Iki gün sonra saat on birde iki elmas, çok mü- h— 00 10—4 ge— — ANADÜLÜ Yozan: Alek:adr Ua kemmel bir surette taklid edilmişti mekle beraber bir de mektup yazarak isimlerini ve ağırlıkla- | rınt bildirdiği elmasların işçili- ğinde en meharetli) çırakların: daü birini, lâzım gelen aletlerle beraber göndermesini - bildir- mişti. Bukingham, kuyumcuyu tah- sis ettiği odaya götürdü ki, bu oda yarım saat zarfında iş oda- sı haline konmuştu. Sonra her kapıya birer nöbetçi koyarak kuyumcunun yanına, hiç bir se- beb ve behane ile, hususi hiz metçisi Patrikten başka kimseyi bırakmamalarını emretmişti. Küyameu Oreili ile çırağının da hiç bir sebeble dişarıya çık- malarının — menedilmiş bulun- duğunu söylemeği fazla görü- yorüz. Bu işler tanzim olunduktan sonra, dük, Dartanyana döndü: — Şimdi genç dostum, dedi, bütün İngiltere bizimdir. Ne is- tersiniz? Ne arzunuz var? — Bir yütak, efendimiz; şim- diki halde bütün — istediğim budur. Bukingham, Dartanyana ken- di odasının yanında bir oda gösterdi; ©, Gdelikanlıyı hep avucunda bulundurmak istemiş- ti; bu hal ona itimadsızlığınden olmayıp ancak her zaman kra- liçeden bahsedecek bir kimse istemesindendi. Bir saat sonra İngiltere liman- larından hiç bir geminin ve hatta pakat vo mektup — posta: larının bile Fransaya hareket edemiyeceği emri ilân edilmiş- ti. Bu hal herkesin nazarında iki hükümet arasında harb ilâni demekti... İki gün sonrd saat on birde iki elmas yapılmış, o derece mükemmel taklit edilmiş ve o kadar benzetilmişti ki, Buking- ham hangisinin yeni ve hangi- sinin eski olduğunu farkedeme- diği gibi hatta en tecrübeli us- Ii—=ındın anlaşılması da kabil değildi. O, hemen Dar- tanyanı çağırdı, dedi ki: — Götürmek istediğin ger- danlık işte... Ve insan kuvveti- nin yapabileceği her şeyi yap- tığıma da şabitsiniz. —— İtimat buyurun, elendimiz, |bu gördüklerimin hepsini söy- Telrika No. 85 Mesuliyeti yan Mahmud Muhtar Paşa kararı firara tebdil etmişti Yeni kabine teşekkül —etmiş olmasına raâğmen asiler bir ter rafa — gitmiyorlardı. Cemiyeti Muhammedi gittikçe kuvvetle- niyordu. Medreselerde talebei ulüm kalmamıştı. Hepsi sokak- lara dökülmüş, askerlerin —ara- gına girmiş muttası| irticar kö tüklüyorlardı. Fatih karakolunda sebat eden taburun pencerelerine — kadar dayanan bu yobazlar en nhâ: yet taburun mukavemetini - kır: mağa muvaffak olmuşlardı. Bun- lar da ellerinde silâh ne — iste- diklerini, ne yapacaklarını bil- mez bir halde Ayasofya cad- desini tutturmuşlardı. Beyızıddaki kıtaatın başında birinci ordu. kumandanı Malr imud Muhtar paşa vardı. Öğle- liyeceğim. Efendimiz gerdanlığı kutasuz mu vermek istiyorlar? — Kutu size engel olur. Bun- dan başka, kutu elimde kala- cak tek yadigâr olduğu için bence çok kıymetlidir.. Onu vermediğimi söylersiniz. — Emrinizi harfi harfine icra ederim, efendimiz. — Şimdi, size şükran borcumu bilirim? Dartanyan gözlerinin — içine kadar kızardı. Dükün kendis'ne bir şey kabul ettirmek için çare aradığını anlıyor ve kendisi ile arkadaşlarının kanları pahasına yaptıkları fedakârlığın İngiliz ab tını ile tazmin olunması fikrin- den nefret ediyordu. Cevap olarak dedi ki: — Biribirimizi anlıyalım efen- dimiz, her şeyi açıkça konuşa- lım ki, bir hataya düşmüş ol mıyalım. Ben Fransa kral ve kraliçesinin hizmetinde ve on- ların en sadık bendelerinden M. dö Trevilin kayınbiraderi M. dö Essartın taburu elradında- nim, Şu halde yaptığım hizmet efendimize değil kralişemiz için- dir. Bundan başka, kraliçenin size aid olması gibi bana aid bulunan bir kadının artusu im zimam etmemiş bulunsaydı belki de bu işe hiç girişmezdim. Dük, gülümsiyerek cevap verdi: — Anladım; hatta size ait olan kadını da tanıdı: ea Delikanlı atılarak sözünü kesti: — Efendimizi Ben işmini söy- lemedim.. — Doğrudur, benim ödemek istediğim borç ta o kadın için: dir... — Demin söylediniz, efendi- miz; şu anda ortada bir harb meselesi bulunduğundan, doğ- rusu, ben efendimizi -karşımda Vindsor parkıtda yahut Luvr sarayında görmekten — ziyade harb meydanında öldürmekle zevk duyacağım bir İngiliz, da: ha doğrusu bir düşman k görüyorum; bununla beraber, bu hal beni başladığım işi so- nuna kadar icradan ve, icab ederse, bu bususta kanımı dök- mekten menedemez; fakat efen- dimiz, tekrar ederim ki, o ikinci mülâkatımızdâ, bana karşı gös- karşı - olan nasıl ödeye- ye kadar ehad zabitanı terket. memişlerdi. Softalar en nihayet demir parmaklıklara yanaşmış- lar okudukları ezanlarla, — salâ. larla efradı isyana davet ede- durmuşlardı. - Maalesef ne Mah- mud Muhtar paşa ne de diğer bir kvtıımiıııh vaziyete hâkim olamamış ve hatta vaziyeti k. :.ııııııı'viıniı- İ":xç biriar ıııe::- yeti üzerine &alı ilerir sadık olan bu bıı: ıılr:;dııımıhv-“ den istifade edememişlerdi. Malüm olduğu üzere bu gibi hâdiselerde Muhakkak - şiddetli hareket — icabeder. Yapılacak iş daha sabahtan isyan haberi alınır alınmaz vaziyeti — mahalli vak'aya gönderilecek bir iki zabit ile tetkik ettirdikten son- ra başıboş olarak dolaşan — ve ne istediğini bilmiyen bu da: Üenmediğiniz | tereceğiniz minnettarlık, benim bu birinci mülâkatımızda ede- ceğim teşekkürden yüksek olar mıyacaktır. — Biz, böyle adamlara koçyalı gibi inağrur, deriz. — Biz de “Gaskonyalı gibi maüâğrür, deriz.. Diye Dartanyan cevap verdi. Boyun kırarak dükü — selâmladı ve gidiyordu. — Ey, hemen böylece gid- yor musunuz? Nereye ve nasıl? — Doğrudur! — Hey Allahım. şu Fransız- lar hiç düşünmezler! — İngilterenin bir ada oldu- ğunu ve kralı da siz olduğur auzu unutmuştum.. — Limana gidip Sünd biri- kini bulunuz bu mektuba kaptanına veriniz; © sizi bek- ve - balıkçılardan başka kimsenin uğramadığı kü- çük bir limana götürecektir. — O limanın ismi nedir? — Sent - Valeri; fakat beni dinlel oraya çıkınca isimsiz ve tabelâsız bir küçük kulübeye, bir balıkçı kulübesine gidecek- siniz; şaşırmazsınız, Çünkü on dan başka yaktür.. — Sonra?| — Kulübe sahibini bulup ona Forwardl kelimesini söylersiniz. — Manası? — İleri demektir; bu paro- ladır. O size eyeri hazır bir at verir ve gideceğiniz yeri göste* rir. Yolda böyle dört menzil daha göreceksiniz. Bu menzik lerin her birinde Paristeki 2ad- resinizi söyleyince oraya kadar peşinizden dört at gelecektir. O atlardan ikisini tanırsınız ve takdirle gördüğünüz, bindiğiniz atlardır ve diğerlerinin de on- lardan aşağı cinsten olmadıkla- ritı temin ederim. Bu atlar uzun seferler için — yetiştirilmiş- tir. Ne derece gurürlü — olursa- nız olunuz, onlardan birini ken- diniz ve üçünü de arkada! nız için kabul etmelisiniz. karşı edeceğiniz harbte de işi- fize yârar. Bundan başka, siz Fransızların dediği gibi, “İşin bitmesi vasıtaya bağlıdır. öyle değil mi? — Evet, efendimiz, kabul ederim ve Allah “İs- ve onları isterse Inkılâb hatıralarından üzerine alamamak, emir beklemek hastalığına uğrı ğınik askerler üzerine amansız bir surette ateş açtırmak ve ilk fırsatta şaşkınlığa- uğrayan bu hazelenin peşini birakma: mak bir taraftan teslim olan- ları silâhlarından tecrid etmekle bir taraftan tenkile devam et- mek ve böylece bir iki saat içinde isyanı bastırmak müm- künken kabahatli imiş g bi zülerek kalmak, hâdisata inti- zar etmek, yaklaşan asilere şid- det göstermemek el altında bu- lunan muti efradı kuşkullandır: mak demek olacağı aşikâr bir keyfiyet olmakla beraber pek büyük fırsatların kaçırılmasına da sebeb olmuştur. Mesuliyeti üzerine alamamak, emir beklemek hastalığına uğ: rıyan Mahmud Muhtar - paşa Ööğle üstü kararı dirara tebdil Sön tetkikler İktısad Vekili B. Şakir Kesebir, İzmire gelerek bazı - tetkikler yapmış ve dönmüş bulunuyor. İktısad Vekilimizin — tetkikle- rinden şimdilik ortaya çikân iktısadi meselelerin şunlardan ibaret olduğu anlaşılıyor: 1 — Tütün mahsulünün tah- didi, 2 — Pamuk fiatlerinin düşük- lüğü, Bu iki meseleden başka pa- lamut kontrolundan — doğan şi- kâyetlerle üzüm, incir, " zeytin- yağı gibi mahsullerimizin duru- munu alâkalandıran meseleler İzmir tüccarı tarafından sayın Vekile arzedilmiştir Sayın Vekil, tütün mahsulünün tahdidi endişesini bertaraf eden izahatında, bunun şimdilik ya: pılmiyacağını ve fakat bu cihe- tin tamamen de başıboş bırakıl- mıyacağını bildirmektedi Pamuk Çatlerinin düşüklüğü ve yahud düşürüldüğü hakkın- şu hâberle memnuniyete çevir- miştir: Üzüm Kurumu gibi pamuk işile meşgul olacak bir teşkilâ- tın vücuda getirilmesi mutasav- verdir. Meydana konan meselelerden ve bu meselelerin içindeki en dişeleri önliyen salâhiyettar ağı zın izahatından şu neticeyi çı- kâraâbiliriz: En mühim bir istihsal ve ih- raç merkezi olan İzmirde hiç bir zaman eksilmiyen ve ekono- mik bünyemizi daima meşgul eden eskimiş iktısadi, ticari ve zirai davalar artık sonâ ermek üzeredir. Devletin yapıcı eli, bu en mühim ticaret merkezimizin has- sas bünyesinde dolaştıkça, me- hediyelerinizi iyi işlerde kuk- lanırız! — Pek âlâ, şimdi, elinizi, delikanlı; yakında harb mey- danında — buluşacağımızı - uma- rım; fakat şimdilik doşt olarak ayrılıyoruz.. — Evet, efendimiz, fakat ya- kın düşman olmak ümidile! — Bu hususta müsterih olu- nuz; size vadederim. — Sözünüze inanırım, efen- dimiz.. Dartanyan, dükü selâmlıyarak doğru Hmana seğirlti. Kulenin karşısında kendisine ismi — söy- lenen gemiyi buldu, mektubu — Sonu var — Ç| Baktım . ki Yazanı M. Doğan ettikten sonra efrad da (yaşasın şeriat) Aavazelerile kendilerini bekliyen kara kuvvetlerin kob ları arasına atıvermişlerdi. Öğleye kadar İstanbulda ni- zamını bozmamış bir askeri kıt'a kalmamıştı. İkinci, üçüncü avcı taburları bile (zabitanın müşâvereleri neticesinde) elrad hiç bir hâdiseye iştirak etme- mek şartile usat arasına sokuk muşlardı. Derviş Vahdeti kabine tebed- dülünden de bir şey anlamıyordu. O bütün kara kuvvetile (seriat isteriz) diye bağırıyordu. Her tarafta mektepli zabitan öldü- rülmeğe başlanmıştı. Kuvvetler, muhite doğru mektepli rabitan avına çıkmışlardı. — Sonu var — | F ited — © 'a —a a NASREDDİN HOCADAN — | hiret —— Yam l/fânextupıarı_ ı H Srhtin * — Şeyh Küğteri — 26 — Hafız Durmuş, beş kişilik yeme- ği bir hamlede mideye indirdi Telâş ve heyecan içinde çarp- mağa başlıyan yüreğimde ne Habibenin aşkı, ne de — Şerile nin gevdası kalmıştı. Hafız Durmuş gırtlağını — ka- zıya, kazıya yerlere tükürüyor, ikide birde derunu dilden canü gönülden “ooof, çeki- yordu. Vaziyet fecidi. Aksi gibi vapurun sallantısı da artmıştı. — Göynüm dönüye. — Benim de... Felâketl.. Kızları deniz tutu- yor. Vakit geçirmeğe gelmez; ikisini de derhal yerlerine aşır- dım, sofra başında üç — kişi ve daki endişeleri B/Şakir Kesebir,| kaldık. Bütün ısrarlarıma tağ- men Hafz Durmuşu aşırmak kabil olmuyordu. Yemekler başladı. Üç kişinin doyacağı kadar meze ile mide- sini dolduran Hafhzın — artık başka şey yemek istemiyeceğini sanmıştım. Meğer ne boş ümid imiş? Çaresiz; biz de sofrayı — top- lattık, garsonlar yemek - için lâzımgelen eşyayı getirdiler. Vapur — sallanıyor, — Hafızın benzi kül gibi... — Hafız; —deniz kalk yerimize gidelim.. — Garaım — Ziftin kökünü hâlâ doymadın mi?. — Aah... Çaresi ne?. Mukadderata bo- yun eğmeli. Salon baştan başa — dolu.. Garsonlar, ellerinde çorba kâ- selerile, öteki masalara doğru geçtikçe hahzın sabrı. tükeni- yor. Nihayet dayanamadı: — Çorba goturün! Feryadını bastı... Her - taraf- tan kahkahalar yükseliyor. De- minki Yahudi yılışık bir şey: — Hafuz; ama ne çorba? Yozun çiksin ki bal yibi... Diyerek ayıyı büsbütün kış- kırtıyor, fiyakalı Ermenilerden bi dokunur, yiyesice hmetlik baban da böy- le içi köfteli düğün — çorbası yer idi? Hitabile, aklı sıra, alay edi- yordu. — Amanın çorba goturün.. Hay Allah belâsını versin. Hafız, neredeyse, garsonlara — saldıracak; zaruri birisine seslendim: — Oğlum, sırayı bozün da evvölâ bize bir kâse çorba « | getirin.. Çorba geldi. Kemal Kümille ben ikişer kepçe alarak tabak- Tarımıza koyduk. Hafız da kâ- seyi önüne çekip, içine beş di- lim ekmek doğradıktâan sonra, kaşıklamağa başladı. Artık herkes işi, gücü bırak- miş, Hafızın çorbi ini dalmıştı. Gemini, şim- diki Milletler cemiyeti gibi ol- duğü için binbir. çeşid dilden binbir çöşid clmle çıkiyordu: — Comme un ours “kom ön ors — bir ayı gibi, monşer.. fildir, — Te Talçın ağızlı, dembay | gibi sömüriyeri be.. ; — Yavrum — okumuş, yedi gün ot görmemiş eşşek gibi saldırıyor.. — Dinini — seversen — Hafız tfendi, bir kazan yetirelim. — Er ist ein Elephan “o | — Ti arkuda kale? O; bunların hiç birisine ku- lak bile asmıyor, muttasıl, çala kaşık, kâseyi temizliyordu. Temizledi de... Arkasından et geldi, hemen seslendim: — Hafız, bana bak; domuz etidir, sakın yeme... — Bubâmı bile yiyeceğin gay- rik. Donuzsa donuz, gâvursa gâvur; amanın dayanamâyon.. Elin ayısına “Etme, eyleme, kâr eder mi? Garsonun elinden tepsiyi ka: pıtca önüne oturtta. Cübbenin kollarını sıvadı. Her dilimi iki lokma yapmak şartile beş par« mağile onu da — sünnetleyip te- mizledi. Sallantı fazla.. Vapur mutta» sil dalgalarla döğüşüyor. Uzatmıyalım efendim; sebze, börek, tatlı, meyva, plâv, mas karna, patates ezmesi, salata, kahve; ne verdilerse öyle tıkın” di, öyle tıkındi ki yediği ye- mekle ferah, fe ah beş kişi mü- kemmelen doyabilirdi. Vapur sallanıyor.. Hafızda bet, beniz kül oldu. Herkes henüz yemeğin orta- sında.. İhtiyaten sordum: — Doydun mu Hafız? — Yarabbi şükür emme göy- nüm dönüye... — Aman etme.. — Etmesi falan yok gayrik.. Amanın garmım — gümbürdeya, göozlerim dönüye, gafam fırıldak oluya, Allah canımı alıya? — — — Hafız davran.. v Kemal Kâmil panik halinde.. — Birader ne yapacağız?, — No bileyim, becerlediğin gibi bitir bakalım. — İmanıni seversen benim bâşıma bırakma.. — Hahz kalk.. Kalktı, ayının ayakta dura: cak bhali yok. Masadan dört, beş adım uzak: laştık, uzaklaşmadık; salonda bir öğürtüdür. koptu. — Adiyo santo Sadaları — Moga asfas Seslerile karıştı. Rosto par« çaları, eski birer terlik gibi, Salamon — efendinin suratında şakladıkça Yahudi feryadı ba- sıyor, plâvla karışık çorba yağ- muruna tutular şişman Ermeni dudüsu — Ka etme, yavrum okumuş başını Artinden yana döndür Diye cıyak, cıyak ötüyordu. Manzara iğrenç, vaziyet fecidi Yerlerinden fırlıyanlar kaçma: ga çalışıyorlardı. Masalar dev- rilmiş, herşey altöst olmuştu. İlâ elini karnına dayayarak mut tasl öğüren Hahza bir adım dahi attırmak kabil değildi. — Sonu var — TAKVİM