Sahfe 9 40 milyon yatına Roosevelt kabinesinin yegâne kadın nazırı bayan Franses Per- kins Pariste bulunmaktadır. Alelâ- de giyinen, elindeki çantası ve ba- #ındaki şapkasiyle Parisli bir mada- mm hatırlatan Perkina, bugünkü Amerikanın hayat damarını- teşkil eden (amele ve patron) meselesin- de muvaffak olmuş mühim bir si- Madır. #i olduğu zaman bayan Perkin: derhal teşkilâtına memur — etmişti. En mühim iktısadi meselelerde, ve büyük amele grevlerinde Roosevek- tin sağ kolu olan bayan Perkinsdi. Bir Fransız muharririnin sualine rşı: — Memeleketimin — iktısadi va- Ziyeti mükemmeldir. Bundan dolar yıdır ki dünya meselelerinden me-, sul olduğumuzu — söylemek İâzım- dır. Demiş ve gülerek ilâve etmişti: — Fakat — Fransızlara nasihat vermek kabil midir? Onların ken- di meselelerini kendi kendilerine leceklerinden * tamamen emi- him. Franses Perkins, beş yıldanberi kirk milyon amelenin nazırlığını Yapan, sen, sevimli, bir $imalliden Ziyade cenupluyu andıran, güzel sesli, imanı bütün, yorulmak bilme- den gece gündüz çalışmasına rağ- men kuvvetine hiçbir an halel gek Miyen nadir bulunur n- Perkins, Kollej - tahsilini Mont- lüokda yaptıktan sonra sikago Ve Kolombia Ünîv:rıiırlrrim:c ;ı.k- aa tahsilini bitirdi. Onun küçi finlariyle yakından alâkadar ol- Mak, onların problemleriyle başba- SAa yaşamaktı. Filhakika böyle oldu. İlk defadır ki Perkins, Nevyork âmelelerinin yapuıkları iş, imal et- tikleri mamulatı ve saati mesal keyfiyetleriyle alâkadar olacak bir Mücssesenin yaratıcısı oldu. Bilhasa 1911 ünlinda, bir elbise Rözlerinin önünde alevler - içinde Yanması bayan Perkins'e cok tesir tti Vaşington, 12 (AA) — B. Hul gazetecilere beyanatta bu- tarak bombardıman tayyare'e- teleri bunları — sivil ahaliye karşı istimal eden memleketlere datılmaması tavsiyesinde bulun” Buştur. Gazetelerde — intişar — eden Ve Amerika Hariciye Nezareti- Nin halihazırda bu vadide bir tazyik plânımı tetkik etmekte Olduğuna dair olan haberlere kelmih eden B. Hul, Vaşingto- Sun ve diğer payitahtların si- Vil ahalisinin kurban gitmiş ol dukları bombardımanları tak- etmiş oluğunu hatırlatmış 'f Amerika Hariciye Nezareti- Ni şı. diki hattı hareketini tası Tih Gti b Bu — bembardımanları il edebilecek her türlü teş- Roosvelt ilk defa Nevyork vali fabrikasında vukua gelen yangımlönünde kat'iyyen asabiyete kapıl- da, 46 genç kızın bağıra çağıra|maz.. Kadın Nazır işçinin ha- bakıyor Amerikanın bu güzide kadını, dün- yanın maruf simalarındandır Bayan Prances Perkina ( mışti. Iı'ı. defa Nevyork sanayi odasına aza seçildi. Buradaki mesaisiyle bütün iktısadcıların hürmet ve mu- |habbetini celbetti. | Sonra, yukarıda da söylediğimiz gibi, Rooseveltin valiliği zamanın- daki tensibiyle amele — teşkilâtının tanzimine memur edildi. N Roosevelt cumhurreisi olur olmaz derhal 'bayan Franses Perkins'i iş nazırı olarak kabinesine aldı. Bayan Perkins, yalnız kendi j — iktısadiyatında değil, ya tardır. Bu kadın nazırın patronlar- la yaptığı son mücadeleyi hatırla- mak kendisinin kuvvetine dair bir fikir verebilir. Bayan Perkins evlidir. Güzel bir kızı da vardır. Hayatı -daima sade geçer, vazife- dolayısiyle memleke- tin bir ucundan diğer ucuna koşar, vak'aları bizzat müşahede etmeği sever, en çetin meseleler ve grevler Franses Perkins İsviçreye - gide- ıeııAGemiych' Akvamda beynelmi- lel iş kongresinde — memleketini Artık o, politika denizine atıl- temsil edecektir. ——i — Amerika Hariciye Nazırı söylüyor: Sivil ahaliyi bombardı- man edenlere karşı/ -Amerikanın tutabileceği yol ve devletlere düşen vazifeler vikleri takbih eylemek. B. Hual hükümetin sarfedece- ği faaliyetin Amerikan bombar- diman — tayyarelerinin bunları sivil ahalinin bombardımanında kullanabilecek — memleketlere satınağa mani olmaktan ibaret olacağını tasrih etmiş, fakat sözlerinin Mmuhatabı — yalaız Amerika olmayıp diğer ecaebi memleketlerde olduğanu —i eylemiştir. Araba kazası Kemerde Gaziler caddesinde ataba sürücüsü Cemal ozlu 60 yaşında Hamid, idaresindeki yük arabasını, karşıdan sarhoş vaz'yette caddeye çıkan — ham ma: 62 yaşında İbrahime çarp- tırmış, İbrahim arabanın altına düşerek yaraianmış, hıstaneye kaldırılmıştır. — Arabac - tutu muştur. O, bu yuvasında hertürlü istirahati| TÇT FĞ ANADOLU KÜLTÜRPARKTA Park, Pazar günleri İzmirlilerin gezinti mahalli oldu. Yaz geldi, sıcaklar birdenbire bastırıverdi.. Horkes pazar - tatille- rini serin yerlerde, ağaçlar altında geçirmek istiyor.. Sabahlar deni: akşamları da parklar, bahçeler, e lence yerleri, toplantı mahalleri oluyor.. Hergün biraz daha güzelleşen; çiçek bahçeleri, kameriyoleri yük- selmeğe başlıyan ağaçları, fıakıyeli havuzları, türlü eğlenceleri ile İz- mirlileri cezbeden Kültürpark, bu yerlerin başında geliyor.. Orası, pa- zar günleri büyük bir kalabalık toplamaktadır. Bir taraftan halk eğ- lenirken, diğer tarafta da 938 fuarı hazırlıkları göze çarpmaktadır. Ye. ni paviyonların yükseldiği, eskilerin de değişiklikler yapıldığı görülmek- tedir. Hayvanat bahçesi; Kültürparkılya uğramadan geçmiyor.. — Çeşidli gezenlerin en fazla ziyaret ettikleri|hayvanları görmeden parktan ay- bir yer.. Küçük, büyük, herkes bura-|rılmıyor. Zavallı geyik; paviyonunun — &-| nünde derin bir düşünceye dalmış.. temin edildiği halde, yeşil ovalarda ormanlarda koşmak, su kenarların- da dolaşmak istiyor.. Küçük şampanze Kültürparkın İbir maskarasıdır. Kendisini seyre ge lenleri- eğlendirir, güldürür.. Hele biraz yiyecek te götürâlürse, neşesi bir kat daha astar.. 938 fuarına hazırlık.. İşte yük-|bir fotoğrafı.. Bu yılın en cazip pa- #elmekte olan evkaf paviyonun son | viyonlarından biri de bu olacak!. Kaza merkezinin ancak tek Bo- kağımı kaphyan dapdaracık çarşısı- na, © gün, harikulüde kalabalık yüklenmişti. Hele dük- kânlarda, adım atacak yer yoktu Gaz, tuz, soğan, fasulye, kına san dıkları ve birkaç top basma ile za ten yarı yarıya işgâl edilmiş olan bı bazık tavanlı, toprak damlı dükkân lar, birkaç müşteri de gelince ağız ağıza doluveriyorlardı. Buğday veya arpasını satan- köy lü, tahsildarın yüzünü güldürmek için, birkaç kuruşunu uçkuruna bağlıyor, arta kalan para ile şalvar- hk, gömleklik veya tuz, gaz gibi en lüzumlu şeyleri alıyordu. Zaten bütün köylü, kışlık ihtiya- cını bu zamanda görür, vergi borcu- nu bu zamanda öderdi. Güz yağ- muru, sabahtanberi hafif hafif çı- seliyordu; birkaç gündür, kâh sağ- nak halinde boşanıyor, kâh da bu şekilde ince ince yağıyordu. Hava açılamıyor, şöyle bir yüzünü ağar- tacak olsa, derhal dondurucu bir: ayaz başlıyordu. Güneşin, artık hükmü —kalmamıştı. — Alış-verişini yapmış olan köylülerden bir kısmı, akşama doğru, dolu heybelerini za- yıf eşeklerinin sırtlarına yükliyerek köylerine doğru, ağır ağır yollanı- yorlardı. İkindiye doğru, «Gökdağs kö- yünden Memiş oğlu Kasım, bakka- la bir hayli borç ' yaptıktan “sonra, ağzına kadar dolu heybesini sırtla- di ve hükümet konağının tuttu, Hükümet konağı, çarşınm biraz ilerisindeki tepede, henüz sıvası v rulmamış, dükkânlar gibi - topral damlı, bütün devairi içerisinde top- hyan bir bina idi. Kasım, kapısında, iki süngülü JJandarmanın nöbat beklediği hükü- met konağından içeri daldı. Ve taş- hk üzerinde sağa sapacağı zaman yolunu gene süngülü jndarma ile kargı- laştı. Sırtındaki tüfeği dimdik duran Jandarmaya teredüdle sokuldu: — «Gökdağ» h Hanefiyi görmek istiyom. Müsaaden va m?.. Jandarma başını arkaya çevire- rek: — Hanefi!. Hanefi, bak, seni gör- meğe gelmiş bir emşerin Diye bağırdı. İki adım ötesindeki parmaklıklı taraftan Hanefinin sesi- ni duyunca Memiş oğluna: — Ülen, şu parmaklıktan - konuş konuşacağımı; dedi. Bu arada Kasım, başını çevirince, parmaklğa bir resim gibi yapışmış olan Hanefinin yüzünü tanmış ve hemen önüne seğirtmişti. Hanefi, uzun demirlere boylu bo- yunca yaslanmış, sırıtarak — Kasıma bakıyordu: — Ne hemşerim. Memiş oğlu da parmaklarını de- mirlere doladı. Biribirlel dün- iyanın en sıcak bakışları ile süzüyor- lardı. — Ne olsun ki, dedi; hep öyle... Fakat «hep öyle» derken içeriye uçuk gözleri daha fazla küçülmüş, bakışlarındaği o aıcaklık kalmamış gibiydi. Şintdi, yüzünün bütün hat- larından bedbinlik akıyordu. Hanefi, önun traşı uzamış yüzü- zZüne ve küçülen gözlerine baka- rak: va, ne yok melmekette, denecek bir|kı — «Hep öyle»... Sen, başka söz dimezsin ki; dedi; koca köyde hiç- bir şey de yok? Ha hiç bir şey mi? Öteki, başını sallıyor, gittikçe kü- çülen gözlerini çocukluk arkadaşın-| dan ayırarak; biraz mütoessir gö- rünüyordu ! —Sana, benden gayri köy habarı geliren va mı ki, bunları söyleyen Hanetfi?.. Ve birdenbire aklına gelmiş xibi şunu ilâve ediverdi: — Mamo, hasta.. Hanefi, hayretle kaşlarını kaldı- rarak: — Çok mu hazta; ha, çok mu has- ta?. Sen gördün mü7, Diye sordu. — Görmedim. Ben görmedim em- moe, dün akşam, ağanm odasında |4. fını ettilerde.. Çok ağarmış. Ve adeta işitilemiyecek kadar. halif bir sesle: — Komşular, başınds bekleşiyor- larmış. Dedi, İKAYE_ Kan Yazan: Tuğrul Deliorman Hanefinin hayretle kalkan kağ ları, gözlerinin üzerine inmiş, yüzü n çizgileri biraz da- lmü âe ki ölümü yakın... Onun bu hallerini gözünden ka- şırmıyan Memiş oğlu, ağır ağır ce- vap verd —Çok yaşamı Ne belki de bu miş; çok ağırmı: Kasımın, konuşma mecrasmı ka sahaya çevirmek istediği oluyordu. - Upuzun kollarını demir parmak- lıktan çekti. Bu sırada gözleri ça- yakın.. Dise- kimbi- ağır. , diyorlar, am... Çok belli murdan görünmez bir hale gelmiş olan çarıklarına ilişti: — Bugün, emme de yağmur yağ- dı, gimdik köye nasıl gideceğim, di- ye düşünüyordu, . Gözleri, hâlâ yerde idi. Birden- bire başını kaldırarak: — İkindi okunmuştur, değil mi.. Dedi. Hanefinin gözleri, arka pencereden görünen bulanık sema- ya dalmıştı: — Okundu ellâlem.. , bize yol göründü artık, akşama köyde bulunmalk yım. Senin çıkmana da yirmi gün filân kaldı, galiba.. — Yirmi üç... Kasım, zoraki bir gülümseyişle: Eh, dedi; yirmi üç gün sonra köydesin. — Allah kısmet eder ise, öyle Yirmi üç gün sonra köyde.. Yirmi Üç... Cevap verdi. Hapisanenin çıplak odasma ak. şamın ilk karanlığı parça parça dok mağa başlamıştı. Demir parmaklıl li pencereden, gece, yavaş yavaş «i zülüyordu. Duvarda asılı heybeler, bulgur torbaları ve bir seccade, bu karanlığın avuçladığı ilk nezneler idi. Köşede, iki büklüm bir. insan silücti görüyordu. Geniş odanın ocak başında ateş ygkmakla — - guül birkaç mahpusun — mevcudiyet- leri, birer koyu — gölgeden- ibaret Ve bu gölgeler, arada bir sağa solu akarak — dolaşıyorlardı. — İçlerinden biri, köşede iki büklüm duran Ha- nefiye doğru "yürüdü : — Ne düşünüyon böyle dayı Ütlen, hanen harap olasıca, yil günün kaldı. Böyle, hâşa huzurdan merkep gibi düşüneceğine zıp zıp zıpla gardaşlık.. Hanefi beşimi kaldırarak — karşı. sındaki adama şaşkm şaşkın baktı. Göz kapaklarını sık sık kırpistira. rak: Sen de akıl öğreteceğine cıra- yı yaksana... Dedi. Karanlığın içine gömülmüş elan geniş odayı, hafif ışıklı çıra, biraz aydınlatabilmişti. Şimdi, kâh bükü- lerek duvara yapışan ve küh da ye- re yaslanan upuzun — gölgelerin bir düzüne kadar olduğu farkediliyor- du, Bunlardan bir kaçı, ocak başın- da ateşi hazırlıyor, diğer bir kısmı heybelerinden bulgur çıkarıyor, bir başkası da tencereye su koyuyordu. Yalnız Hanefi, iki büklüm oturdu- ğu köşeden kalkmamış, her akşanı yaptığı gibi ocak başına geçmemiş ve hiç kapanmıyan cenesini bu ak- şam açmamıştı. Kirli döşeğin üzeri- ne kurduğu bağdaşını hiç bozmamız önüne eğik başını hiç kaldırmamıştı. Dışarıdan, yağmurun — uğultusu. geliyordu. Cumlardâ muttarit sesle- ri, içe hüzün verici blr. şekilde de- vam ediyordu. Yağmur, sabahtan- beri hiç durmamıştı ve duracağa da benzemiyordu. Bir sofranın etrafına çökerek s1- cak bulgür çorbasını kaşıklamağa başlamış olan mahkümlar konuşm yorlardı. Kimbilir, belki, bu yağ murdan sonra toprağa atılan tohü- mun vereceği gürbüz. mahsulü dü şünen vardı!.. Ve belki de, güz yağ- müurundan sonra, tarlada, öküzlerin ardında çift sürmenin zevkinden mahrum kalışlarına — üzülüyorlardı. Nemli toprak kokusunu, yaylanın gür havasını ciğerlerine doldurarak yaşamak, çetin kayalıklarını gök- lere yükseltmiş olan korkunç ucu rumlarda dolaşmak, onlar için uzak hasretle arzulanan ve çok, pek çok — Sonu var —