yfalar Tarihi Simalar:5 NAZIM PAŞA hekimi doktor Atıf Hüseyin be- ye açıklıyordu. (... Nâzım paşa, Ali paşanın damadıdır. Benim Niğboluda ve binbaşı rütbesile Tuna, Şark ve Orhaniye kolor- dularında yapmıştı. Harbin ni- hayetinde Edirnede bulunmuş, mütarekeyi takiben Ayastafa- nos ve Berlin muahedelerinin tanzimine (memur murahhas heyeti maiyetine verilmişti. zamanında kurenadan olan Ragıp beyle de karabeti vardır. Kendisini beğenmiş mağrur bir kumandanlığına getirilmişti. Şü zatta. Yalnız bir kere kendisini rayı askeri riyasetinde bulunur- ken Kâmil paşanın ikinci sada- retinde ve 1912 temmuzunda tekrar Harbiye Nazırı olarak Kabineye girmişti. Nâzım paşa malümatlı, hami- yetli, cesur fakat kendisini pek beğenmiş ve sert bir askerdi. Vvükelâ heyetinde, vazifeleri ba- şında bu dürüstlüğünü dalma gösterir belki bazı Nazır arka- daşlarını da huşuneti ile kı- rardı. Saraya nadir gider ve daha 1877 harbinden sonra tensikat İziyade baş mabeyincinin odası- komisyonu âzalığına getirilmişina uğrardı. Lütfi Simavi bey ve bu vazifedeyken Avusturya| hâtıralarımda diyor ki; (Pek imparatoruna imtiyaz nişanı|kadim tanıdığım Nâzım paşa- gölürmeğe memur fevkal,de se- faret maiyetinde Viyanaya git- mişti. 1884 te Rusyaya, bir sene sonra da Fransa büyük manev- ralarına iştirak etmişti. 1835 yılı sonlarında Bulgar hâdisesi üzerine Üsküpte topla- nan kolordunun erkânıharbiye- sine tâyin edildi. 1337 de erkâ- nıharbiyeli umumiye; ve mütaa- kıp senelerde Edirne, Kosova, Suriye Istikşaf komisyonları re- isliğine getirilmiştir. 1891 senesinde miralaylık rüt- besini haiz olduğu halde Padi- şahın fahri yaverleri sırasına alınmış ve mütenekkiren İran ile Iraka gönderilmişti. Bu va- zifesinden dönüşünde bir müd- det erkânıharbiyel (Ooumumiye dairesine devam etmiş ve 1896 yılında rütbesi Uvalığa (tuöge- neral) yükseltilmiştâ.. 1900 de feriklik rütbesile piyade dairesi ikinci relsliğine tâyin edilmiş- ken, İki yıl sonra Taşkışla diva- nıharbi kararile beş sene kale- bentlik cezasına o çarptırılarak Erzincana sürülmüştü. Beş sene üc ay bir kalede ih- tilâttan menedilerek yaşamış ve mevkuf bulunduğu kaleden çı- karılımca firara teşebbüs etmiş Avrupaya kaçarken Batumdaki İngiliz konsolosundan meşruti- yetin ilân edildiğini! öğrenmişti. Nâzım paşa bu haber üzerine derhal İstanbula dönmüş ve 1908 senesinde rütbesi iade o- lunarak Ikinci ordu kumandan- lığıma tâyin edilmişti. Nâzım paşa artık meşrutiye- tin hareketli siyasi hayatına girmiş oluyor ve bu o devirde faal bir rol oynamak azminde bulunuyordu. Meşrutiyetin ikin- ci hükümetini kuran Kâmil pa- şa, Kabinesinde bulunan Harbi- ye Nazırı Ali Rıza paşayı Mısır komiserliğine göndererek ikinel ordu kumandanı Nâzım paşayı birinci ferikliğe terfi ettirmiş ve Harbiye Nazırlığına getirmiş- 4. Kâmil paşanın bu hareketi kanunu esasiye muhalif görül- müş ve Mebusan Meclisindeki münakaşa neticesinde Kâmil paşa hükümeti düşmüştü. Nâzım paşa 31 mart vakası üzerine hassa kumandanlığına tâyin edilmiş sonra şürayı 2s- keri âzalığına, Bağdat vali ve nım âcize muhabbeti vardı. Mü- görmüştüm...) Eski hükümdar burada, Beyoğlunda geçen bir vakadan bahsettikten sonra sözlerine şöyle devam ediyor: (.. Bunun üzerine ben de ken- disini Erzuruma gönderdim. Hiç o gibi zevat Başkumandanlık edebilir mi?...) TI. Abdülhamidin Nâzım pa- şaya emniyeti çok daha evvel- den kalmamıştı. Yine hekimine anlattığına göre (Golç paşa er- kânıharplere İstanbul civarında ders verirken Nâzım paşa bir gün Rober Kollej mektebinin bulunduğu yerdeki staj gören erkânıharpler önünde, buraya konacak bir top doğru Padişa- hın bulunduğu sarayı döğer de- şarünileyh nadiren saraya uğra|miş, bu sözünü diğer erkânı- dıkça odama gelir ve ağzından| harb zabitleri işitip ne söylü- düşmeyen tahta ağızlığı İle beş on sigara içtikten sonra gider- di. İffet ve istikameti ile şöhret bulan bu zat bir çok kimseler- den müstehziyane bir lisan ile bahsedip hele kendisinden €z- heri cihet yüksek olan Mahmut Şevket paşayı hiç çekemezdi...> Nâzım paşayı belki fazla gu- ruru ve hakikat olmıyacak şey- lere inanması fakat her halde daha ziyade içinde bulunduğu devir ve nihayet talibi müşkül bir vaziyete sokmuştu. Memle- ketin büyük bir talihsizliğini teşkil eden Balkan harbi Nâzım paşanın da felâketini hazırla- mıştı. Balkan harbinde Harbiye Na- zırı ve sonra da Başkumandan bulunması Nâzım paşayı bu harbin sorumluları arasına koy maktadır. İttihatçılar lse bu hezimetin mesuliyetini doğru- dan doğruya onun şahsında bulmuşlar ve kendisini mesul sayroışlardı. Balkan harbine ait bir hâtı- rasmı o naklederken başkâtip Ali Fuat bey de diyor ki; (Se- İerberlik kararı ile harbin ilânı arasında geçen günlerde Nâzım paşa odama gelmesile, harbin neticesi hakkındaki fikrini sor- dum. Müşarünileyh Bulgarlar bizden evvel seferberliklerini i- lân edecekleri cihetle eğer ilânı harb iki gün daha uzayacak 0- lursa, biz de o vakite kadar ha- zırlığımızı ikmal ederiz. Netice lehimize olur, dedi. Fakat ara- dan on iki günden ziyade 7a- man geçtiği halde neticesi kül- liyen aleyhimize çıktı. Harb plâmlarının hazır olup olmadığını sordum; «Mahmut Şevket paşa zamanında bir ta- kım plânlar yapılmış, getirtip tetkik edeceğim» dedi. Anladım ki hâlâ tetkik etmemiş...) Bu kayıtsızlığa rağmen paşa Bal- kan harbine hararetle taraftar- lık ediyor ve neticenin mutlaka lehimize olacağına inanıyordu. O sıralarda Beylerbeyi sara- yında Balkan harbinin açı sey- rin! teessürle takip eden TI. Ab- dülhamit de Nâzım paşa hak- kındaki düşüncelerini hususi yorsun demişler. Lâkırdısını bil- mez, çalım satar adamın bi- riydi...) Balkan harbinin kötü netice- si Kâmil paşa hükümetini müş- kül bir mevgle sokmuştu. İtti- hatçıların hazırladığı bir kuv- vetle Babıâli baskını yapılmış Kâmil paşa istifaya mecbur €- dilmiş ve o hengâmede Nâzım paşa da nereden geldiği bilin- meyen bir kurşunla vurulmuştu. Hâdise günü Sadrâzamın ya- nmda olan mabeyin başkâtibi Ali Fuat bey hâtıralarını şöyle nakletmektedir; (... Halit Hur- şit ve Enver beylerle beraber otomobil ile saraya gittik, Enver bey yolda «Bizim maksadımız Nâzım paşayı vurmak değildi, bir yanlışlık neticesi olarak vu- ruldu.> diyordu. Rivayet olunduğuna göre İt- tihatçılar müşarünileyhe hükü- meti devirip kendisinin sadare- te getirilmesini teklif ve mu- vafakatini istihsal oeylemişler. Fakat kendisi işin böyle muha- ceme ve mukafele suretile icra- sına araftar olmadığından gü- rültüyü duyunca tehevvürle ye- rinden fırlayarak sofa kapısının önüne çıkmış ve muhacimlere karşı (P... ler, beni aldattınız, bana verdiğiniz söz böyle miy- di?) diye italel Nisana başlama- sına mebni öte taraftan atılan bir kurşunun isabeti ile derhal vefat etmiştir. Talât paşa da «Biz ona sadaret teklif ettik> derdi. Nâzım paşa 10 ocak 1912 per- şembe günü bir kaza kurşuniy- le dünyadan göçerek kendisine vadedilen sadaret (makamını, hiç sevmediği ve muarızı bu- lunduğu Mahmut Şevket paşa- ya terkeyledi. Japonyada grev bitti Tokyo 19 (T.HA.) — Japon hükümetinin yeni hazırladığı iş- çileri çalıştırma kanununu pro- testo etmek üzere, bir milyon işçi gereve davet edilmiştir. Hükümet erkânı, bu davete rağmen hazırlanan kanunun geri alınmıyacağını açıklamıştır. ileti —— İngiliz hi Avam Kar beyan bulun: Londra 19 (Naf ya yortusunu mü tesi günü toplana Kamarasında İng nin Moskova ikti hakkında beyana! beklenmektedir. ! konferansa İştir: resmi temsilcile! Moskovada aktedi laşmalar hakkınd receği de bildirilir Belirtildiğine | manlara kadar İl larının bütün rağmen Rusya t müspet adımlar miştir. Şimdi M konferansında K ettiği değişik yo icabı alınmış bii görülmektedir. Rı tin serbest olduğu jik olmayan mad rilebileceği, diğer de edilmiyeceği € mektedir. ŞİKÂYI Emekli m intaç edile usta sıkın un Askeri math makineleri Akgün'den şu dık: «29 küsür seni baada çalıştım. mekliye ayrıldı! aş bağlanmadı mekli aylığının. ya İşçi Sigort Müdürlüğünce hususu danışta mekte olup h bağlanmadığız da Emekli Ss Müdürlüğü tar ride ödenecek larına mahsub: vans verilmişti Aradan bir sı zaman geçmes muamelem her ettirilmemiştir. ailemle sıkıntı Alâkadar ma miyetle nazarı bederiz. İslâm mer Başbakanla ransı gel Londra 19 (Nai chester Guardi: Karaşi muhabiri, kümetinin toplar ettiği <İslâm me: bakanları (koni bahsetmekte ve | tarih tespit ediln rakılmış olduğun tedir, Türkiye ile Lül ransa katılmıyac mişlerdi, Afganis ş0deki toplantıla için Patan ihtdli talep etmişti. uğ Anlıyordu, çok iyi anlıyordu onu üzen, onun ruhunu Karar- tan ve bütün neşesini, bütün hayat arzusunu, zevklerini ru- hunun karanlıklarında boğan yemeğe, gününü gün etmeğe mecbur!... Acı ama, ne yapa um, hayat böyle!..> diye düşü- nüyordu. Fakat, bu onun kendi düşün- desi, kendi felsefesiydi... Şimdi. ye kâdark bütün telkinlerine, — şeyin ne olduğunu: Bir kadının | acılığını, tabammül edilmez şey kadınlığını satarak kazandığı | olduğunu bile bile — bu acı ha- para ile yaşamak mecburiyetin. | kikati ona sadece bir «hakikat», de olmak! Her gün çeşit çeşit|ister istemez kabul edilmesi ge- erkekle yattığını bildiği bir ka-! ireken bir «hakikat» diye İaz- dımla — karı koca olmasa bile — | mettirmek çin sarfettiği bütün karı koca gibi hayat Kendini bilen bir evlâda, eli ek- mek tutar çağa geldikten sonra baba eline bakmak bile ağır ge- lirken bir kadının eline bak- mak... Hem de kendisi gibi bir kadının!... Kolay değildi bu! Biliyordu, anlıyordu, kolay değildi; ama... «Yapacak başka bir şey olma- dığı zaman insan oğlu her şey yapar. Yapmağa mecbur olun- ca her şey yapar. Ben, bugün hayatımı böyle kazanmağa mec burum. O da, hayatın garip bir elivesiyle kaderi bana bağlan- dığı ve... hayatını — kirli veya temiz kazanamadığı için, benim kazandığımı — kirli ve- sürmek! | gayrete rağmen, onun ruhuna bu aşıyı yapamamış; annesinin ciğerlerinden çok daha hasta olduğuna inandığı ruhunu bir türlü şifaya kavuşturamamıştı! Hattâ... her şeye rağmen, ar- tık «insan oturabilecek gibb bir evde oturmasına, «İnsan yatabi- lecek gibiz bir kara yolda, bir yatakta yatmasına, evin yenile. nen, temiz pak, güler yüzlü eş- yasına, artık kamının aç, ce- binin sigarasız ve o harçlıksız kalmamasına; hulâsa, «gemisini kurtaran kaptan!» diye herkesin kendi tatlı canından başkasını düşünmediği şu hayat umma- nının şaşkın dalgalar ıarasında o da — hiç olmazsa şimdilik, bir ya temiz — benimle ortaklaşa | baltaya sap oluncaya kadar — gemisini kurtarmış bir kaptan olabilmesine rağmen, şimdi, ilk zamanlardakinden daha berbat bir ruh sarsıntısı ile her gün bi- raz daha harap olduğunu görü- yordu onun!... Her gün biraz daha mağmum, her gün biraz daha muztaripti! Hak vermiyor değildi oona; veriyordu ama... «Ne yapalım, hayat böyle bugün! Hayat böy- le istiyor! Ben de isterdim na- musumla yaşamak, Fakat, yaşı- yamadım; olmadı işte! Kim İs- temez namuslu, doğru dürüst, aynı zamanda insan gibi yaşa- mayı?... Ama, yaşıyamazsa ne yapsın?... Açlıktan ölsün mü?... Birbirlerinin kaderleriyle o alâ- kadar olmıyan insanların bir- lıktan ölsen de namuslu öl!.. Ne| lık trajedisi bu!.. bir ey kadını ol o da hayatının nabillen, bir evir çevirebilen bir el olamıyor da. O | malı?... Ölmel m şamalı! Olduğu meli bu hayatılı yordu. Fakat... yaln böyle düşünmesi; du k!. Bu fikri önünde başka bir çılıncaya kadar - kabul etmesi lâz: ruhu muhtaç old sun, kendisinin d birlerinin şerefleri, namusla-|leri boşa gitmes riyle alâkadar olmaları ne iğ- renç bir samimiyetsizlik!... | Yoksa, dört beş Aç-j Haliçin sularına