2 Ağustos 1931 jlll lll Kabadayı! Kabadayı, tipik bir şeydir. İlk nazarda şişirilmiş bir yengeç zannolunur, yürüyüşü o kadar gariptir. Maamafih o, biraz da serhoşu andırır. Bakışlarında alkolun yaradabileceği tuhaf bir sebat dudaklannda meyhane bulaşığı gülünç bir kıvrıhş vardır. Kabadayı tipile gözaşinalığı olmıyanlar, ilk tesadüflerinde başka bir zehabe de düşebilirler, meselâ bir melânkolik adamla kar şılaştıklarını sanırlar. Çünkü Kabadayı ; sık sık etrafını tarassut eder, korkuyormuş veya takip olunuyormuş gibi yörür. Bir ka dın görünce ihtiramdan ziyade ihtiraz ifade sden gülünç bir hareketle yan çizer, gelip geçen olanlarla kendi arasında daima bir mesafe bırakmağa çalışır. Bu, onların dış tarafıdır. İç ta raflarına gelince manzara tama men değişir. Mahalle kabadayısı, meyhane kabadayısı, kârhane kabadayısı, kumarhane kabadayısı, çarşı kabadayısı, mektep kaba dayısı ayrı ayrı şeylerdir. Bun ların hepisi; bakış, gülümseyiş, yürüyüş itibarile birbirlerine benzemekle beraber yaşayış şekilleri tehalüf eder. Birinin kuvveti di • linde, diğerinin bloflarında, öbürünün bıçağında, daha berikinin yumruğunda, sondan evvelkinin sezişinde, sonuncununki dalavereciliktedir. Bu tuhaf kuvvetlere istinat e • den kabadayılarm birleştikleri, tanıştıklan yer, hapisanedir. Dil kabadayısı da, yumruk kabada yısı da, bıçak kabadayısı da ergeç orada birleşirler ve çok defa ha pisaneden terfi ederek çıkarlar. Rifat Efendi, dilsiz denilecek kadar sükutî bir adamdı, bütün hayatmda ağzına bir katre ispirto girmemişti, harama el ve dil sunduğu vaki değildi, kumarın is mini bilir, fakat çeşnisini de, çeşidini de bilmezdi. Bu evsafına; görünmesinden ileri gelmiştir. ( 2 ) . İki âlim bu halk iştİkakçıhğile keçiye eks denilmesine telmih et miş oluyorlar. Bu kelimenin türk • çeden alındığı meydandadır. Lisa nımızda muayyen bir yaşa gelen erkek keçiye erkeç ve ekçe deni lir. (3) Erkeç ayni zamanda ulusun, memleketin büyüğüdür. Büyük hemşireye eğe, yahut iğe denildiği gibi eğeçe de denilmiştir. Bu son iki kayıt eğe ile ergeç ve ekçe arasındaki tarihî münasebeti teyit eder. Eski Türk hükümdarları, resmî unvanlarile kendi illerinin, uluslarının mübarek (izuk) addettikleri hayvanatı temsil ederledi. Hazar hükümdarla rının unvanı (bigu = puhö) idi. Bu unvanı Oguz'lar da kullandılar. Karahaniler'den bazıları (bugra = turna kümesinin başı) adını almışlar • di. Selçukiler'in tuğrulu ve çakırı yırtıcı kuş adlarıdır. Uygurlar'm ilk efsanî hükümdarı (Buku = geyik) handır. Mogollar'ın ilk atası da Geyiik idi. Bu îtiyat fetişistlik zaman larmdan kalmıştır. Pek muhtasar bir surette verdiğimiz şu izahat gösterir ki, Ege denizi adının eks tarzmda lisanî bir asla isnadı onu gene türkçelikten çıkaramaz. Bilâkis Türk'lüğe ve Türk lisamna daha ziyade yaklaştırır. •»•t.11 ııııııııııııııııııııııııııınıııııınınıı mıymmtıhğa yakın olan şu âciz haline rağmen senelerdenberi kabadayı lâkabını almıştı. Filhakika onun o yürüyüşünde bir nevi yengeçlik vardı, gülünç şekilde yalpalardı. Bakışı sabitti, dudakları kıvrıktı. Kimseye kol vurmamak, kimsenin ayağına basmamak için ebedî bir ihtiraz ta şırdı, çocukların yanmdan geçerken bile azamî mikyasta büzülür, küçülürdü. Lâkic ne küfürbazdı, ne silâhendazdı, ne hileperdazdı, ne balapervazdı! Lâkin; meşhuş bir kabadayı idi, herkes tarafından o suretle anılıyordu. Niçin?.. İşte bu bir facia idi. Zavallı Rifat Efendinin bütün hayatı; beyaz, bembeyaz bir kâğıt gibi hoştu, hatırasızdı. Bir gün o beyaz kâğıdın üstüne bir damla, siyah bir damla düştü. O damla bir hatıradır ve o hatıradan konukomşu arasında kalan iz de Rifat Efendinin kabadayı lığıdır! Faciayı anlatayım: Rifat Efendi bir gün, karpuz alıyordu. Kü fedeki bütün karpuzlan birer birer elden geçirdikten, uzun uzun muayene ettikten sonra bir ta nesini seçti ve satıcıya mültef itane sordu: Olğun mu dersin? Yarım saattenberi güneş al tında bekliyen satıcı, bu mutav vel intizann husule getirdiği iğbirarla terbiyesizlendi: Gam yeme, dedi, kafandan olğundur. Rifat Efendi, bu hakareti karısının da işitmiş olacağı endişe sile haf if bir sertlik göstermek istedi: Ağzını topla! Şu minimini ihtann neticesi ağır bir dayak olmuştu ve dayağı yiyen Rifat Efeni idi. İşte o gün, bugün, Rifat Efendi, mahallesinin biricik kabadayısıdır! M. TURHAN Ayni kelimenin böyle iki türlü kullamşh olması elbet sebepsiz değildir. tlk semiye (Clan) hayatında aileyi idare eden şahsiyet ağa idi. Ağababa sağ oldukça bu unvan o nundu. Yerine göre ana da (aka) yahut eğe olabiliyordu (4).. Semmiyeler büyüyerek kabile hayatına girilince ağalık ayrı ayrı aile sahibi olan evlâtların en büyükğüne te veccüh etti. Kendi obalannda baba ve ağa olanlar ailenin umumî vaziyetinde küçük kardeş mevkilerinde kaldılar. Asıl ağa kardeşlerin büyüğü idi. İşte bu vaziyettir ki Phra terie = ağalık teşkilâtını vücude getirdi. Kabile ve ailede ağalıklar birbirinin ayni idi. Türk türelerinden bahseden eserlerde izahma çahşılan Maderşahî, Pederşahî teşekküller eğelik ve ağalık an'anelerinden doğmuştur. Eğeliğin uzun müddet anadan anaya intikali maderşahî se miyeyi, onun aksi pederşahî semi yeyi vücude getiriyordu. Büyük cemiyetlerde erkeğin galebesi en ziyade Phraterie (ağalık) teşkilâtını ileri götürdü. İrsî saltanatlarda en büyük biraderin tahta geçmesi asastı. Türk tarihinde Eme sayınlar gibi kadınların hâkim olduğu bir çok ce miyetler görülür. Uzun müddet Qrta Asya'da birbirine komşu yaşıyan Ari ve Altayh ailelerden bir kısmı yurtlarını Patri = vatan, baba yurdu, bir kısmı bugünkü Türk'Ier gibi (ana yurdu) tanıdılar. Şimalî Çin Tatarları kendi hü • kümdarlarına verdikleri Akuda (bü yük kardeş, ağabey) unvanını yakın bir zamana kadar muhafaza ettiler Türk Mogol kabilelerinde aça (büyük anne, ihtiyar kadm) eciğe, yahut ezğe (baba, açanm küçüğü) aka yahut eke (anne ve baba) iğe, ege ve ekeci (abla) gibi kelimelerin birbirine karışması bunlarm se miyelerden mürekkep bir cemiyette şahıslardan, daha doğrusu erkek ve kadınlardan ziyade ailevî mevkileri ifade etmesinden ileri gelmiştir. Kadim Yunanistan'da Ege'lerin bir taraftan ağalık (Phraterie) teşkilâtile, diğer yandan bir hükümdar ailesile alâkadar olması pederşahî bir semiyeye mensup olduklarını gösterir. Karadeniz sahilindeki Eme sayın Egeleri ile Tepe ve Atina Egeleri ayni devirde tarihe hâkim oldular. (Milâttan evvel 12 ve 13 üncü asırlar). İki teşekkül arasında bir rekabet bulunduğu efsanelere intikal etmiştir. Yunan'lılarm ilk mfll? kah(4) Ed. Dulaurier'nin eserinde Jcettme Uygur yazısüe eke, yahut âk'a (âkâ) (her iki türlü okunur.) Lâtin harflerile (ak'a) tarzmda yazılmtstır. Manası: Ana. Galatasaray protosto ediyor Cuma günü yapılan kürek şampiyonluğu müsabakasında 13 pu vanla Beykoz kulübünün birinci ve 12 puvanla da Galatasaray'ın ikincî olduğunu yazmıştık. Galatasaray denizcilik kaptanı, yarışlarda intizamsızlık olduğun dan, başlayış mahallinde şamandıraların biri taramış olduğu için bu şamandıranın bulunduğu tarafta yarışa giren Galatasaray fitalarımn daima 20 metre geriden yarışa başladıklarını, müsabakalann bittiği yerde ise bir tek şamandıra bulun duğu için yanyana gelen f italardan hangisinin daha ileride olduğunu fennî surette tayin kabil olamadığını ve bu yüzden tek çifte kıdemsiz erkek yarışında Galatasaray fitasının ikinci geldiği halde üçüncü addedildiğini ve bu yüzden Galatasaray'ın 14 puvanla birinci ve Beykoz'un 11 puvanla ikinci çıkması lâzım geldiğini iddia etmiş, ayni zamanda bu tek çifte müsabakasında tam intiha şamandırası önünde bir takım seyirci sandallannm toplanmış olduğunu ve hakemlerin de, jüri heyetinin de şamandırayı göremedikleri için intiha şamandırasına varınca yol kesen Galatasaray fitasını Beykoz fitasının şamandıradan sonra geç tiğini de ilâve ederek Galatasaray'ın haksızlığa maruz kaldığı f ikrinde bulunmuştur. Galatasaray denizcilik kaptanı, yanş akabinde hakeme ve jüri heyetine verdiği şikâyetnamenin nazari dikkate alınmadığmı görerek bu şikâyetini idman teşkilâtmm alâkadar makamlan nezdinde tekrara karar vermiştir. VüKÜAT Kıskanç kadın Şeyh Zeynullah Roman Yazan : Bürhan Cahit Bey. Basan : Köroğlu kitaphanesi tstanbul 1931 \ Malumdur ki san'at iki türlüdür. Birincisi güzel san'at Iar: Ressamlık, heykeltraşlık, s' ir ve edebiyat (les belles let tres) gibi.. İ kincisi alelâde san'atlar: Kunduracılık, terzilik, f abrikacılık gibi.. Bu ikinci Romancı Bürhan Cahit B. çeşit »an'atların heyeti umumiyesine sanaat (industrie) diyebiliriz. Bilfarz terzilik hayli zevki selim isti • yen bir iştir. Ancak bir elbise ne kadar mükc^ımel olursa olsun, bir san'at eseri (oeuvre d'art) olmadığı gibi bir terzi de hiç bir zaman bir san'atkâr (artiste) sayılamaz. Bu cümleden olarak edebiyatın yanı başına sığmmış, güzel san'atla alâkası olmıyan ve sadece bir sa naat (industrie) addedilebilen bir romancılık mesleği vardir ki, erba • bını az çok besliyen muteber bir îştir. Az çok güzel san'atlara ve ezcümle şür ve edebiyata meraklı olmak ve onun yüksek zevklerile ruhunu beslemek için bir msanın: llim, marifet ve san'at terbiyesi itibarile çok yükselmiş olması lâzımdır. Bu gibi insanlar, dünyanın her tarafında nisbet en azdır. tnsanlarda tenasül ihtiyacımn, aşka ve ona müteferri ruhî hallere ait doğurduğu manevî ihtiyaçlar var dir. Romanlar hep aşktan bahis ol • duğundan bu ihtiyaca tekabül et mekte ve diğer yazı tarzları (genre) arasında en çok rağbet görmekte dir. Bunlarm hakikî ve yüksek e debiyatla sıkı alâkası olanları var dir ki istikbale ancak bu gibi eserler intikal edebilir. Don Quichotte, Madame Bovary ve ılâh. gibî şaheserlerin ebediyen ölmiyeceği şüphe sizdir. Nitekim, lâtin lisanı ölü diller arasına kanştığı halde Virgile ve Horace'ın eserleri hâlâ derin bir lezzetle okunuyor. Bir İlyad, yazılış tarzının elân şaheserbir nümunesi olarak telâkki edilmiyor mu? Bunlan yirmi otuz asırdanberi yaşatan yegâne kuvvet nedir? Güzel san'at (art) değil mi? Halbuki sanaat (industrie) mahsulü olarak yetişen romanlar, halkın okuma ihtiyacmı tatmin etmek ve genç ve toy insanlann cahil ruhlarını gıcıklamak için yazılmış, az za manda nisyana karışmağa mahkum yazılardır. Bugün, yakın maziye kanşmış bir Ponson du Terrail'în bir Xavier de Montepin'in ve emsali muharrirlerin romanlarını okuyan bir fert tasavvur etmiyorum. Bu mukaddemeyi yapmaktan maksadım: Sanaat mahsulü romanIarla hakikî edebî eserlerin birbi rine karıştırılmamasıdır. *** Bürhan Cahit Beyin, Şeyh Zey nullah romanını okurken, yukarıki basit tasnifi yapmak zaruretini hissettim. Çünkü okuduğum roman, i kinci sınıfa, yani sanaate (indus trie) ye ait bir mahsul idi. Maişet temini için muteber ve muhterem bir iş olan bu nevi romancılık her memlekette vardır. Bu romancılar îçinde, âdeta edebiyat yapmağa yeltenenler de bulunur. O de recede ki, nüfuzu nazar sahibi ol mıyan okuyucular, bu hafif yaldız altındaki kaba mahsulü farkedemiyerek aldanırlar. Bürhan Cahit Beyin yazdığı romanlar bu zümredendir. Düzgün bir sanaat mahsulüdür. Tıpkı güzel bir elbise, yahut zarif bir kundura gibi!.. *** Romanın mevzuu: f Acaba bu romanın esaslı bir mevzuu, muayyen bir hedefi, kahramanlarmın hakikî bir ruhu (psychologie) var mı? Hayır, diyecek olursam hakikati söylemiş olurum. Romanın son sahifesine geldiğiniz zaman hâlâ mukaddemede imiş gibi bir hiçlik karşısında kalıyorsunuz. tki yüz elli sahife içinde binbir vak'a, sayısız (romanda kırktan fazla şahıs tesbit ettim) kadm, erkek, çocuktan mü rekkep şahıslar var.. Fakat nazari dikkati tesbit ettirecek hakikî vak'a bu hercü merç içinde kaybolup gidiyor. Romanı hulâsaya çalışahm: Şeyh Zeynullah, Hüdayi tekkesi postuna, henüz yirmi yaşını geçerken oturuyor: Genç, gürbüz, pehlivan yapıh ve çelik kuvvetli bir zat.. Hayvanî zevklerini tatmin etmekten başka gayesi yok.. Evli olduğu halde ortalığa kudurmuş gibi saldırıyor. Tekke, sarayların himayesine mazhar olduğundan dergâha her taraftan rağbet ve servet yağıyor. Hakikî mevzu arasına, tekkenin ayinleri, devranları, meydancı Arif Dedenin, zakirbaşı Selim Efendinin tabiî ve gayritabiî aşkları ve bir sürü bitmez tükenmez vak'alar, maceralar karışıyor. Nihayet tekkeyi Adile Sultan ziyaret ve genç şeyhi sarayma davet ediyor. Sarayda ilk muaşaka.. Bunu haber alan Nerime Sultan da şey hin visaline talip. Tebdili kıyafet ederek şeyhin çiftliğine, visal höcre • sine geliyor. Jurnalcılar Abdülha mid'i işten haberdar ediyorlar. 1 kinci kâtip Izzet Paşa şeyhi saray lara gidip gelmekten menediyor. Buna rağmen Zeynullah geceliyin A • dile Sultanın sarayına sandalla yanaşıyor, orada tekrar sultanın koynunda bir gece geçiriyor. Nerime Sultanın kıskançhğı işi Padişaha aksettiriyor. Bu rezaletlerin men'ine çahşmakla beraber hanedanın şeref ve haysiyetini muhafaza için işin şuyuuna meydan verilmemek iste niyor. Şeyhi sarayda bastırmak muvafık görülmüyor. Kendi çiftliğinde bilfiil rezalet yaparken yakalıyarak mahvetmek için tertibat yapılıyor. Şeyh Zeynullah kendi çiftlik köş • künün hamamında rezalet üstünde yakalanıyor. Yanındaki kadm adî bir müstefrişe değil hanedana mensup bir Prensestir: Nerime Sultandır. tşte romanın esası bundan iba rettir. Vak'a burada bitiyor. Romantn gayritabiiliklerî: Koman, şeyn ^.eynuiloU İle Zevci Hasan Ef.yi bıçakla yaraladı Evvelki gece Kasımpaşa'da Yah ya kâhya mahallesinde Mektep so kağında 27 numaralı evde oturan Fahriye Hanım, seyyar kahvecilfcle meşgul olan kocası Hasan Efendiyi kocaman bir ekmek bıçağile sol kalçasmdan yaralamıştır. Fahriye Hanım kıskanç bir kadındır. Evvelki gece, kansınm şedit ve mükerrer emirlerine rağmen eve biraz geç kalan Hasan Efendi içeriye gi rer girmez kansınm haşin çehresüe karşılaşmıştır. Fahriye Hanım yum ruklannı sıkarak: c Söyle, herif! Metresinin ya • nmdan geliyorsun değil mi?» Diyerek bağırmağa ve bedbaht zevcinin vücudünün rasgelen yerine vurmağa başlamıştır . Yediği dayağın tesirile halsizce mindere yığılan Hasan Efendi: < Yeter, hanım.. öldüm.» Demişse de para etme • miş ve nihayet Fahriye Hanım hiddetini teskine muvaffak o • lamıyarak masanın üzerindeki kocaman ekmek bıçağını alarak Hasan Efendinin sol kalçasına sokmuştur. Son derece asabî bir kadm olan Fahriye Hanım, kendisfle görüşmek istiyen bir muharririmize: < Söyliyecek hiç bir şeyim yok tur. Ben, bir şey yapmadım. Kendisi sarhoştu. Kendi kendini vurdu» Demiş ve: < Siz bildiğîniz gibi yazın.. O, yarın iyi olursa gene karşı karşıya • yız» demeği de unutmamıştır. Beyoğlu zükur hastanesinin harî ciye koğuşunda yatmakta olan Ha • san Efendi de: < Beni, kıskançhk yüzünden vurdu. Sekiz senedir başımın etini ye di.. Nihayet te boylece beni yarala dı>. Demiştir. Zabıta tahkikata devam etmektedir. Hususî idareler Tahsilât ve faaliyetlerine dair bir istatistik tstatistik umumî müdürlüğü 192528 senelerine ait vilâyetler idarei hususiyetlerinin malî vaziyetlerini gösteren bir eser neşretmiştir. Bu istatistiklere göre, hususî i darelerin varidat tahakkukat ye kunu 1925 de 24,341,936; 1926 da 41,720,167; 1927 de 46,546,241; 1928 de 54,077,248 liradır. 1925 tahakkukatı 100 addedilirse 1928 ta hakkukatmm buna nisbeti 222 dir. Umumî tahsilâtm tahakkukata nazaran nisbeti vasatî olarak % 71 dir. Hususî idareler 928 varidatından nüfus başına isabet eden para miktarı yüksek olan vilâyetlerin başında Istanbul gelmektedir. Burada beher nüfusa 607 kuruş düşüyor. Bu nisbet Aydm'da 479, Eskişehir'de 467, tzmir'de 460, Balıkesir'de 427, Çanakkale'de 400 dür. Bütün memlekette 928 hususî idareler varîdatınm °?o 36, 55 i maaş ve ücretlere, % 20, 86 sı nafıa işle • rine, % 19, 33 ü maarife, 23, 26 sı muhtelif mahalere sarfedilmiş bulunuyor. Umumî surette hususî idareler bütçeleri, tahminlerin fazlalığm dan, her sene açık vermektedir 928 de hususî idarelerden maaş alanlar 17553 ü memur, 7881 i müstahdem olmak üzere 25434 tür. raman addettikleri Teze ki bir Egit, bir Ege idi Karadeniz Egele rinden altm kuşağı almak için Herkul'le beraber Termedon'a hücum etmişti. Altm kuşak maderşahî an'aneyi muhafaza etmek istiyen bir cemiyetle ona muhalif bulunan pe derşahî bir ağahk teşekkülü arasında müşterek ve münazaalı bir hükümdar Iık timsalinden başka bir mana ifade etmez. O devrin tarihi ancak bu noktadan mütalea edilmek şartiledir ki, vukuatm efsanî bir şekle giren tafsilâtı anlaşılır bir mahiyet alabilir. Biz Termedon Eme sayîn Iarınm ilk yaşadıkları yerden ay rılmalarmdaki sebepleri vüzuh ile bilmiyoruz. Yalnız bunda dahilî bir karışıklığın âmil olduğu tarihe naklediliyor. Ondan sonraki vukuat, ayni adı, ayni Egelik adını taşıyan iki erkek ve kadm cemiyetinin uzun müddet devam eden mücadelele rinden ibarettir. Tafsilâtın daha sarih olması için bu mücadelelerin analar ve erkek kardeşler saltana tına ait bir an'ane etraında toplan dığını kaydetmekten başka bir şeye ihtiyaç yoktur. Bu kayıt ve bu netice Türk'Ierde ailevî ve millî hâkimiyetin Egelik, büyüklük, ağahk, büyük kardeşlik, aka ve ekelik (analık ve babalık) kelimelerinde birleştiğini gösterir. tşte Yunan istan ve Karadeniz Egeliklerinin en açık manası ve Ege denizi adının bu mücadeleler ve bu cemiyetlerle alâkadar olan menşei budur. Kadını paylaşamamışlar Galata'da oturan Hasan isminde bir genç, evvelki gece Taksim mey* danı'nda Mari isminde bir kadmla konuşurken yanına aRıkişi gelmiş, kadını almak istej*»«V~ " . " " " *..!.: L ( O . ı •tmemiş, bu nun üzerine bu adamlann hepsi Hasan'ı dövmeğe başlamışlardır. Mes'ele dayakla da bitmemiş, mütecavizler Hasan'ı dört yerinden ağır su rette yaraladıktan sonra kaçmışlardır. Hasan baygm bir halde hastakaldınlmış, mütecavizlerin dern e y e desti için tertibat alınmıştır. sul tanın maceralarından başka çeşit çe j j J şit sevişmeler, ve nihayetsiz sergü j zeştlerle doludur. Tarikatlar ve saire J hakkmda uzun boylu muhavereler, . saray erkânına karşı kullanılan bas , ma kahp ubudiyet üslubu, bir çok a [ yinler, eğlenceler, patırdılar da ca ba!.. Gayritabiiliklerin, bir kaç ta nesini tetkik edelim: A Adile Sultan şeyhi niçin seviyor? Dinî bir feveran, ruhî bir a teş mi? Hayır. Sadece behimi bir ihtihaç. Peki ama, bu kadının kocası yok mu? Bilemiyoruz. Koskoca bir müstebit hanedan böyle genç bir Prensese güzel, dinç ve sevimli bir koca bulamadı mi ? B Nerime Sultana gelince: Onun da aşki hep tatmin edilmiyen behimi bir ihtiyaçtan münbais. Zavallı kadmcağızın kocası: thtiyar, cansız, sümüklü bir paşa.. Korkunç bir kuvvete malik olan hanedan böyle cidden sevimli, genç, güzel, kehriba gözlü bir Prensesi öyle köhne, mütekait bir zata kurban eder mi? Bu nasıl olabilir? Damatlığa talip binlerce güzel ve genç delikanh varken, zekâ ve dirayeti Padişah nazarında da müslem bu zavallı sultan niçin ha yatını mahrumiyet içinde geçirmeğe mahkum olsun? Romanın bu nok talaıı büsbütün gayritabiî görünü yor. Anlaşılan romancı bunları hikâye olsun diye yazmış. Halbuki romanlarda modeller hep canlı ve hakikate mutabık olmak gerektir. C Abdülhamit devrinde yabancı bir erkeğin Padişah tarafından menedildiği halde geceliyin saraya gizlice girip âşikane maceralarda bulun mak cür'etini göstermesi ve hele bir sultanın yabancı bir erkekle çiftlikte muaşakası imkânsız denecek haya lâttandır. *** Sevişme tarzlart: Romanda sevişme tarzlarına /dair bir çok (pornögraphique) porno graf ik tasvirler vardır ki toy gençleri eğlendirmekten başka bir şeye yaramaz. Bürhan Cahit Beyin roman ları az çok bir rağbet görürse, bunu, o tasvirlere atfetmek lâzımdır. **• Üslup: Romanın üslubu, gazete tarzını andıracak şekildedir: Basittir, renksizdir. (Originalite) si yoktur. Hatta eserde, düşük bir kaç ibare bile vardır. Misal: <Hele aşure eamanı onun kaynatttğt ka Mtrsin'de gizli bir çete yakalandı Mersm 1 Zabıtamız, gümrükte hamalhk etmek suretile mevcudi yetlerini saklamağa muvaffak olan ve efradı kâmilen Kürt olan bir çete yakalamıştır. Bunlardan Süleyman'ın evinde 10 mavzer ile 1 el bombası bulunmuştur. Silifke yolunda eşki • yalık yapan bu gizli çetenin mey dana çıkması; evvelce Silifke yo lunda soyulan bîr şahsm çete efra dından bazılarını Mersin'de teşhis ve ihbar etmesile kabil olmuştur. zanlar, onun pişirdiği süzme aşurelerin lezzeti saraylarda çalkanırdu» (S. 14) **• Bir misal daha: <Kavrulan yüreklerini soğuk şerbetle yikayıp çalkaytnca biraz ferahladüar.> (S. 8). Yürebleri şerbetle çalkalamak! ?.. #•# Size beliğ bir edebiyat ve seci nümunesi: « Deniz gibi oynak, güneş gibi sıcak. Ay gibi parlak ir kadtndı.> (5. 88). Hep klişeîı. *** 1 Handise (S. 53)2. Arzukâr (S. Gibi sözlere ne dersiniz? *** 88)I Beotya Egeleri Yunan an'anelerinin Ege ismi hakkmda muhafaza ettiği daha başka bir rivayet, Anadolu ve Yuna nistan'm muayyen bir devirde ge çirdiği uzun mücadeleleri izah eder. Bu an'anelere nazaran, Ege adını taşıyan hükümdar, sonradan kendi adını alan denizde intihar etmiştir. Masal tarzmda nakledilen bu ri vayetin şe'nî bir kıymeti yoktur. Bununla beraber Atina Kralı E • ge'nin tarihte yaşadığı bir devir bulunduğu muhakkaktır.Ayni hükümdarın oğlu Teze'ye ve onun evlât larına Egid denilir. Egid'ler ayrıca bir kabiledir. Tepe şehrinde ahalinin ayrıldığı Phraterie = biraderlik, ağalık teş • kilâtmdan biri Egid'ler adını almıştı. tnsanlığm içtimaî tekâmülüne ait bir saf hada Phraterie ve ağalık te şekkülleri birleşir. Bunu lisanımızın aile adlannda kolaylıkla mütalea ediyoruz; Muhtelif lehçelerde iğe ve ağa sözleri iki manaya delâlet et mektedir. 1 Sureti umumiyede büyük, sahip, reis, aka. 2 Tahsisen büyük kardeş, a ğabey. (2) Dezobry ve Bachelet. Tercümei haller kamusu Egee maddesi. C, 1; S, 956. (3) Muhtelif lehçelerde, irgaç, ergeç, erkeç telâffuOart vardtr. Frenkçe kelime hastahğı: Bu hastahktan Bürhan Cahit Bey de masun değil, ancak frenkçe kelimeleri yanhş kullanıyor. Diyalok (S. 48) frenkçe dialogue kelimesinden alınmış olmasına nazaran diyalok ve Kontak, kelimesi de frenkçe (con tact) sözünden ahndığma göre Kontakt yazılmak lâzım gelirdL ••• Halâaa: Makalemin başmda da soyledi ğim veçhile muteber bir maişet me dan olan bu nevi romancılıkta Bürhan Cahit Bey hayli muvaffak oluyor. Muhterem romancı bol bol ro man yazabilir; belki çok okunabilir, hatta para da kazanabilir. Yalnız edebiyat ile alâkası olduğu iddia edilemez. SAMIH RIFAT YUSUF. OSMAN