2 Mavas 193T CUMHURIYET EPEBİYAT HAREKETLERİ 19 3 7 Paris sergisinde edebiyat paviyonu açılıyor Son 37 sene zarfında dünya edebiyatının geçirdiği istihalelere umumî bir bakış 1 mayısta açılacak Paris sergisi, 1900 den 1937 senesine kadar garbın teknik sahadaki inkişafını gösterdiği gibi, felsefenin, ilmin, san'atın ve bu arada da edebıyatın ayni seneler zarfındaki inkişafını, mev cud imkânlardan istifade etmek suretile t«nvir etmeğe çalışacaktır. Sergide edebiyata büyiik bir mevkı ayrılacağı, son yedi scne içinde, Cemiyeti Akvamın 1933 te Paul Valery'nın reıslıği altında Avrupa kültürünün istikbali (1) ni münakaşa etmek üzere yaptığı büyük kongre, ko miinist muharrirlerin 1935 te Moskovada yaptıklan büyük toplantı, Hitler'in büyük bir meydanda birçok eserleri yaktırması ve antifaşist muharrirleri memleket dışına çıkarması, ve bu sene büyük bir ehemmıyet kazanan kıtab meselesı münakaşalarınm yaptığı ehemmiyetli akislere bakarak kolayca tahmin edilebilir. Maamafih, 1900 den itibaren 1930 a kadarki edebî hareketler ehemmiyet itibarile bu saydıklarımızdan hiç te aşağı değildir. Edebî meseleler üzerinde yeni ve çok canlı bir şekılde düşünmek fırsatını verecek olan bu serginin, muhtelif garb milletlerindeki, Birleşik Amerıka devletlerile lâtin Amerikasındaki edebî faaliyeti teşhir için birçok edebiyat paviyonlan da açacağı söylerunektedir. Bu edebiyat paviyonların dan başka, bilhassa bu asırda ciddiyetle mevzuu bahsolan edebiyat ve cemiyet münasebetleri, siyaset ve edebiyat, edebiyat ve kültür, muharrirlerin himayesi gibi birçok meseleleri münakaşa etmek üze re de, muhtelif memleketlerin murahhas lanndan mürekkeb büyük bir edebiyat kongresinin akdedileceği malumdur. Biz bu sütunlarda, edebiyat paviyon larında teşhir edilmek istenen garbde ve Amerikada son otuz yedi senelık edebî faaliyeti ana hatlarile göstermeğe çalışacağız. Fakat, bunun için, X X nci asır edebıyatının X I X uncu asırdan, ne gibi edebî kıymetleri devir almış olduğunu meydana koymak icab eder. Sultanahmed camisi müştemilâtı Temyiz Kefeli Yusufun aldığı kararı bozdu Memleketimizin en kıymetli ve eski eserlerinden Sultanahmed camisi müştemilâtından olan bir kısım mahalle Kefeli Yusuf isminde biri tarafından müdahale ve hedmetmek suretile tasarruf edilmesi üzerine Müze Umum Müdürlüğünün işe el atarak bu yıkıntmın önünü almak istediği ve Kefeli Yusufun da Müze ldaresi aleyhine bu müdahalesinden dolayı elli bin lira tazminat ve men'i müdahale davası açtığı evvelce yazılmıştı. Elinde tasarruf senedi olması ve Evkafm da Kefeli Yusufun tasarrufuna mezuniyet vermesi Yusufun davayı kazanmasına sebebiyet vermişti. Yapılan temyiz münasebetile işten haberdar olup davayı üzerine alan Hazinenin talebi veçhile, Kefeli Yusufun istihsal ettiği ilâm; âsarı atika nizamatı mucibince bu gibi âsarı atikanın alınıp satılamıyacağına ve kimsenin uhdei tasarrufuna geçemiyeceğine binaen bu cihetler gözönüne alınarak tetkikat yapılmamasından dolayı Mahkemei Temyizce bozulmuştur. Temyizin bu karan üzerine dava tekrar edilecektir. Anadoluda AMİD San'at tetkikleri Bahar ahar, tabiatin somurtkanhktan ayrılıp gülümsemesi, neş'elenmesi ve cilvelenmesi demektir. Gök, o gülümsemenin kış gelinciye kadar makesi olur, geniş bir tebessüm gibi tepemizin üzerinde uzanıp gider. Kuşlar, o neş'eye tercümanlık eder, boyuna cıvıldar. Ağaclar, çiçekler ve... gencler o cilvenin müfessiri kesilir, renk içinde serpiIip açılır. Eski Türkler kudretin, hareketin, yeniIiğin timsali olan bahan parlak merasimle kutlarlardı. Bahann ilk günü bayram sayılır ve heyecanlı törenler yapılırdı. Ak Şaman, bahar ayında elindeki kubuzla kıvrak nağmeler dinletir, halkın neş'esini körüklerdi. Sonraları bu bayram unutuldu, yerine şairlerin kasideleri geçti. Artık Ak Şamanlann kobuzu susmuş, şairlerin kalemi bahann güzelliklerini takrire koyulmuştu. Divan edebiyatı bu yolda yazılmif şiirlerle doludur. Meselâ yedi yüz yıl Peygamber camisinin cephesi önce yaşamış olan şair Dehhanî'vi ele Paşanın haremine aid olup duvarında Diyarbekirli bir şairin güzel bir mersiye alalım, onun: si mahkuktür. Behar erişti vü kıldı cihanı nurani Gelün teferrüc edelüm gülü gülistani Şeyh Mathar camii: Bu camiin en şayanı dikkat tarafı midiye şen şen söylendiğini göriirüz. naresidir. Bugünkü vaziyete göre sokak Âşık Paşa da öyle. Garibnamenin dörortasında kalmış olan bu münferid mi düncü faslında mevsimleri anlatırken conarenin kaidesi dört sütundan ibarettir. şar: Yani alelusul bir temel üzerinde bir kaide yükseldikten sonra minarenin inşası Evvell gelmüştürür faslı behar Mu'tedüdir anda hep leylü nehar âdet iken, burada temel ihzar edi'dikten Ol zaman cümle cihan gökçek olur * sonra bir murabbaın köşelerini yekpare Yeryüzü levna levin çiçek olur taşlardan dört sütun dikilmiş ve bunlar üzerine de Romahlann devrik tarzuu andiye bahan tavsife girişir. Fakat bundıran kaba başlıklar konduktan sonra lardan ve benzerlerinden sonra yetişen üsbunlar üzerinde de dört köşeli ve Arab tadlar, şiire bahar rengi ve bahar koTsuusulünde bir minare yükselmiştir. Minasu getirmek kudretini göstermişler, yazılarenin kitabesinde ( H . 918) 1512 tarihi rında bahan gerçekten yaratıp yaşatmışve Sultan Kasım adı yazılıdır. Buna gölardır. Meselâ Bakinin Ali Paşaya sun* re fetihten iki yıl evvel yapılmış bir eser duğu kasidenin: olduğu anlaşılıyor. Ruhbahş oldu Mesihâ sıfat enfast behar Mimar: Açtilar didelerin habi ademden ezhar SEDAD ÇETİNTAŞ YOLUNDA Diyarbekir abideleri Artık oğulları, Selçukiler ve Osmanlılar devrinden kalan camiler Diyarbekirde Içkaledeki cami Selçuk tipindedir. Arab usulünde yapılmış olan minaresi kaidesindeki kitabede ( H . 557) 1161 tarihinde Nisan oğlu Ebül kasımın yaptırdığı yazılıdır. Tarih itibarile Diyarbekirde gördüklerimin en eskisi olmuş oluyor. Kendisine bir san'at şaheseri denemezse de eskiliği ile kıymeti artmaktadır. 26 ı 1 Başlangıç X I X uncu asrın son nısfında edebiyat, bu asır boyunca inkişafına devam etmiş olan ilimle, eski devirlerdekinden daha fazla alâkadar olmağa başladığı gibi, o nun zihniyetini de aşağı yukan temessül etmeğe temayül göstermiştir. Zola'nm natüralizmi, çok kısa bir hayata mahk olmasma rağmen, edebiyat adamlarını hiç değilse bazı edebî imkânları bu zih niyetle anlamağa sürüklemiştir. Edebî nevilere, ve bilhassa romana psikolojinin, müşahedeci olmak iddiasile sokuluşu, ve hatta başlıbaşına bir roman nev'i halîne gelmesi, kökünü Stendhal'den alsa bile, inkişafını herhalde psıkoloji ilmine med yundur. Bundan başka, edebî eser, eski devirlerde görüldüğünün hemen tamamıle zıddına olarak, mevzua karşı san'atkârı mümkün olduğu nisbette objektif kalmağa, ferdiyetini gene mümkün olduğu kadar gizlemeğe, onu mevzuun realist bir tefahhusuna mecbur eder, fakat bu te fahhusun gösterilişinde şekil ve san'at bakımmdan san'atkâra azamî imkânlar bahşeder. Binaenaleyh, X I X uncu asrın sonunda san'atkâr bilhassa mevzuun idrak ve izahmda, hatta biraz ileri giderek, tas virinde kullanacağı ifade vasıtasmı, lisanın bu devreye kadar kazanmış olduğu azamî intıbak kabiliyetinin inzimamile daha fazla imkânlara sahib bir hale ge tirmiş bulunuyor. Gerek romantik devirde, gerek onu takib eden devirde felsefenin geçirdiği bütün buhranlara, materyalist bir felsefe sistemi karşısında, spritüalist felsefenin yaptığı mücadelelere uzak kalamıyan e debiyat, bu mücadeleleri, vülgarize ederek bile olsa, kendi meselesi olarak gör meğe daha fazla alışmış, ve bu, edebiyat adammı, eski devırlerin ansiklopedıst tipi yerine, kültür adamı olmağa süriiklemiştir. Maamafih, bu devrede cemiyetin şahid olduğu demokrasi buhranları, edebiyatı ya yeni bir hamle ile mücehhez olarak inkişafa başlıyan bazı mületlerde görüldüğü gibi (Ros, Alman, Amerikan, ilâh..) idealizme, yahud da pesimist bh" felsefenin Schopenhauer, Nietzsche) tesirile devrin doğurduğu yeniliklere bir aksülâmel yapmağa doğru götürmüştür. Fakat, ne olursa olsun, edebiyat, eskilere göre, yaşayış sebebi ve imkânları kendı içinde gizli olan bir içtimaî müessese ol maktan uzaklaşmağa, ve hayatla alâkasını artırmağa başlamış bulunuyor. Avrupada büyük birer hâdise olan 1848 ihti lâlleri, 1870 harbi, komüne meşhur Dreyfus meselesı, siyasî bir takım hâdiselerin bile edebî birer mevzu olabileceğini kabul ettirmiş olması, edebiyatı içtimaî mesele lerle daha yakmdan temasa, ve muharrirleri de birer ideolojiye merbut kalmağa mecbur ediyordu. Bu asrın sonunda de mokrasinin, bu asrın başında yaptığı vaidleri, kendi metodlarile halle muvaffak olamıyarak, içtimai kıymeti üzerinde münakaşalan doğurması, ve karşısma komünizmin yeni bir metodla çıkması, edebi yat adamlarına siyasî bir fikrin taraftarlığını etmek lüzumunu hayatî bir zaruret gibi kabul ettirdi. Bu suretle, edebiyat bu zamana kadar tanımadığı içtimaî tehkidi de ortaya atmış oluyordu. Evvelâ, içti maî tenkid şeklinde başlıyan bu mucadeleci edebiyat, bilâhare biri faşizm, diğeri de komünizm etrafında teşekkül eden farklı iki resmî edebıyatın temelini teşkil eder. Mes'udiye medresesi: Ulu cami civarında olup Artık oğlu Mes'ud yaptırmıştır. İçindeki kitabede ( H . 620) 1223 te Mes'udun bina ettirdiği ve mimarın da Mehmud oğlu Cafer Avrupa banliyösünde tenzi olduğu arabça ibare ile yazılıdır. Mimarî tarzı mükemmel Selçuk olup Diyarbekilâtli talebe karneleri Devlet Demiryolları tarafından Av ıin birinci derecede san'atlı ve nefis bir rupa hattı banliyösünde ihdas edilen ye eseridir. ni tenzüâth talebe karneleri dünden itiPeygamber camii: baren mer'i olmağa başlamıştır. Bu cami iki kısım inşaî safhayı ıhtiva olan münasebetleri daha fazla kesafet peyda eden edebî neviler, san'atkâr € linde istenildiği şekilde elâstikiyet kazanabilecek bir mahiyet almış oluyorlar. Bundan başka, on dokuzuncu asrın ikinci nısfında devrin hâkim edebiyatı oîan Fransız edebiyatı bir tarafa bırakılırsa, ancak romantizm devrinde doğmağa başlıyan yeni edebiyatlar arasında Rus edebiyatile îsveç ve Norveç edebiyatlan, garb edebiyatının çehresi üzerinde mühim değişiklikler hapabilecek birer var Iık haline gelmişlerdir. Maamafih kıy metli ve fakat faal olmadıklan için u nutulmuş olan Ispanyol ve Italyan ede biyatlarında da bariz bir canhjık sezilmektedir. Malzemesini ve şekillerini Avrupadan almakla beraber, Amerikan edebiyatı başlıbaşına yeni bir edebî neviler muhasebesi yapabilecek kudrete sahib bulunuyor. Alman edebiyatı bu asnn sonlarmda hâlâ romantik an'aneleri devam ettirmekte ve yeni edebî cereyanlara nisbeten kapısını kapamış vaziyettedir. în gilterede ise, mutedil ve edebiyatın ka zandığı yeni kıymetlerden, hatta imkân lardan biraz uzak duran bir an'anenin hâkimiyeti vardır. Maamafih, Avrupanın ikinci derecede ehemmiyeti haiz kütlelerinde de yeni bir edebî canhlık görülü yor, bunlann başında bilhassa Polonya ve Macaristan gelir. Bu kısa bakış, 1900 senesi arifesinde, Avrupa edebiyatının bir nevi mücadele hissi kablelvukuu içinde çırpmdığı, ve her türlü imkânlara kapılannı açmış bir vaziyette olduğunu gösteriyor. Edebî hareketlerin aksülâmellerini izhar etmesinde içtimaî cereyanların, fikir hareketlerinin çok ehemmiyetli olmasma mukabil, kendi bünyesinde vâki olan bir hareket, sembolizmin iflâsı, edebıyatın Yirminci asır başında Ondokuzuncu asırdan devren almış olduğu kıymetlerin genis bir faaliyet imkânı bulmasma zemin hazırlamıştır. ŞERlF HULÛSl Şeyhmathar camisinin minaresi ediyor, sol taraftaki kısım Selçuk eseri olup tarihi tesbit edilememiştir. Bu kısmın üzeri ahşab bir taranla örülüdür. Bu tavan Osmanlılar tarafından yapılmıştır. Aslında da böyle ahşab tavan mıydı yoksa diğer Selçuk eserlerinde olduğu gibi tonozla mı örtülüydü. Bunu tetkike imkân bulamadım. Sağ taraftaki kısım ise Osmanlılar talafından tevsian ilâve edilmiş olup tek kubbelidir. Bu kısmın önünde direkli kemerli ve kubbeli son cemaat yeri vardır. Minare kaidesindeki kitabede ( H . 930) 1523 tarihi ve (kasab Hacı Hüseyin) adı yazılı olduğuna göre fetihten on yıl sonra Osmanlılar tarafından yapılan bu ilâve kısmının tarihi de bu olduğu anlaşılır. Bu ilâve kısım mükemmel bir Osrpanlı tarzı olduğu halde minare gene Arab tarzına göre yapılmıştır. Bundan Osmanlı tarzında minare yapacak usta Iann bulunmadığı anlaşılır ki bu ciheti aşağıda ayrıca Osmanlı medeniyeh bah2 nde tetkik edeceğiz. *** Edebî nevilere gelince, bu asrın sonunda şiir son tekâmül safhasını en kuvvetli bir şekilde, Fransada doğmuş bir şiir mektebi olan Sembolizm içinde geçire cek, XXnci asır başında da, dığer edebî neviler gibi, o da ya mücadeleci olabilmek için bir ideolojiyi terennüme, yahud da klâsik an'aneyi devam ettiren, fakat hayatilığini nisbeten kaybetmiş bir saz olmağa mecbur kalacaktır. Tiyatro, ne tekniğin yardımile sahne bakımından azamî inkişafına mukabil, daha fazla içtimaî tenkid yapan, fakat edebî ehemmiyetini maalesef epey kaybeden bir edebî nevi haline gelmiş bulunuyor. Roman, her nevi fikir meselelerinin kolayca, ve edebî bir şekilde teşhir edildiği meselâ Dostoiewsky'de görülen inşaî tarafını kaybetmekle beraber bu asrın sonunda Zola ile başlıyan içtimaî hayatm tasvirini yapan bir nevi mecmua haline gel(1) Bu kongre hakkında yaptığımız bir miş gibidir. Bu suretle muhteva itibarile hulâsa (Yeni Türk mecmuası, eylul 1936) çok zengınleşmeleri nısbetınde, hayatla da çıkmıştır. Zemant aysü şadidir demi ikbali devrandtr Maarif Vekâleti, gene kızlarımızın ev Felek hep ettiği evzaa şimdi pek peşimandtr idaresi ve çocuk bakımı hususlarında beytini başında taşıyan kasidesindeki baiyi bir şekilde yetişmelerini temin için har tavsifini unutmamak şartile Nef'îye memlekette mevcud kız san'at mekteb geçersek bu mevzuda neler, ne bedialar lerinin adedini çoğaltmağa karar ver görmeyiz! Işte: miş ve bu maksadla yeni sene bütçesine kâfi miktarda tahsisat ta koydurmuştur. Bahar erdi yine dilstü letafet gülsitan üzre Vekâlet bu tahsisatla ikisi Adanada, Yine oldu zeminin lutfu galib âsman üzre dördü de diğer vilâyetlerde olmak üzere yeniden altı san'at mektebi açacak • diye başlıyan meşhur kaside!.. Ya Nedim, başlıbaşına bir bülbül, batır. Bu mekteblerdeki tedrisat, yalnız mekteb yaşındaki gene kızlarm değü, hara tutkun kıvrak nağmeli bir hanende her yaştaki kadın ve kızlarm devam e ve: debilmeleri için akşamlan yapılacaktır. Gel ey faslı beharan mayei drâmü habımsın Ereğli fabrikası mamulâtı Enisi hatvnm, kâmı dili pür ıstvabımsm diye nazende değil midir? Ziyalar, Kemaller, Avniler, Arif Hikj metler, Hâmidler, Ekremler, Fikretler hep bu yolda yürümüşler ve bahan, büyük heyecanlarla, terennüm etmişlerdir. Şimdi bahar, pek sessiz gelip geçiyor, kaside almadan ve kendi için yazılmış jiirleri dinliyemeden doğup sönüyor. Acaba şiir mi hissini kaybetti, bahar mı şiirini?.. Bu, kolay çözülür muadele değilL KÜLTÜR İŞLERİ Açılacak yeni kız san'at mektebleri beytile başlıyan girizgâhı nekadar nefistir? • IÖ (Riyazî) nin: * Adana (Hasusî) Sümer Bank Ereğli mensucat fabrikasınm deneme mamulâtı şehrimize getirilmiştir. Av rupa mallarından daha üstün denile bilecek derecede temiz, zarif ve o nisbette güzel ambalâjlanmıştır. Adana pamuğundan muhtelif renk ve cinslerdeki patiska. poplin çarşaf, masa örtrüleri ve havlular şehrimiz Ticaret Odasında halkımızla tüccarlara teşhir edilmiştir. Kendi emeklerinin mahsulünü ilk deCamiin ilâve kısmının arka cephesin fa olarak bu kadar zarif mamul madde de ( H . 1131) 1718 tarihinde yapılmış halinde gören çiftçi ve köylülerimiz bir türbe vardır ki Köprülü Abdullah bunları zevlke seyretmişlerdir. Aralarında bir doktor da varmış. îtilâf ve Türk polisleri de geldiler. Çocuk hemen ölmüştü. Valilerimizden birinin oğlu imiş. Katil kaçtı. Todori isminde bir Rummuş ve evvelce de bir Türk öldürmüş. Sonradan yakalandı, fakat itilâf zabıtası tarafından serbest bırakıldı. O gece biz, İstanbula, evlerimize dönerken, ayni silâhın bin defa patladığmı, ayni gencin bin defa yere yıkıldığını görüyorduk. istanbulun halis Türk mahallelerine kavuşmak için, Beyoğlunun vuveylâlannı arkamızda bırakarak koştuk. Orada sanki ayni zamanda hem bir katliâm, hem de bir şenlik ve şehrayin vardı. Kudur muş bir halk sanki insan kadavralannm üstünde dansediyordu. Biz Karaköyden Eminönüne doğru Köprüyü geçerken tam geceyarsıydı. İtilâf devletlerinin bütün gemilerinden havaya ok yılanlan gibi saplanan keskin, yırtıcı, uzun düdük ses leri yükseliyordu, her tarafta silâhlar atılıyordu. Bize bu atılan silâhlardan her biri bir Türkü öldürüyormuş gibi geldi. Birbirimizin yüzüne en büyük felâketlerden biri karşısında hiçbir şeye muktedir olmıyanlann nafile ve haysiyetsiz isyanile bakıyorduk. Arkadaşlardan biri durdu, bize arkasını döndü ve hüngür hüngür ağladı. M. TURHAN TAN Cumhuriyetin edebî tefrikası: 64 BİZ İNSANLAR Yazan: Peyami Safa bundan daha ucuz kurtuluş olamaz. Sükunetle: « Veremem! dedim, buna imkân yoktur. Beni tekrar binbaşının yanından çıkardılar ve beklettiler. Biraz sonra binbaşı tekrar bana sordu: « Düşündünüz mü? Kabul ediyor musunuz? « Hayır! dedim. Hakareti o yap mıştır. Bana elini uzatırsa ben de uzatınm. Fazla hiçbir fedakârlık kabul et mem. Beni tekrar dışarı çıkardılar. Ben on dakika geçti, gene binbaşının yanına soktular. Bu sefer orada zabit te vardı. Fakat kadın yoktu. Zabit bir kelime söylemeden bana elini uzattı, ben de uzattım. Tek kelime konuşmadık. Binbaşıyı selâmladım ve çıktım. îçimden bu neticeye hayret edıyordum. Kapının önünde yanıma bir Rum yaklaştı. lstasyon memuru muydu, onların tercümanı mıydı? Bilmiyorum. Kulağıma eğildi: Bedava kurtuldun, dedi, talihin ölsem de gam yemem. Fakat bizim arkadaşa acıyordum. Bizi çok bekletmeden bir binbaşının karşısına çıkardılar. Zabit ortalarda yoktu. Fransız binbaşısı bcni tepeden tırnağa kadar süzdü: « Cürmünüzün nekadar ağır olduğunun farkmda mısınız? diye sordu. . « Bir cürüm yaptığıma kani değilim, Hakarete uğradım ve cevabını verdim. Siz de benim yerimde olsaydınız ayni şeyi yapardmız. « Ne gibi hakaret? « Yalnız bana değil, bütün milletime barbar dedı. Tahammül edemezdim. « Her yerde, her hakarete tokatla mı cevab verilir? « ilk tokatı atan odur. Vak'ayı anlattım, arkadaşımın mesele ile hiç alâkası olmadığı için tahliye edilmesini istedim. Onu serbest bıraktılar ve beni biraz daha ahkoydular. On dakika sonra beni binbaşı gene çağırdı: « Tarziye verirseniz sizi serbest bırakınm, dedi. Unutmayınız ki sizin için varmış. Çünkü zabitin yanındaki kadın başka bir âmirinin karısıymış. Gizlice gezmeğe gitmişler. Binbaşı bir mesele çık masın diye işi kapattı, zabit te sesini çı karmadı. Orhanla Necatinin yüzüne bakarak başım salladı, kaşlarını kaldırdı ve in dirdi, gene pantalonunun dizkapağını fiskeledi, sonra rahat bir nefes alarak dedi ki: Allahtan ufaktefek bir adamdı. Eğer canımin istediği gibi patakhyaca ğıma aklım kesmeseydi, vururdum billâ hi.... Yanımda silâh vardı, vururdum. Onlar bizden kaç kişinin canına kıydılar. Evet,. dedi Necati, benim yanımda bir genci öldürdüler. Geçen yılbaşı gecesi. Beyoğlu barlanndan birinde. Biz beş altı arkadaştık. Bar hıncahınc doluydu. Çoğu Rum, Ermeni, ecnebi ve İtilâf kuvvetleri. Hepsi sarhoş. Ayakta duracak yer yok. Birdenbire yirmi tane kadar Ingiliz zabiti sahneyi işgal etti. Akıllanna es miş olacaktı. îçlerinden biri halka ayağa kalkmasını emretti. Biz müstesna, herkes kalktı. Önümüzde duran bir Fransız zabiti bize bağırıyordu: «Kalksanıza...» Fakat aramızda bir kavga kopmadan evvel, sahnedeki Ingiliz zabitleri millî marşlarını söylemeğe başladılar. Halk ta onlara kısmen iştirak ediyordu. Marş bitince bir alkış koptu. Zabitler sahneden inerken, aramızda bulunan bir arkadaşın teklifi üzerine iki masanın üstüne çıktık ve yüksek sesle: «Ordumuz etti yemin» marşını söylemeğe başladık. Fransız zabiti masamıza yaklaşmış, bağırıyordu: « îininiz aşağı, susunuz! «Biz daha yüksek sesle marşı okumaya devam ettik. Bitince yeni baştan söyle dik. O sırada, masalarımızın yanında bir Türk genci peyda olmuştu. Onu tanımı yorduk; yalnız marş söylerken onun Fransız zabitile çekişmeğe başladığını görmüştük. Gencin elinde serpantinler vardı, yüzü kıpkırmızı olmuştu. Güzel bir fransızca söyliyerek haykırıyordu. Etrafımıza halk toplandı.. Biz marşı ikinci defa okuyup bitirirken bu gencin başka birile yumruklaştığını gördük. Masadan indiğimiz vakit, ikisi de bizden uzaklaşıyordu. Daha rahat kavga etmek üzere dışarıya çıkmak istediklerini anladık. Türk genci müdafaa etmek için hep birden koşmuştuk. Barm methalindeki karanlık pasaja kadar gittik. Ikisinin de etrafını bizden evvel yetişen bir kalabalık sarmıştı. Olanca hızımızla bu kalabalığı yararken bir silâh patladı. Mavi bir alevden sonra birinin yere yuvarlandığını, başka birinin de kalabalığı karşı tarafımızdan yararak kaçtığını gördük. Yere yıkılan Türk genciydi. Kalbinden vurulmuştu. Pasaiın üstündelci lokantadan koştular. şuursuz bir hırçmlığile kopardığı tesbihinin tanelerini yerden topluyordu. Doğruldu ve Necatiye: Sen bunu bana anlatmamıştın, dedi. Sonra ellerinden birini ona, birini de ötekine uzatarak: Bakınız! dedi, nasıl titriyorum. Üçü de sustular. Ruhlarm namlusun dan başka hiçbir ağzın konuşmasında fayda yoktu. Orhan düşündü: «Parmağı tetiğe koymadan evvel yapılacak hiçbir müessir hareket yoktur.» Vapur iskeleye gelinciye kadar konuşmadılar. Mektebe giden yolun başında üçü de birer akşam gazetesi almışlardı. Mevziî harekât. Büyük bir teselli yoktu. Mektebde Orhan müdürün odasına Necatile beraber girmişti. Salâhaddin Bey nargile içiyordu. Orhanı görünce hortumu elinden bırakarak doğruldu ve bağırdı: Neredesin be civanım? Aratnudığımız yer kalmadı, neredesin? Necati Orhanla beraber oturduklannı anlattı. Müdür hâlâ koltuğundan yarm kalkmış duruyor, onlara yer göstererek hay retle ikisinin de yüzüne bakıyordu: Ne bileyim be bir^er, kerametim Necati bitirince Orhan yere iğildi. O yok ya... nu dinlerken takallus eden parmaklannın (Arkası var)