Holıvudda' Yıldızları yeniden ya- raftan adam Meşhur yıldızları çıraklık devir le- rinde nasıl yola getirmiş? Geogre Cannons P: Okurlarımızdan onun ismini duym- yanlar bulunabilir. Fakat Holivud dünyavaımda Cannons'un adı bir ilâh mertebesindedir. Onu tanımmyan, o- nu sövmiyen, ona medyunu şükran ol- mıyan hiçbir yıldız yok gibidir. Cannons br patron değildir, Holivu Fa!xwt. alelâde rise gitmiştir. O, estetk bilen, xnulın hakikf ma- nasını kavrıyan, bilhassa meşhur bir| & resam gibi yeniden eserler ibda eden kuvvetli bir san'atkârdır. Bu zat, bir sinema mecmuasınım muharirine şu beyanatta — bulunmuş-) tur: — Holivadda hiçbir yıldız. yök- tur ki, onun çıraklık zamanmı hilme- miş bulunayım. Hepsi de elimden geç- mişlerdir. Onbeş yıldanberi orada Ça- hışıyorum. Henüz toy bir halde Holivuda ge- len güzelleri, mücasese direktörlüğü bana gönderir, Onları karşıma alı-, rım. Evvelâ baş'arına, yüzlerine, gözlerine, burunlarına, bilhasa ağu-, larına ve dudaklarına uzun uzüun bü- karım, Ve bilirim ki, bu terkiklerden çıkaracağım netice yıldızların lehine-i dir; çünkü bir kaş üzerinde, bir du-, dak üzerinde, saçın yahud gözün her- hangi şekli üzerinde yapacağım tadi- lât, onları bir değil, bin misil daha, güzelleştirecek kuvvettedir. Bunun için artistler daima bana hürmet ederler. San'atımı fuzla sev- diğimden ve onun üzerinde yıllarca çalıştığımdan dolayı mevzalarım üze- rinde mühakkak ki muvaffak — olu- rum. Nice çirkin kızları güzelleştir- diğimi, nice kalın dudaklıları melek yaptığımı siz de bilirsiniz! Meselâ, Caro Lombard'ın ilk defa fotoğ- rafımı alacağım zaman çok şaşırdım. Çünkü bu ideal kadının birçok nok- sanlıkları vardı. Banları biror, birer kendisine söyledim. Bilhassa fotoğraf çıkarırken kalçalarının pı yi ta- bil bir şekil aldığını kendisine izah ettim, Bugünkü Garole - Lombard, — nasi- esinde hatlerimin ve izamlarımın sa yükselmiş bulunmaktedır. Ben, yıldıizları bir yıldız olarak de- ğil, adela tedavi edilecek in: ar ola- rak ele aldım. Halkın onlara bahşet- ir hâlesi benim kafamın içinde aşamaz. Ben onları baait bir insan şeklinde görürüm; bir doktorun has- taşına aid duygusu neyse, benim de r duygam odur. rs ile ilk defa karşılaştı- , onu çok nefis buldum nde gülüverdi. çileden — çıkardı. Çünkü Eilers gülerken o kadar çir- kin, o kadar ruhsuz bir nesne olu dü ki tarif edemem! Derhal faaliyete geçtim. Ağzını açarak — dişlerini muayene ettim. Ön dişler, maattessül bozuk dızlara ait intibaları da bir tetkik röportajını neşrederek diyor ki: Polis, dü 1 Nevyorkün Harlem dan- ginde bu gibi dövüşmeler tabil hâdiselerdendir. İki hasım, polisle- ri görür görmez zaten sakinleşmiş- lerdi Siyahilerin etrafını, biribirlerine izahat veren bir kalabalık kütlesi sardı. Barın kapısının her açılışında içeriden durmak bilmiyen bir müzik sermesti içinde dans ediyorlardı. Tandı. Göbekli bir kadın, genç bir kız, bir taksiye atlayıp onları takip ettik. Adalet konağına girdiğimiz za- man mücrimler ortadan kayboldu- ——— Sağda Garrle Lombard solda Dolmres del Rib r dizi takip ediyorlar ve ağzı biçim- orlardı. Verdiğim program- ı:ı ve yaptığım mütemadi nasihatlerle Sally Eilers'i de bugünkü — mevkiine ulaştırdım. Meşhur rejisör ve san'atkâr Edvin Carev Meksikada Doolores Del Rioya rastgeldi. Derhal enu Holivuda ge- tirdi. Lâkin çekilen bütün filmlere, ve alman fotoğraflara rağmen, Doolores| çok tadsız ve beceriksiz göründü. Nihayet Edvin Garey bana da baş- vurdu. Dooloresi takdim etti. Bu Mek sika güzelini bir gün atölyeme götür- düm, Onunla başbaşa — kaldık. Ne za- man (Pose) meselesi mevzubahsolsa, zavallı kızcağız birdenbire tabiiliğini kaybediyor, kendisine —manasız jest. ler, manasız tavırlar veriyordu. Derhal bakikati buldum. Mekaikalı güzel, kendi tabii harc- ketlerini kaybetmiş, — rejisörlerin ve şunun ve bunun tesiriyle bütün bütün bayağı ve yapmacık duruşların kah- Yamanı olmuştu !, Uzun sürdü amma, onun. hakiki güzelliliğini bulmağa ve onu meyda- na çıkarmağa nihayet muvaffak ol. düm. Bayat ve soğuk olan - Doolores bu çalışmamızdan sonra hayata yeni. den gelmiş gibi oldu. Ben yıldızlarımı evvelâ makyaj- — apafıyus vown o7 1sayAY— şmekte olan iki siya-, hiyi kâh yumuşaklıkla, küh sertlikle| sesi geliyordu. Müşteriler büyük bir Polis iki kavgacıyı cürmü meş- hud mahkemesine götürmeğe hazır- melon şapkalı bir adam bu vak'anın şahidlerindendi. Polis, kabahatlıları otomobile bindirip götürünce, biz de Bir Amerikan mahkemesi faaliyette Cürmü meşhud mahke- melerinin faaliyeti Geceleri orada kimler görülür, ka- rarlar nasıl verilir? Bir Fransız muharriri, Amerika-| Zenciler faaliyette lar. Biraz sonra ufak bir - salonda bulunduk. Kürsünün arkasında bu- lunan üç hâkim sanki uyuklÜyorlar- dı. Dinleyiciler pek azdı. Hâkimler bir erkek mücrimle, bir kadın dava- iyı muhakeme etmekte idiler. Da- vacı kadın, gıcıklayıcı bir sesli — Bu adam beni tahkir etti; di- yordu. Peşimde tam bir saat dolaş- tı ve, arada sırada yanıma yanfışa- rak, kolumu çimdikledi. En nihayet, bu müz'iç adamdan kurtulmak iğin, polise müracuat et- mek mecburiyetinde kaldım. Hâkim, gözlerini açmağa lüz görmeden, bu kadınmı söylediklerini dinledi. Sonra. polise hitaben: — Bu adamı yakalamak için ga- hidiniz var mıydı? Dedi. - Bay hâkim, şikâyetçi kadın ba- na yaklaştı ve bu adamı tevkif et- memi söyledi. Adam bu sırada kadı- nin yanında değildi. Az ötede bir eamekânm önünde idi. Evvelâ bana refakat etmek için iliraz — etti. Bu sebeple cebir kullanmak — mecburi- yetinde kaldım. Hükim müttehime dönere! — Bir diyeceğiniz var mı, dedi. Cürmünüzü kabul ediyor musunuz? Müttehim: — Böyle birgeyi kat'iyen kabul etmem, dedi. Esaszen ben bu kadını tanımam bile. Kendisi yanımdan ge- çerken bana musallat oldu ve bir- likte birahaneye gitmemizi — İstedi. Razı olmayınca da, polise müracaat etti. Bu gibi hâdiselere sık sık şahid olan hâkim düşünceye daldı. Şüp- hesiz, hangi tarafın daha doğru söy- lediğini kestirmek istiyordu. Tekrar| müttehime dönerek: — Gecenin geç vaktinde, bir dük- kâm camekânını seyretmekteki mak- sadınız ne idi? Dedi. — Ben ©o semtte otururum, ışıkla- yi yanan bir dükkün eamekânını sey retmekte ne zarar var? — Ya siz madmazel, bu semtte niçin geziniyorsunuz? — Bazı akrabalarımın dönüyordum. — Yapayalnız, değil mi? — Yalnız gezmek benim âdetim- dir. — Kaç yaşındasınız? Otuz iki. Ne İş yaparsınız? Manikürcüyüm. — Nerede iş yaparsınız ? — Evlere giderim. — Müttohime karşı davanızda 1s- rar ediyor musunuz? — Evet, ediyorum. — Mademki — Arkası 10 wn evinden kendi sahifede — sUnuUZ. Yazan: mzaklarda bulunan bir kadın kadar hayal idi. Ağaç kasıkların takırtısı, pence- rede inliyen yağmur sesine karışı- yordu. Ve ara sıra, parmaklıkl ka- pıdan süngülü jandarmanın başı birşeyler söylüyor| ve tekrar geri çekiliyordu. Yemek bitti kaşıklar kondu. Duvarlarda bükülüp eğrilen, uza- np kısalan gölgeler birer köşeye çekildikten bir hayli zaman sonra, ocağın üstünde parmak kalınlığın- da biz iz bırakarak yanmakta olan çıraya iki dudak uzandı. Ve odaya, kapkara, zifiri karanlık doluverdi. Hanefi yerlerine soyunmadan — yatağına; uzanmıştı, Çıra rülünce yor- ganı omu Ve Kasım gi- deliberi ke mış olan ve kâh coşkun v kâh da bulanık bir su varlanan düşünce tekrar kaptırdı Henüz e mıhla- berrak, halinde yu- seline kendisini, &ouık dı,neı:ek bir yaşta den davulcu, saz çulııı len dan uşıklnr ge- titretmiş velham| <«Gökdağ» köyünü bir hafta hoplatmıştı. Bötün pu cö-| merdliği, gök gözlü —«Sultan> a lâ- olduğu bir erkek olduğunu köy lüye göstermek için yaptı. Baharda evlenmişti, yeni evlendikleri bir yıl içinde karı-koca, ne olduğunu - bil- medikleri bir hisle, her saat biribir- lerini aradılar. En küçük ayrılıkla- ra bile dayanamıyorlardı. Hanefi, daima, iç taraftan, bilinmiyen bir! kuvvetin, göğüs kemiklerini, bir çift yumruk gibi ittiğini ve çok zaman tatlı birşeyin boğazından aşağı kay- diğim hisseder idi. Tarlada çalışırken — hançeresi nin bütün kuvetiyle şarkı söylemek ih- tiyacım duyar ve ağzına —gelen bir türküyü tuttururdu. Yeni evlendi- ğinde hemen her zaman söylediği şu türküyü hatırladı: «Kız kalcan — üstünde yiğit otu- rur,> «Yaylanma — kırılır belin'ak, ge- lin :» ge- Tin.».. Bilekten kırmızı, kaşın yay, Eskiden, böyle türküler- göyl e hiç heves etmezdi Bunları bazan karısına zara anlatırdı. «Sultan>, bu sözlere kargılık vermez, yalnız, — yiyecekmiş gibi, üzerine atılacakmış gibi ihtiraslı bakışlarını kocasının gözlerine diker. di. kızara kı- Böylece kış geçti. Ve baharda, Ha- nefi, büyük bir acı ile sarsıldı. Bir gün köye üç jandarma geldi. Bunlar, kapı kapı dolaşarak askerliği — gelen gençleri toplamağa başladılar. Aske- re gidecekler arasında Hanefi de var- di. — Hazırlanın, yarın kasabaya gi- deceğiz hal. Demişlerdi. Ansızın gelen bu emir, her ikisini de vurulmuşa döndürmüştü. Bir gün bile — biribirlerinden ayrılmadıkları halde, on sekiz ay, hiç görüşmeden nasıl yaşıyacaklardı!., Ertesi sabah, jandarmalar kapıya göldikleri zaman, Hanefi, çamaşırları ile beraber — yol azığını doldurduğu heybesini amuzladı. Yaşlı gözleri ile kendisine bakan ve hiçbirşey söyle- memekten mütevellid bir şaşkınlıkla mütemadiyen ağlıyan karısını, ana- sına ve ihtiyar babasma emanet et- tikten sonra, kapıya doğru döndü ve Sandarmaların ünlerine düşerek hızlı hizli adımlarla yürümeğe başladı. Ve günlerce yürüdü kasabalâr, köy ler geçti. Nihayet on sekiz ayını geçi- receği Siirde geldi. Orada geçen günlerini pek hatır- lamıyordu. Zaten, hatırlasa da ne ola-, caktıl. Günleri, hep ayni dekor ve ayni hareketler içinde geçmişti. Kalk- mak, talim yapmak, çorba ve yat bo- Jandarmalar, o gün: rusu.. Yat borusu ile yatağına uza-| pisha hır, gözlerini kapar, köyünü, genç ka- rısını düşünürdü. Hanefi, felâket acısını, en büyük sevinci tattığı günlerde duvdu. — On sekiz ayını bitirmiş, terhis — tezkere. sini almıştı. Hele, 6 zamanki sevinci- ai nuntamıyordu. — Göz bebeklerinde nostralgie ateşi halinde kıvılcımla- nan köyüne, birkaç güne kadar kavu- sacaktı. Birkaç gün sonra, Sultanın yanında olacaktı. öyünde, İste, bu Tuğrul Deliorman v d G Ber vincin hızı ile köye goldiği ; dünyanın en büyük acısı yi rekleniyordu. O, eve girdiği an sevine pi cinden çılgma dönmüş bir kadınll ) ararken, iki kat çökmüş anası ile kare bi şılaştı. li — Hani Sultan nerede, ana.. Ve anası, ağlamaktan kısılmış udl ile ona herşeyi anlattı. Sultan kaçmışlı! Sultan, — Poyrazı *î' oğlu Mamo ile kaçmıştı !.. Sultamı Masliği mo kaçırmış; fakat, Sultanı zorla kasll çırmamış Mamo.. Kendi gönlü ile git miş Sultan, dinledi. Hanefi, bu kadar( | gözü, bu kısılmış sesli kadımnın hıçkısi rıklı sözlerini nasıl dinliyebilmiştil İi Ve nasıl sabretmişti!.. Buma, hâlâ ga ğğ Şıyordu, j Onun havsalasının — almadığı —e—..w Sultanın, seve seve gtmesi idi. Bunun imkâm yoktul.. Kendisine ©o kadarl ğ bağlı olan Sultanın kendi gönlü ib_' Mamoya gitmesi imkânsızdı!.. ğj g | İ &) 'j; Köye ilk indiği akşam aldığı bu ıııç ra leke, Hanefiye ölümden daha ağııl gelmişti. Artık, köylünün yüzüne n sıl çıkacaktı. Ve.. Yalnız, eunsnul—. yaşıyabilir mi idil.. İ' Suluml; | ZM Anasının anlattığma göre, la Mamo, altı ay evel - anlaşmışlari Ü tarlada, çit boylarında — konuşup #öl rüşmeğe başlamışlar. Hatta, bu bull ma saatlerinde, köylünün — gözü sakınmağa bile lüzüm görmezli Sultana, çok defa, bu işten vat mesi için dil dökülmüş. Fakat, dinleğ tememişler. Nihayet, rezalet uki çıkmış. Ve bir akşam Mamo, Sultgği nı evine gütürüvermiş. Hanefinin bası, muhtara, nahiye müdürüne Şi kâyet etmiş. Fakat, zaten köyde Mi kâh denilen şey bolunmadığı için, kâhsız Sultan: — Ben, kendi mle — Mamojil vardım. Biz, Haneli- ile nikâhsızdi Şimdi, Mamo ile nikâh Vdnltı“. iş demiş. Tabil, bunun üzerine, :şıı;d nikâhıs ile, çarçabuk evlenmişler. Ü Hanefi, birkaç gün evden çıkı Köyde, kendisini sevenler, ona, nti sunu temizlemesini süylüyorlardı. Aradan bir ay geçmişti. Bir pinar başından — geçerken, — Suli rastladı. Yalmızdı; su alıyordu. nina sokuldu. Ona, bu namussuzli niçin yaptığım sordu. — Sultan, b yerde susuyordü. Hanefi, ilk !M bir daha tekrarlayınca - o, oluk oluk, akan suda, ellermi raçlara uzatarak: — Yazımız böyle imiş Hanefi.. du bir kere. Dedi ve yürümek istedi. Alın ları böyle imiş.. Bu abın yazısını Ziştirmek mümkün değil mi idi!, bunu, onların sevgileri pek-âlâ dürü tebili: Ahlın yazısı, Hanefi, şimdi, hapishane ki de, yattığı yerden, o munzarayı, B evel cereyan etmiş kadar eneta rak hatırlıyordu. Hanefi, Sultana hiddetle genç kadın da, artık geriye dönü nin imkânsız olduğunu kat'? bir la anlatmıştı. Ve münakaşa ce, Hanefiye bir bıçak gibi s4 gu sözleri söyleyivermişti: Hanefi, Hanefi, çekil dan!.. Mamonun altından avraft mak kolay mt sanıyon, seh.. Sultanın bu sözünden sonra, nefi neler söylemişti ve kaması eli nasıl geçmişti. Bunları, gimdi hiç PŞ tılamıyordu, Yalnız, Sultamın, kal içinde yere yuvarlanışını, vını unutamıyordu. Hanefi, Sultanı bıçaklayınca, B bini de öldürmek hırsı Hle evine koşmuştu. Fakat, bu vaz karşılaşan Mamo, küçük bir kendisini kurtarmağa — muvafli muştu. Ve işte, bu cinayet yüzünden, bir yıldır hapishanede yatıyordu.| yılını, vilâyet merkezinin büyük mMmesine altı ay kalınca, onu, kı köyünün bağlı bulunduğu kazanını | zarethanesine göndermişlerdi. Hanefi, hapishanede iken ni ölüm haberini almıştı. At evde, tek başına, yokluk içinde dığını, arasıra düyüyordu. Fal ĞA n b gibi meraklanmamasını baktıj söyl