyan a meğe başladığına mı hamletmeli?.. Ben hitabla: Siz bonolann yandığını söylemişti kendi hesabıma mütereddıdim ve vakti'e: •niz. Acaba bunlann kopyaları da yanmış «Hızır Ağazadeyim yeşillenirim» mısraile Hıdırellez gününde ağaclar gibi ruhmıdır? larda da yeşillenme ihtiyacı belirdiğini Diye sordu. Suçlu buna: söylemek istiyen şair Said Beye ayni gün Bilmiyorum. cevabmı verdi. Geçen celsedenberi bunu merak ümmet yazılmağı faydalı bulacak bir k>sım yesillenmeğe muhtac kimselerin uğ edip tahkik etmediniz mi? radıkları mahrumiyete acımaktayım. U Hayır! mup ta unamıyan Hıdırellez düşkünlerıne Bundan sonra vakit gecikmiş olduğundan duruşmanın ayın on ikisine bırakıl geçmiş olsun! AT TURHAN TAN masına karar verilmiştir. Hayır! dedi Orhan; «acayib» ve «harikulâde» çok başka başka şeylerdir. Biraz düşündükten sonra ilâve etti: «Acayib», «harikulâde» nin taklididir. Bahri sıçrıyarak doğruldu: Bravo! dedi, işte düşünüp düşünüp te bu kadar rahat söyliyemiyeceğim birşey... Çok doğru, Orhan Bey, bravo... Acayiblik sahtekâflıktır, harikulâde gö rünmek sahtekârhğı... Bravo... Evet, bu kız... Hüküm vermek cesaretsizliği içinde durakladı, çok düşündü ve devam etti: Fevkalâdelikleri yok değildir, iyi manada fevkalâdelikleri... Ah, hem pek çoktur; fakat acayiblikleri nefret verir. Kelimeyi korkarak ve tartarak tekrarladı: Nefret... tçini çekerek: Fakat ben nefret etmeğe vakit bulamadım, dedi. Ciddî bir anında olmasaydı bu söz Orhanı güldürebilirdi; ancak tamamlanması şartile Bahrinin bu cümle ile kuvvetli bir ruh tecrübesini ifade etmek istediği anlaşılacaktı. Orhan sordu: Nasıl? Ne gibi? Ah... Nasıl anlatayım... Hiç sevdiniz mi? Hayır! Kız kardeşinizi filân da sevmediniz mi? Ailevî muhabbetler... Kız kardeşim yok, fakat annemi sevdim tabiî. Annenize karşı sevginizin içine bile arada bir nefretler damlamaz mıydı? Bazı anlarda... Belki. Hah! îşte, insan Vedia gibi bir kızı severse nihayet ismi ağzımdan kaçtı anladınız mı, severse böyle bir kızı şayed, işte o anlar çoğalır. Nasıl oluyor, biliyor musunuz? Bu bir musluğa benziyor, zehir musluğuna... İnsanın kalbinde açılı yor, anladınız mı? Arada bir, bazan bu musluktan nefret zehiri damlıyor. Fakat, ha... Beri yanda aşkın da musluğu var. Musluk değil, çağlıyan halinde içinize sevgi doluyor. Fakat hissediyorsunuz ki biraz bekleseniz, biraz vaktiniz cJsa, uzun zaman sabredebilseniz, o çağlıyan duracak ve nefretin zehiri artacak. İşte kurtuluş. Her sevgide böyle olmasa gerek. Vediada böyle. Göreceksiniz. Cumhuriyetin edebî tefrikası: 70 BİZ İNSANLAR Yazan: Peyami Safa inanmazsınız, yakam bana gırtlağıma kadar çıkmış bir bataklık hissini veriyor. Geçen defa beni çok hasta gördünüz. Hastalık ne kelime! Vücudümde hiç birşey yok. Amma keşki hasta olsam... İlletlerin en beteri nedir? Verem mi?. Çoktan razıyım; kanser mi? Ona da razıyım. Tek etrafımda herkesi ahlâk veremine, seciye kanserine tutulmuş görmiyeyim. Orhan ürperdi. Bu çocuğun titrek se sinde konuşan biiyük facia, hiçbir şüphe ve hiçbir delil ihtiyacı uyandırmadan, aklın hiçbir mukavemetine uğramadan insana kendini bir bedahet gibi anzasız kabul ettiriyordu. Bahri mizacına uymıyan bir hareketle Orhanın kolunu tuttu: Siz bunu hissetmiyor musunuz? Fakat yoldasınız. Hissedeceksiniz. Yoldasınız, diyorum. O kadar, o kadar, o kadar müteheyyic günlerimdeyim ki sizin istikbalinizi de hissediyorum. Yoldasınız. Belki şimdiden hissediyorsunuz. Hayır, edemezsiniz. Aldatıcı güzel yollardan ba takhklara çıkacaksınız. Sade şimdi hatınnıza gelen şey degil; sade Vediayı sevmek meselesi değil. Orhan Bey! Sade şu yalıyı dolduran ecnebiler de değil; İstanbul ve bütün Türkiye işgal edilir de insan gene ümidini kesmez. Ben çok dik başlı ve mukavemetli bir insanım, Orhan Bey. Fakat beni boğan şey daha fecidir: İşgal başka şey, inkıraz gene başka şey. Ben bunu hissediyorum. Etrafımda herşey: «İnkıraz! İnkıraz!» diye haykınyor. Ben askerim. Tarihe çok meraklıyım. Fakat tarih bunları yazmıyor. İnkırazın bir de içeriden görülüşü var. Ruhların, kalblerin, sciyelerin inkırazı. Ben belki iyi anlata mıyorum. Düşman şehre girmiş ne çıkar? Davranır, kovarız; fakat bir de fenalığın bin çeşidi ruhlarımızı işgal etmiş. Ahlâkımız, faziletimiz işgal altında... Şu aşağıdaki ecnebiler bizim yalıya zorla girmediler ya... Biz çağırdık ta geldiler. Çünkü ruhumuz esir. Bu da birşey değil. Seciye yok bizde Orhan Bey. Bana her taraf bataklık gibi görünüyor. Elimi sık sık boynuma götürüyorum ya. Billâhi, Orhan döndü ve Bahriye baktı. Zabit te ona bakıyordu. Ay ışığında, üstüne bir insan portresi çizilmiş mavi bir tabak gibi görünen düz yüzünde yalnız gözleri, dehşetle şişmiş gözleri, içinde sessiz patlayışlar gizlenen acayib gözleri, etrafınüa hiç kımıldamıyan uzuvlardan kopmuş gibi ayn ve müstakil duruyordu. Nefesi ispırto koktuğu için, Orhan, onun sözle rinden, sarhoşluğun mubalâğalarını tay yetmek lâzım geldiğini düşündüğü halde, sesinde hiçbir tarafı insana sun'î görünmiyen bir hakikat şivesi farkediyordu. Söz söylemese de yalnız bu sesin tonlarını mmldansa veya haykırsa manaİarı gene hissedilebilecekmiş gibiydi; Bahri önüne bakarak devam etti: Kuvvei maneviyenizi kırmıyayım, fakat size tehlikeyi haber vermek te bir vazife: Sonu bataktır! diyorum. Dikkat ediniz. Anlamışsınızdır inşallah. İsim söylemek istemiyorum. Çünkü ben bu ismi kendi kendime kaç bin defa söyledim. Artık onu ağzıma almaktan korkuyorum. Tahmin ediyorsunuz, değil mi? Yanılmıyorsam, evet. Yanılmıyorsunuz. Odur. Çünkü siz de bu yalıya onun için geliyorsunuz.. Biraz, çok değil. Hep «biraz» la başlar. Ve bu yalıya geldiğime memnun değilim. Niçin? Kararsızlığı yüzünden. Bu kararsızlık nedir, bilir misiniz siz? Bazı kızlarımızın ruhundaki inkırazdır, tnkıraz...(Arkası var)