Sanayün kara elması... Maden kömürü: *Maden kömürü, dediğimiz şey, fabrika ve vapurlarda kul- lanılmakta olan bir nevi madeni kömürdür ki yakılan şeylerin he men hemen en — kıymetlisidir. Bu da sair maden'er gibi yerin altından çıkarılm : adır. — ÂAvru- pada halkın ağzında gezen bir masala göre milâdın 1049 uncu, yani heretn 467 inci senesin- denberi insanlar tarafından kul- lanılmaktadır. Maden kömürünün masalı: Bir gün “Hoilos, isminde bir nalband (aalband) ocağı başında iş görmekte iken — baştanbaşa beyaz elbise giymiş ve aksakallı, hürmete lâyık bir ihtiyar geldi; selâm verdikten sonra, demirci için düa ederek san'atını takdir ve allahtan bol kârlar temenni etti. Sabahlardan akşamlara ka- dar ateş karşısında çalıştığı bal- de hayatını ve ekmeğini kazan. makta bin güçlüğe uğrıyan de- mirci, acı, acı güleri: — Ey muhterem ihtiyar! Dedi, Ekmeğimi bile kuru ola- rak pek güçlükle — kazandıran san'atımdan nasl kâr olmasını dua ediyorsunuz?.. Hususile ira- dımın en çoğunu kömüre ver- mekte olduğum şu zamanda... Meçhul ihtyar başını sal ladı; ve: — Dostum, dedi. Sana bu hususta bir iyilik edebilirim. Şu gördüğün dağların eteğine git; orada toprağın yüzünde siyah, YEDEN D bası YA öndar 'e alıniz ve tıpkı kömür gibi kullanılır... O, sızn demirlerinizi çok iyi ve çok kolay olarak kızdıracaktırl. İhtiyar adam, bunları söyler söylemez kayboldu, nalband he- men ihtiyarın gösterdiği yerlere koştu; ve bir mikdar siyah ma- denden getirdi, — tecrübesinde çok faydalar gördü, ve komşu: larına bu keyfiyeti haber verdi. Eski zamanlarda kömür: Fakat.. Hakikatte bu masalın aslı yoktur. Belki de tamamile uydurmadır. Çünkü bu kömür eksi zamanlarda da biliniyordu. Yalnız bundan adamakıili — isti- fade edilmiyordu. Belki de yak- mak için hususi ocaklara muh- taç olması ve yanarken kokması ve duman çıkarması buna se- bep idi. Kurunuvustaya gelince; bu za- manda faydalı bir maâden değil, fakat az bulunur taşlardan sa- yılıyor idi. İlk kullanış; Milâdın on ikinci asrında İn- gilterede yakılan şeyler arasında maden kömürü kullanılmağa baş- lamıştır. 1239 (senesinde İngil: tere kralı üçüncü Hanri (Nev- kastle) madencilerine kömür çı: karmak imtiyazını verdi. Bu yeni kömür bütün büyük Britanyada şimşek gibi dağldı. Ve kulla- nılmağa başladı. Bununla bera- ber, her yeni şeyde olduğu gibi bir çok inadlarla karşılaştı. Kömürün düşmanve taraf- tarları; Maden kömürünün bol ve s- Küçük musahabeler Kuzu ile Kurd Fahriyenin annesi, çok iyi bir kadındı; hemen her akşam, ona güzel şeyler anlatırdı; işte bu akşam da ona şu masalı anlattı: — Bir kuzu, ormanın yakınin- den geçen dereden su içiyordu. Çoban ve köpeği derin bir uy- kuya dalmışlar, zavallı kuzu yak nızdi! Birdenbire meydana bir kurt çıktı; halinden belli oluyordu ki, bu kurt belki de bir kaç gün- denberi bir şey yememişti, Ve kuzuyu görünce; dişlerini biribi- rine sürterek: — Tam iştel.. Dedi. Bana ne güzel bir kahvalhıl.. Hiç gürültü etmeden kuzuya yaklaştı, yakına gelince sert se- sile: — Ne yapıyorsun orada?.. Diye sordu. Fena halde korkan kuzucuk: — Şu saf sudan bir az içi- yordum... Dedi. — O su benimdirl.. — Ben onun herkese ait ol duğunu zannediyordum. — Hem geçen sene bana hır sız demiştin!. — Geçen sene mi?.. Fakat ben © vakit henüz” doğmamış tım ki.. — Sen söylemedinse bile kar: deşin söylemişti — Ben annemin ilk yavrusu- yum... Henüz kardeşim yoktur... Kurt, daha fazla söze lüzum görmedi, ve: — Sus utanmazl. Diyerek ku- zuya hücum ettti ve onu aldı, Fahiiye: — Fakat anneciğimi, Dedi. Kuzu haklıydı; kurdun hiç hakkı yoktu., — Vakıa öyle... Fakat bilmi- yor musun ki, ber hak kuvve- tindir. Kuvvetine güvenen her kimse her hakkın sade kendi- sinde olduğuna inanır... Annesinin anlattığı bu acı ha- kikat karşısında, Fahriye: — Ah... Ne fena. Diye için için ü yah dumanının etrafa saçt ğını ileri süren eski Llar, kraliçe Elizabet ve birinci Edvarddan bu kömürün yasak e dair bir emir aldılar. Londrada parlâmento vasıtasile itirazlar ettder, Buna karşı, kö- da - tecrübe faydalarını, idareli olmasıni isbata çalıştılar; bir çok doktorlarlar da maden kömürü dumanile kokosunun bir takım hastalıklara; hele vereme pek faydalı olduğunu ileri düler. Nihayet, bu kıymetli ma- denin faydası, kıymeti halka * fakat bin güçlükle - anlatıla- bildi. Ve şimdi (Büyük Britanya) şehrinin üzerinde maden kömü- rünün güneşi bile kaplıyan çok dumanları bir an dursa ve ek- silse, İngilizlik, İogiliz kuvvet ve kudreti mahvolur; ve: Maden kömürünü (elmas) gibi kullanan ve seven en baş mil- let te İngilizlerdir.. Çünkü zen- ginliklerinin en birinci sebebi ve vasıtası da bundan ibarettirl Bir muhteriin çocukluğu ee — Bir yük vagonu içinde hayal — G ğ . için komşularından bir iki çocuk aldı ve onlara nisbeten az bir para ile simitlerini ve gazete- lerini sattırdı ve kendisi, Gar kitapçılarında yerine göre satın a'mak ve yerine göre de bir vakit için istemek suretile bula- bildiği — ktapları baştanbaşa okudu. İşte bu kitaplar içinde merakını en ziyade alan bir tanesi var idi ki, bunun da ismi “kimya,, idi. R Vakıa, bu çocuk henüz bu kitabı anlamaktan âciz idi. Fa- kat bu kadar hoş ve mühim tecrübelere yarayan bu kimya ANADOLU Çocuk âlemi: Iki arkadaş * ÇOCUKLARA OY ———— — -— Kim vurdu? Güzel bir oyundur; sekiz on çocukla oynanır. Çocuklardan birisi ebe seçilir. Yahud tek mi, çift mi ile bir ço- cuk ebe olur. Ebe olan çocuğun gözleri te- miz bir mendille bağlanır. Bun- dan sonra, ebe bir elini avucu KA l ai ae bu aç'ık avuca yavaşça dokunur; ebe de bu'çocuğun kim oldu: ğunu söylemeğe çalışır. Ebe eline vüramın kim olduğunu bi: lirse, ebelikten çıkar; adım bi diği çocuk ebe olur. Bu suretle oyun saatlerce ve şen kahkahalar içinde sürer, gider. Dikkat; Ebeyi itmek, kakmak: ebenin avucunâibir kaç kişi bir- den vurmak, ebeyi - aldatmak katiyen yasaktır. Küçük kardeş! Fatuş, küçik ve gözel bir kızdır; annesi kendisine bir kar- deş doğurdu; Fatuş bundan çok memnün oldu. Fakat bebeği görünce, hayret ve teessürle: — Aman aönec ğim... - Seni aldatmışlar, eski bir bebek ver- mişler! Demekte - kendisini ala- madı. Çünkü..- O, çocuk — saçlı, mavi gözlü, inci dişi bir bebek bekliyordu; böyle dişsiz, saçsız Yerinae bir sorgu! Çocuk — Anneciğim, insan- ların topraktan — yaratıldıkları döğrü mu? 2” Byoi öğluml — Şu halde... Zenciler kö- #ürden'mi yaratıldilar?... Hazır cevab köylü Bizim köylüler, “Çarıklı dip- lomat derler. Cıdden öyledir. T Bakımzı Şehre az inen bir köylü bir sarraf dükkânının önünde dur muş, dükkâmın bomboş olma- sından hayrete düşerek sahib'ne serar. — Bu 'dükkünda'diz'80 'satır yorsunuz? — Eşek kefası.. — Ya,.. Çok kârli ye müşte- risi bol bir iş olacak. (Sarrafın kalasını göstererek) bak, koca dükkânda bir tanecik kalmış!. Tamaml.. — Garson burası ne lokantası Allah aşkına?. — Evet.. — Nasıllokanta bu. Etli yok, çorba yok, çorba yok, pilav yok, şu yok, bu yokl. Ver şapkamı gideyim bari — Bu da yoktur bay. — Neden? — Son müşteri, birşey bula- mayınca sizin şapkanızı aldı gitti de ondani. Yazısız hikâye: Yamgyamın hesabı yanlış çıktı! SO Y dRar TT K ALE E V EKMKL G ERAR AAAT KA C AU DAUA onu kendine ısındırmış idi. Za- ten, kararını verdikten — sonra, Edison için durmak, düşünmek, vazgeçmek yok idi. Hemen kim- ya tecrübelerile uğraşmağa baş- ladı. Kondoktörün kendisini büyük bir serbesti ile bıraktığı yük vagonunun bir köşesine bir kaç şişe getirerek orasını bir “lâbo- Küçük şeyde büyük hikmetler... Bir vakitler, bir memleketin padişahının oğlu tuhaf bir me- raka kapılmış ve lüzumsuz zam nett ği örümcek ve sinekleri yer yüzündenr kaldırmağa çalışırmış.. Fakat bir gün komşularından birile harb eden bir ordunun kumandasında iken mağlüb oldu; ve perişan olan ordusunun ara- sından güçbelâ kendini kurtar- tarmağa muvaffak olarak bir or* mana saklandı... Bir taraftan ordusunun tama- mile mahvolması, diğer taraftan da günlerce süren korku ve yol yürümek hasebile son derecede yorgun düşen — şehzade, sık bir ağaçlığın altında derin bir uy- kuya daldıl. Şehzade burada dalgın bir sürette uyürken düşman asker- lerinden birisi tarafından keşfe- dildi ve asker hemen kılıcını çekerek uyuyan şehzadenin üze- rine saldırdı.. Eğer, o anda kuv- vetli bir sinek şehzadeyi uyan- mağa mecbur etmeseydi, her iş bitmiş olacaktı; şebzade uyanıp ta kendisne hücum eden düş- manı görünce hemen kılıcına davrandı. ve zaten çok — cesur olmıyan neferi kaçırdı... Şehzade bu tehlikeyi atlattık- tan sonra, kendisine daha emin ve gizli bir yer aramağa mec- bur kaldı ve gene ayni orman içinde bir mağaraya sığındı ve zaten akşam olmakta idi. Derin bir uykuya dalarak ta sabahlara kadar uyudu. Şehzadeyi —ormanda arıyan düşman askerleri de sabah vakti bu mağaranın önüne gelmişlerdi. İki askerden birisi: — Bir defa da şu mağarayı arıyalım. Dedi. Fakat diğeri gülerek: — Sen deli mi oldun?. Ka- bu nazik tecrübeler için malü- matı tam değildi. Bir gün, elin- den düşen fosfor — şişesi kırıldı ve hava ile bitleşince vagonun tahtaları ateş aldı. Vakıa kon doktör yangını hemen söndüre- bildi, fakat o anda da, Ediso- nun — “lâboratuvar,, ını süsliyen şişeleri, eczaları, kabları yolun üstüne fırlattı ve bu suretle va- goön içinde ateş ile oynamanın cezasını verdi!. Ezobun dili Z Ezop dili anlatıyor Ezop, eski zamanların Nas- raddın hocasıdır. Çok güzel buluşları — vardır. - Bir tanesini şuraya yazıyoruz: Ezoba bayı bir gün: — Dostlara — ziyaletim - vâr. Onlara en güzel bir yemek ha- zırla.. Emrini verir. Ezopta o akşam misalirlere dil haşlaması, dil kızartması hazırlar ve: — Dil cihanda en iyi şeydir. Dil ile meram anlatılır, dil ile teselli verilir, dil ile... Diye de dilin iyiliklerini sayar ve tabit itiraz görmez. Fakat bayı: Ezopl! Der. Bu akşam dostlarım davetlidir. Onlara en fena şeyden bir yemek hazırla! Ve Ezop gene dil haşlaması, dil kızartması hazırlar. Bayı: — Hayrola Ezop, der. Bün- lar en iyi şeyler değil mi idi? Ezop ta: — Evet, fakat en fena şey de gene dildir. Dil ile dedikodu yapılır, dil ile küfredilir, dil ile yalan söylenir ve bundan fena hiç bir şey yoktur! Cevabını verir! Bilmece ve bulmaca Bu haftaki bilmecemiz basit bir sorgudan ibarettir: Her dilden konuşan nedir? Bilmecemize cevap verenlere: 3 lira 2 Jlira 1 lira Birer güzel - he diye verilecektir. Dikkat: Geçen bilmecemizin hediyelerini bugün veriyoruz, alâkadarlara bildiririz. Neçhul bir iş! Anne — Oğlum, insan kendi burnunu böyle karıştırır mı?. Çocuk — P: âlâ... - Fakat kimin burnunu ka: ştırayım?.. çok — — pisının örümcekleri bozulmamış bir yere şehzade nasıl gerebilir?. Deâ“ Hakikaten, gece şehzade uyur- ken bir örümcek mağaranın ka- pısına mükemmel bir ağ kur- muştu... * .. Bu hali gören şehzade anla- dı ki, dünyada her şeyde - velev- ki çok küçük olsun - bir hikmet vardır. Vaktile dünyadan kaldir- mak için uğraştığı ve hiç bir faydası olmadığını zannettiği öi- nekle örümcek, yüz bin kişilik ordusunun muhafazasından âciz kaldığı hayatını kurtarmıştıl. Askerler gittikten sonra, şeh- zade payitahtına dönünce sön derecede kâmil ve derviş bir zat öldü ve. yâplığı küstahlığa