6 Mayıs 1937 CUMHURÎYET "Bilinmiyen insan hakkında küçük bir tenkid,, Yazan: Mehmed Ali Ayni 2 (•) Tercemenin 352 nci sahifesinden aldı ancak bir budünü ölçmektedir. Üzerinde jjım şu ibareye bakmız: yaşamakta bulunduğumuz yıldızda eşya«Zannolunur ki onun hududu deri sat nm buudleri hususî karakterlerle birbirinînnın ötesinde bulunmaktadır. Anatomik den ayırdedilir. Şakulî buud arz cazibemüdevverlikler kısmen muhayyeldir. Ve sile hüviyetini alır. Ufkî buudler bizce her birimiz kendi vücudümüzden daha birbirine kanşmış gibidir.» Bu ibarenin fransızca metnin 190 ıncı sahifesinde geniş ve daha müphemizdir.» bulduğum aslından müellifin maksadını Yarabbi! Bu ne rakik ve galat bir ifa3edır. Bunun fransızcasındaki Contours ben böyle anlıyorum: «Hayatımızın müdanatomiques için anatomik müdevverlik detini hesab için saat âletlerine müracaat ler denebilir mi? Contour kelimesi çevre etmeğe mecbunız. Çünkü bir havli tabiî dcmektir. Gene fransızca melindeki dif (Le continu un physique) içinde müstağfus kelimesinin manası miiphem değil, ya rakız. Hem o saat âletleri bu havlin buudlerinden yalnız birinî ölçer. Seyyaremizin yılmış demektir. sathında eşyanın buudleri hususî sıfatlarîa Bu ibarenin fransızca metni şudur: «II semble que ses limites se trouvent birbirinden mütemayizdir. Bunlardan şaİıu delâ dela surface cutanee que la nettete kulî olan buudle cazibei arziyenin hüviides contours anatomiques soit en partie yeti birdir. Ufkî olan buudlere gelince tıne illusion, que chacun de nous soit onları biz birbirinden farkedemeyiz.» b beaucoup plus vaste et plus diffus qu? son 223 üncü sahifedeki: «Hiçbir konkıreporps.» şeyin yalnız üç buudü olamaz.» ibaresi Müsaade ederseniz, müellifin bu iba müellifin maksadına tamamen muhaliftir. reden maksadı ne olduğunu arzedeyim. Çünkü müellif onun aksine «Aucune chose H«P biliyoruz ki gözümüzün asıl memu concrete ne possede que trois dimensions tiyeti eşyanm renklerini ayırmaktır. Tâ spatiales.» biri mahsusile göz ihsasatı basariyeyi id«Yani müşahhas olan hiçbir şey yokrake memurdur. Bir şeyin büyüklüğünü, tur ki mesafeye müteallık üç buudü ol küçüklüğünü, uzakhğmı, yakınlığını idrak masın.» demek istiyor. Tercemenin 237 etmek onun memur olduğu hizmetler de nci sahifesindeki şu ibareyi okuyalım: İildir. Bu sebeble gözün bu hususta bize «Fiziyo zamanı gibi fiziyolojik zaman da Verdiği haberlerin çoğu galattır. Acaba gayri intikaldir.» Fakat bu ibareden hankarşımızda gördüğümüz bir adamın cesa gimiz birşey anlıyabileceğiz? Halbuki tneti bizim gördüğümüz kadar mıdır? müellifin maksadı açıktır. Müellif demek Müellifin zannına göre gördüğümüz a istiyor ki meselâ 1937 senesi martımn 15 damlann bedenleri gözle gördüğümüz ce inci gününü 1935 senesinin herhangi bir fcametten daha büyükmüş. Biz bedenimiz gününe geri çevirmek nasıl mümkün de den çok geniş ve daha çok yayılmış imi ğilse bir insanın meselâ büluğ anında buşiz. Velhasıl müellif Nasuhi Baydarın lunduğu hali yani fiziyolojik zamanı tercemesi gibi biz daha müphemiz demi nı sebavet vaktinin herhangi bir ân'na |ror, daha yayılmışız diyor. irca etmek mümkün değildir. Fransızca Tercemenin gene 170 nci sahifesinden metindeki İrreversible kelimesi gayriintikali mânasma gelmez, geri çevrilemez deju ibareyi okuyunuz: «İyi bir hâkim kanunî delillerin tefer mektir. ruatı arasında kendini kaybetmeksizin ve Tercemenin 341 inci sahifesindeki şu hatta Kardozo'ya bakıhrsa, bazan da ibareyi okuyalım: «Hekimlerden şahsın yanlış mülâhazalara istinad ederek, doğ bilgisini kurmak gibi büyük bir iş istenru bir hüküm verebilir.» Bu ibarenin mektedir.» İnsaf ediniz. Şahsın bilgisini fransızcası metnin 143 üncü sahifesinde kurmak ne demektir? Bu ibareden müeîçöyledir: lıfin maksadına nasıl intikal olunabilir? «Un bon juge sait, sans se perdre dans Müellif bakınız ne diyor: îes details d'arguments legaux, et parfois «On leur demande le tour de force de meme, d'apres Cordozo, en s'appuyant construire une science du particulier.» 8ur des considerants faux, rendre un ju Bu ibareyi tercüme etmekliğimden evvel gement juste.» okuyucuların anlamalannı kolaylaştırmak Malumdur ki bir hâkim bir davayı din için birkaç söz söylemeliyim. Hep biliriz îedikten sonra bir hüküm verir. Bu hük ki meselâ bir fiziyoloji kitabında memu mü ihtiva eden ilâma evvelâ o hükmün riyetleri, teşekkülleri tafsil olunan kaib, esbabı mucibesini yazmağa mecburdur. akciğer, mide, âsab... gibi aza ne Alinin Adlî ıstılahlardan olan bu esbabı mucibe ve ne de Velinindir. Bu aza umumundur, ye fransızca considerant derler. Bay Na herkesindir. Çünkü Alinin, Velinin... asuhi Baydarın tercümesindeki mülâha zası için hususî fiziyoloji kitabı yazılmaz. lanın fransızcası «Consideration» dur. Yani ilim küllî mefhumlar için yapılır. Müellif kitabında mülâhazalardan değil, Cüz'î şeyler için ilim olmaz. Böyle olduesbabı mucibeden bahsediyor. ğu halde müellif diyor ki: Tercemenin bazı bahislerinden istifa«Hekimlerden cüz'inin, yani şunun bude etmek son derece müşküldür. Bahu nun hastalıklan, azası ve ahvali için bir sus 221 inci sahifeden 262 nci sahifeye ilim yapmaları gibi yüksek V>'" Tieharet kadar devam eden zaman bahsi baştan so ve dirayet isteniliyor.» *** nuna kadar bu kitabı okuyanlara bir muamma gibi görünecektir. Vakıâ zaman Bu misallerin daha yüzlercesinı tekrar meselesi felsefenin en çetin bir bahsidir. etmek mümkünse de neye yarar? Çünkü Fakat ne olursa olsun biraz daha açık olan olmuştur. Fakat bu nâçiz mütaiea ve anlaşıhr bir şekilde yazılabilirdi. Bu hiç olmazsa bundan sonra Ulusun terceme mülâhazamda mübalâğa etmediğimi gös kütübhanesi için yazılacak kitablar haktermek için bazı misaller yazayım: kında daha ciddî dikkatler sarfına beikı 222 nci sahifeden: hizmet eder. «Devamımızı saate izafe etmeğe mec SON buruz. Çünkü bizler fizik müddetin için[*] BirincLsi 4 nisan tarilüi sayımızda<de bulunmaktayız. Saat is« bu müddetin dır. Serbest fiki Prof. Lamberd memleketîne gitti Fransız hukukçusu, buradan çok güzel ihtisaslarla ayrıldı Şehrimizde iki konferans verdikten sunra hukuk ilimlerini yayma kurumu tarafından Ankaraya davet edılmiş olan profesör ve Lyon mukayeseli hukuk enstitüsü direktörü lâmberd dün şehrimize gelmiş ve akşam memleketine dönmüş tür. Dün kendisini gören bir muharririmize Fransız profesörü ihtisaslannı şöyle anlatmıştır: « İstanbulda Hukuk fakültesinde bulunan arkadaşım profesör Kroza'nın delâletile memleketinize gelmek fırsatmı buldum. Burada îstanbul Universite heyetince gördüğüm hüsnü kabul beni Türklere karşı çok sıkı bir muhabbetle bağladı. Bundan sonra davet üzerine Ankaraya gittim. Orada beynelmilel hukukla çok yakından alâkadar kalabahk bir ilim muhiti ortasında kaldım. Mem leketinizde yeni ve modern kanunlann kabuî edilmiş olması Türkiyeyi mukayeseli hukuk branşında tetkike ve incelenmeğe değer bir memleket haline getirmiştir. Ankarada hukukun beynelmilel te lâkkisini kendi ihtiyaçlanna göre mezceden bir çalışma sistemi ile karşılaştım. Halkevinde verdiğim konferansta bir tatil gününe tesadüf etmiş bulunmasına rağmen yüzlerce dinleyici vardı. Bunların arasında Vekiller, Büyük Millet Meclisi azaları, profesörler, Temyiz ve Şurayı Devlet azaları gibi çok seçilmiş kimselerden başka yüzlerce talebe ve münevver bir halk kütlesi hazır bulunuyordu. Konferansımı lstanbul Hukuk fakültesinin gene ve değerli âmme hukuku doçenti Hüseyin Nail türkçeye tercüme etti. Çok merak ettiğim hükumet merkezinizi gezdim ve burada insanın tabiata nasıl galebe çalabileceğini gördüm. Bu rası şehircilik ihtiyaçlanna cevab veren çok modern bir belde haline sokulmuştur. Adliye Vekihniz Şükrü Saracoğlu ile Dahiliye Vekiliniz Şükrü Kayanın bizzat şahsımla alâkadar olmalan beni çok mütehassis etti. Hukuk fakültesi dekanı ile profesörlerini yakından tanıdım. Bilhassa Ankaradan hareketim esnasında bayanıma çiçek verilmek ve kalabalik bir heyet tarafmdan uğurlanmak bana çak heyecanaver göründü. Hukuk ilmini yayma kurumunu çok faal buldum. Beni cemiyetin fahrî azalığma seçmek lutfunda bulundular. Fakat ben fahrî değil faal aza olacağım ve benden istenen bütün travaylan yapacağım. Hulâsa Türkiye den ayrılırken içimde Ankarada gördüğüm ideal çalışma ve kaynaşmayı asla unutamıyacağım. Orada ciddî bir fikir ve gaye uğrunda müttehid çalışan ve iieriye doğru atılan siyasî ve ilmî bir takib fikrile mezc olmuş dinamik bir kütle gördüm.» Dünya genclik teşkilâtları Slav memleketlerindeki «Sokol» organizasyonları Sokollar yalnız beden terbiyesi ve sporla değil, ayni zamanda millî musiki, millî dans ve millî kıyafet işlerile de meşgul olmaktadırlar 4 Bir kısım Slâv memleketlerinde (Yugoslavya, Çekoslovakya ve Bulgaristan da) beden terbiyesi işlerinde «Sokol» teşkilâtlarınm oynadığı rol ve hissei iştiraki çok geniştir. Atmaca manasuıa gelen «Sokol» teşkilâtı iptida 1865 senelerinde Slâv memleketlerinde yabancı tahakkümüne karşı kurulmuş gizli bir teşkilâtın adı idi. Sokol hareketi Avusturya Macaristanın vâsi mikyastaki muhalefetine rağ men Hırvatistan. Sırbistan ve Slovenia*da yayılarak Yugoslav devletinin kurulması üzerine orada 1929 yılı kabul edilen bir kanunla resmî bir devlet müessesi olmuştur. Sokol'un, Yugoslavyada 350,000 a zası vardır. 1937 senesi bütçesi de 6 milyon dinardır. Çekoslovak Sokollan da devlet himayesindedir. 760,000 azasından 385 bini; yirmi yaşını geçkin, 92 bini gene ve 282 bini de mekteb talebesidir. 1894 e doğru Bulgaristana sirayet eden Sokol hareketi orada yunak (kahraman) adını alarak bir müddet bocaladıktan sonra son senelerde epeyce hız almışür. 2,000 beden terbiyesi ve spor muallimi yetiştirilmektedir. Şimdiki halde pazar günü beden terbiyesi kurslanna devam eden genclerin adedi 450,000 dir. Halid Ziya gecesi ulağımla değil, ruhumla dinledim: Şöhretli bir edebiyat muallimi kürsüye çıkıyor, Türk nesrinin ve Türk romanının ondan aldığı sonsuz güzelliklerin tahlilini yapıyor. Gözümle değil, ruhumla görüyorum: Dinliyenler, kendilerine bir etek inci, bir sepet çiçek ve gözle görünen, elle tutulan cinsten bir yığın hakikat temaşa ettiriliyormuş, gibi bariz bir inancla hatib muallimi tasdik ediyorlar, ruhî bir şükran ve iman içinde boyun iğiyorlar. Şimdi çok tanınmış bir şairi, gene rurumla dinliyorum: O da on binlerce müfekkirede sönmez bir ışık olarak yaşıyan büyük san'atkânn her irfan sahibi Türkün idrakinde ve vicdanında yer edenmeziyetlerini, kıymetlerini terennüm ediyor. Dinliyenler ayni inanc, ayni şükranla bu terennüme de hissen iştirak ediyor. Ben bu sahneyi de ruhumla görüyorum. Bir nasirin ve Meliha Avni Süzenin nutuklarını da bütün rıkkat ve tınnatlarile gene ruhan dinledikten sonra elim bir ıztırarla içine kapandığım köşeden gözlerimi Istanbula, Eminönü Halkevine çevirdim, Halid Ziya gecesinin özünü sezmeğe çalıştım. Bu öz bana bir şafak; huzmeleri lâhutî hislerden, müstesna ve bediî sezişlerden, derin görüşlerden örülme bir şafak gibi göründü. Halid Ziya gecesi, benim için artık bir gündüzdü ve ben bu gündüzün dalga dalga ruhlan saran ışığı içinde üstadın bütün hayatını temaşa edebiliyordum. Fakat ondan çok şey almış ve ona sonsuz bir sevgi ile sarsılmaz bir saygıdan başka hiç birşey verememiş olduğum aziz üstadı bu suretle temaşa etmek ruhumu doyurmadı, doyuramadı ve yüreğime büyük san'atkârı bütün hakikatile görmek ihtiyacı çöktü. Biraz sonra kitabhanemin önündeyim. Halid Ziyanın hayatını merhale merhale dolaşıyordum. Teşkilâtın askerliğe yardımt Gerek Slâv memleketlerindeki Sokol genclik teşkilâtları, gerekse Tuna boyu memleketlerile Avusturyadaki beden terbiyesi sistemleri memleket gencliğini yaşa göre askerliğe alıştmcı ve hazırlayıcı idman ve talimlerle mezcedilmiştir. Gencliği millî müdafaaya hazırlıyan bu ta lim ve idmanlardan maksad gencliği tamamile askerileştirmek değil, sporlar dan, atletizmden ve oyunlardan maada askerlik dersleri ve talimleri de göster mek suretile askerlik müddetini kısalt maktır. Avusturyada 10 ile 18 arasmdaki gencler askerliğe hazırlayıcı talim ve idmanlara haftada üç defa mecbur olarak devam ederler. Macaristanda da Levente adlı teşkilât pazar günleri gencleri askerî talim ve idmanlara mecbur tutmaktadır. netice Gerek Slâv memleketlerinde gerekse Avusturya, Macaristan ve Tuna boyu milletleri arasında beden terbiyesi ve sporların kalkınma ve inkişafında devlet teşkilât ve himayesinin oynadığı mühim rol inkâr edilemiyecek kadar barizdir. Adı geçen memleketlerde ve bilhassa Avusturya ile Macaristanda sporun ne kadar ilerlemiş olduğuna en büyük delil beynelmilel boy ölçüşmelerde alman derecelerdir. Her sırası düştükçe dilimizin döndüğü kadar müdafaa ettigimiz gibi bizde de beden terbiyesi a spor işleri devlet kontrol ve himayesi altına alınmadıkça büyük teşkilât kurarak gencliği vâsi mikyasta spora sevketmek imkânları elde edilemivecektir. Sokol'ların metgul olduğu diğer işler Sokollar beden terbiyesi ve spordan maada millî musiki, millî dans ve millî kıyafet işlerile de uğraşmaktadırlar. îs tanbula Balkan festivalleri münasebe tile gelen genclerin hepsi de Sokol teş kilâtına mensub genclerdir. Asıl Sokol kıyafeti kırmızı gömlek gri ceket, külot ve çizmedir. Serpuş olarak ta tüylü bir külâh giyilmektedir. Yugoslavyada beden terbiyesi yirmi yaşmdaki genclere kadar (mektebli ol sun mekteb haricinde olsun) mecburi dir. Bu yaşa kadar olan genclerin adedi (3) milyondır. 1934 te alınan bir kararla Konya Aksarayında imar faaliyeti Aksaray, Konya (Hususî) Ak«aray civarındaki Karasaz batakhğını kurutmak üzere açılan 13 kilometro uzunluğundaki kanal boyuna 10 binden fazla ağac dikılmiş ve hepsi de tutmuştur. Bu ağacların yeniden yapılan göçmen köyü için ileride büyük bir varidat membaı olacağı söylenmektedir. Gene bu bataklık üzerinde 10 bin hektarlık arazi sürü lerek yeni gelen göçmenlere tevzi edil miştir. Aksaray kazası dahilinde geçen ağustos içinde kârgir olarak inşasına başlanan 25 ilk okulun yapı işleri bitmek üzeredir. Temmuz nihayetinde bu mekteblerin tedrisata açık bulundurulacağı anlaşılmak tadır. Bu sene için Aksarayda Halkevi tarafmdan bir sinema binası yaptınlacaktır. Bu binanın projeleri hazırlanmış ve inşaata başlanmak üzere bulunmuştur. Metropoliten şirketi fe&hedildi İstanbulda tahtelârz vesait işletmek üzere 1919 senesinde metro imtiyazı alan lstanbul Metropoliten şirketi hissedarları dün Metro hanında fevkalâde bir içtima yapmışlardır. Umumî Harbin doğurduğu iktısadî zorluklar ve nüfus kesafetinin kâfi bir hale gelmemesi yüzünden İstanbulda metro işletmesinin şimdiye kadar mümkün olmaması dolayısile fevka Bizans devrine aid bir vazo lâde içtimada şirketin feshine karar veŞehrimiz antikacılarından Nişan isrilmiştir. İçtimada şirketler komiseri Sü minde bir zat Bizans devrine aid iki ruri Devrimer de hazır bulunmuştur. kulplu topraktan bir vazoyu Müzeler Mefsuh Metropoliten şirketinin tasfi idaresine hediye etmiştir. Yapılan tetkikat yesine şirketin eski müdürlerinden Gin neticesinde bu vazonun bir eşi müzeler dorff ile hukuk müşaviri Pertcv memur kolleksiyonunda bulunmadığı anlaşıl edilmişlerdir. mıştır. îşte Nemide, işte bir Ölünün Defteri, işte Ferdi ve Şürekâsı ve işte sırasile Mai ve Siyah, Aşkı Memnu, Kırık Hayatlar, Bir Yazın Tarihi, Solgun Demet, Bir Karaya oturan gemiler henüz Şı'ri Hayal, Bir Hikâyei Sevda, Bir Muh tıranın Son Yapraklan, Bir İzdivacın kurtulamadı Tarihî Muaşakası, Bu muydu, Heyhat, Üç gün evvel, îzmirde Paleogediz Firuzan, Fare, Kâbus, Kenarda Kalmış, mevkiinde, sis yüzünden karaya oturan Romanın Tarihi, Hepsinden Acı, Aşka îngiliz bandıralı Ary Lendren vapuru Dair, Onu beklerken... henüz kurtulmamıştır. Vapurun imdad Edib Halid Ziya, mütefekkir Halid işareti üzerine Aalemdar tahlisiye vapuZiya, san'atkâr Halid Ziya, alim Halid ru kaza mahalline gitmiştir. Fakat, kazadan itibaren 34 gün geçtiği ve vapur Ziya ve nazma değer vermemesine rağiyice oturmuş bulunduğu halde İngıliz men en büyük şair Halid Ziya işte bu kaptan, imdada yetişen Türk tahlisiye eserlerde gülüyor, konuşuyor, düşünüyor, gemisine iş vermemiş, kendi kendisini düşündürüyor ve bize Türk edebiyatına ne kurtarmak teşebbüsünde de bulunma güzelhkler, ne incelikler, ne derinlikler getirdiğini merhale merhale gösteriyor. mıştır. Halid Ziya gecesinde bulunup ta pek İngiliz vapuru, 8700 tonluk, motörlü aziz ve pek nezih üstad hakkında söyleyeni bir gemidir. îki gün evvel, Gelibolunun karşısında nen sözleri, yapılan tahlilleri dinliyemeZincirbozan mevkiinde, akşam karanlı mek, gönülden saçılan alkışlan duyağmda karaya oturan Yunan bandıralı mamak yüzünden üzülmüş, ıstırab çekmiş Mihailos vapuru da kendi kendisini kur on binlerce yurddaş şüphe yok ki onu tarmağa çalışmaktadır. Türk gemi kur benim yaptığım gibi bu eserlerin içinde tarma şirketinin Sora vapuru, Yunan va arayıp bulacaklar ve müteselli olacaklarpurunu kurtarmak için Geliboluya git dır. Zaten tarih te yannın ve birer yann mişse de, Yunanlı kaptanın iş vermeme olarak doğacak asırların çocuklanna onu si üzerine çalışmağa başlamamıştır. Ya bu eserlerle tanıtacak, değil mi? Onun pılan iskandil ve dalgıc tetkikleri gemi için bize ve herkese terettüb eden vazife, nin yalnız başına kurtulamıyacağmı gös Halid Ziyanın içinde yaşadığı satırlan termiştir. Yunan gemisi, İbrailden yük kitabhanemizde bulundurmaktır. İtikalediği 6600 ton hububat ile Akdenize dımca samimî bir kadirşinaslık eseri olanbu gecelerin bir hedefi de budur ve bu giderken kayalıklara düşmüştür. olmalıdır. rak: Maddî şeyleri sevemiyorum, dedi. Asıl fikrinin bu olmadığını da Orhana anlatabilmek için ilâve etti: Sıhhatli, kuvvetli olmayı severim ama biraz iştahsızım. Ali Haydar vaktile Vedia tarafından reddedilmiş olmanın kinini de yediği yemeğin lokmalanndan birile beraber yutmağa mecbur olmuştu. Derin bir nefes alarak yutkundu ve sustu. Yemekten sonra meclis gene gruplara ayrılmıştı. Orhan, Bahri, Ali Haydar, Vedia gene berabevdiler; fakat bu sefer aralarına Rüştü de geldi. Hepsi oturduğu halde o ayakta durmayı tercih ediyordu. Orhan bu genci hep ayakta gördüğünü hatırlıyarak düşündü: «Zarif adam itiyadı mı?» Rüştü sigarasını tabakasının üstüne vurarak ince uzun parmakları arasında sıkıyordu. Bu hareketi biln sigarasını yumuşatmak ihtiyacmdan ziyade parmaklarımn zarafetini teşhir gayretine benziyordu. Fakat Orhan böyle düşünürken, Rüştü son derece nazik ve hayırhah bir gülüşle ona yaklaştı: Edebiyatımızın hakikî velnimetlerinden biri olduğuna herkesten önce tarihin şehadet ettiğini bilmekle kıvanc duyageldiğimiz büyük üstadın daha birçok yıllar yurda müfid olmasına bu vesile ile dua ederken Eminönü Halkevine de candan teşekkür etmeği borc bilirim. Cumburiyetin edebî tefrikası: 68 di. Hiç sevmiyorum. Ben de pek sevmem. Erkekler arasında girmeğe mecbur kaldığım münaka şalar vardır. Bunlar da bende nahoş bir hatıra bırakır. Erkekler arasında başka; fakat kadınlar fikirlerini zorla kabul ettirmektense hissettirmelidirler. Erkeklerden de böyle yapanlar hoşuma gider. Meselâ Rüştü. Bakınız, demindenberi Safiye onu kurcaladı, fakat Rüştü bahse girmedi. Orhan burada susmuştu. Vedianın Rüştü hakkında söylediği şeyleri kabul etmediğini sezdirmek için masanm üstünde duran iki elini de geri çekerek doğruldu ve susmıya devam etti. Vedia anlamıştı; fakat onun bu hareketini daha geniş manada tefsir ederek yalnız Rüştüye karşı bir antipati değil, Orhanın kendi şahsına aid bir müdafaa tavn da sandı ve dedi ki: Rüştü zaten böyle konuşmalardan pek hoşlanmaz. Bu kadarı da çok fena. Dediğim gibi erkekler bazan münakaşa edebilirler. Ve dediğiniz gibi erkeklerin bazan girmeğe mecbur oldukları münakaşalar vardır. Pek tabiî... Orhan bilerek veya bilmiyerek bir münakaşaya girmemek arasında cehalet ve ilim farkı olduğunu söyliyecekti; fakat Vedianın muhitindeki insanlar hakkında BİZ ı İNSANLAR Yazan: Peyami Safa Bak şu uğursuzun yediği naneye, dedi, gel de terbiye haturı için sabret! Orhan tasdik etti: Cidden. Yan gözle Vediaya baktı. Kız gene titriyordu ve yüzü kızarmıştı. Orhanın bakışını hissederek başını kımıldatmadan: Ah. dedi. Samiye Hanım bahsi değiştirmek için Traven'e soruyordu: Zevcenizden beklediğiniz mektub geldi mi, mösyö? Buraya gelmeğe niyeti var mı? Tereddüd ediyor, madam. Hakkı da var. Ne olacağımız belli değil! Fransızm sesinde acılık vardı. Besimenin sesi gene çıktı: Gelip te ne yapsm, zavalh kadm... Otursun oturduğu yerde... Paris gibi yerden kalkıp buraya gelinir mi? Orhan, Ali Haydarda gittikçe artan münakaşanın Vediada uyandırdığı kor kuyu sezmiş ve gene kızı teselli etmek istemişti: Siz münakaşayı se\Tniyorsunuz! de Bahis tıkandı. Orhan Bahriye bakıyorclu. Gene zabitin yüzünde geçen seferdekinden daha sakin bir keder vardı. Ko nuşulanları dinliyor, fakat arada bir dikkatini bahisten uzaklaştırarak daldığı oluyordu. Rengi hâlâ uçuktu. Ali Haydar Rüştile konuşan Fransıza bakarak sordu: Memleketinizi göreceğiniz geldi mi? Geçenlerde hararetle nostaljinizden bahsediyordunuz. Evet, mösyö, Ankaranm zaferini bunun için de sabırsızlıkla bekliyoruz. İstanbulda sıkıldınız mı? Böyle bir suali tasdık etmek kolay 3eğildir. Fakat burada çok elim şerait İçinde bulunuyoruz, Traven başını sallıyarak mırıldandı: Bu zafer çok uzakta! dedi. Besime bir kahkaha arasında sesini yükseltti: Kafdagınm arkasında! dedi. Sonra Fransızlara Kafdağını izah etmeğe kalktı. Ali Haydar sinirli bir dir6ek ucile Orhanı dürterek: fikirlerini bu kadar şiddetle ifade etmekten çekindi ve maksadını şöyle anlattı: Münakaşadan korkmak ve nefret etmek ayrı şeylerdir. İnsan mecbur olduğu zaman, yani bir erkek, ondan korkmadığını ispat etmelidir. Sustular ve etrafı dinlediler. Sofra gene üç kısma ayrılmıştı ve münakaşa edilmiyordu. Her grup neşe içinde idi. Yal nız Bahri ve Ali Haydar susuyorlardı. Vedia ile Orhanın konuştuklarını kısmen duyan Ali Haydar, Orhana doğru iğildi: Monşer, dedi, bizim Vedianın nazarında model erkek Rüştüdür. Orhan bu sözü duymamış olmayı tercih ederek önüne bakmıştı; Vedia kızardı ve sustu. Ali Haydar devam ediyordu: Azizim, kadm dediğin mahluk ne kadar münevver olursa olsun bir boyunbağın rengine, bir pılanta kol düğmesine dayanamıyor. Vedia o kadar titremeğe başlamıştı ki eündeki çatal tabağm üstünde bu ıspazmozu aksettiren sesler çıkarıyordu. Or han iştahsız yemek yiyen kıza her zaman boyle olup olmadığını sorarak bahsi değiştirmek istedi. Vedia cevab verdi: Ekseriya böyle. Sonra Orhana dolayısile bir cevab ola M. TURHAN TAN Dokuz ayda 20 milyon kilo ihraç edildi Son dokuz ay içinde memleketimizden 19,843,068 kilo tütün ihrac edilmiştir. 935 senesinin son dokuz ayında ise ihracat 19,598,949 kilo idi. 936 senesi dokuz aylık ihracatınm 6,498,937 kiıosu İstanbuldan, 12,231,127 kilosu İzmir den, 890,943 kilosu Samsundan, 83,098 kilosu Trabzondan ve 138,963 ki'osu diğer muhtelif yerlerden sevkedilmiştir. Tütün ihracatımızdan 8,405,068 kilosu Almanyaya, 7,393,030 kilosu Amerikaya, 826,794 kilosu Holandaya, 685,453 kilosu da Çekoslovakyaya aiddir. Ne tarafta oturuyorsunuz? diye Son on iki aylık ihracatımız.n 25 milsordu. yon kiloyu gececeği anlaşılmaktadır. Orhan gülümsemeğe çalıştığı halde o936 senesi rekoltesinden tütün tüccar nun kadar tabiî olma': elinden gelmediğini ve şeriketlerinin satın aldığı tütünlerin dc hissederek: (Arkası var) sevkine başlanmı§tır.