15 Kasım 1936 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

15 Kasım 1936 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

15 tkinciteşrin 1936 CUMHUBtYET ' Madridde felâket yagmuru Bir milyon kişi ölüm tehdidi altında... Şehrin yalnız bir bombardımanmda yüzlerce ^ayrimuharib halk, çoluk çocuk öldü Dr. Şahtın ziyareti Alman Iktısad Nazırile neler görüşülecek? Alman İktısad Nazın Doktor Şahtın memleketimizi ziyareti Türk Alman iktısadî münasebatmın yeni veçheler almasına şüphe bırakmamakta ve bu itıbarla büyük bir ehemmiyeti haiz bulunmakta dır. Doktor Şahtın hükumet merkezimizde yapacağı temasların esas zemini Iktısad Vekâleti Müstaşarı Faik Kurdoğlunun daha evvel Berlinde yaptığı ziyarette hazırlanmıştır. Cumhuriyet Merkez Ban kası müdürü Salâhaddinin geçen sene Berline yaptığı ziyareti iade etmek kasdile memleketimize gelen Alman millî Iktısad Nazırının Berlinde hazırlanan esaslar üzerinde görüşeceği de şüphesizdir. Almanya ile Türkıye yalnız birbirinin en iyi müsterisi olmakla kalmamış, birçok memleketlerin para kıymetlerini düşür melerine rağmen paralarının kıymetini sabit tutmaktan mütevellid aralarında bir benzerlik ve yakınlık husule getirmişler dir. Iki memleketten herhangi birisinin paralannda yapacakları değişikliğin di ğer tarafı şiddetle alâkadar edeceği şüphesizdir. Bu bakımdan Ankarada bu meselenin ehemmiyetle mevzuu bahsedilmesini tabiî görmek lâzımdır. Geçen mayısta yapılmış olan Türk Alman ticaret ve klering anlaşmasında hâdis olan bazı müşkül vaziyetlerin halli ve iki memlcket ticaretinin daha ziyade inkişafını temin için bazı esaslar tesbiti Ankara görüş melerinde esas olacak meselelerdendir. Almanya ile ticaretimiz, son seneler de süratli bir inkişafa mazhar olmuştur. Bu inkişaf, devlet adamlanmızın hemen her fırsatta ortaya koydukları «bizden mal alan memleketlerin malını alınz...» düsturunun gösterdiği veçhile tevazün esasına müstenid anlaşmalara doğru gittiğimiz gibi Almanyanın da ayni yolu takib etmesinin tabiî bir neticesidir. Birbirine uyan bu iki taraflı siyaset, Türk Alman ticarî münasebatmın en parlak misalini teşkil etmektedir. Almanya ticaret muvazenemizde ge rek ihracat, gerek ithalât itibarile en mühim mevkii tutmaktadır. Almanyaya ihracatımız, umum ıhracatımızm yüzde kırkmı, Almanyadan ithalâtımız ise gene umum ithalâtımızın yüzde kırkmı bulmaktadır. Bu hesaba gore Almanyaya kırk milyon liralık ihracat yapılmakta ve Almanyadan 3536 milyonluk mal alınmaktadır. Tütün, fmdık, zahire, hububat, yu murta, tiftik, pamuk, yapağı, üzüm, incir. afyon, barsak, kitre Almanyaya sattığımız maddelerın başında gelmektedir. Almanyadan aldıklarımız daha ziyade mahdud kalemler içine sıkışmıştır. Demir mamulât, sanayi makineleri, şimendifer malzemesi, elektrik levazımatı, kâğıd, pamuklu ve yünlü mensucat, tıbbî müs tahzarat aldığımız maddelerin başlıca larıdır. Şunu da kaydetmek lâzımdır ki Türk mahsullerinin fiatlarının evvelki senelere nisbetle hemen umumiyetle yüksek bu lunuşu Almanya ile ticarî münasebatımızın inkişafının bir neticesidir. Atlantikteki facia r Isis gemisinin 40 tayfasından kurtulabilen tek kişi müthiş macerayı anlatıyor Yarın Ramazan Eski şairler: Ramazan ayı gele âçıla cennet kapusu Ne reva kım ola meyhane kapısı bağlu! Derlerdi. Onların cennet kapısı dedikleri, şüphe yok ki, zengin evlerin kapısıydı. Zira Ramazan aylarında saraydan tutunda ortahalli memurların evlerine kadar her yerde iftarlar kurulur, davetli davetsiz gelenlerin karınları bugün masal sanılacak müfrit bir ikramla bol bol doyurulurdu. Cennetin de, Israilî rivayetlere göre, en büyük kıymeti masrafsız, küjfetsiz ve bilhassa nihayetsiz olarak, içinde barındırdığı bahtiyarlan doyurmasıdır. Eski Ramazanlarda vaza çıkan hocalar, kendilerini dınliyen cemaatin oruclu olduklarını düsünmeğe lüzum görmeden hep bu mevzua temas ederler, cennetin tahta yerine kaymak döşeli olduğunu ve duvarların mahallebiden yapıldığını söylerlerdi. Gene onların anlattıklarına bakılırsa cennette mutfak yoktur, yemek pişirmek külfeti yoktur. Cam keklik istiyen bir adam o hayvancağızı iştiha ile düsünür düşünmez altın bir tabak içinde üc bes kızarmıs kekliğin önüne geliverdiğini görecektir. Eski devirlerde kurulan iftar sofraları, aşağı yukarı bu rivayetleri gercekleştirir ve birçok açlar, Ramazan aylarında dünyanın cennete döndüğünü görürdü. Çünkü zengin kapısı, Ramazan şerefine ardına kadar açık, bir eve girip te iftar sofrasına oturmak her fakirin hakkıydı. Bu sofralarda fıkaranın bildiği ve bilmediği yemekler lenger Ienger getirildiğinden vaziyette bir cennet çeşnisi bulmamak elbette mümkün olamazdı. Iftarların midevî zevklerinden başka nakdî faziletleri de vardı ve bu faziletin halk arasında adı «diş kirası» idi. Milletin kanını emen sultanlar, gasbettikleri milyonların binde ve belki on binde birini diş kirasına tahsis ettikleri gibi evinde iftar sofrası kuran herkes, ayni yolda davranarak karınlarını doyurduğu kimselere biraz para verirdi. Lâkin iftar âdeti de bütün eski âdetler gibi gitgide çığrından çıktı, bir israf ve bir gösteriş vesilesi haline girdi. Artık ağalar, paşalar; beyler, efendiler iftar sofrası kurmak bahanesile halka karşı çahm satmağa başlamışlardı. Birbirlerini çekemiyenler de gene o vesile ile gösteriş müsabakasına girişiyorlar, güclerinin yetemiyeceği masraflara katlanarak iflâs uçurumuna düşüyorlardı. Tepedelenli Ali Paşanm isyan ettiği, Mora fitretinin başladığı günlerde bu iftar işi de Osmanlı împaratorluğunu işgal eden «mühim» maslahatlar arasına girmisti. Tarihçi Sanizade, mütehayyir ve mütehekkim bir üslubla keyfiyeti şöyle hikâye eder: «Halet Efendi (İkinci Mahmudun akıl hocası) yemekte sefahet ve israf olmaz diyerek Ramazan aksamları avlu ve bahçesinde ikişer üçer yüz adama sofralar kurdurur ve türlü türlü yemekler yedirirken bu kere içtihadını değiştirip ulema, rical ve hademe konaklannda ve umum müslüman evlerinde pişirilecek yemeklerin nihayet bes türlüden yediye kadar olabilip fazlasına meydan verilmemesi icin fermanlar çıkarttı. «Bu esnada fakir bir defa Halet Efendinin sofrasında bulundum. Vakıâ yemekler yedi türlü idi. Lâkin havuz gibi tabaklarda yarısı sükkerî olarak gayet nefis ve nadir yemekler olup kemiyet ve keyfiyetine, es'arın da pahasına göre bu sofrada en azından üç yüz kuruşluk (bugünkü rayice göre üç yüz liraJık) yemek tahmin eyledim. Bu sebeble madde temel tutmadı, herkes bildiğinden kalmadı!» Işte yarın reçelsiz, küllâcsız; sahursuz, iftarsız gelecek olan Ramazan ayınm bende uyandırdmı ilk hatıra!... Tayfa Roethke ve filikasile denizde çalkalamrken Atlantikte batan İsis Alman gemisinin 40 mürettebatı arasında yegâne berhayat kalan 17 yaşındaki Berlinli Roethke başına gelenleri şöyle hikâye etmektedir: « Dalgalar gemiyi aşmıya başlamıştı. Fırtına akurane bir tarzda uğulduyordu. Kaptan hepimizi güverteye toplıyarak cankurtaranlanmızı giydirdi. İki sa at sonra büsbütün azan deniz geminin küpeştelerini parçalamış, İsis müthiş surette bocalamıya ve iskele tarafına yatmağa başlamıştı. Biraz evvel bir numaralı cankurtaran sandalını da deniz parçalamıştı. Baykiye sandallar esasen gemi batmakta olduğu için su ile bir seviyeye gelmişlerdi. Ben 2 numaralı cankurtaran sandalına binmiştim. Bu sandalda sekiz kişiydik. Fakat aradan iki dakika geçmeden bir dalga bizi alabora etmiş, hepimiz denize dökülmüştük. Can korkusile yüzmeğe başladım. Etrafımda hep imdad sesleri işitiyordum. Isis artık büsbütün denize dalıyordu. Henüz üzerinde bulunan tayfayı gözlerimle görüyordum. Yüzerken yanıma bir tayfa gelmiş, Hamburgda oturduğunu, sağ kalırsam ailesine selâm götürmekliğimi söylüyordu. Şimdi zavalhnın ismini bile unuttum. Bu esnada fırtına geminin üç numaralı sandalını denize almıştı. Bu sandal başaşaği yatıyordu. Buna doğru yüzerek tutundum. Fakat aradan çok geçmeden mes'ud bir talih neticesi olarak büyük bir dalga bu sandalı yüzüstü devirmiş, ve biz de içine girmiştik. Fakat ikinci bir dalga sandalı gene arkaüstü çevirdi. tşte bu esnada Hamburglu arkadaşı da kaybettim. Biraz sonra belimdeki kemerle kendimi sandala öyle sıkı bağlamıştım ki sandal ne tarafa dönerse dönsün onulna irtibatı kaybetmiyecektim. Artık İsis ta mamile batmış ve benden baska berha yat tek bir kimse kalmamıştı.» Roethke bu vaziyette ve kâh sanda lın içinde ve kâh üstünde tam 14 saat denizde çalkanmıştır. Soğuktan he men hemen donmak raddelerine gelen I 7 yaşındaki delikanlı Westerland vapuru tarafından kurtarıldığı zaman konuşa mıyordu. \Vesterland kaptanı Roethkenin tah lisini şu suretle tarif etmektedir: « Şafak vakti, içinde Roethkenin bulunduğu sandalı görmüstük, fakat denizlerin kalınlığından yanma yanaşamı yorduk. Nihayet sekiz buçuğa doğru fırtına biraz sükunet bulmuş, biz de 40 dakika süren bir manevradan sonra sandalın yanma yaklaşmıştık. Cesur lostromo Frank Bayer sandalın içinde bitkin bir halde yatmakta olan delikanlıyı kurtar mak işine gönüllü olarak talib oldu. Geminin bordasından bir iple denize inerek parça parça olmak raddesine gelmiş olan sandaldaki delikanlıyı ipe bağlıyarak yavaş yavaş gemiye aldık. Doktorlar hemen sun'î teneffüs yaparak zavallı kazazededen birçok su çıkardılar. Masaj ve saire neticesinde biraz kendine gelir gibi olunca çocukcağız söyleniyordu: « Artık bir daha denize çıkmam. Denizi o kadar sevdigim halde başıma ilk senelerde böyle bir felâket gelmesi beni müthiş korkuttu. Bir daha denizin yüzünü bile görmek istemiyorum.» Bugün yeryer yanmakta olan Madridden bir manzara Deyli Herald gazetesinin Madrid muhabiri yazıyor: «Madridin bir milyon halkı, bu gece siperlerdeki askerler kadar ölüme yakın bulunmaktadırlar. Hükumet kuvvetlerinin müthiş mukavemetine maruz kalan asiler şehri bütün gün topçu ateşine tutmuşlar, havadan ve karadan bir ölüm yağmuru yağdırmağa muvaffak olmuş lardır. Yüzlerce insan bu bombardıman ncticesinde ölmüştür. Yiyccck almak üzere dükkân önlcrinde bekleşen kadınlar, sokaklarda oynı yan yavrular arasında da birçok ölüler vardır. Gayrimuharıblerden cn aşağı 200 kişi ölmüştür. Yüzlerce hatta binlerce da yaralı vardır. Düne kadar Madrid sekenesi için top seslerinden ıbaret olan harb, bugün onları ölümle tehdid etmektedir. tarık sokaklarında gezmekte oldukları «bitaraflığın» ayrıca bir delilidir.» Halkm korkusu Mornıng Postun diplomasi muharriri yazıyor: Madridden Londraya akseden en son haberlere nazaran şehrin asıler tarafın dan zaptı tahmin edıldığınden daha zor bir iş olarak tecelli etmektedir. General Franko askerleri şehre en kestirme yoldan hücumla zapt plânmı terketmiş gibidirler, şimdı şehrin şımal cihetinde yeni siperleri takviye etmektedirler. Buna nazaran şehir muhasara edilerek açlıktan teslim olmağa icbar edilmek istenecektir. Endiseyi mucib diğer bir sebeb de asiler şehre girdikten sonra Ruslar tarafından verilen tayyareler vasıtasile şehrin hükumet hava kuvvetleri tarafından muHükumet kuvvetleri nekadar mukave kabil bir tayyare hücumuna maruz bıravet etseler, bu ölüm yağmurunu durdura kılmak ihtimalidir. cak yegâne kudret, General Frankonun Şehri yakmağa hazırlık emrinden başka birşey değildir. MaamaDaily Mailin Madrid hususî muha fih asi taarruzuna karşı hükumet kuvvetbiri de sunları bıldırıyor; J lerinin müdafaa hususunda gösterdikle Dört s?ün evvei. sehir içinde»b*çlıyan ri yararlık her türlü sitayişin fevkindedir. harbde hükumet kuvvetlerinden 3000 Bugünkü harbde asi miralay Caste maktul düstüğü tahmin edilmektedir. yon bir mitralyöz kurşunile yaralanmış Şehir tam bir karanlık içindedir. Hertır. Madridin merkezi sekiz saat zarkes kilerlere ve altkatlara iltica etmekte, fında bilâinkıta topçu ateşine ve beş hayiyecek te azalmaktadır. va hücumuna maruz kalmıştır. Puerta Hükumet ricalinin Valansiyaya kaç del Sol meydanındaki Dahiliye Nezareti tıktan sonra şehrin müdafaasına memur binası topçu ateşi altındadır. Lokanta olarak bıraktıkları liderlerin kim olduk lardan birine de bir bomba isabet etmişları bilinmemekle beraber musırrane tektir. ziblere rağmen bunların da yakında kaŞehrin ikamete mahsus semtinde aile çacakları rivayet olunmaktadır. hayatı inkıtaa uğramış gibidir. Babasını, Geride kalan hükumet kuvvetleri esaçocuğunu yahud da herhangi bir ferdini sen ricalin kaçmış olduğuna muğber bir kaybetmiyen aile yok gibidir. haldedirler. Bilhassa baskumandanın son Asiler şehre nefes almak için yarım dakikaya kadar kendilerile birlikte kalasaatlik bir mühlet vermişler ve bunu mü cağına dair müteaddid beyanata rağmen teakıb yeniden bombardımana başlamış miüs kuvvetlerin haleti ruhiyeleri bozullardır. maktadır. Şehir müdafilerinin kuvvei maneviyeHalk arasında bu akşam yeni bir korlerini yükselten tek bir vak'a, cenubu şar ku basgöstermiştir. Kurulan barikadlakiden kamyonlar dolusu mühimmat ve rın sukutunu müteakıb asilerin girmesine yiyecekle imdada yetisen bir taşra tabu mâni olunmak üzere şehrin merkezine arunun vürudu olmuştur. Bunlardan bir tes verileceği sayiası çıkmıştır. kısmı hâlâ hükumetin elinde buunan EsManzares nehrinin kenarındaki istihcovial cephesine •gönderilmiştır. kâmların arkasında kalan ev sahiblerine Diğer taraftan asilerin elinde bulunan lüzum hasıl olursa evlerini ateşe vermek Cenvara kruvazörile Afrikadan lspan üzere petrol dağıtılmaktadır. Hatta kü çük çocuklara bile alev saçan paçavralayaya sahra topları geçirilmiştir. Rex transatlantik gemisıle buraya vâ rın pencerelerden atılması için talimat vesıl olup Sevillee müteveccihen hareket rilmektedir. Bütün bu hazırlıklara rağ edecek olan ltalyan ve Alman pilotlan men vaziyet hükumet kuvvetleri için sanın acıktan acığa üniformalarile Cebelüt atten saate vahamet kcbetmelctedjr. i Kpnya mekteblerinde himaye heyetleri A. Faik Güneri Yarın ramazan Yarın Ramazandır. Bu münasebetle Evkaf ve Müitilik camilerde bazı ter tibat almıştır. Yarından itibaren fırmlarda Ramazan pidesi çıkarılacaktır. Şirketi Hayriye ve Akayın da gece seferlerinde değişiklik yapılması beklenilmektedir. Beyazıd camisi avlusunda Türkofis, İnhisarlar, Karamürsel fabrikası ve haricden bazı tüccarlar da sergi açfnak üzere faaliyete geçmişlerdir. Sergiler pazartesi gününe kadar ikmal edilmiş olacaktır. hemen ağzını açmadan babasının yanında oturmuş ve yalnız yemek dağıtmakla uğraşmıştı. Saatlerce süren bu muhaverede, Demirle bazan gözgöze geliyor; ve bu bakıslar bin türlü nezaket ve ihtiyat kaydile hemen kesilmeğe mahkum olduğu halde, gene her seferinde bir gülümseme veya dalgın bir kendini bırakma içinde evvelki bakışların vecdini tekrar yaşatıyordu. Öyle görünüyordu ki, bu sırada her ikisi de kendilerini büsbütün yalnız, karşıkarsıya getirecek bir fırsatın çıkıvermesinden âdeta çekiniyorlar; ve böyle birbirlerine söylemeden, belki de asıl söylemek istedikleri şeyden çok uzak mevzularda dolaşıp uzun zaman kalmak, âdeta ince ve meharetli bir nevi spor yapar gibi bu tehlikeli, kaçıcı bakışların zevkini mümkün olduğu kadar uzatmak istiyorlardı. Demirin kendini kaybedecek kadar dalıp gittiği zamanlarda bile o, bir türlü ihtiyatı elden bırak mıyor, yüzyüze gelecek yerde, bir kenara oturuyor, tedbirli çeviklikle gözünü kaçırarak ortaya büsbütün yeni bir mevzu atmasını biliyordu. Yemekten sonra bir aralık ortadan kayboldu. Demir odada yalnız Fahrün I Ilkmekteblerdekei yoksul çocuklara sıcak yemek yedirtmek, elbise ve ıcitab vermek gibi hayırlı bir işi üzerlerine alan himaye heyetlerinin lstanbulda temin ettikleri verim malumdur. Ayni işin Konyada da başarılmağa başlandığını memnuniyetle haber aldık. Resmimiz o güzel Anadolu sehrinde kurulan ilk himaye nisa ve kocasile kalmıştı. Zeki Bey ih timamla gazeteleri tetkik ederken: Beyefendi mazur görün! Mütaleayı severim. Herşeyin vaktinde olmasını isterim. Bu saat postaları gözden geçirmeğe ayırdığım saattir, diyor. Ve mühim işlerle uğraşan bir adam tavrı takınıp, bütün gazeteyi hatmedecek gibi görünüyordu. Fahrünnisa, gene üstünde nümayişli bir kostüm, zaman zaman ayna önünde tuvaletini tamamlarken öfkeyle kocasına bakıyor, onun kayıdsızca dalıp git * mesınden sıkıldığını göstermek iistiyordu. Bütün bunların faydası olmadığını gö runce: Sırası mı? diye elinlekileri hiddetle bir kenara attığı halde, Zeki Bey teti ğıni bozmadan: Affedin, mutadım haricinde birşey yapamam, diye ayni sükunetle kalkıyor, gazeteleri alıp bıraktığı yerden devam ediyordu. Fahriye, hiddetini bir türlü yeneme • den Demirin tam karşısındaki sandalya da kollarını kavuşturmuş, onu meşgul etmeğe uğraşırken, bu sırada kocasmı zem için güzel bir fırsat ele geçirmiş gibi: Bu kadar intizamdan anlamam! heyetile bu heyet tarafından mükemmel surette giydirilmiş ve günlük sıcak ye mekleri temin edilmiş olan Köprübaşı mektebi çocuklannı göstermektedir. Heyetin reisi ve müessisi Konya Kül tür direktörlüğü başkâtibi Atıf Koru cuoğlunu boyle bir hayırlı işe önayak olduğundan dolayı takdir ederiz. diyor. Biraz da keyfe göre yaşamalı Bu ne tertib! İnsan değil makine. Gözünü açar açmaz, beyin kahvesi hazır olacak! Bir kere gecikmesin.. (Hemen topla nıp) vakıâ birşey de söylemez ama.. Keski söylese! O aksi aksi bakıp ta susması yok mu? Sonra arkasından cıgara başlar. Hatır sorma yok! Hemen kâğıdların başına.. Akşamdan kalan evrak mıdır, müsvedde midir bilmem. Gene bir saat, onlarla uğraşılacak. H e r kesin işi vardır ama, böylesini görmedim. Zeki Bey zaman zaman gazetenin üzerinden göz ucile baktıkça, o tonunu al çaltıyordu. Yalnız biran için söze karıştı: Ne yapayım, vazife! îhmal edi lir mi? Dedikten sonra, gene okumağa koyuldu. Bu cümle Fahrünnisanın bomba gibi patlamasına vesileydi. Ah bu vazife!... diye başladı. Sabah yazı, akşam yazı.. Ya gazeteler, ya oyunlar, ya kahvelere dadanmalar! Bunlara ne demeli? Oteki sükunetle: Her işin sırası var, diyordu. Me denî bir insan için ne lâzımsa ihmal etmemeH. Her şeyin zamanını bilmeli. İArkası var] OCUMTL Cumhuriyetin içtimaî romanı: 33 Yazan: Hilmi Ziya Telâşla giyinirken, kravatını kaç kere sinirli hareketlerle çözüp bağlarken Ali Sabire sesleniyor, basamakları dörder dörder atlıyor, asağı sofada uyku mahmurluğile şaşkın, bakınmakta olan Aliyi (bir vals yapar gibi) olduğu yerde döndürüp «öğleyin ben voğum, davetliyim!» diye, kendini bahçeye atıyor; fakat ta, kapınm yanından soluk soluğa dönerek oracıkta kırık bir aynayı evirip çevirdikten, saçlarınm bittiği yerde başlıyan küçük boşluklara, gözünün kenarında gittikçe derinleşen o hain çizgilere, ve hele bir türlü örtemediği, kapatamadığı, güidükçe korkunç bir leke gibi onu ürküten ta ortadaki o kenarları kırılmış dişe tekrar baktıktan sonra, korkuları ve kuruntularile çarpışan bu anî sarhosluğun harareti içinde yeniden canlanarak bu sefer geri dönmeden, arkasına bakmadan ve göğsünii yırtıp çıkacak gibi olan yüre ğinin çarpmtısına aldırmadan doğru oraya, artık beklendiğinden hakikaten emin, bir çocuk sevinci içinde gidiyordu. O gün ikindiye 'kadar Bekir Beyler de, bu taskınlık içinde kaldı. Sabahleyin hepsi beraberdi. Senelerdir yazılama dan hasta bir muhayyeleye tıkılıp kal mış bir yığın haberi bol bol söyliyebildiği için ihtiyar ona dört elle sarılıyor, göz açtırmadan dinletmek istiyor. Hele Demirin sabrını farkedince kendini büsbü tün unutup coşuyordu. Yemek, bu bir taraflı muhavere, daha doğrusu monologla geçti. Öğleden sonra, önce Fahrünnisa ve Zeki Beyîe konuştu. Ancak üçten sonra ders için vakit buldu. Yemek bitince üst kata çıktılar. Be kir Bey, uyuklarken bir aralık ortadan kayboluverdi. Nur, ayni etekliği, ayni bluzu giymiş, kesik saçları üzerine işlemeli bir mendıl bağlamıştı. Sabah yan larına seyrek uğradığı gibi, sofrada da M. TURHAN TAN Yirmi beş senelik bir muallim öldü Yirmi beş senedenberi memleketi mizde hocahk edip birçok talebe yetiş tirmiş olan Kuleli Askerî ve Vefa Lise leri riyaziye muallimi Hamdi vefat etmiş. birçok muallim ve talebesi tara fından İçerenköy mezarlığına defnedilmiştir. Yaş meyva ihracatı Yaş meyva ihrac mevsiminin başla ması üzerine hazırlıklar başlamıştır. Son hafta içinde 5,30 6 kuruştan Filistine ve Mısıra Elma satılmıştır. Al manyanm istediği elmalar piyasaya gelmediği için henüz ihracat yapılamamaktadır. Dörtyol portakalları piyasaya bu hafta gelmiş ve 80 lik sandıklar 220 kuruştan satılmıştır. Gelen malumata göre, Gazi Anteb den Basra yolıle Hmdıstana fıstık ihrac edilmektedir. Fıstık fiatları 70 75 kurustur

Bu sayıdan diğer sayfalar: