Carihten Yapraklar I Napolyon ve süvari atları - ley kalesine hücuml!.. Ne dersin Papas Ef. bu kartal yuvasına bayrağı dikebilecek miyiz? Bir kahramanlık, hem de tam asker ve erce bir kahra- manlık hikâyesi olarak, çok eskiden bir yazı okudum. Vak- anın kahramanı, bizzat Napol- yon Bonapart ve Atlardır. Bu meşhur Fransız kuman- dan ve imparatoru, son harb- lerinden birinde talihinin ken- disine küs cilvesi ile tekrar mağlüb oluyor. Fransız süvarilerinden bir müfreze ric'ate başlıyor. Ric'at, yavaş yavaş firar şeklini alı- yor. Düşman, şiddetli ve inatcı bir takib ile mütemadiyen ge- liyor.. Artık yorgunluk devresi başlamıştı, bu yetişmemiş gibi, açlık ta kendisini gösteriyor. Yorgunluk ve açlık, bittabi askeri en çok düşündüren şeydir. Asker yorgun ve aç. Atlar da yorgun ve aç... Mecalsiz ve devamlı firar saatları içinde yavaş yavaş akşam olmağa başlıyor ve ak- şamla beraber, bulanık, göl- geli bir yeis, müfrezenin üs- tüne çöküyor... Atlar artik yürümez, koş- maz olmuştur. Süvariler, ini- yorlar.. Yorgun ve aç hayvan- lar, otlamağa başlarken süva- riler arasında da şu muhavere geçiyor: — Düşman yaklaşıyor.. Esir düşeceğiz. — Bizim için bir zararı yok. Çünkü er-geç bizi sahverecek- ler ve biz tekrar memleketi- mize, yurdumuza döneceğiz. Fakat atlarımız... Sevgili atla- rımız, onlar ne olacak!. Atlarımı dehşetli bir aşkla seven süvariler, ağır ağır otlı- yan atlarına bakıyorlar: — Atlarımız.. Güzel, vefa- kâr, sevgili atlarımız düşman altında kalacak.. Bizim elimiz- — den çıkacak, onların olacak ha? Bu ne feci hakikattır.. Hangi süvari atının esir düş- tüğünü ve artık elinden tama- mile çıkıp gittiğini görmeğe — tahammül edebilir? — Ne yapmalı, onları nasıl kurtarmalı?.. Onları düşmana nasıl teslim etmemeli?. — — Böyle bir çare yoktur arkadaşlar.. Karımız, kız kar- deşlerimiz, namusumuz kadar — sevdiğimiz atlarımız, muhak- kak onların eline düşecektir. — Biz ne bedbaht süvarilermişiz?. Bu son cümleden sonra ke- sik kesik hıçkırıklar başlıyor. — Süvariler, atlarına baka baka ağlaşıyorlar. Bu sırada bir — ses duyuluyor: — Hayır arkadaşlar, hayır! — Bu atlar düşman eline düşmi- ir. Süvariler başlarını çeviri- yor ve kendilerine hitab eden meçhul süvariye Jlâkayt bir — mazar atfediyorlar. Birisi da- /— yanamiyor; — Haydi be arkadaşım, sen neler söylüyorsun!... İşte düşman gözüktü. Ne biz de, he de atlarda kaçacak ve ko- şacak takat kaldı. Atlarımızla dayrılık dakikamız yaklaşıyar. — Meçhul süvari cevap - veri- yor: Hayır, bu atlar düşman e düşmiyecektir. ve düş- — Sen ne dersen de, düşe- düşecektir. arkadaş.. Bu, bi- zim alnımızın kara yazısıdır. — Hayır, düşmiyecektir. Ve süvari bunu söyler söy- lemez, ileride otlıyan bir atın yanına yaklaşıyor, Ufuk artık kanlı gölgelerle boğuşmaktadır. Sessiz, yor- gun, vahşi bir akşam başla- mıştır. Meçhul süvarinin kılıcı havada parıltılı bir kavis çi- ziyor ve bunu, bir hayvanın acı haykırış ve iniltisi takib ediyor. Kılıç, atın ayağını iki- ye parçalamıştır ve zavallı at, bulunduğu yere yıkılıyor. — İşte, size tekrar - söylü- yorum, bu atlar düşman eline düşmiyecek. Süvarilerden birisi, dikkatle meçhul süvariye bakıyor ve birdenbire; — İmparator! -Diye bağı rıyor- Napolyon - Bonapart! Filhakika, imparatorun tâ kendisi olan meçhul - süvari, hiçbir cevab vermeden derhal atına sıçrayor ve bir yıldırım bızı ile bırakıp kaçıyor. Süva- riler, kılıçlarını çekiyor ve kendi atlarının üstüne hücum ediyorlar. Onları, birer delfa gözlerinden öptükten sonra, kılıçlarını bütün şiddetlerile atlarının bacaklarına indiri- yorlar.. Müthiş sayhalar ve iniltiler sessiz. ovanın — içinde yayılıyor.. Bacakları kopan za- vallı atlar, birer birer yere yere yıkılıyor ve can acısı ile cabalamı a başlıyorlar. Bilâ- hare düşman geliyor, fakat atlar esir düşmiyor. Çünkü hepsi de ölmüş, gitmiştir. * *.* Bu hikâye, bana, Kanuni Süleyman zamanındaki başka bir kahramanlığı batırlattı.. Devir malüm: Osmanlı'lığın en parlak bulunduğu devir idi. Türk ordusu, muazzam bir dalga halinde orta Avru- pa'ya akıyordu. Türk kılıcının şân ve şerefle, ordular kova- ladığı bu yıllar içinde birçok dikkate şayan vak'alar da ol- muştu. Macaristan üzerine açı- lan sefer, karmakarışık -bir mahiyet arzediyordu. İşin için: de Lehlerin, Transilvanya kra- liçesinin, Macar kralı Ferdi- nand'ın, papasların, kardinal- lerin, Avusturya'nın, İspanyol, İtalyan fedailerinin, prenslerin, kontların - vesairenin ayrısayrı rolleri vardı. Osmanlı ordusu, geniş bir cephe üzerinde orta Avrupa- da ilerliyordu.. Sadrâzam, maruf Sokullu Mehmed paşa, harekâtı bizzat idare ediyordu. Tımşvar kalesi, Ahmed pa- şanın kumandasındaki kuvvet- ler tarafından mühasara edi- lirken, Hadım Ali paşa da Budin'den küçük bir kuvvetle Dregley kalesine sarktı. Dregley, dik bir dağın te- pesinde dıvardan örülmüş bir kartal yuvasını — andıriyordu.. Kulelerinin mazgal deliklerin- de, sonuna kadar çarpışmağa andiçmiş bir kuvvet yatıyordu. Ali paşa, karşısında kor- kunç kayaların içine - sıkışan ve sert yüzü ufuklara gerilen baktı: ANADOLU Teşkilâtı esasıyedekı değişiklik nasıl oldu? Kamutayııı bu celsesinde dikkate şayan müzakereler geçmiştir süĞğ' Rasih Kaplan (Antalya) — Seni oraya reis yapalım. Lütfi Müfid Özdeş (Kırşehir) Bunu büdçede söylersin. Hakkı Kılıçoğlu (Muş) — Büdçede ayrıca söylerim. Sırası gelince gene söylerim. Ölün- ceye kadar her vakit söylerim. Receb Peker (Kütahya) — Hafız İbrahim hasta. Hakkı Kılıçoğlu ( Muş ) — Belki bu iki şekli telif eden formül vardır. Ben bu formül- den malümattar değilim. Ya Şükrü Kaya arkadaşım, yahut Teşkılıtı esasiye ercümeni ba- na ve herkese kanaat verecek surette bir anlaşma formülü söylerse mes'ele kalmaz. Tek- rar ediyorum. Devlet teşkilâtı içinde, teşkilâtı esasiye kanunu karşısında bunların yeri olma- masi lâzımgelir. Evet mabetle- rimiz vardır, onlara hizmet edenler vardır. Bunlara bakıl- masın demiyorum. Fakat doğ- rudan doğruya ayrı bir - fasıl olarak evkaf kanununda bun- lar için hükümler gösterile- bilir. Arkadaşlar; bunu yalnız ben söylemiyorum. Bugüne kadar dışarda da ayni davayı din- ikiz diyorsunuz amma bu mes'ele hakkındaki sası bundan ibarettir. İsterim kı beni tenvir etsinler, ben de rahat edeyim, siz de rahat edesiniz. (Güzel, güzel sesleri.) Halil Menteşe ( İzmir ) — Arkadaşlarım; - teşkilâtı esasi- yede bir takım tadilât bugün mevzuu bahsoluyor. Bir mil- letin hayatında bu gibi esaslı tedbirler alımırken halk içinde bir takım sui tefehhümlere meydan kalmamak için mes'ele tamamile, sarahatla millet kür- süsünde izah edilmek lâzım- — Ben de bu kaleyi ele geçirmezsem, tarihin şerrine uğrayayım, bava Türk deme- sinleri, Dağa top çıkarmak zordu, fakat kaleyi de döğmek lâ- zımdı. Askerler, her fedakâr- lığa hazırdılar. Yavaş yavaş dağa tırmanış ve topları çekiş başladı. Ali paşa, esirler içinde pa- pas Marten'i çağırttı: — Ne dersin papaz efendi, bu kartal yuvasına Türk bay- rağını dikebilecek miyiz, dike- miyecek miyiz? — Doğru soylemeklığıme reyim pışım — Tabii doğrusunu söyliye- ceksir. Benim milletimin ya- lanla ülfeti yoktur. — Şu halde paşam, gire- miyeceksiniz. Şu dağa bakı- nız. Sip-sivri başını bulutlara dayamıştır. İçinde de Zondi gibi bu diyarda eşi az bulu- nan bir kahraman vardır. — Yaaaa, demek ki bir kahramanla karşı karşıyayım öyle mi?. Şu halde daha mem- nun oldum. Ben, merd olanla çarpışmağı severim. Sen de beni dinle: Ben de bu kaleyi icap ederse dibinden uçuracak fakat mu- hakkak zaptedeceğim. — Soıuı garın — hazalarla tahrik edeceğim ce- vaplar vasıtasile bu gibi sui- tefehhümleri kâmilen bertaraf edebilirsem çok bahtiyar ola- cağım. C. H. Partisinin um- delerinin teşkilâlı esasiyeye geçebilmesi için gösterilen es- babı mucibeyi ben varid gör- miyorum. Çünkü esbabı mu- cibede deniliyor ki, - teşkilâtı esasiyede devletin tarzı siya- set ve idaresine aid esas hü- kümler dercedilmek lâzımgelir. Teşkilâtı esasiye kanunu; hepiniz bilirsiniz ki, hükümet fonksiyonlarını tanzim eder ve devlet otoriteleri arasındaki münasebetleri tesbit eder ve âmme hukuku denilen ferdin hukukunu ve buna — müteallik prensipleri tesbit ettikten sonra onları Teşkilâtı esasiye kanu- nunun teminat ve tekeffülü altına kor. Hükümetin tarzı siyaset ve idaresi Teşkilâtı esasiye kanununda tesbit edi- lince, ben hatırıma gelen bazı suitefehhümü tevlid edebile- cek olan mülâhazaları — arzet: mek istiyorum. Şimdi yapacağımız tadilâta Cumhuriyetin; devletçi, milli- yetçi halkçı ve ilâhiri.. Oldu- ğunu tesbit edeceğiz. Devletçilik, meselâ devletin şekli meyanına giriyor. Şimdi ekonomide İiberal — taraltarı ferdiyetçi bir vatandaş ortaya çıkar da propagandaya baş- Halil Menteşe (Devamla) — Şekli Devleti tebdil cürmüne tasaddi etmiş diye acaba onu polis yakalayıp da mahkemeye verecek midir? Sonra esbabı mucibede de- niliyor ki: Milliyetçiliği,devle- tin şekli meyanına koyarken beynelmilel cereyanlara /karşı hükümetin eline bir silâh ver- miş oluyoruz. Şimdi bir komü- nist, komünizm propagandası yapıyor ve komünizm propa- gandası — yaptığında labıı devle!ın şeklini dolayı, tebdil 'meye verıldıkkcn sonra hâkim * huzurunda bu komünist derse- ki; beni niçin buraya getirdiniz ve niçin burada maznun san- dalyesinde oturuyorum İnkılâp- Eçlik3Devlet şekline - dahildir. Bep en geniş veen esaslı bir inkılâb — taraftarıyım. — Vesaiti istihsaliyeyi kâmilen komünize ederek devletin eline veriyo- rum. Binaenaleyh beni niçin muhakeme - ediyorsunuz?. O zaman ne olacaktır? ( Komü- nistlik istemiyoruz sesleri). Ragıb Özdemiroğlu (Zon- güldak) — O, beynelmilelci: lik olur. Halil Menteşe (Devamla) — Bunlar hatıra gelebilen mülâ- hazalardır. Benim zihnimi kur- caladığı gibi birçok vatandaş- ların da hatırından geçebile- cek suitefehhümlerdir. İnşallah bunları silecek cevablarla kar- şılaşınm. Ne bende ne de başkalarında bu suitefehhüm- ler kalmaz. Bu hususlardaki mülâhazalarım aşağı, budur. İstimlâk meselisine gelince; ben zannetmiyorum ki Dahi: — İliye Vekilinin dediği gibi biz: | yukarı gelir. Ben arzedeceğim mülâ- l larsa. Rasih Kaplan (Antalya) — Öbür dünyaya gitsin deriz. Halk ne okuyor kıtap satışı ne halde? — Başı 3 üncü ıall!ede — Keremle Aslı'yı bilmem kaçıncı defa bastı. Bilhassa hikâye, roman çok aranıyor.. — Başka, edebi, ilmi eserler? — Hayır, onlar o kadar gitmiyor.. Bu cevap, bir bulut gibi içime sindi. Evet, roman ve hikâyeye rağbet çok.. Neyse, hiçolmazsa birşeyler okunsun da — Yenilerden kimleri oku- yorlar? — Reşat Nüri'yi, Safa'yı, Mahmut — Yesari'yi, Ercüment Ekrem'i.. Şey, “Gü- zide Sabri, nin eserleri hâlâ aranıyor. “Ölmüş bir kadının evrakı metrükesi, , “Münev- ver,, , “Zavallı Nedret,, .. Ter- cümeye de iltifat başladı şü- kür.. Münevverlerimiz, mual- limlerimiz var ki, Yunus Emre ile Mevlüt bile alıyorlar. — Mevlüt mı? — Evet... Ben kendi satı- şımdan anlıyorum ki, okuma gittikçe yükseliyor. Biz konuşurken, burnuma derin ve güzel bir koku geldi: — Bay Hüseyin Avni -de- dim- buralarda eski Şark ko- kularından satan - kaldı mı? — Hayır, onlardan bulun- miyor artık burada.. Sordu- ğunuzu anlıyorum: Yasemin, Tefarek, Kırşah, Gülyağı, Sandal, Misk, Anber, Zebet değil mi?.. Yok, yok... Ben satıyorum amma, bun- lardan değil.. Bilirsiniz ki bu yağlar, insanlarca kullanılmak- tan ziyade sandık ve odalara serpilir.. Kapının eşiğinde bazı kitap yığını vardı. Onları gösterdi: — İngilizce, Fransızca, İtal- yanca.. Hem Türk'ler alıyor, hem ecnebiler.. Dostumuza — veda — ederek çıktık.. Cami altındaki — tuha- fiyeciler, tenhâlık içinde, dük- kândan dükkâna, karşıdan Peyami Gözümüzün onunde sarkan rengârenk, irili, ufaklı, tesbih- lere, nazarlıklara, boncuklara ve camekânlar içinde sıralan- mış yığın yığın, tabaka, ağız- hık, iarak vesaireye baktıktan sonra dükkân sahiplerinden Bay Hasan'la konuşmağa baş- la(ğk: GN — Tesbih nasıl epice satılıyor mu? — Satılıyor, — satılıyor. Fa- kat doksandokuzlukların sürü- mü pek azaldı. Namazda bile asrilik yapılıyor ve — otuzüçlü tesbih tercih ediliyor. — Eski kehrubar tesbihler?| — Aaaaah, nerede onların satışı! Bende var birkaç tane.. İçeride, kutüda uyuklayor. Bi- zim tesbihleri, Amerika'lılar, İngiliz'leı bile satın alıyorlar. Şu mavi göz boncuğu yok mu, onların da en çok müş- gidiyor, terisi gene ecnebilerdir. de muazzam - bir. “Ouestion ağrair, olsun, yani çiftçinin £ 80i başkasının hesabına çalışmış bulunsun. Bu vaziyet çok izam edilmiştir. Ben çilt- çiyim ve zirai hayatın içinde- yim. Biliyorum. Evvelâ şunu söylemek isterim ki ben çift- çiye, alelitlâk her vatandaşı, yuva sahibi yapmanin ve çalışma için vesait sahibi yap- manin tamamile taraftarım ve bunun iktisadi ve içtimat fai- delerini de tamamile müdri- kim. Tabii bilirsiniz. Ka Debiini. leğik vi — Boya satıyor musunuz, . boya? Bay Hasan, zeki, sempatik bir zattı. Maksadımı anladı: — Saç boyası gırla - gidi- yor. Zengini de, fukarasi da.. Çünkü genç ve güzel kalmak,. herkesin gönlünün baş dileği- dir. Saç boyası satışı gün göç- tikçe artıyor. Yalnız şu oksi- jen, bizim boyalara biraz ke- sad veriyor. — Ne boyaları var meselâ? — Nermin boyası, Gari- baldi boyası.. Fakat en meş- huru Artin Karagözyan'ın bo- yasıdır.. Kâfir şey, sürdünmü saça, kolay kolay çıkmıyor.. — Taraklar nasıl? — Eh, fena değil.. Onda da asrilik malüm.. Eskiden dört köşeliye yakın, iki taraflı, ge- niş Fildişi taraklar vardı. İşte şurada gördüğünüz taraklar.. Şimdi onların yerine, uzun, ensiz taraklar kullanıyorlar.. Eski Fildişi tarağa rağbet azaldı.. — Anadolu'da Helhel deni- len cam bilezikler kullaniılırdı. Onların satışı ne âlemde? — Onlar, rahmeti rahmana kavuştu. Şimdi, zengin olanlar altın ve asri bileziklere sanl- dılar. Bende cam bileziklerden yüz tane kalmıştı. (50) kuruşa töpyekün satıverdim.. Bay Hüseyin'e teşekkür edip ayrılırken ben saç boyasını düşünüyordum: Güzel olmak ve genç gö runmek için neler icad edil- Tabiatın beyaz bir et gibi yüzümüzden ve başı- mızdan fışkırttığı zavallı saçın çektiği bu işkence nedir?. H* Aleni teşekkür Galatasaray Lisesinden me- zun Üniversitenin hukuk fa- kültesi talebesinden oğlumuz Nâzım Başkaya'nın altı ay evvel âni olarak sağ gözüne ârız olan hastalığını o tarihb- tenberi pederane ve müşfika- ne tedavi eden çok muhte- rem ve âlicenap göz mütehas- sıslarımızdan profesör Kütah- ya Meb'usu Bay Şakir Ah- met ve muavinleri çok aziz doktor Bay Burhan ve ahi- ren Şişli Şifa yurdunda cn mühim ameliyatı gene Bay Şakir Ahmet ve göz doktor larımızdan Bay Murat ve ame- liyat esnasında bulunarak oğ: lumuzun kuvvei maneviyesini takviye ve himaye eden Bolü Meb'usu doktor Bay Emin Cemal'e bizi ve efradı aile” mizi sevindirdiklerinden ve kederlerimizi sürüre — ulaştır” dıklarından dolayı kendilerine derin ve ebedi minnettarlıklar rımızı ve teşekkürlerimizi su- narız. Denizli Meb'usu ve relikası Yusuf Başkaya Nesirne Başkayâ | Bir tayin İzmir Musevi yetim mektebi muallimlerinden —B. - Hüsnü Ercan, Bayındır. Çıplak köyü muallimliğine tayin edilmiştir. Bay Hüsnü Ercan yirmi be$ seneye yakin olan müallimlik hayatında — muvaffak — olmu$: tanınmış - ve sevilmiş bir zat” tır. Ayni zamanda parti işler rinde samimiyet ve fedakâr Tikla çâlışmiş, Hatüniye o0câ” — ğında beş sene riyasette bür — lunmuş ve Tilkilik nahiye he” yetinde de çılıımmıı. ll. e- dileriz. ü