Olmuş ve korkunç maceralar: Kazanmak yolu Umumi harpten evel Ameri- kaya gitmek kolaydı; — bizim memleketten de Amerikaya zen* gin olmak için gidenler, epeyce çoktu. Konya köylerinden — İzmire hammallık için gelmiş olan Ah- med ağa da kolayca zengin ol- mak hayalile ve İzmirli, Har- Ahmed ağa, cenubi -Ameri- kada bir müddet — kaldıktan sonra İzmire dönmüştü. Cihanın bu kadar yerlerini dolaşan 'bir hemşeride anlatacak bir — çok meraklı maceralar vardır. zan ve ümidile onun etrafını sardık; Ahmed ağa, ta Amerikaya ka- dar gidib geldiği halde hâlâ bırakamadığı Konya şivesile ve Konyalılara has bir şakacılık ile: — Benden ne — istiyorsunuz be canım? Sağ selim (salim) geldim ya.. Bundan meraklı ne olabilir sanki? Dedi, Bir şey söylememek niyetinde görünmek ile beraber bu sör- lerile başından bir çok — şeyler geçtiğini de bize bildirmiş olu- yordul Nihayet Ahmed ağanın gönlü oldu ve — bize şu — heyecanlı vak'ayı anlattı: — Peruya vardığım zaman umduğum gibi bir sürü — işle karşılaşmadım. Uzun bir müd- det işsiz kaldım. Gurbet diya» vında elimdeki parayı , yedikten başka, satılabilecek neyim varsa onları da satıp yedim. Sonun da da aç kaldım. İlk gurbette adama bir lokma ekmek veren çıkmıyor! Açlıktan ölüm — dere- cesine vardığım sırada, şehirde bir gazino işleten bizim sabık hemşerilerden Kirkora baş vur« dum, bana beş on Pezo -Ce. nubi Amerikanın beş frank kıymetinde bir parası- — borç /— para vermesini yalvardım. — Hain herif bana: *— Bana bak, burası senin 'Türkiyen değildir; burada senin borun ötmez. Haydi inayet ola.. İstersen açlığından geber. Bana ne?. Dedi. İşin kötüsü şu idi; bu gurbet ilinde bu domuz heriften başka tanıdığım yoktu. Tekrar yalvar- mağa mecbur kaldım. Bunun üzerine Kirkor: — Sana acıdım ulan. Ne ka- dar olsa bizde medenilik ve ki- barlık vardır. Fakat sana açık- tan para veremem. Şuradaki ormandan bana odun getir, ben de sana bir kaç parâ veririm! dedi. — Âlâ, Dedim. Hemen şim: di giderim. Yalnız aç'ıktan kol- larımın dermanı kalmadı. bana bir az yiyecek ver! — Silâhın var mı? — Bir tabancam var. — Onu bana hemen ver. Doğrusu, Ermeninin maksa- dını birden anlıyamadım. Silâ- hımı verdim, verdiği yemeği ye- dikten sonra, omuzumda bir balta olduğu halde ormana daldım. Ormanda odun keserken bir- denbire bir gürültü, korkunç bir ses duydum. Arkama dö- nüpte bakınca iki Amerika ya- bani kedisi ile karşılaştım. Bu yabani kediler, hele aç olduk- ları vakit, bir kaplan kadar korkunç olurlar. Doğrusu kork- madım değil! Fakat bir de şu gözlerime bak hele... Bunlarda yılacak hal var mıdır? Yallah dedim baltayı hayvanlardan bi- rinin kafasına aşkettim. Hayvan çevik bir hareketle baltayı ba- şına yemekten kurtuldu. Yalnız omuz başından yaralandı. Bere- ket versin ki yarası derindi; üzerime saldırırken düştü, ge- ,berdi. İkinci hayvan da beni ancak bir kâç yerimden yaral- yabildi; epiyce uzun süren bir boğuşmadan sonra ben bayıldım, Epeyce zaman sonra kendime geldiğim vakit, iki yaban kedi- sinin leşlerila karşılaştım. Kuv- vetimi topladım, bu - kedilerin postlarını yüzdüm — ve sattım. Av derilerini Ermeniye sattım; O gün elime bir aylık yiyece- ğime yeteceki kadar para geçti. Odunculuğa devam ettim; ara sıra ava çıktım, bulduğum her işi yaptım ve çok şükür, yur- duma dönebildim. — Ahmed ağa; şimdi cebin para doludur, değil mi? — Aha öyle. Ermeni ba- na güya kötülük yapmak istedi. Fakat kazın ayağı öyle değil. Namussuzluk olmamak - şarlile bir insan her hangi bir işi yap- malıdır. Böylece hem aç kalmaz, hem de zengin olur. A. H. Adamoğlu Bir muhteriin çocukluğu diğine hükmetmişti. Ve bu me- muriyeti kolaylıkla elde etti. Çünkü hem kendini sevdirmiş, hem de çok çevik ve akıllıydı. Ona gece işi verilmişti. O, bu- rada sevdiği âletler içinde bah- tiyardış az vakit içinde birinci sınıftan bir manipolâtör olmuş- tu... Yalnız kafası içinde pek çok yeni tasavvurlar — olması işine bir azzarar veriyordu. Sıra ile Lui Vil, Sinsinati ve Strakfora — gönderildi. İşte bu son şehirde istediği gibi düşü- necek yeri bulmuştu. Vakıa gene gece hizmetindeydi. Fakat bu: rada rahattı. Hususile buradaki arkadaşı, uzun boylu ve sevim- siz bir adamdı; buna “ponç, nişlerdi ki, bizim “Ka- B z ragöz, mukabilidir. Bu adam, işine ait olmazsa hiç konuşmaz, hiç gülmez, hiç bir şeye karışmaz soğuk bir adamdı. Düşüncolerine, yaptık. larına hiç karışmıyan bu adam Edison için çok elverişli idi, Telgraf müdürü, memurunun büyük İiyakatlerile - bazı küçük kabahatlarını * çabuk takdir et- mişti. Bir akşam Edisonu ça- gırarak: — Vakın, gece hizmetiniz çok fazla değilse de, çok — dikkate muhtaçtır. Vazifenize daha dik- katli olabilmeniz için yarım sa- atte bir ayni kelimeyi civar iş. lara' çekeceksiniz., Edisonun bir âz bozy. azardığını gören anüdüş Reklâm A Küçük bir müsahabe Eskilik *Eskilik, iyi bir şey değil- dir; dün bile bugünden deği- şikli olmalıdır. Bz Türkler her vakit yeniyi seviyor ve yenilik- lere koşüyorüz. Eskilik hareketsizlik, tenbel- lik ve.. Manasız şeylerle vakit geçirmek demektir. Eskilerin bu hallerini ben size şu masalla gösterebilirim: Eski devirde mekteblerde öğ- retmenlik sakallı, başı kavuklu ve eli sopalı hoca tarafından yapılırdı. Bu hocalar, çocukla: rın hakiki ihtiyaçlarımı zerre kar dar — bilmezler — düşünmezler, boş ve örümcekli kafalarının ma: nasız isteklerini çocuklara öğ- retmeğe çalışırlardı. Bu biçim hacalardan birisi, çocuklara eski zamanın ağdalı cümlelerini öğretmeğe — meraklı idi. Bizim bugün kullandığımız saf ve sade Türkçe ile konu« şulmasını ayıp sayardı. Ba küflü beyinli hoca (Br bardak su iç- tim) diyeceği yerde (Bir kadeh âbı nuş eyleyip teskini atş ve iktisabı ferahı binihaye eyledim) akaların. dan biri daha! KK Çocuk unları üzerinde böyü reklâmların yapıldığı malümdur. Hormenee ününün reklâmında zayıf bir. çocuk resmi vardı. Çocuklarını bu unla büyütenler sözde resimde gördüğünüz vazi- yete gelmiş. Ne olsa beğenir: siniz; şimdi, onların ebeveyni fabrikacılardan para istemekte- dirler. Çünkü çocuklarını tabii hale getirmek — mecburiyetinde- dirler. Bilirsiniz ki çok şişman: derdi. Bu suretle hareket etmi- yen çocuklara da ağır cezalar verirdi. Soğuk kış günlerinden bir gün, hoca mangalı üflerken, mangaldan bir kıvılcım sıçramış ve hocanın kocaman kavuğunu tutuşturmuştu. Fakat çocuklar- dan hiç biriş: — Hoca efendi, kavuğunuz yanıyor, demek cesaretini ken- disinde — bulamamış, — nihayet, * ateş, kavuğu iyice sardıktan sonra * çocuklardan birisi teh- hkeyiz — Ey hacei bim'sal ve üs. tadı zikemall Şa şakrdi pür- kelâl, şol veçhil arzı hal eyler ki büzaillâhilmüteâl nari mangal- dan bir şerarei cevval per açıp seri âlilâlinizdeki kavuğu iş'al eyledil Diyebilmiştir. Fakat çocuk eski kafalı ho- canın eski ve işe yaramaz key- fine ve arzusuna uyunca ve bu garib cümleyi tertib edinceye kadar kavuk tutuşmuş herifin de başı yanmıştır!. » Şükranın babası - ——— Tuhaf işler İşi az “olanlardan birisi bir milyar altın frangın 321580 kilo gram altın teşkil edeceğini bul- muş, fakat bu kadarı kâfi gör- memiş ve bu altın külçesinden arzı devredecek uzunlukta bir tel yapılabileceğini de bulmuş. Âlâ, bir de bunun gümüş frangının kaç kilo edeceğini aramış ve bunun da beş milyon kilo olacağını ve bu gümüşten 4 milimetre kutrunda olmak üzere kürrelarzı saracak bir tel yapılacağını da öğrenmiştir. Nihayet hesabı da yapmış: Biç milteciçdraak yt deki altını taşımak için 94, bir milyar kıymetindeki gümüşü ta- şımak için de 400 yagona ih- tiyaç olduğunu meydana çıkar- mıştır. Bizde *zenginin parası züğür- dün ağzını yorar, derler, Aca- ba bu adâm pek mi züğürttü, yoksa aklımı oynaktı?. Düşüncesiz çocuk — AÂnne, küçük kardeşim:ben zaman benden küçük kalacak, lıkta zayıflıktan beterdir! değil mi? Resmini gördüğünüz kız 18 — Evet oğlum. yaşındadır. 130 kilodur. Evde — Ne âlâ. Ben onu her za. annesine yardım eder; — işler | man dövebileceğim demek olu- görür yorl. li | güümsedi ve ilâve ederek: *—Bu iş o kadar güç ve ka- rışık bir iş değildir; bunu size yaptırmakla, düşüncelerinize fazla kapılmaktan da kurtarmış oluyoruml..,, Edison, hiç bir. itiraz etme- den bunu kabul etti. Fakat bu suretle mühim bir meşgüliyete girmiş oluyordu. Buna bir ça- re bulmak lâzımdı. Her yarım saatte bir çekile- cek olan bu menhus kelimeyi bir başkasına çektirmek lâzımdı. Bu ne bir arkadaş, ne de bir yardımcı memur olamazdı. Fa- kat Edison bunun için zihninde bir makine, hem de sade bir makine düşünmüş ve hemen yapmıştı... Fakat bu makine ne kadar esaslı ve mariletli idil. Her yarım saatte bir saatin akrebine bağlı bir uç bu ma kineye dokunuyor, ve makine kendiliğinden harekete [Fık meşhur ki ğu kadar müzevir bir adamdı da ve Edisonun bu makine ile kendini can sıkıcı işden kurtar. dığını hemen ertesi gün telgraf müdürüne bildirdi ve — zavâllı Edison da Menfis şehrine gön- derildi, Edison burada da Poncun tamamile aksi bir arkadaşile karşılaştı. Bu adam hep güler ve şakayı zeverdi. Bunun ismi de Fred Ton, yani Varil Fred idi.. Vâkıa, Edison, durgün ve bir ağaç gibi ne söyliyen ve ne de gülen bir Punca mukabil cinaslarile, kahkahalarile etrafı çınlatan bu varil arkadaştan l çok memnun oldu. Fakat o her | çekiyordu, Fakat arkadaşı Punc - İâf et- mez ve gülmez bir adam oldu- şeye Tâğmen icadla meşgul ok mak istiyordu. Zaten şimdi onun fikrini bir şey kurcalayıp durüyordu: ayni tel ile ayni za- manda ayni - istikametlere iki Oyunlar: —a mmam Aramaca ve bulmaca Bu oyun, çocukların en ziyade seveceği ve çok basit bir oyun dur. Kalabalık çocuklar arasında deha zevkli oynanır. Oyunun esası, bir çocuğun ne olduğu arkadaşlarına belli olmiyan bir şeyi, meselâ br çakıyı, bir düğmeyi veya bir dü- düğü saklamaktır. Bu çocuk: — Ne sakladım ve nereye koydum! Diye sorar. D.ğer çocuklar da saklanan şeyi ve yerini “bulmağa çalışır- lar. Oyun düşündürücüdür. Oyun- cular evvelâ bir çocuk üzerinde saklanacak ne gibi şeyler ola- cağını ararlar; bu eşyanın nevini bildikten sonra da, nereye sak- lanabileceğini tokrar ararlar. Saklanan şeyi bulan, sakla- mak hakkını elde eder ve oyun bu suretle devam eder. Akıllı adam Kendisini hayat sigortasına yazdırmış bir adamın bir gün evinde yangın çıkmış, fakat adamcağız yerinden bile kımık damamıştır. Kendisine: — Hey adam.. Yanacaksın, neye kaçmıyorsun? Diyenlere de: — Merak ve telâş etmeyiniz, ben sigortalıyım!. Cevabını vermiştir! Akıllılık da bu kadar olur! Hesabın antikası! Kontrol memuru yolculardan birisine: — Bilet| dedi. Yolcu: — Vereyim. Fakat ben şimdi ikinci mevkide — bulunuyorum! de — Görüyorum. — Şu halde ben mevkiimi yanlış seçmişim! Evet. Ve mevki fiat farkı vereceksiniz. — Ben de sizin fikrinizdeyim. Benim biletim birinci mevkidir, İkinciye bindiğime göre bana telgraf çekebilmek.. Fazla tariflere — girişmeden söylemeliyiz ki, son zamanlarda elektrik kullanılması sayesinde işaretlerin ani olarak çekilmesi kabil olmuştur. Biribirini takib eden keşifle ve bilhassa bir Fransız mühendisi olan Boudo- tunün ıslahatı kabul edildikten sonra, herhangi istikamete olur« sa olsun müteaddid telgrafların ayni tel üzerinde keşidesi ko- laylığı elde edildi. İşaretleri alan ve veren bir makine ile bir teli bir saniyede üç defa kullanmak mümkün oldu. Fakat Edisonun “Menfis, te bunları düşündüğü zaman, yani 1864 te tolgraflarda bu kadar sürat akıllara bile gelmiyecek bir şeydi; ve hatta, muhtelif istikametlerden iki telgrafın ayni telden bir anda keşide etmek bile düşünülmüyordu. Düşünen leri de budala sanmak hemen hazırdı.. — aa eenreeeaeeeeeeieeİBÜNEÜRÜNE ĞO eeei Süt kaynadığı zaman ne için taşıyor?. Nedir? Benim kadar temiz bir -şey yok. Fakat çamur içinde de ya- tarım; herkes beni hayretle sey- reder, fakat herkes te benden kaçar. Ekseri yerlerde ömrüm ancak bir günlüktür, fakat hiç ölme- diğim yerler de çoktur. Şu halde.. Ben neyim, biliniz, bakalım?. Hediye kazananlar Bundan evelki bilmecemizi doğru halleden ve mükâfat ka- zananların — isimlerini bayram nüshamızda neşretmişlik. Küçük karilerimizin bu nüshayı bula- mamış olmalarını nazara alarak bugün tekrar yazıyoruz: 1 — Şehitlethi bey okulunda M. Örünlü; 2 — Kuşadasında kunduracı Emin usta oğlu M. İsli; 3 — Karataş ortâokulundan 278 Azmi Turhan, Selvilimescid akapı cad- desinde 72 numarada Salihe; Erkek Lisesinden 523 Şefik, Kandemir, Ankarada Gökçen Hıdır, Karşıyakı a mektebinden N. ı n, Te naztepe okulundan 809 — Medi- ha, Karataş ortaokulundan 210 R: Ergun, Karşıyaka Türk- birliği okulundan 591 Fikret Erdem, Denizli Dikiliçınarda İbrahim İşçi, İzmir Kız Lisesin den 1136 Melek Erin, İzmir Ti- caret Lisesinden sınıf 1 Abdur« rahman, Karşıyaka ortaokulundan 134 Nejat Atalay. Taşradakilerin hediyeleri pos- ta ile gönderilmiştir. İzmirde bulunanlar hediyelerini matbaa- mızdan aldırmalıdırlar. ANADOLU GAZETES! Bilmece Kuponu fiat farkı vermelisiniz!. OZleyı... Mevkiden yüksek mevkie geçenden - bilet farkı alınır; neden mevkiinden aşağı mevkie geçenlere bilet farkı ve- rilmesin? Bir sabah, Edison müdürü görmek istedi. Fakat, Memfis telgraf dairesi müdürü soğuk — — bir adamdı. Vakıa memurlarına karşı hakkı tanır, fakat onlara fazla yüz vermezdi; sonra onlar. da fazla bir liyakat zannetmezdi. Yani biraz kibirli, fazlaca ken- dini beğenmişti. Edisonun gir- diğini görünce biraz da alayla: — Nasıl, artık Memfiste otur- maktan bıkmadınız mı?,. Mişi« gandan “Lü Vil, e sonra Sisi- natiye ve “Stradfor, da - gidilir. Edison: —Hayır, efendim, ben Mem- fisten çok memnunum. Diye cevab verdi: * — Yoksa birisi hakkında şi- kâyete mi geldiniz?. — — — Hayır.. Ni — O halde ne için geldi hem beni meşğul ediyorsun hem de siz N f yorsunuz... e yk d |