BULGARİSTAN'DA EVKAF-I İSLAMİYE Bulgaristan'ın bila istisna heman her kasabasında bulunan amucalarımız bile, şu evkaf gürültüsüne bigane kaldılar. Çünkü bütün Bulgaristan ahali-yi İslamiyesini yekdiğerine katan, hatta babayı evlada düşman eden bu meseledir. Ya'ni "vakfı sen yiyeceksin, ben yiyecegim" gavgasıdır ki, Bulgaristan'da ahali-yi İslamiyeyi günbeyün zilletden zillete,zillet-i inkıraz ve perişaniye düşürüyor. Aba vü ecdadımız bu müessesatı, bu mebaniyi, bu hayratı millete ne içün vakf etmişlerdi? Milletin hayır ve selametine ta'alluk idecek umurda sarf idilerek, istikbal-i milliyemiz, feyz-i milliyemiz te'min idilsin de, biz de milel-i saire gibi insan olalım. Kuvvet ve satvetimiz, şan ve şeref-ü milliyemiz madam'el hayat payidar olsun içündü. Milletin hayrına ta'alluk eden ihtiyacat ve zamaniyemizin ne olduğunu kayd ve izaha hacet yok idi. Bizim yegane noksanımız ma'arifsizligimiz, cehlimiz, faziletsizligimiz idi. Bize bu ihtiyacı def' idecek, haysiyet-i şer'iyemizi, şeri'atımızı haiz olduğu feyz ve haysiyetle te'yid idecek yegane sebeb mektebler idi. Aba vü ecdadımızın ruhunu irşad idecek, anların maksad-ı e'azzı olan hayratı te'min idicek, esbab-ı yegane-i evveliye bu idi. Hakikat böyle olduğu halde ya biz ne yapıyoruz? Vakfullah ki, emanet-i Allah'dır Huzur-u şeriat'da yetim malıyla birdir. Biz ise bu Allah emanetlerini taammüden mahv idiyoruz. Veya mahv olduklarını görüyoruz da, yine Allah'dan, dinden, hayadan, namusdan bahs idiyoruz. Daha ilerüsü var. Daha müdhişi var. Milletin mürşid-i agahı, mürebbi-i hissiyatı olmağla muvazzaf, verese-i enbiya olduklarını söyleyen ve hakikatde birer şeytan-ı ahrasdan farkları olmayan birtakım hacılarımız, hocalarımız, müftülerimiz, imamlarımız, bu hizb-i edaninin ser-amedanını teşkil ider. Anların ömürlerini vakıf yimege, hırsızlık, yani ırzsızlıkla idameye hasr ider. Anların ya bizzat veya dolayısıyla vakfa ihanetinden, hırsızlığa alet olmaktan utanmazlarsa, şuna buna, cahil güruhuna ne kalır ki? Ya bu hal ile sonumuz ne olacak? Yahu kanınız mı kurudu, ey ümmet-i Muhammed! Şeriat-ı Ahmediyenin, hukuk-u akdesimizin bu derece tahkir ve tasaddiye uğradığı acaba hangi devrede, hangi asırda görüldü? Saika-yı tesir ile, bir infi'al-i vicdani ile yazdığımız şu mukaddemeye zeylen, yarın öbürgün misaller, fakat sabit, muhakkak birtakım denaetler, irtikablar yazacağız. Ta ki, ümmet-i Muhammed, esbab-ı mahvımızı can gözüyle görsün, biz niçün mahv oluyoruz, millet anlasın. Yarınki nüshamızda ahiren Filibe Müftü-yü lahiki Şükrü Osmanof'un, uhde-i mes'uliyetinde kalacak olan, kanun-u beldeye dahi muhalif, müdhiş birkaç irtikab ve bilhassa iki kapulu han meselesini teşhir idecegiz.