5 Mart 1937 Tarihli Anadolu Gazetesi Sayfa 6

5 Mart 1937 tarihli Anadolu Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

T aa ee Yapraklar AM Soyia 0 aauanananaı Carîhten Kanuni, Lâhavle velâ kuvvete, diye bağırdı. Sadrâzam, açlık gre etti ve ölüp gitti. Açlık grevi, asrımızım müc- rimleri, âşıkları vesairesi ara- sında bir nevi silâh, bir nevi tehdid vasıta ve kuvveti olmuş- tur. Zamanı gelince, işe bile yarıyor.. Dün Amerika'da bir haydudun, kendisini affettir- mek maksadile açlık grevine başladığını ve on gündenberi ağzına hiçbir şey alamadığını okurken gayri ihtiyari gülüm- sedim. Maamtaf.h fen, vücudun yaşamak için muhtaç olduğu gıdayı, şimdi başka şekillerle — verebiliyor. 'Meselâ, iğne ya- ı piyor ve gidayı, iğne ile doğ- — rudan doğruya damara aşı- - layor. F Geçenlerde gene bir Ame- — rika'lı bir âşık, darılan sevgi- gilisinin merhametini celbet- — mek için; “100 Günlük salta- nat gibi,, “10 Günlük bir açlık grevi,, ilân eylemiş.. Bu hâdiseler bana, Kanuni Süleyman devrinin büyük ve- zirlerinden Süleyman paşayı Bir gün sarayda divan top- nıyor.. Sultan, kafes arkasın- da bulunuyor ve müzakereleri takibe başlıyor.. O tarihe ka- dar sultanlar bizzat divana ri- yaset ederken, Kanuni Süley- man bu usulü değiştirmişti. Divan, veziriâzamın riyasetinde toplanır, kendisi de bir kapile divana açılan hususi odasının kafesi ve ince tülleri arkasın- dan dinlerdi. Bu arada bazan öksürüverir, lâhavle çeker, tak- dir makamında birşey söyler ve bütün bunlar, müzakereye bir şekil ve istikamet verirdi. O gün de donanmanın aça- cağı bir sefer mevzuubahs olacaktı. Kanuni Süleyman, — kendi yerine biraz geç gel mişti. Divan, veziriâzam Süley- man (Paşa)nın riyasetinde top- Tanmıştı ve her nasılsa, veziri Azamla vezir Husrev paşa ara- sında bir ihtilâf çıkmıştı.. Kafcs arkasından, padişahın kavuklu gölgesi gözükmüyor- :hıı.b.&ı itibarla her iki vezir, ildiğine mü ediyor ve iemîı: nkuym. yi — Tam Bu sırada da Kanuni Süleyman yerine gelmiş ve iki vezirin yüksek perdeden atış- Otaklarını işitmişti. Hattâ ne — kadıaskerin, ne şehislâmın sesi — çıkıyorduü. Padişah, sert sert öksürdü. — Fakat heriki vezir de, bir izzeti nefis meselesi yaparak ve kü: çük düşmekten çekinerek hiç olmazsa homurtu şeklinde mü- nakaşayı devam ettirmeğe baş- — ladılar. Kanuni, - hiddetinden kıpr kırmızı kesilmişti: — Lâhavle velâkuvvete...... Lâhavle velâkuvvetel.. Diye bağırdı. Sonra ellerini — Tez şu Süleyman paşa denilen bildrakten mührü sa- dareti alıp bana getiresiz, onu da, Husrev paşayı da, vezir kullarımın arasında bir daha nazarı şahanemle karşı karşıya görmek istemiyorum. Padişahın, bu kılıç gibi te- n inen fermanı ile bera- , ortalık derin bir süküta gömüldü, fakat iş işden geç- mişti. Kanuni'nin iradesi çık- miş ve bunun geri alınması imkânı yoktu. Süleyman paşa mührü ver- di ve iki vezir, biribirine kü- für ede ede, yanyana saray- dan çıkıp konaklarının yolunu tuttular. Süleyman paşa, çok ihti- yardı, Bir nevi hırsı piriye tw- tulmuştu. İkbalden, veziriâzam- lık gibi en yüksek bir mevki- den - tepetakla yuvarlanması, ihtiyarın bütün âşabım boz- muştu. — Hay dilim tutulaydı da Husrev paşa denilen ol nâdâ- na söz söylemiyeydim.. Diyerek başınıjğyumrukluyor- du. Konağının bir odasına çe- kilmiş, sanki dünyaya küsmüş- tü, Hiç, hiç birşey onu eğlen- dirmiyor, avutamıyordu. Sada- ret günlerinin haşmeti, saadeti hatırına gelince, kendini avu- tacak, sersemleştirip sarhoş edecek şeyler alıyor, yastığa baş verip sızıyordu.. Artık sokağa çıkmıyordu. Kimseyi de kabul etmiyordu. Konakta hiç ses ve hareket duyulmuyordu. Sanki burası bir dilsiz yuvası idi.. Bir gün düşündü: Kendi kendine mı- rıldandı: — Behey Süleyman -dedi- bu dünya sana kalmadı, Sul- tan Süleyman'a da — kalmıya- cak.. Ne gam eylersin.. Niçin kendini cevrü eza ile helâk eylersin.. Var biraz ata bin, şöyle bir gez de tatyibi hatır eyle., Eski sadrâzam hemen em- retti, Atı hazırlandı. İlk defa farkına vardı ki, kendisinde bir hafiflik, bir eksiklik bulu- nuyordu. Evet sadaret kavuğu, sadaret kaltanı yoktu arlık. Fazla düşünmek istemedi, sokağa fırladı. Biraz ilerle- yince arkasına baktı: — Hey gidi günler heyl -Diye mırıldandı - hani o sir- malı uşaklar, hani benim at oğlanlarım.. Etrafımı — gözden — geçirdi. Kimse ayağa — kalkmıyordu. Hattâ, herkes “Padişahın gö- zünden düşmüş bir adam, diye göz-göze gelmek istemi- yor, Oona sırtını çeviriyordu. Ne sukuttu bu, ne elim sukuttu? Arkasındaki tek uşağına: — Dönelim - Dedi - döne- lim. Çünkü dünyayı zından görüyorum.. Saraydan henüz beş on adım ilerlemiş bulunduğu hal- de geriye döndü. Hertarafı titriyordu. Sanki bir sıtma nöbeti için- deydi. Karısı telâşla, kaştu: — Efendimize birşey mi oldu? Ş İhtiyar sadrâzam başımı sal- ladı: — Evet, efendinize dünya haram oldu yahul.. Böyle ata binmektense yatakta yatmak daha iyidir. Serin şilteleri, açın yorganları! Süleyman paşa; derin bir yeis içinde kendini yatağa attı. Nöbet geçiriyordu. Bu böyle devam KA İtın madeni ni — ANADOLU Vilâyetimizde pekçok vardır Altın, altın!... Altın yüzünden şimdiye ka- dar dünyada ne kadar kah ovalarında altın arayıcılarınin, altın husile birbirine nasıl hü- cum ettiklerini, zengin olmak hırsile nasıl kan döktüklerini hepimiz okuduk, bitiyoruz. Türkiye toprakları, diğer madenler itibarile olduğu ka- dar altın madeni cihetindea de çok zengindir. Şark Vilâyetle- rimizdeki altın madenlerinin işlenmesine yakında başlana- caktır. Tarihi malümata görec, lica- ret işleri için gemilerle başka milletlerin gidemedikleri çok uzak diyarlara kadar giden, hattâ Atlas Okayanos'una açıl- mak cesaretini gösteren ve denizci bir millet diye tanınan Fenike'liler, gittikleri yerlerde- ki birçok altın madenlerini iş- letmişler ve hattâ Alrika'da vahşilerin hücumlarından kur- tulmak için yer altında maden işletme tesisatı bile vücude getirmişlerdi. Finike'liler, ticaret için git tikleri zengin — memlekellere diğer milletlerin de akınlarına mani olmak için o memleket- lerde devler, ejderhalar gör: düklerinden, hayatlarını güç- lükle kurtardıklarından bâhis masallar uydururlardı. Finike- lilerin, Türkiye'de bulunan al- tın madenlerini işletmek için çalışıp çalışmadıkları hakkında edemezdi. Padişahın merha- metini — celbetmek — lâzımdı. Onun affhı, kâfi idi.. Eski ve ihltiyar Sadrâzam saran hastalık gittikçe şiddetle- niyordu. Bazı doktorlar celbe- dilmişti. Hastayı tehlikeli görüyorlardı ve hasta, hiçbir; şey yimemek suretile Kanuni Süleyman'a bunu işittirmek istiyordu. Bir gün yerinde doğruldu: — Kapıları kapayın, hekim makulesi kimseler içeriye gir- mesin.. Dedi. Konaktakiler hayretle baktılar: — Canım, nasıl olur?. Hal: buki ilâç verilmişti efendimize! — İlâç mı, ilâç m?.. Allah göstermesin. Demek ilâç veri- yorlar hal, Şu halde beni ze- hirlemek — istiyorlar demek.. Sultanımızın beni affetmesi ih- timalinden korkuyorlar.. İlâç gelirse dökün, kırın... — Efendimiz, Paşamız. — Susun, çene istemem. Süleyman Paşa, artık ne yiyor, ne de içiyordu. Ağzına süt bile akıtamıyorlardı. Çünkü hasta Sadrâzam, evham ve şüphe dolu nazarlarla süte bakıyor: — Zehir var, zehir! Diye bağımyordu. Kanuni Süleyman bunu duydu mu, duymadı mı belli değil, ancak Süleyman Paşa açlıktan harap olup gittiği halde hâlâ bir af, bir iltifat emmaresi gözükme- mişti. Sekizinci gün şehirde şu haber yayıldı: vefat etti. döküldü. Kaliforniya dağ ve | YAZAN: Şehap Göksel İzmir civarında zengin bir altın madeni buldağunu söyliyen B. F. Cenksoy tarihi malümat mevcut olma- dığı söyleniyor. İzmir vilâyeti, altın madeni itibarile çok zengin bir yerdir. Çeşme kazasından başka İz- mir'e çok yakın olan Yaman- lar dağında Arapkuyu'su mev- künde de altın madeni vardır. Hattâ Yamanlar'daki altın ma- deni Umumi harpten evel iş- letilmiş, fakat istihsal edilen altın, masrafı korumadığından bBü madenin işletilmesinden vazgeçilmişti. Marmara sularının, altır ma- deni itibarile diğer deniz sır larından çok zengin olduğunu bu madenin — mütehassısları söylüyorlar. Son zamanda İzmir civarın- da büldüğünü — söylediği bir altın madeni için Ankara'da maden araştırma enstitüsüne müracaat eden dalyan mülte- zimi Bay Faik Cenksoy ile görüşüp, —maden — hakkında okurlarıma malümat vermenin faydalı olacağını düşündüm. Göztepe tramvay caddesindeki evine gittim. Salonda karşı karşıya oturduktan sonra: — Şu altın madeni mese- lesi için geldim. Dedim, güldü ve: — Hisse mi istiyeceksiniz? Diye sordu. Kahvelerimizi içerken: — Altın'ı ne vakit nuz? Diye sordum, Bu sualimden sonra Bay - Faik'la aramızda şu muhavere geçli: — Sene tayin etmiyeyim, fakat bu madeni buluşum çok eskidir. Umumi harp sıralarındadır. Maden, çok geniş bir sahada yayılmış Baldedir. — Ne kadar geniş? — Bunu tayin etmek işime gelmez. Yalnız Madenin çok zengin olduğunu söyliyebilirim. İngiltere ve Fransa'da 300 xadar nümmnt — göndermek suretile yaptırdığım tahlillere aid raporlara göre madendeki altin miktarı binde 20-29 ara- sındadır. Sovyet Rusya'da Oral dağlarındaki altın made- Dindeki altın nispeti ise yüzde 10-15 tir. Bu maden, dünya- mn en zengin madeni sayılı- buldu- Sadrâzam Süleyman Paşa | yor. Benim altm madenim, M. Ağhan — | tükenmez bir hazinedir. Ame- AA a e ç eee Ka Ğ ĞA 3/937 Türkçe meselesi j — Başı 3 üncü sahifede — larına kanaat getirilen vatan- daşlar üzerinde teksif etmeli- dir. Onlar ne İspanyol'durlar, ne de Fransız... Yahudi iseler İbraince, Türk iseler Türk'çe konuşmalıdırlar... Biz onları Türk biliyoruz. Onlar da ayni şeyi söylüyorlar. Şu halde on- lardan Türk'çe konuşmağı da istiyebiliriz. Bizim samimi di- leğimiz, Yahudi vatandaşların bize karşı antipati gösterme- meleridir. Halbuki, iliraf et- mek gerektir ki, bugün bu şe- kilde umumi bir intiba vardır ve tedbirin bilhassa' onlar üze- rinde tekâsüfü de, bu intiba- dan doğmaktadır. Onlar da bilirler ki, şeref ve emniyet- leri hesabına bizim mukadde- ratımıza inanmağa ve bize bağlı olarak, bizimle kaynaşa- rak yaşamağa mecburdurlar, Ben arasıra, Yahudi vatan- daşların Türkçe gazete — oku- mak, bedil eğlence ve zevk- lerimize, müsamere, byatro ve halolarımıza — iştirak ederek ayni hava içinde yaşamak, Türk komşuları ile gece top- FOU SRLZLARA TARSt. GAŞT TKMEDETI rika ve Sovyet Rusya'nın çok zengin oluşlarının - sebeplerin- den biri memleketlerindeki altın toadenlerinin zengin ol- ması değil midir? — İmtiyazını aldınız mı? — Bu maden herşeyden evvel hükümete aiddir. Maden araştırma ensrtitüsile beş aydanberi muhabere ha- linde bulunuyorum. Bana ma- denin yerini' ve hukuki vazi- yetimi sordular. Hattâ vesika satmak niyetinde olup olma- dığımı araştırdılar. Beyazıd'da veya Hisar ca> mü civarında sahaflık eden bir adam değilim ki... — Ne yapsınlar — istiyorsu- nuz?. — Salâhiyettar bir zat gön: dersinler, görüşeyim. Sayın İktısad vekilimiz Celâl Bayar'ın bu mühim mescele ile alâkadar olmasını istirham ederim. Ens: titü direktörlüğü çok garip hareket ediyor. Çok geniş bir saha kaplıyan bir altın made- ninin yerini göstereceğili ve bundan hükümet istifade ede- cektir. Bu yeri göstermek için tabit benim bazı şartlarım var- dır. Madeni buluşuma muka- bil bir şeref hissesi istemek hakkım — değil midir? Maden © kadar zengindir ki mütema- diyen işlense bitmesine imkân yoktur. Vaktile Cumhuriyet Merkez Bankasına Amerika- dan fıçılarla altın getirtilmişti. Halbuki altını hariçten getirt- meğe ne İüzüm var. İşte altın! Hem o kadar zengin bir ma- den ki... — Ne şekilde şeref hissesi istiyorsunuz? — Bir ikramiye, hiçolmazsa yaptığım mühim masrafı çıka- racak birşey. — Ne kadar masrafınız var? — Şimdiye kadar yaptığım masraf, kırk elli bin liraya yakındır. Bana söz verilsin, ©o vakit bu mühim madenin yenini derhal göstereceğim ve göreceksiniz ne randman al- nacak. Bulduğu altın madeninin ye- rini bir türlü söylemiyen Bay Faik Cenksoy'u altından ha- aS R Yahudi vatandaşlarımız Finikeli'ler bu madenleri Türkçe konuşmalıdırlar de işlettiler mi acaba? vi ilân Bay F. Cenksoy İzmir civarında bulduğu madenin çok zengin olduğunu söylüyor lantıları yapmak gibi hareket-- lerine de şahid oluyorum. Fâ-- kat buna rağmen gene - milli- yetimizin icabı dahilinde Türk- - | çemizi hâkim bir unsur, bir: dil haline koyarak kendilerini . İspanyolca ve Fransızca ko- nuşmak gibi kötü itiyadlardan” kurtarmağa mecburuz. — Bunu da belediyelere verilecek bir hakla başarabiliriz. Ben, va- ; tandaşa tedip hakkı verilme- sine taraftar değilim. Kaza hakkı, daima kaza hakkı olan” lara verilmelidir. İlân, reklâm, elle vesika, kart dağıtmak gibi swistimallere ve taşkın” bklara müsaid yollardan gi* rilmemelidir. Meselâ üçten aşağı olmiyan vatandaşların imzaları ile ve icabında tevsik edilmek şartile herhangi bir — şikâyet, belediyelerce tetkik olunmalı ve Türkçe konuşmı" yan tecziye olunmalıdır. Her yerde Türkçe yüksel- melidir. Devamlı surette, her yerde Türkçe'nin söylenmesi, Türkçe'nin duyulması, bugün- kü hayatımızdan çok başka şeyler temin edebilir. Çarşıda, umumi yerlerde -Ecnebilerden — başkaları için» yasak koymak, şarttır. Bilmem siz de dikkat ettiniz mi? Bir Musevi vatan> daş müessesesinden alış-veriş ederken, müccsese- sahip Ve kalfaları arasında bazan bif Müsevice konüşma başliyor, sizin istediğiniz rakam — veyâ malümat onlar arasında. bir müzakereden geçiyor ve sonra size Türkçe cevap veriliyor. — | Bu hal, emniyete münafi ve —| tamamen gayri samimidir. Bu —| da yasak arasında kaybolup —| gidecektir. Nizam, yalnız eve $ giremiyecektir. Fakat bir kadın günde dört saatini, bir I:ıbıl K oniki saatini, bir çocuk ycd_lı | sekiz saatini dışarıda geçirdi” ğine göre bu - saatler zarfında baştan aşağı Türkçe konuşâ* | cak demektir ki, bunun daâ — fayda ve neticesini takdir eder” — siniz. Takdir edilecek cezada hür — sumet yoktur. Çünkü - c izrar kasdı değil, bilâkis öğ' — retme, ıslah etme maksadi vardır. Dilimizi öğrenmeği ist — onlar da esasen kabul etmi$ —| bulunmaktadırlar. Yalnız şim” — diki halde Bir itiyadın tesiri altındadırlar. Mukabil bir te” sirle bu itiyadın fevkine çık” mağı ve onu çürütmeği iste mek de lâzımdır. Hi Dostluk maç Beş Bin metre mu- kavememet koşusü yapılacak Pazar günü, Millii kümeyt girecek olan Göztepe ve takımları arasında bir dostluk maçı tertip ettiğimizi yı M Bu maçtan evel genç İ çilerimiz de müsabakalar yir pacakları gibi, 5 bin ıııı.#:"r'k n muükavemet — koşusu da 9" Ş caktır. Atletlerimiz, koşu iÇİN hazırlıklara başlamışlardır. At yalleri içinde bıraktım ve mü- | letler o gün saat 14.46 g de istiyerek ayrıldım. KAt a bulunmak mecburiyetindedir

Bu sayıdan diğer sayfalar: