b SUU e U EETR A GA . KA 4 & .ç AAA S T TanE S Ü. v | bAAA TU 4 USU 14 /10/ 936 107 Birinci Fransova BÜYÜK TARİHİ TEFRİKA y Çeviren: F. Şemseddin Benlioğlu Şarlken, hemşiresinin tavassutu ile sulh müzakerelerine girişmeği kabul etti. Ağaçların altından bir müf- Teze çıktı; papaz: —'Emperiyalj Diye bağırdı. Bu suretle Müfreze hemen silâhlarını in- dirdi; papaz önden ve kraliçe de arkada ileri geçti, bir müd- det daha - ilerledikten - sonra çadırlar görüldü. Bir sinyor, silâhım yere in- dirdi ve: — Madam, dedi, Eski dos- tunuz kont Frederik'i hatırla- Yor musunuz?. Kraliçe eski nişanlısını, genç- liğinin çok sevdiği — simasını görünce çok müteessir — oldu. Fakat bu güzel delikanlı, şim- di ne kadar değişmişti? Evet, kardeşi imparator — Şarlken, hemşîıesini siyasi bir şekilde evlendirmek için bu sevdaya Mani olmuştu. Kraliçe, kendisini çok çabuk topladı; beyecanları arasında şu anda Fransız kraliçesi ol- duğunu aklına getirdi, ve: — Kontl Dedi. Maziyi -şu anda unutmak mecburiyetin- deyiz, Beni haşmetlü impara- tor hazretlerinin yanına götür- Menizi rica ederim. Kont, kraliçenin -— önünde hürmetle eğildi; sükünetle iler- lemeğe başladı. - Bu süretle diğerlerinden daha geniş, daha koyu renkli bir çadıra kadar geldiler, Kont; — lmpırılor, Madam... Dedi. Kraliçe, çadırda hiçbir kim- seyi göremiyordu. Çadırın or- tasında büyük bir Alman s0- bası yanıyordu. Papazlar, yerlere kadar eğil- diler; Kraliçe de- ilerleyince Yatak içinde, kalın örtüler ara- sına büzülmüş bir cisim gör- dü, bü cismin sade gözlerin: den yaşadığı anlaşılıyordu. İmparatorun iki meşhur de- lisi, Paepa ve Zapeta, maska- ralıklarına devam ediyorlardı. Şarlken'in hekimleri bu deli- leri sükünete davet edib du: ruyorlardı. Fakat bu sözlerini bir türlü dintetemiyorlardı. Kraliçe, kardeşinin ölmek üzere olduğuna hükmetti; ve ölenlere mahsus duayı - oku- Mağa başladı. Sobanın fevka- lâde harareti ve vaziyetin fe- Caatı hasebile kraliçe bayıla- Cağını sandı. İınpırıtor inmeler, çıban- lar yüzünden hareket edemi: l yecek halde idi. Eli ne kılıç tutabiliyor, ne de kalem! İs- mini bile yazınaktan âcizdi. Kraliçe, kardeşinin henüz hayatta olduğunu anlayınca, maksadını büyük bir tevazu ve hürmet ile anlatmağa baş ladı. İmparator, Kraliçeyi hiçbir şey söylemeden, en küçük bir hareket bile yapmadan din- ledi. Sonunda, Fransa kralını tecziye etmekten vazgeçmiye- ceğini söyledi. Kraliçe, bu husüsta bey- hude yere münakaşaya devam etti. Fakat bu şahsi kin ve maksatlar için milletler insan- lar eziliyordu. Bunları ne yap- malı idi. Nihayet Kraliçe, büyük bir endişe içinde: — Bu yüzden Krala, zevci- me bir felâket gelirse, bunu hiç- bir vakit affetmiyecektir. Dedi. Şarlken, gayri memnun bir tavırla: — Ne dediğinizi bilmiyor- sunuz! Dedi. Eğer ölürse, be- nim hayatımın da-ne kıymeti kalacaktır. Maaidafib, SKmeliçat yhişol mazsa müzakerelerin — başla- ması Ömüsaadesimi — alabildi. Şatlken sulh olduğu taktirde Fransova'nın ikinci oğlu Şarl Brolena kızını vermeği kabul etti. Ve: — Birkaç güne kadar Sua- son'da Senjan dö Vinyi ma- nastırmda bulunacağım. Fran- sova selir ve mürahhaslarını oraya göndersin. Allahıtmar- ladık hemşire. Fakat çok ih- tiyarladınız! Dedi. Denizli'de /Bir üfürükçü Yakalandı... Yeni merkez Kaza Kayma- kamı tayin edildi.. Denizli, (Hususi) — Deniz- li'nin İlyadi «köyünde oturan Hayriye kızı Firdevs, kocası Halil sile kavga etmiş ve Halil karısını bıçakla üç yerinden ağır sürette yaralıyarak - kaç- mıştır. — Yaralı. kadin tedavi altına alınmıştır. Üfürükçülük Denizli'nin İstiklal mahalle- sinden Osman: oğlu Mehmed, üfürükçülük yaparken, cürmü meşhud halinde yakalanmış ve adliyeye verilmiştir. Merkez kaymakamı Vali muavini olmiyan - vilâ- yetlerde, birer merkez Kay- makamlığı ihdas edilmişti. De- nizli merkez kaymakamlığına Sarayköy kaymakamı — tayin edilmiştir. ' Köprülerin vaziyeti Sarayköy - Denizli yolun- daki köprüler tamir edilmek- tedir. Ancak, müteahhit bu köprüleri yıkmış ve henüz in- şaata da başlamamıştır. Köp- rülerin önünde bir tehlike işareti bulunmadığından gece- leri yoldan geçen kamyon ve atomobillerin yuvarlanmaları muhtemeldir. Buralara birer tehlike işareti koymak lâzımdır. Tabancası patlamış Sarayköyden Denizli'ye gel- mekte olan Kasap Mehmed'in üzerinde — taşıdığı — tabancası, Beygirin sarsıntısından —ateş almış ve kurşun, Mehmed'in ayâağına isabet etmiş, yaralan- mıştır. Bozdoğan haberleri Bu sırada altı dev gibi adam içeri girdi, İmparatoru kal- dırdılar, Kraliçe, Şarlken'in tofessüh etmiş vücudünu gör- dü, tefessüh eden bir cesed kokusu çadırı doldurdu. Kra- liçe, midesinin — bulantısını mene çalişarak: — Aman Allahım. Dedi. — Sonu var — Ehli hayvan sergisi 16 Birinci Teşrinde Bur- nava Ziraat mektebi bahçe- sinde kurulacak Ehli hayvan sergisi için büyük bir alâka vardır. Dün akşama kadar sergi için Baytar müdürlüğüne müracaat edenler tarafından 6 kısrak, 27 tay, 22 katır ve eşek sıpası, 6 boğa ve 11 İnck kaydettirilmiştir. Bozdoğan 13 - (Hususi) — Bozdoğan ilçebaylığına tayin edilen Akif. ile, Bozdoğan mahkemesi hâkimliğine tayin edilen Urla müddeiumumisi Kâzım Yılmaz buraya gelmiş- ler ve vazifelerine başlamış- lardır. Cürmü meşhud kanunu bu- rada bir teşrinievvelden itiba- ren tatbik edilmeğe başlanmış ve birkaç kişi muhakeme edil- miştir, Şarko'nun cenazesi Paris, 12 (A.A) — Dokter Şarko'nun Paurgui Pas adın- daki gemisile kazaya uğrıyan- ların cenazeleri dün akşam hususi bir trenle buraya ge- tirilmi ANADOLU Suriye vatanilerinin notasına cevap Sancak'ta öz-beöz 300 Ihracatçıları. bin Türk vardır. Sancak Türk'leri, mabedleri olan Anka- ra'dan ve onun bekçileri olan ırktaşla- rından uzakta yaşayamazlar. Yazan: Doktor İbrahim İnal Suriye vatanilerinin, İstcen. derun ve Antakya havalisin- deki Türk'lerin Sancak'ta ek- seriyet olmadıklarına dair Ak- vam cemiyetine gönderdikleri notanın müoderecatını dünkü Anadolu'da okuduğum vakit © notayı yazanların, ne tarih, ve ne de Türk'lerin nerede bulunduklarına dair zerre ka- dar - malümatları - olmadığım anladım ve bilâ tereddüt ha- tırma şu geldi. Hakikaten Fransızların hak- kı varmış. Suriye'liler iki sene değil daha yirmi sene vasiye muhtaçtırlar. — Bunlar henüz kendilerini idare edecek bir rüştü siyasiye malik olmamış- lardır. Antakya, İskenderun ve ha: valisinde — yıllardanberi esir yaşayan ırkdaşlarının duygu- larına tercüman olarak - haki- katı tam manasile ve belki de daha az yazan Türk matbua- tının yazılarını da mugalata telâkki etmişler. Evet, biz Arap'ların mugalatacı, — gü- rültücü olduklarını - kendile- rile sıkı temasta olduğumuz- dan dolayı pekâlâ biliriz. İşte yazmış oldukları nota dahi fikrimizin doğru olduğunu is- bata kâfidir. Acaba o notayı yazanlar Antakya'ya, İskenderun'a, Bey- lan'a ve onun köylerine bir defa olsun gitmediler mi? Oralardaki Türk'leri ve ko- nuştukları lisanın Türkçe ol- duğunu da görmediler mi? Antakya'nın mesirelerini seyre gelen Arab'lar, oradaki Türk- lere dileklerini, ya bildikleri kırık dökük Türkçe ile veya- hud da tercümanla anlaşmağa Güzel Antakya'mızdan bir görünüş.. çalıştıkları hergün görülen bir hakikattır. Sancak'da 300 bin Türk vardır ve bunlar da hiç- bir ırkla tesalüb etmemiş öz beöz Türk'dür. Eğer oradaki — ekseriyetin Türk olmadığını iddia ediyor- larsa, bugüne kadar ne için oradaki ırkdaşlarımıza yabancı milletlerle birlik olarak, olma- dık mezalim ve işkenceyi yap- tılar. Rüştü siyasiye malik ol- duklarını iddia eden Suriye'li- lerin ileri gelenleri, notayı yazmağa teşebbüs ettikleri va- kit, Ankara itilâfnamesini de bir kere gözönünde tutmadı- lar mı? Fransız'larla yapılan bu anlaşmada Sancaktaki ek- seriyetin Türk olduğu ve ora- da bir Türk idaresi kurulaca- ği çok açık olarak yazılı de- ğil midir. Suriye'liler... Sizleri önyedi yıldanberi idare eden ve daha da idare edecek olan vasiniz Fransız'lar, bu hakikatı görmüş Türk ekseriyetine mevki vere- rek Ankara andlaşmasını im- zalamıştır. Verdikleri sözü bir gün gelir de yerine getirecek- lerini ümid ettiğimiz içindir ki le gönderilir. Öğretmenler. öğrenci babaları AHMED ETiMAM Kitap Evi Liselerle orta ve ilk okul kitaplarımdı satış yeridir. ©e e . Ahmet Etiman kitap evi Kısa bir zamanda dürüstlüğü ile sayın müşterilerinin alâkalarını kazanarak — (İzmirle yaraşır bir şekilde genişletilmiştir. Kühür Bakanlığının kitapları ile çıkan eserleri günü gününe takip eder ve bütün müşterilerine sunar. mir'in yegâne kitap ve kırtasiye deposudur. Hariçten siparişler sür'at- İzmir Hükümet caddesi No. 58 - 60 Telefon (2535) Sayfa 5 ll Palamut —.. —— İhracatın kontrolü hakkında bir pro- je hazırlandı. Dün şehriimiz Ticaret ve Sanayi Odasında palamut ih- racatçılarının iştiraki ve Oda umumi kâtibi M, A. Eten'in riyaseti altında bir - toplantı yapılmıştır. Toplantıda, palamutün ih- rac şekli ve kontrolü üzerinde konuşmalar yapılmış ve bir proje hazırlanmıştır. Bu proje Oda tarafından İktısat vekâ- letine gönderilecektir. Yeni Ma- car kabinesi De Kanye hari- ciye nazırı oldu.. Peşte, 12 (A.A) — Yeni kabinenin başlıca erkânı: M. Daranyi; başvekil ve zi- raat nazırı: M. De Kanye; ha- riciye nazırı, general Vilhelm Boeder; harbiye nazırı. Siyasi mahafil yeni kabine- nin harici siyasetinin eski hü- kümetin ayni olacağını beyan etmekte müttefiktirler. ÖĞ 2 Z ATIML LRELAK UNK ZN YUPTAN bu Türk ülkesi bugüne kadar ana yurttan ayrı kalmıştır. İşte, dostumuz Fransızlar verdikleri sözde — durdukları için ancak Türk'leri hususi bir idare ile değil doğrudan doğruya anavatana iltihak ede- rek yaşamak istiyor. Bunun için de üçyüz bin Türk bir kütle halinde çalışıyor ve ça- hışacaktır.. Hakikatı görmek nimetin- den mahrum olan Suriye va- tanileri çok iyi bilsinler ki Antakya İskenderun ve hava- lisinde ekseriyet Türk'lür ve orası bir Türk ülkesidir. Ve bu öz toprakların da ana va- tana ilhak etmek onlar - için en mukaddes bir - gayedir. Çünkü, sancak Türk'leri ma- betleri olan Ankara'dan ve onun bekçileri Türk Irkdaşla- rından ayrı ve uzakta yaşıya- mazlar. Dr. İbrahim İnal Ahmed Etiman Kitep Bvi İz. w 30 Çocuklar, hocalarını ilk de- fa, bu kadar yorgun ve bu ka- dar kırık görüyorlardı. Onlar da oyunlarını terket- tiler ve sessiz adımlarla arka- Sından yürüdüler, bahçeden Mektebe geçtiler. — Söyl:di:n'hocı hanım, #mma, nafile, — Gelmiyor demek.. — Gelmiyor... — Gelmiye- Sek te. — Garib, esrarengiz bir Yazan: Orhan Rahmi Gökçe — İyileşti mi bari? — Sıcağı epice düştü. Yü- zünün allığı gitti. Kalkıb gide- cek oldu, anam salmadı. — Ağabeyin nerede? — Unuttum söylemedim ho- ca hanım, efem bu akşam gitti. h — Nasıl oldu bu iş? — Ne bileyim ben? Bu sa- bah kapı çalındı. Kır bıyıklı. yaşlı bir onbaşı babama ses- lendi, oğlunu çıkar, dedi. O da, kedi yavrusu gibi kulağın- dan tutup çıkardı. Sırtına tor- bayı yerleştirdi ve yolladı.. — Mütcessir — olmuşsunuz- dur Fatma, Genç köylü kızdı. dargin dargın baktı: — Asker — kaçağı, millet, memleket hainidir diye söylü- yen sen değil miydin hoca hanım?.. “İloğlu cehennemin öbür ucuna giderken bu ka- zık herif ne diye oturmuş kâ- dın gibi?.. Rizan tahammül edemedi. Fatma'yı yanaklarından öptü: — Sen, iyi bir Türk kızı- sın Fatma. Ben zaten - aldan- mamıştım. — İyilik bizde değil, sende hoca hanım. Biz, yemyeşil ya- ban armudu gibi hamız tat vermek için de bizi olgun- yecektim, Ümmü Gülsüm mol- la dün “akşam üzeri bizim eve gelmiş. — Ne yapmağa? — Bekir'i görmeğe? Rizan'ın yüzü sap-sarı ke- sildi, Hatırına birçok - şeyler gelmişti. — Görüp te ne yapacakmış? — Onda bir ot varmış. Bi- rebir gelirmiş. Kırk derde şifa imiş,. Rizan biddetle ayağını yere vurdu: — İstemez!. İstemez!. Benim hastama üfürükçü.. Rizan devam edemedi. Fazla ileri gittiğini anlamıştı. — Ooocof Fatma - diye mırıldandı ve pencereye doğru yürüdü - bilemezsin.. Anlıya- mazsın ve ben sana anlata- laşlırmak lâzım.. Şey, ne di- | mam.. Sonra kendi ,kendine söy- lendi: — Ona değil, kendi ken- dime — bile — anlatamıyorum. Kendi içimden yeni bir ufuk doğuyor. Kendi kalbimde, toprağın kabuğunu çatlatan bir tohumun yem-yeşil ucunu görüyorum. Kendi içimde, düne nazaran büyük bir başkılık ve ayrılık var, Fakat hiç, hiçbirinden birşey anlamıyorum. Ben, şu köy çocuğunu seviyor mıyım, sevmiyor miyım? Ab, şunu bir anlıyabilsem. Havalar artık soğumuştu. Pencerenin aralıklarından rüz- gâr giriyordu. Ağaçlar yap- raklarını dökmüştü. Kış ve kışa mahsus - soluk, — bitkin, yeisli renk ortalığa çökmüştü. Başını çevirdi ve sordu: — Sonra ne oldu? Rizan şimdi daha sakin gö- rünüyordu: — Ne mi oldu?, Anam de- miş ki, d — Onun — ilâcını, — şifasını veren verir. Sen kendine bak. — Güzel cevap Fatma, an- sızın annenc.. Ö, bu sözlere karşı ne demiş? — Anamın yüzüne dik-dik bakmış ta; — Göâvur marifeti değil mi? *demiş- ©o verecek değil mi? Versin bakalım, iyi eder mi? Anam, ©o kapıdan çıkın- cıya kadar eteğinin dibinden ayrılmamış ne olur ne olmaz, şeytan kırması bir kadın. Ef der, püf der, kaş göz arasında bir kıl atar, iki tükürük savu- rur, büyü olur, başımıza derd Ka