28 Şubat 1937 Tarihli Anadolu Gazetesi Sayfa 5

28 Şubat 1937 tarihli Anadolu Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Prdikler Hatıralar Bizim (**) dünkü şehir re- portajında, Hisar camü altın- dan bahsediyor. Hisar camiile beraber akla gelen, Tilkilik, İki- çeşmelik, Beyler sokakları ve Basmahane havalisidir. Bura- larda hâlâ ve hâlâ eski İzmir- den kalmış bir ağız tadı var- dır ki, insan onu zevkle içer.. Bu şehrin orijinalitesi, ora- larda yaşar. Garptan ve şark- tan parçalar, renkler ve şiir- ler almıştır. Tilkilik'teki sıra kahveleri, ağaçları ve onların serin gölgelerine atılmış ka- napeleri şöyle bir düşününüz: Size elli sene evelki İzmir- den baber, hatıra ve selâm verirler.. Ramazan akşamlarında, iyi demlenmiş çay ve mis gibi yemen kahvesile dolup boşa- lan tepsiler, tıngırdıyan fincan- lar, garsonların; — Doooool, hafif olsun.. Hacı Mehmed Efendi amucaya! Diye bağırışışları, öyle bir hususi ahenktir ki, o zaman- ları yaşıyanları pek alâkadar ediyor. Çarşaflı kadınları ve bunların arasında yeldirmele- rile kıvrıla kıyrıla giden genç kızların zarif silüetleri, önde fenerli bir erkek veya ihtiyar bir kadın, Tilkilik, Basmahane, İkiçeşmelik akşamlarının bir başkalığı imiş.. Devrin maruf simaları kahvehanelerde topla: nır, meclisler teşkil eder, lak- laka atarlarmış. Şimdi - onlar: dan eser yok. Yalnız dekor hâlâ kendini muhafaza ediyor. Fakat şahıslar çoktan — değiş- miş, telâkkiler, eğlenceler ta- mamen başkalaşmış.. Hayat denilen büyük silin- dir, oraların sadece panora: masına hareket etmekle iktifa eylemiş. Diğerlerini, yavaş ya- vaş tasfiyeden geçirmiş.. Ne Tefarek var, ne de Idir- şah (İtırşah)... Tesbih, doksan dokuzdan, otuzüçe indi. Beşyüzlük tesbih, Müzenin bir çivisine takılmış bulunuyor. Arkadaşımızın (Hal- hal-helhel) dediği şeyi hâlâ görüyor ve bâlâ onun ince, billüri sesini duyar gibi olu- yorüm.. Şimdi yerinde yeller esiyor onun da.. Bir köyde bulunuyordum. Tam onbeş sene evel.. Köyün köşesindeki evden bir ses duyuldu: — Huuwu Fatma, helhelci Yahudi geldi.. Ayşe'ye sesle- hiver.. Hem de ne helheller Yal.. Fatma, bunu ilerideki Ay- Teşkilâtı esasıye ki | —) Glk Nitekim kendi arazimden 4000 dönümünü yani yarısını bugün kendi ortakçılarıma devretmiş bulunuyorum. Bina- enaleyh toprak kanununu her- Tünüyorum. Bu işde tamamile çiftçinin toprak sahibi olması, gerek iktısadi ve gerek - içti- mat bakımdan, çok - faydalı görüyorum, Amma, arzettiğim gibi, bizde diğer memleket- lerde olduğu gibi, hukuku me- deniye haricinde insanlar yok- tur ve ötedenberi yoktur.Müs- lümanlık mülkiyeti bir akidei diniye olarak kabul ettiği için bizde ve bütün müslüman memleketlerinde herkes mülk sahibi olabilir ve alıp satabilir. Meselâ Rusya'daki mir usu- lü gibi bir usul bizde yoktur. Orada muazzam bir kütle mülk sahibi olmaktan, alıp satınaktan mahrumdur. Bizde halk az'çok mal mülk sahi- bidir. Şimdi çiftçiyi toprak bilirsiniz ki esbabı mucibede- de yazıldığı gibi, çilt ile meş- gul olan halka derler. Çift sürer, kendi arazisi yoktur, başkasının — arazisinde ortak olarak çalışır. Yahut ta az arazisi vardır, zannediyorum ki bunlardan başka kimseleri de ve çiftçi amelesini de toprak sahibi yapmak mes'elesi mev- zuu bahis olsun. Böyle olursa ©o zaman hayvanının, âlât ede- vatını evini, tohumunu ve mü- tedavil sermayesini de vermek lâzımgelecektir. (Vereceğiz sesleri). Müsaade buyurunuz, zannediyorum ki buna hiç bir devletin hazinesi tahammül edemez ev bu, dün- yanın hiç bir yerinde böyle şe'ye, Ayşe daha ilerideki Zey- neb'e kadar aksettirdi. Köy birdenbire helhel sesile dolup boşaldı. Kurnaz Yahudi, kar- şısındakilerin zevklerini çok iyi bilen bir satıcıydı. Kızlar, bu cam bilezikleri kollarına geçiriyor, eviriyor, çeviriyor, incesini, kalımını, taşlısını taş- sızını, köşelisini, yuvarlağını seçiyor, habire, yumurta, buğ- day, tereyağı, piliç vesaire ile mübadele edip duruyorlardı. Bir sepet içindeki âdi helhel, fyarım saat sonra bir eşek yükü kıymetli madde ve eş- yaya inkılâp etmişti. Yahudi, çarşıdan 50 kuruşa satın al- dığı sepeti,"burada 50 liraya tabvil etmiş ve dönüp gitmişti. O belhellerin sesi hâlâ kula- ğımda şıngırdayor. Hey gidi günler heyl. Çimdik Fırtına Ali -84. — Öyleyimdir zâhir sulta- him., Ne yapalım, böyle doğ- Muşum.. Kabahat bende değil. — Ben sana kabahat işle- din demedim Mustafa.. Tuhaf- tuhaf sözlerin, — hareketlerin Yâr da.. Buralarda ne yapı- Yordun? — Her taraf çok güzel de "ere çıktım.. Uçyku gh:r za- Tan bulunur. Halbuki bu gü- lik “her zaman ele geç- z ki... Çıktığım iyi - olmuş; | Harnlaşkiad | tanımla da ma, hata işlerken yaka- — “Cim, onu da affedersiniz. Büyük Korsan Romanı Yazan ; M. Ayhan, Faik Şemseddin Zeliha, geriye döndü: — Hayır, hata değil, iyi niyetle bakılan fala bir şey denemez.. Diyerek ağır-ağır uzaklaştı. Mustafa, onu arkasından uzun müddet seyretti. Kalbi parça- parça oluyordu. — Ahneolurdu, onu; şöyle [ bir sahilde yapa-yalnız yaka- | lasaydım ve sahilde bir gemim | olsaydı da onu kaçırsaydım. Akşam üzeri dönerken, Petro bizzat, kendi ruhunda büyük bir değişikliğin alabildiğine devam ettiğini seziyordu. Ze- kesten evvel tatbik etmiş bu- | sahibi yapmak istiyoruz. Çiftçi, | halledilmiş değildir. Fabrikaya amele lâzım olduğu gibi, top- rağı işlemiye de amele lâzım- dır. Bilhassa ameleyi toprağa çivilemek ve onu toprakta tutmak çok zor bir meseledir. Onun için bence, bu verilse | bile, dediğim gibi, onu top- rağa bağlamak çok zor ola- caktır. Ve gene, zannediyo- rum ki aradan sencler geçince gene bu topraklar başka el- lere devrolunacaktır. Binaena- leyh halledilmesi lâzım gelen mesele, bugün elinde sapanı olan, çift süren ve başkasının yanında ortakçılık yapan ve yahut arazisi az, kısmen var, başkasının yanında - ortakçılık yapan çiftçiyi toprak sahibi yapmaktır. Bu mesele Cum- | huriyet hükümetinin, zannede- rim İzmir'in istirdadından son- ra oralarda kalan metrük ara- ziyi muhtaçlara dağıtmasından başlar, Diğer taraftan Ziraat Bankası da çiftçiyi arazi sa- hibi yapmak için taksitlendir- me uüsülünü ihdas etmiştir. Ben zannediyorum ki bu me- sele Teşkilâtı Esasiyede ya- pılacak olan bu tadilât değer şeye, parasını peşin vermek cihetinden bir tadili istilzam edecek kadar büyük bir me- sele değildir. Bilhassa şimdi yapılan tadilâtta bedeli de, yapılacak kanunda tesbit edi- leceğine göre, vatandaşlara değer — bahası - verilmiyecek demektir. Muazzam bir mes'ele kar- şısında isek, halledilmesi lâ- zimgelen iş, bazı memleket- lerde olduğu gibi, muazzam bir kütleyi birden bire arazi sahibi yapacak isek, o vakit her tedbiri alalım. Amma ben böyle bir vaziyeti görmediğim için tasarruf emniyetinin inki- şaf etmesi çok lâzım olan bu memlekette emniyetsizlik ve istikrarsızlık tevlid edecek va- ziyetleri düşünmek — ve mezü- rayı da elden bırakmamak lâ- zımdır. Onun için bir taraftan hükümet kendi cephesinden, meselâ 20 senede ödenmek üzere ufak faizli bir hazine bonosu çıkarmak suretile, di- ğer taraftan Ziraat Bankası büyük toprak sahiplerile köylü arasında mutavassıtlık rolünü yapmak suretile bu iş halledi- lir. Arzettiğim gibi terakki yo- lunda hızlı yürümeğe mecbur olan bir milletiz. Tasarruf ve mülkiyette emniyetsizlik ve is- tikrarsızlık verebilecek işler- den tevakki etmek lâzımdır. Zira bu emniyet her terakkinin hem kaynağı hem temelidir zannındayım. liha'yı, şiddetle, hattâ bazan sarhoşluk, bazan da yeis ha lini alan bir gönül âlemi için: de sevmiye başlamıştı. Zeliha için, onu ele geçirmek için, her şeyi yapmıya — hazırdı. zaman-zaman, — Mariya bir tarafal Evvelâ kendi kalbimi tatmin etme- liyim.. Diye mırıldanıyordu. Fakat düşünüyor, bunu merdliğine sığdıramıyordu. Mariya, kendi- sine itimad etmişti. Bunu çiğ- nemek alçaklık olacaktı. Maa- mafih, Fırtına Ali Mariya'ya kalırsa nasıl olsa Zeliha'da kendisinin olacaktı. Böyle dü: şünürken ağanın sesini duydu: — Çocuklar, bugün, iyi bir gün geçirdik.. Artık yakında bahçeye göç etmek lâzım. Ha- valar gittikçe 1sıniyor. Yarın Hüsnü Kıupçı(MuğIı) — Bendeniz de lâyiha hükümle- rini okuyarak edindiğim - ihti- sası yüksek huzurunuzda arzet- mek üzere çıkıyorum. Kısaca arzedeceğim, kıymetli vakitle- rinizi sui istimal etmiyeceğim. İkinci maddeye ilâve edilen vasıflar şu demektir ki mev- kü iktidarı elinde bulunduran C. H. P. şimdiye kadar prog- ramında umde olarak, esas olarak kabul ettiği bu vasıfları millete mal ediyor. Atatürk gibi yüksek bir de- ha ve onun kıiymetli arkadaş- ları, kanuna, Teşkilâtı esasiye kanununa - girmemiş — olsaydı dahi, bu işi yürütmek kudret ve kabiliyette olduklarını şim- diye kadar ki filiyatlarile gös- termişlerdir. Binaenaleyh bu noktai na- zardan bir faidei ameliyesi yok gibi görünmüyorsa da, Türk milletinin - ki ebed müd- dettir- gelecek - nesillerimizin en iyi bir tarzda bir millet ve hükümet teşkil edebilmesi için lâzımgelen vasıflarla müceh- hez olmasını göstermek ve bu vazifeleri kendilerine emanet etmek itibarile bu - vasıfların ve bu umdelerin teşkilâtı esa- siyeye girmesini bendeniz mu- vafık görüyorum. Şimdi yurddaşlarımıza ka: lacak iş, bu mevzular üzerinde münakaşa etmek, imali fikret- mek değil, bilâkis bu umde- leri en iyi tecelli ve tahakkuk ettirebilecek ve bu suretle de Atatürk'ün istediği gibi mille- timizi muasır medeniyet, mu- asır milletlerin seviyesine ve hattâ onların fevkine çıkaracak tedbirleri alarak bu- neticeye varmaktan — ibaret - olacaktır. Biz Atatürk'ü ilk defa muzaf- fer bir kumandan olarak ken- dini tarihe yazdırdığımı görü- yoruz. Ondan sonra Türk dev- letini kurup başına geçtikten sonra hiç yanılmaksızın idari, siyasi birçok kararlar alarak ve birçok inkılâblar vücude getirerek millet ve memleketi vardırdığı saadet derecesini yakinen görüyoruz. Ve bu iti- barla da kendisini tarih büyük bir siyaset dâhisi olarak kay- detmek zaruretindedir. Bu kadar isabetli kararla- rını uzun zaman görerek, onun filiyat vadisinde, filiyat saha- sında tahakkuk — eden netice- lerine baktıktan sonra bize düşen iş bu işaret ettiği nok- talarda yekvücud olarak bir- leşmek ve onun gösterdiği ümdeleri hırzican edecek şe- kilde kabullenmektir. (Alkış- lar) Bu noktadan da zannet- ö W*U . ; egışı | mem ki yurddaşlarımız başka türlü düşünsün. Yalnız bu ümdeler üzerinde tevakkuf et- meği ben zaid bulurum. Çünkü kıymetli Dahiliye Bakanımız çok salâhiyetli bir lisanla, vakıfane bir şekilde bunu izah buyurdular. Ben yalnız bütün bu umdelerin bizden istediği bir noktayı işaret etmek isterim. Atatürk bütün — icraatında hedef olarak bunu kabul et- miştir. Bu da, kendi rahatına bakmıyarak yalnız millet ve memleket için çalışmağı gaye bilmek ve bunun için de gayet feragatkâr ve fedakâr olmak. Şimdi her hangi bir vasfı ele alsak, meselâ devletçilik vas- finı alalım; Bu vasfa istinaden devlet gerek nazımlığını — ve gerekse başancılığını üzerine aldığı bir işte kullandığı ele- manlar eğer bir iş yapan şah- si teşebbüs sahibi kadar o işe kendini bağlamazsa ve huzur ve rahatını feda etmezse dev- letçilik vasfına ihanet etmiş olur ve bu vasıf semeredar olmaz. Ayni zamanda Ata- türk'ün devletçilik vasfını haiz bir ferdi olamaz. Binaenaleyh feragat şarttır. Gene bir misal olarak 74 ncü maddedeki değişikliği göste- relim. Orada belki vatandaş- lardan şimdiye kadar elde et- tikleri menfaatın bir cüz'ünü âmme namına müsait şartlarla vermesi istenecektir. Eğer bu adamlar tam feragatkâr olmaz- sa matlüp neticeye varılamaz. Fakat hiç şüphesiz ki, Halil Menteşe arkadaşımın da işa- ret ettiği veçhile beşeri dai- ma tekâmüle sevkeden ve bu hususta dinamik bir kıymeti olan mülkiyet hakkını hatır- dan geçmez. Zaten 74 üncü maddenin kısmı evveli buna sarahaten temin etmektedir. Binaenaleyh ileride yapıla- cak kanunlarda âmme men- faati ile, şahsın menfaatini te- Kf etmek için Yüksek Mecli- sin inceden inceye çalışaca- ğına emin olmak pek tabüdir. İşte görülüyor ki, bütün bu vasıfların iyi netice verebilmesi için vatandaşların, — Yüksek Atasının sözünü tutacak şe- kilde feragatı his ve feragatı nefisle işe sarılmaları ve mem- leketi bu şekilde müstefit et- meleri gerektir. İlâve edilen beş vasıftan biri de, inkılâpçılıktır. Muhte- rem arkadaşımız B. Halil bu- rada kendilerine arız olan bir tereddüdün izah edilmesini istediler. Hakikaten sureti za- hirede görülüyor ki memleket iklık'nasıl Old du? siyasi inkılâbımı yapmış ve -', mükemmel bir şekli hüki kabul etmiştir. Şu halde bu- rada yani inkılâpçılık sahasın- da yapılacak olan nedir? İçti- maj inkılâpları yapmış me - lekette bunun üzerinde söz söylemeğe mahal kalm mıştır. Memleket iktısadi in- kilâbı da bir kanun ile ikm etmek üzere bulunmuştur. Şu halde inkılâpçılık ne şekilde tecelli edecektir? Daha ne is- tenebilir? Ben öyle zannede- rim ki, bu, teceddüd ve te- rakkinin bir remzidir. Zihayat olan herşey daima ilerlemeğe muhtaç ve mecburdur. Teval kuf ettiği takdirde inhitat baş- lar. Şu halde onu inhitattan | kurtarmak için mütemadiyen ümran yapmak, ileriye gitmek k zaruretindedir. Buradaki in lâpçılıktan alacağımız m bu olacaktır. Y Diğer kayıdlar hakkında söyliyecek bir sözüm yoktur. Tabiatile madem ki devlet işleri gittikçe çoğalıyor, eski devlet mefhumu yerine bu- günkü hükümete düşen bir çok vazifeler vardır. Elbette teşkilâtı bu vazaifi yapabilecek şekilde çoğaltmak doğru olur. Hulâsa itibarile söyliyeceğim şudor: Atatürk'ün işaretini bu memleketin hüsnü niyetle ka- bul etmesi bu memleketin ve bu — milletin — menfaatınadır. (Bravo sesleri, alkışlar) — — Teşkilâtı Esasiye EN. R. Şemseddin Günaltay (Sıvu)— Arkadaşlar; Halil Menkq; kadaşımız çok ince ve ı bir noktaya temas ettiler. Bu nokta da, bugün tadili teklif edilen ve Türkiye'nin Esas Teşkilâtı hakkında umde ola- rak kalması tekarrür eden ikinci maddeye aiddir. Arkadaşlar; bu madde tür- kün hayatından, türkün tari- — hinden, türkün asırlar içeri- — sinde geçirmiş olduğu inkı- lâblarından mülhem olan kud- — si esaslarPır. Bu esaslar arz- — ettiğim gibi, Türkün nnhıuı d den çıkarılmıştır: ç Türk'ün tarihini kırl:lınr- sak mazinin karanlıklarına gö- — mülen ve asırların en derin- liklerinden kudsi bir varlık halinde beşeriyet üzerine yük- — selen Türk, ancak o günden bugüne kadar, varlığını, bugün burada tesbit ettiğimiz . esas- lara miştir. Türk yaşamıştır: Milli- yetçi olduğu müddetçe, Türk yaşamıştır, — devletçi olduğu — müddetçe Türk — yaşamıştır, ancak kendi varlığının esas- ların kendi ruhundan çıkardığı müddetçe.., (Bravo sesleri), — Devam edecek — istinaden — muhafaza et- — TÜ NTEAKDITU KTT MK MAĞT CNYN T7 TAREENDI T Ti SRCUNE I Y TGIRECİKENTA KA TDANDA Y OA CĞANE TU —— önüne (eğdi: 4 öbürgün ballı bir güneş orta- lığa dökülecek. Sahte Mustafa, bu sözleri | çılgınca bir sevinçle karşıladı. Fakat hiç ses çıkarmadı. Ağa da esasen bunu kendi silâh uşaklarına söylemişti. Kafile, yatsı sularında ko- nağa varmıştı. Gece, uşaklar- dan biri Petra'ya sordu: — Ne o Mustafa, düşünü- yorsun? — Hiç!.. Biraz yoruldum gibi.. Havanın güzelliği de bana bir nevi tenbellik verdi. * .. Artık bahçeye göçülmüştü. Zeliha, haftada bir iki ge- cesini Midilli'de, diğer gece- lerini bahçede geçiriyordu. Petro'ya, bahçe ile konak ara- sında mekik dokumak düşü- yordu. Zeliha, bazan babası, ı bazan da muhafızlarla gidip geliyordu. Bir ikindi vakti idi. Zeliha konağa dönecekti. O akşam, bir arkadaşının kına gecesi vardı. Muhafızlardan ikisi, ba- bası ile beraber ava çıkmış- lardı. Zeliha etrafına bakındı. İle- ride, ağaç altında oturan Pet- ro'yu gördü: — Hasan! Diye seslendi. Petro duy- mamış gibi yaptı: — Hasan, uyuyor musun? Petro derhal sıçradı ve koştu: — Buyurun Sultanım.. — Haydi çabüuk, atları ha- zırlal. — Hayırola sultanım, ben şehire gideceğim.. Petro, gene o meşhur ma- sum rolünü takınarak gözlerini — Fakat sultanım.. — Ne oluyor, ganîlıcek 4 bir işin mi var yoksa? — Hayır, yalnız.. " — Canım söylesen el.. Baş- ka işin varsa, ırkndışlırınd.ın birini çağır.. — İşim yok sultanım, oylıey demek istemiyorum.. Yanımıza — muhafızlardan da alsaydık.. — Zeliha güldü: — Korkuyorsun galiba?. — — Kendim için korkum yok sultanım, ben sadece - sizin * emniyetinizi düşünüyorum da. — Eksik olma haydi, sen kendi silâhını da al, kâfi Petro, zorlukla — tutabiliyordu. bir fırsat çıkmıştı. Ti — Sanu var — — albinin çarpıntısını — Mustafa, — a Tam —

Bu sayıdan diğer sayfalar: