1 Birineikânun 1936 Edebiyata bakışlar "Yeni Türk Edebiyatı,, Yazan: Cahid Sıtkı Tarancı Birkaç zamandır kitabcı camekânla nnda, şiir mecmuası ve romandan ziya de, edebiyat tarihi hulâsası namı altında birkaç formalık kitablar sıksık görülüyor. Dikkat etmişseniz, bu kitablann üstünde § cümleyi okumuşsunuzdur: «Lise ol U gunluk imtihanında talebeye yardımcı kitab». Bu kitabları şöyle bir kanştırmak mahiyetleri hakkında bir fikir edinmeğe yeter. Hepsinde, maksad nekadar güzel ve talebeden yana olursa olsun, şu müşterek kusur var: Türk edebiyatına karşı lâübali bir vaziyet takınmak. Aceleci müellif, aktüel hâdiselerin azamî dikkat ve alâkamızı çektiği şimşekli, yıldırımlı, dinamik bir zamanda yaşadığımızı bize hatırlatmak için mi bilmem, Türk edebiyatının ta başlangıcdan bugüne kadar, geçirdiği tekâmül yolunu adım adım takib ederek her safhası üzerinde kuvvetli bir projektör gezdireceğine, bize bu tekâmülün içtimaî, iktısadî, siyasî sebeblerini, hulâsaten bile olsa, söyliyeceğine, edebî şahsiyetleri hiç değilse en karakteristik eserlerile sabırlı bir tahlil süzgecinden geı, ip kıymetlerini tesbit edeceğine, yemiş isimleri sayar gibi eserleri saymak ve muharrirlerin hangi tarihte doğduğunu ve hangi tarihte öldüğünü, hangi vilâyetlerde valilik ettiğini, hele yaşıyanlardan bahsediyorsa, hangi gazetede fıkracıhk veya hangi mektebde muallimlik yaptığını söylemekle vazifesini başardığmı sanıyor. Şimdiye kadar hiç kimse çıkıp ta bu edebiyat muallimlerine bu işi ne diye yaptıklannı sormadı. Bu kitablan bastırmakta, yanılmıyorsam, biraz da, maarife satıp birkaç para kazanmak ümidi az daha gayesi diyecektimvardır. Belki de aldıklan maaşla ailelerini geçindiremiyen edebiyat muallimlerinin bu ümidi meşrudur, fakat gönül isterdi ki ümidlerinin bu meşruiyetile atbaşı giden bir gayret sarfetsinler, Türk edebiyatını talebeye iskelet halinde değil, etile, adalesile, kafasile, kol ve bacak hareketlerile, aşkları, hiddetleri, ıstırabları, çığlıklan, iştahları ve imkânlarile, velhasü bütün canlıhğı ve hayatiyetile göstersinler. Halbuki bu komprime edebiyat tarihleri, îsmail Habibin, Agâh Sırrınm, Mustafa Nihadın kitablan gibi uzun bir emek mahsulü olmak şöyle dursun, onlar gibi ilmî bir kitab vakannı taşımaktan, salim hükümler vermekten de uzaktır. Vasfi Mahir Kocatürk te geçenlerde, kendini bu modaya uymaktan kurtaramıyarak, «Yeni Türk Edebiyatı» adlı 148 sahifelik bir kitab neşretti. Vasfi Mahir Yedi Meşaleye mensub, bir zamanlar Faruk Nafiz yolunda yürümüş bir şair, muhtelif liselerde edebiyat muallimliği esnasında edebiyatla ilişiğini kesmiyerek «Geçmiş Gecelen>. «Tunc Sesleri» isimli şiir kitablan çıkarmış, Avrupa edebiyaündan muvaffak tercümeler yapmış ve bugün Malatya lisesi direktörü bulunan değerli bir edebiyatçımızdır. Edebiyat muallimliğindeki yedi sekiz senelik tecrübesi ve dünya edebiyatı hakkındaki geniş kültürü Vasfi Mahire böyle bir kitab neşretmek salâhiyetini belâğan mabelâğ vermektedir. Kitabı hakikaten bir emek mahsulü. Vasfi Mahir: «Türk edebiyatının toplu ve tam bir tarihini meydana getirmek istiyen bir tarihçi onu herhalde üç büyük devre içinde tetkik etmelidir» diye söze başlıyarak ilk defa Fuad Köprülü tarafından edebiyatımıza getirilen Türklerin müslüman olmadan evvelki edebiyatı, müslüman olduktan sonraki edebiyatı, yeni bir kültür ve üklü altında kurulan edebiyatı tasnifini her edebiyat tarihçisi için zarurî gördüğünü söyledikten sonra, onun Avrupa medeniyeti altında Berberlerin Pazar tatili San'at Türk edebiyatı adım verdiği üçüncü devreyi Tanzimattan başlanmasını kabul etmiyerek: «Tanzimatla Türk cemiyeti islâm medeniyeti tesirinden kurtulmuş değildir. Böyle bir dönüm noktası ancak cumhuriyet olabilir» diyor. Vasfi Mahir doğru görüyor. Hakikaten Gülhane Hattı Türk cemiyetınin Avrupa mederıiyetini hazmedişinin vesikası olarak gösterilemez. Vasfi Mahirin dediği gibi 1839 tarihi Türk edebiyatı için doğrudan doğruya hiç birşey ifade etmez, Şinasinin gazetesı bu tarihten yirmi yıl sonra çık mağa başladı, Şinasi de bugünkü edebiyatın şuurlu bir öncüsü sayılamaz, Na mık Kemal, Ziya Paşa, Ahmed Vefik Paşa, Abdülhak Hâmid ve Recaizade Ekrem de esas karakterleri itibarile eski edebiyat içindedirler ve bugünkü edebiyatm ancak ilk müjdecileri addedilebilirler. Vasfi Mahir romanda Halid Ziya nın, şiirde Tevfik Fikretin bugünle Namık Kemalin tam ortasında durduğunu, onlardaki çok fazla garb sevgisinin kendilerini millî şuura doğru götürecek yerde bu benlikten büsbütün uzaklâştırdığını, fakat ruh itibarile yeni edebiyatın en mükemmel örneklerini verdiklerini söyledikten sonra, Halid Ziyayı bugünkü romanımızın hiç şüphesiz ve itirazsız babası addediyor ve Ahmed Haşimle Yahya Kemali Fikretten bize gelen iki kol gibi gösteriyor. Bu son mülâhaza nazım dilinin tekâmülü bakımından doğru ise de, beşerî ve hakikî şiiri anlayış bakımından bugünkü şiirin babası Ahmed Haşimle Yahya Kemaldir, zira Fikret şiiri istibdada karşı, değil yalnız kendi isyanını, o zamanki mağdur Türk milletinin haklı ve güzel isyanını erkekçe haykırmak için bir vesile yapmıştı, Ahmed Haşim ve Yahya Kemalin ise şiir telâkkisi büsbütün başkadır. Vasfi Mahirin, bugünkü edebiyatın üç büyük öncüsü olarak gördüğü Mehmed Emin, Ziya Gökalp ve Ömer Seyfeddin, hakikaten bugünkü edebiyata eserlerin den ziyade fikirleri ve ideolojilerile tesir etmiş, edebiyatımızın hakikî ve büyük yolunu çizmiştir. Müellif bugünkü edebiyata giriş kısmında görüşlerinin isabetini ve fikirlerinin doğruluğunu bize kabul ettirdiği halde, mesele bugünkü edebiyata gelince Sigorta kumpanyaları karşımıza ayni bitaraflık. ve ayni ciddihakkında yeni bir karar yetle çıkamıyor, lâübali bir lisan lculla929 senesindenberi sigortalardan yüznıyor, şahsî sempati ve antipatilerinin te(Baştaraft 1 inci sahifede) sirinden kurtulamıyarak fahiş edebî ha de 50 si Reasürans hissesi olarak tevkif mıştır. Heyecan fazladır. olunmaktaydı. Hükumet bu hususta talara düşüyor. Sancağa yeniden getirilen yeni tedbirler almağa lüzum görmüş ve Cahid Sıtkı Tarancı millî Reasürans hisselerini yüzde 75 e askerî kuvvetler çıkarmak kararını \Termiştir. Bu karaŞam 30 (Hususî) Halebden ge ADLİYEDE rın tatbikına yılbaşmdan itibaren ge len haberler Antakyaya yeniden milis çilecektir. kuvvetleri gönderildiğini bildiriyor. BunBir sene hapse mahkum oldu lar camilere yerleştirilmişlerdir. Camiler Beyoğlunda bir evde yirmi bir yaşını Bir otomobil kendi şoförünü telefonlarla kışlalara raptolunmuştur. bitirmemiş genc kızları fuhşa sürükle Muvafık ve muhik bir tedbir. Elbet berberler de hafta içinde bir gün istirahate muhtac ve müstahaktırlar. Şu kadar ki berberlere muhtac olan halkın dahi ihtiyacatı düşünülerek tatil günlerinin daha az radikal bir şekilde tayin ve taksim o lunması gerekti. Bir de misal arzetmek için şunu söyliyeyim ki Pariste iki sınıf berber vardır. Bunlardan birincisi pazar günleri kapah kalır. îkincisi pazar sabahları saat on ikiye kadar açık durur ve pazar sabahları öğleden sonra saat ikiye kadar dükkânlarını açmazlar. Bundan maksadları da pazar günü şehre gelen seyyahların, civardan gelen zairlerin, cumartesi akşamı işinden geç çıkan müstahdimlerin, amelenin memurlann bu ihtiyaclarını ko layhkla temin ve teshil etmek içindir. ve bu böyle oldukça tatil ile temin edilmek istenilen istirahat saatleri değişmez, kanunun bahşettiği dakikalardan bir tanesi zr yaa ermez, haddini aşmaz. Bahusus şehrimizde kendi kendine tıraş olmak keyfiZozo Dalmas tenor Fomatos ve yeti kudretini muhafazada ısrar eder gibi Mehmedle beraber Pipiça operetinde göründüğü için berberlerin pazar tatili hakkında verilen kararın ve emrin ber berlere ve muhtac olanların dahi düşünülMaruf Yunan artistleri Zozo Dal ve Zozo, şarkılarmı rumca söylemek mesile münasebettar olması mucibi şükran mas ve tenor Tomakosun iştirakle tedirler. Zozo Dalmas türkçeyi hayli olurdu. Semih Mümtaz S. rile takviye edilen Halk Opereti Tak ilerlettiğinden sahnede Türk artist rumca ko simdeki Maksim varyete tivatrosunda lerile türkçe, tenorla nuşmakta ve bu temsillerine büyük SOSYETELERDE aralarma bizim dilmuvaffakiyetle deden kelimeler serElektrik şirketi hakkındaki vam etmektedir pilmiş rumca gö tahkikat bitti Tahsisen cumarte rüşmeler hoş müElektrik şirketinde evvelâ tarifeler si ve pazar gün kâlemeler teşkil de ve halktan cibayet şeklinde bazı leri, hemen hiçbir etmektedir. yolsuzluklar yapıldığı iddiasile başlı tiyatro ve temsil Pipiçada Neba yan ve sonra malzeme kaçakçılığının de görülmijren ve hat Toto, Lut yapıldığı anlaşılmasile genişliyen tah miktarı binleri afullah, Mehmed ve kikat bitmiştir. Müfettişler heyeti bu şan kesif bir halk Celâl çok muvaffak husustaki evraki tamamen gözden ge kütlesi salonu dololmaktadırlar. Yarçirmiş ve gerek tarifelerden mütevel durmuş ve artistlelid yolsuzluk gerek kaçakçılığa aid bü ri siddetle alkışla PİPlÇada çok muvaffak olan artistlerimiz dım ve himaye yeden NSrmhat ve Celâl Süruri tün müspet delâil tesbit edilmiştir. mıştır. rine sadece müş Evraki tahkikiye cuma günü bizzat Yunanistandan yeni gelen tenor To külât gördükleri halde; halka ha başmüfettiş Şefik tarafından Ankaraya makosun sesi hakikaten çok güzeldir. kikî tiyatro zevki vermek için elle gönderilecektir. Bundan sonra Nafıa İstanbula gelen ecnebi tenorlarının en rinden geleni yapıp sahnelerini gene Vekâletinin işi şirkete tebliğ etmesile iyilerinden biridir. Genc tenör ilk sah kuran Halk Opereti heyetini takdir ve Gümrük Başmüdürlüğü kaçakçılık safneye çıktığı akşam perde arasında gü tebrik etmek lâzımdır. Halkımız adı hasmdan şirkette bulunan suçlular azel şarkılarda, fevkalâde alkışlanmış kendine izafe edilen bu müesseseye aleyhine dava açacaktır. lâka ve takdirini rağbetile filen ispat tır. Muhtelif müfettişler heyeti bütün etmektedir. Halk Opereti yunancadan dilimize suçluları tesbit etmiştir. Bu meyanda Halk opereti çok tutulan Pipiçayı şirket erkânından birçoğunun bulun çevrilmiş Pipiça isimli çok şen, güzel temsile devam ederken, yerli ve ecnebi duğu bildirilmektedir. Fakat şimdilik şarkılar, danslarla dolu bir eseri oyna daha birçok eserlere hazırlanmaktadır. tahkikat neticesi hakkında birşey söy maktadır. Sözlerin ve şarkılarm mühim Bu meyanda fevkalâde bir müsamere lenmemektedir. kısmı türkçedir, yalnız tenor Tomakos de verilecektir. Halk opereti çok büyük rağbet görüyor Şimdi oynamakta olan Pipiça opereti halk tarafından çok tutuldu Tesadüfün san'ata yardımı ski çağlarda bediî kabiliyetler ve bediî eserler, malum olduğu üzere, ilâhların, ilâhelerin kılavuzluğile, öğretmesile yapılır zannolunurdu. Yunan mitolojisindeki Museler, her güzel san'atın halikı ve hâmisi sayılan dokuz peri de o telâkkiye göre uydurulmuş şeylerdi. Fakat bu batıl zannın yanmda inkârı güç bir hakikat vardır: Tesadüfün arasıra san'ata yardım etmesi!.. Pek mümkündür ki eski çağlarda san'ah ve sınaati birer perinin lutüfkâr nezaketine bağlamak ta tesadüfleri tevil kaygusundan doğmuş olsun. Bana bu mevzuu hatırlatan Türk Kadınlarını Esirgeme Dernegi reisi Bayan Rana Sani Yaver oldu. Ömrünün yirmi' yılını o dernegin kurulmasına, genişlemesine ve yaşamasına tahsis eden görgülü ve bilgili Bayan Ranadan dinlediğime göre Esirgeme Derneginin Ankarada açılacak elişleri sergisine iştirak etmesi kararlaştınlınca kendisi arkadaşlarile başbaşa verir, sergide dikkat uyandıracak bir elişi vücude getirmek çarelerini araştırma . ğa koyulur. Onlan en çok meşgul eden örnek meselesidir. Öyle bir örnek istiyorlar ki orijinal ve hiç olmazsa eşi nadir bulunur bir şey olsun. îşte bu düşünce üzerinde günler geçirilirken Dernege bir * köylü kadın geliyor, bayanlardan iş istiyor. Kadınm koynunda eski biçim bir çevre var. Bayan Rananın gözü çevreye kayıyor ve onu alıp ta tetkik edince sevinc içinde kalıyor. Çünkü çevredeki işleme, bugün için gerçekten orijinal sayılacak bir zarafette ve kıymettedir. Ankara elişleri sergisinde çok beğenîlen, yüksek bir fiatla satın alınan blüzün o çevreye bakılarak işlendiğini söylersem hikâye bitmiş, tesadüfün san'ata yapageldiği yardım için de yeni bir delil öğrenilmiş olur. * * * Türk Kadınları Esirgeme Dernegine aid bu hikâye, meşhur bir tarih fıkrasını da hatırlattı: Milâddan evvel yetişen san'atkârlardan Protogene, «Anapavomenos» adlı satirin resmini yapmak ister. Malum ya. O satir, yansı insan, yarısı teke olarak tahayyül olunur. Protojen» mitolojik mahluku bir sütunun dibinde oturtuyor, yanına da bir köpek koyuyor, Fakat köpeğin ağzı köpüklü olacak. tşte san'atkâr bu köpüğü bir türlü yapamıyor ve tam yedi yıl sabahlan bir çanak kuru fasulye yemek suretile çalışıyor. Ardıarası kesilmiyen heyecan, san'atkârlık hislerinin tatmin olunamamasından dogan • buhran nihayet Protojeni candan bezdiriyor ve ona, tabloyu da, san'atı da bırakmak karannı verdiriyor. Meyus ressam, bu ağır karar üzerine meftur bir hamle ile fırçayı tablonun üstüne fırlatıp atelyesinden kaçarken ihtiyarsız başını çeviriyor, yedi yıl emek verdiği nefîs tabloya son bir bakış uçuruyor. Ne görse beğenirsiniz?.. O güne kadar yapılamıyan köpük köpeğin ağzında değil mi?. Serseri fırça, san'atkânn yapamadığını yapmış ve tabloyu tamamlamış. îşte tesadüflerin san'ata yardımı!... i Sancaktaki zulmü protesto için her taraf kapandı Müddeiumumisi Hikmetin yaralanması dahi bahane edilerek suçsuz bazı Türk ler yeniden tevkif edildi. Sancak intihabatındaki yolsuzluklara ve tazyiklere dair misaller ve vak'alar sayısızdır. Bunlara bir de gülüncü inzimam etti. Sancak intihabatında Mehmed Fakih namında bir zat müntehibisani olarak gösterilmiştir. Halbuki bu zat 931 senesinde vefat etmişti. mekle maznun olarak yakalanan Vik Dün akşam saat 20,30 da Bahçekapı torya adında bir kadm dün üçüncü asda tramvay durak yerinde bir taksi o liye mahkemesinde bir sene hapse mahtomobili dururken arkasına başka bir kum olmuştur. taksi gelmiş ve şoför farkmda olmadan motörü vitese takarak otomobilin ön Artistin evini soyan hırsız tarafmdaki volan kolunu çevirmiştir. yakalandı Fakat bu kolu çevirmesile beraber oCağaloğlunda oturan Naşid tiyatrosu tomobil hareket etmiştir. artistlerinden Saadetin evine geceleyin Bu vaziyette zavallı şoför kaçmağa bir hırsız girerek 200 lira kıymetinde imkân bulamamış ve iki otomobilin eşya ile bir miktar para çalıp kaçtığını tamponları arasında kalarak ayakları yazmıştık. Polisin yaptığı tahkikat so ezilmiştir. Öndeki otomobilin frenleri sıkılı olnunda bu işi meşhur sabıkalılardan duğundan harekette bulunan otomobil Şükrünün yaptığı anlaşılmış ve yakamecburen durunca motör zora gelmiş lanmıştır. ve müthiş bir infilâk olmuştur. Bu ses Çalınan mallar ortada yoktur. Şük üzerine halk bir cinayet oluyor zannile rünün elinde veremli olduğuna dair bir kaza yerine koşuşmuştur. rapor olduğundan şimdiye kadar yapPolisin vaktinde yetişmesi üzerine tığı vak'alardan cezaya çarpılmadan şoför feci vaziyetten kurtarılmış ve kolaylıkla vakasını kurtarmaktadır. hastaneye kaldırılmıştır. çiğnedi Köyler basıhyor Beyrut 30 (Hususî) Belân ve Kırıkhan mmtakasına yeniden kuvvetler gönderilmektedir. Belâna tâbi Kömürçukuru köyünü, silâh aramak bahanesile jandarmalar basmışlar, halkı tazyik et mişlerdir. Çıka, çıka ancak bir av tüfeği çıkmıştır. lstifalar devam ediyor Iskenderun 30 (Hususî) Sanca ğm her tarafından gelen haberler müntehibisanilerin birer birer istifalarını bil diriyor. Reyhaniye ve Karamut nahiyeleri dahilinde bulunan bir kaç Arab müntehibisani de Türklerle birlikte istifa edenler arasındadır. Köylerde tazyik Kırıkhan 30 (Hususî) Sancakta heyecan fazladır. Köylerde silâh aramak bahanesile esasen yaptınlmakta olan tazyik şiddetlenmiştir. Intihab işleri ve müntehibisanilerin istifası üzerine hüku met Hafız Alinin şikâyetini yeni bir tazyik için bahane yapmıştır. Bu Hafız, şapka giyen Türkler için kâfirdir, demiş ve halktan lâyık olduğu mukabeleyi gör müştü. Şimdi bu adamın şikâyeti üzerine Nuri, Seydi, Aziz, Ziya, Mustafa ve diğer dört Türk tevkif edildi. Antakya diyeceğini, ne yapacağmı şaşırmış, yalnız gülerek ve gözlerinin içi parlıyarak onu seyrediyor; gene bu sırada sanki bir kusur işliyormuş gibi birdenbire başını çeviriyor, bütün bir masa halkı onunla meşgulmüş ve içlerinden ona gülüyorlarmış gibi yüzüne kan çıkıyor, tabiî görünmeğe çahştıkça daha şaşkın ve perişan tavırlar alarak etrafma bakmıyordu. Nur, masada tam karşısına yerleşti ve arkadaşlarile birkaç kelime konuştuktan sonra tekrar ona dönüp: Geleceğimi biliyor muydunuz. Demir Bey? diye sordu. O, uzun bir buhranın verdiği yorgunluk içinde hüzünlü bir tebessümle muttasıl bakıyor, dudaklarının titremesinden ağzını açmıyor; ni hayet boğazı kurumuş ve damarlan gerilmiş olduğu halde zorla yutkunarak: Biliyordum, diyordu. Nur, gene ayni sıcak tebessümle Rıza Beye sitem etti: Olur şey değil amca bey, ben size sürpriz yapacağım demedim mi? Rıza Bey ellerini kaldırarak başını sallıyor: Haşa!... diyordu, bu dakikaya kadar hiçbirimiz bir kelime söylemedik. Kızlar: Evet, evet. diye onu tasdik edi Müntehibi saniler kaçtyor Humus 30 (Hususî) Müntehibi sanilerden istifa edenlerin siddetle art ması üzerine mahallî hükumet şöyle bir tedbir düşünmüştür. Bunlann istifası kabul edilmiyecek ve jandarma kuvvetleri vasıtasile geceleri cebren kapah kam yonlara konularak şehirlere getirilecek lerdir. Hatay köylerinden birçok müntehibisaniler kaçmaktadır. Af. TURHAN TAN kumetçe müntehibisani listesine isimleri kaydedilmiş olanlar çağırılmakta, kendilerine bu işi kabul etmeleri, aksi takdirde 3 sene hapse konulacakları bildirilmek tedir. Buna rağmen müntehibisanilerin isrifalan devam ediyor. Yeniden 4 kişi Müntehibi sanilere ceza daha çekildi. Hama 30 (Hususî) Mahallî hü adant Cumhuriyetin içtimaî romanı: 49 Yazan: Hilmi Ziya Onlara açıkça «bu fazla tabak niçin kondu?» demenin nekadar basit ve kolay bir iş olduğunu o da bildiği halde, sanki bununla büyük bir günah işliye cekmiş gibi dili bir türlü bunu söylemeğe varmıyordu. Şimdi, bu en zayıf aninde onu bir kenara çekip «biliyor musun? Bunu mahsus yaptık» demiş olsalar, (şüphe yok) sevincinden bağırmamak veya hıçkırıklara boğulmamak için kendini zorla tutacaktı. Bu sırada her kapı çalınışı, merdivenden gelen her ses o nu kaç kere, istemeksizin yerinden fırlatmağa kâfi geldi. Her seferinde ya hizmetçinin bir tabak getirmesi, ya sabcılann birşey bırakmasile çözülen bu düğümler son ümidlerini de birer bireı kırarak, artık unulmaz bir boşluğa dalmasına, kendini ilk bakışta hissedilen büyük bir melânkoliye bırakmasma sebeb oldu. Sofraya ilk yemek konmuştu. Demirin ağzım bıçak açmıyordu. Şimdi ona öyle geliyordu ki, Rıza Bey bıyık altından gülerek gözetliyordu. Hanım bir taraftan yemek dağıhrken, bir taraftan da buranm âdetlerine aid fıkralar anlatıyordu. O artık kendini bütün ümidlerinden u zak, bu yeni şekle alıştırabilmek için binbir çare anyor ve gittikçe çöken bu ağırhğiyle onlan rahatsız etmemeğe çalışıyor. Bunun için, bir türlü muvaffak olamadığı halde zorla gülüyor; olanca meharetini kullanarak nazik, hatta neşeli görünmek istiyordu. Fakat herşey boştu. O, bir uçurumdan yuvarlanır gibi başının döndüğünü ve karanlığa sürüklendiğini hissediyordu. Şimdi bütün cehidler, uzvî imkânları dışında, boşuna bir bocalayışdan ibaretti. O, kendini kaybettiğini pekâlâ biliyor, ve bu boşluğa doğru gitmesine hiçbir şey mâni olamıyordu. Kulaklan uğulduyor, yüzüne kan çıkıyor ve damarlarının ge rildiğini, parmaklan ucunda uyuşuk kanncalanışlar olduğunu duyuyor, ye mek yiyor, dinliyor, hatta bazan bir iki kelimeyle söze karıştığı bile oluyordu. Fakat, o artık kendinde değildi. Durğunluğu galiba hepsine sirayet etmiş olacak ki, bir aralık bütün sofra su suyordu. Çatal bıçak gürültüsünden başka bir ses çıkmıyordu. Sözün sonu gel miş gibi herkes önüne bakıyor ve yalnız yemeğile meşgul oluyordu. Tam bu sı rada kapı üç kere hızlı hızlı çalındı. Hepsi birden sese dikkatle kulak verdiği halde, o gene eski çöküntüsü içindeydi. Yukarıdaki dolaşmalar ve gittikçe yak laşan hızlı, telâşlı ayak sesleri nihayet onlann çatallarını bırakıp kapıya doğru dönmelerine sebeb olacak kadar kuv vetliydi. Hakikaten o, pembe beyaz yeldirmesi içinde adeta uçar gibi merdivenlerden inerek geliyordu. Kusuruma bakmayın! Öyle hatıra gelmez şeyler çıktı ki.. diye masamn etrafını dönüp dolaşıp tatlı, geniş tebessümile birer birer hepsinin ellerini sıkıyor, ve gözlerini teslim eder gibi uzun uzun Demire bakarken sanki bu sırada: «Seni nekadar üzdüğümü biliyorum, beni affet!» demek istiyordu. O şimdi, bir an içinde bütün üzüntülerini unutmuş, bir çocuk kadar mahçub ve neşeliydi. Ne yordu. Demir ister istemez, müdahaleye mecbur oldu. Dikkatle gözlerine bakarken: Doğru dedi, hakikaten sabırlarına diyecek yok. Hiçbir şey söylemediler. Nur elini onun eline koyarak, merakla: Allah aşkına nereden duydunuz? diye sordu. Demir, bir suçluyu ele vermemek istiyormuş gibi çekingen: Söz verin, kızmıyacaksınız! dedi. Nasılsa ağzından kaçırdı. Nur kahka hayla gülüyordu: Zavallı kâtib! Bir şey söylemem, korkmayın. Demek sizi bu kadar seviyor? Yemeği neş'eyle bitirdiler. Demirde, biraz önceki yorgunluktan eser kalmamıştı. Bu sıcak muhitin verdiği cesaretle ilk zamanki sıkılganlığı kaybolmuş, kızların icad ettiği bin türlü oyuna iştirak edip öğleden sonra bahçede, ağaclıklar al tında nihayetsiz cümleler, boş sözler ve gülüşmeler arasında, söylenen seylerin çoğunu dinlemeden, yalnız gitgide açılarak, cesareti artarak saatlerce kaldı. Günün son kısmının nasıl geçtiğini anlamadan, kaşla göz arasında akşam oluverdi. 3 Hacı Toran, bu akşam Demiri görmek için evlerine gideceğini kâtibile bildirmişti. O, ne zaman yeni bir tanıdığı ziyarete kalksa şehirde bu derhal mühim bir hâdise olurdu. Haber, kulaktan kulağa yayılır; ertesi gün sokakta yerden selâmlar başlar; ayni adamlar köşebaşlarında halka olup, aralannda fısıldaşırlar. Hacı Kâmil Ef. ve mensublarına yaklaşamıyanlar arasında da ikinci elden istifadeye çalışanlar vardı. Böylece bir ziyareti, bir selâmı yıllarca istismar edenler eksik değildi. Vakıâ bazı köşelerde bu haberler ortalığı bulandırır, şikâyetler etrafa yayılmağa başlarsa da, Hacı Toran ve dostlannın muhiti o kadar kök salmıştı ki bütün bu sesler ya onlara varamadan dağılır, veya aksi sadası olmıyan bir çığhk gibi boşlukta kaybolurdu. Bu akşam geleceği bilhassa gizli tutuluyordu: Ne onlar böyle bir ziyaretin duyulmasını istiyor, ne de Hacı Efendi son kozunu oynamadan bu şüpheli dostluğun meydana cıkmasma razı oluyordu. Bundan dolayı Niyazi Efendiye «hiç kimsenin haberi olmaması» sıkıca tembih edilmisti. lArJcası narj