Sahife 6 siz AKŞAM 31 Ağustos 1940 HER, AKŞAM Ağlamak sıhhi a . msj Nişancı" | ÂSIK GARİP Tekadd olup da Bursadaki köşküne çekil. diklen sonra Fahri dayının hayatta Iki zev- ki kalmıştı, Uçsuz bucaksız meğ- gul olmak, yeni edindiği ahbaplarına, dost- larına gençlik maceralarını anlatmak... He- le avdan, nişancılıktan bahis açılmasın. 1$- to o zaman Fahri dayı kendisinden geçer, geuçliğine ald vakaları, o müthiş av hikâ- yelerini anlatır, anlatırdı: — Etendim, derdi, siz beni avda-görmeliy- diniz, avda... Hey gidi gençlik hey... Ne gün: derdi onlar... Hiç unutmam bir gün ârka- daşlarla iddiaya giriştik. İki yüz metre mu sateden bir yumurtayı vuramıyacağımı Jüyorlardı. Kafam kızdı. O zamanlar pek sevdiğim bir Kıbrıs eşeğim vardı. Bizim ar- kadağlara dedim ki: — Ben iki yüz metreden bir yumurtayı vururul. Eğer İsterseniz her zaman da tec- rübeye hazırım. Hem bu tecrübeyi nasıl yapabiliriz biliyor musunuz .. Benim kıy- metli merkebimin kafasının üzerine biz yumurta yerleştiririz. Ben iki yüz metreden, nişan alırım ve yumurtayı vururum. - yorsunuz ya sevgili hayvanımın hayatını tehlikeye koyacak derecede kendime güve- pi Eğer yumurtayı vuramazsam si- ze elli altın lira Benim bu sözüm üzerine onlar da dayaf- tar: — Eğer eşeği öldürmeden yumurtayı vu- rursan biz de sana elli altın lira vereceğiz. Hemen eşeği ahırından çıkardık. İki yüz metre bir msafeye götürdük. Bir de yumur- ta bulduk. Bunu oldukça zorlukla eşeğin uzaktan zümü kapadım. Nişan aldım. Lâkin aksi şeytan işte... Hayvana bir si- bek mi musallat oldu, nedir? Bilmiyorum ki. Habire başını sallar durur. Bu vaziyet karşısında ona ateş etmenin, eşeği öldür. meden yumurtayı vurmanın zorluğunu di şünün bir kere... Hayvan melül melği, varan gözlerle bana bakıyor ve âdeta hali- nin dili le: cAman sevgili efendiciğim... Dik. kat et, bana kıyma» diyordu. Fakat böyle olduğu halde hayvan kafasını sallamakta devam ediyordu. Lâkin bu kabil şeyler be- nim gibi müthiş, üstad bir nişancıyı korku- tabilir mi? Zaten uzun zaman beklemeğe vaktim ora. Tetiği Istinada getirdim ve çektim. i yüz metre ötede duran hayvana bak. tim. Sapasağlamdı, Yalniz iki kulağı arasın- daki yumurta tam ortasından delinmişti. Yumurtanın sarısı eşeğin suratına doğru akıp duruyordu. Arkadaşlar hayret içinde İdiler. Hemen orecıkta bana elli altın lirayı saydılar Daha bunun gibi ne vakalar, ne vakalar/” Fahri dayı biraz daha cöşunca nişanci- anılmıyacak vakalar anlatma- Ça başlardı. Meselâ bunların arasında sık Sik, . övüne, ballarıdıra ballandıra an- rinden bİri'de şu idi; iç bir adamın arkazında bulunan e yüzünü dönmeden nişân alıp vu işittiniz mi? Böyle birşey dey- 142 değil mi? İşte ben bunu gençliğim- ri yaparım. Meselâ yüz metre öteye desti dikerler, Ben bu testiye arkamı dö-| herim. Bir elime küçücük bir ayna alırım. İşte bu aynadan arkamda, yüz metre uzak- ta bulunan testiye nişan alırım, Ateş ederiri ve her zaman testiyi tâ ortasından vuru- rum. Bu carkası dönük nişan almas benim usulümdüz, Kimsenin sözlerine inanmadığım gö- ünce Fahri dayı sebinden küçücük yuvar- Emirönü Halkevinde, Bursa kız öğretmen okulu talebesinin resimlerinden mü- rekkep bir sergi açıldığını ve serginin ço| bu sergiden bi köşe götünüyor Esrarlı . Tetrika No. 84 Arap: — Yâ melun!,., » diye haykırdı. Öyle . tehdidkâr bir tavır takındı ki, Makbule geriledi. rağmen bâlâ çevikti. Sobanın önünden koca bir maşa kavradı. Havada sallamağa baş- ladı. Zayıf kolunda hâlâ yaman bir kuv- vet olduğu anlaşılıyordu. Esad. korkağın biri olduğu için hava- da hızla dönen bu demir parçasından ürktü. Alnını himaye etmek için, kolunu başı hizasına kaldırdı. Bu hareket pero- kasını oynattı. Kol indiği vakit, Makbule, muhateli- Gin saçlarının kaymış olduğunu, sakah- Bin da âğzı istikametine çıktığını gördü. Alay etti: — Defol buradan palyaço! Gözüm görmesin seni, sahtekâr! Yoksa şimdi haykırır, konuyu komşuyu imdada ça- ğirırım... O zaman işin dumandır. Peri- şan olursun... Yallah, çabuk, sıvı... Adam «evab vermek istiyordu. Fas kat sahte sakal ağrma kre ser sipen Sa, Konuşmasına mâni oluy: Dasuzlarıny elk, İL Girik | Yak bir el aynası çıkamır, bunu etrafındaki: lere göstererek: — Şu aynayı görüyor musunuz, şu ay. nay:?.. Bu tuvalet yapmak için değildir. Bu ayna böyle arkam dönüm olduğu halde is- tediğime nişan alıp vurmak içindir... Fahri dayı bazen çarklı bir prensle Afri- kada avladığı aslanlardan da bahsederdi. Ay hikâyelerinin haricinde Fahri dayın. en büyük zevki, meşguliyeti ucu bucağı ol- mayan geniş bahçesi idi. Bunu istediği gi- bi ekmişti, Lâkin Fahri dayı çiçekten ziya- de bahçesine zerzevat, biber, salatalık, pat lıcan, domates ekmesini severdi. O yaz da bahçenin hemen yarısına doma- tes ekmişti, Şimdi bu Me teslerin olgun. büyük sabırsızlık içinde bekliyordu. Onda âdeta yetişkin evlâdının mürüvvetini görmeğe hazırlanan bir baba. nin heyecanı vardı. Nihayet domatesler kızarmağa tı. Lâkin işte bu sıralarda Pahri dayıyı nirden çıldırma derecelerine getiren bir hi dise oldu. Komşunun çil horozu duvardan aşıp Fah- ri dayının bahçesine giriyor, domateslerin hem de yahut gibi kızaranlarını seçerek ga- galıyordu. Hınzır hayvan yeşillere hiç birşey yapmıyor, onlara dokunmuyordu. Derdi 70- ru kızarmış domateslerde idi. Fahri dayı bir- kaç kere bu ziyankâr hayvanı komşusuna gikâtet edecek oldu. Fakat bu hiç bir neti- ce vermedi. Bonra çil horozu da öyle gözü pek, eüret- bahçede bile olsa ona aldırış etmiyordu. Fahri dayı bir gün misafirlerile bahçenin bir köğesinde oturuyor, onlara gene av hikâ- bare anlatıyordu. Bir aralık ahbaplarından — Aman Fahri dayı... dedi, senin çü ho- roz gene domateslerin içine dalmış!.. Fahri dayı deli gibi yerinden fırladı. EU- ne geçirdiği taşları, bahçe kapım önünda durân takunyaları kapıp kapıp çil horoza doğru atıyordu. Lâkin hayvan hiç o taraf- hı değildi. Sanki bu taşlar, takonyalar ken- disin değil de başkasına atılıyordu. O gene kırmızı domatesleri gağalamakla meşgul- dü. Artık Fahri dayının gözü kararmıştı. Kur- şun gibi eve girdi. Çiftesini kaparak a$3- ğıya indi. Boylu boyuna yere yattı. bale getireceğimi göreceksiniz... dedi. Büyük bir itina ile nişan aldı. Ateş etti, Bir gürültü, bir t0z duman... Herkes beye- canla bekliyordu. Duman ve toz dağılınca baktılar. Çil horoz domatesler arasında yok- tu, Fahri dayı onu ortada görmeyince: — “Tab tabir, dedi, vurdum “Parçala- dım hinziri.. Lâkin bu nasıl parçalanma idi? Horozdan eser, İz a, Fakat kahramanımız memaundu. Ne yazık ki bu sırada ağaçlar- dan birinin dalları üzerinden bir kanad çır- pıntıs işitildi. Bir horoz sesi bahçede çın- iadı, Fahri dayı: — Vay hadi diye silkhını” kaldırdı. Bu sefer de ağacın dalına nişanladı. Ateş etti. roz ağaçta değildi. Pahıri dayı: — Bu sefer onun İşini bitirdim!... Derken duvarın üstünden bir kanad çırpıntıı ve bir boroz sesi İşitild. Hayran Fahri dayı e alay ediyor gibi idi, Bu sırada kapı çalın- dı. Gelen memurlar Fabri dayıyı şehir için- de silâh atmak cürmünden yakaladılar, k rağbet gördüğünü yazmıştık. Yukarıda Züzük Nakleden: (V& - NO) m Sertan Gene boz duman dağılınca baktılar. Ho- | bir şeymiş! Muntazaman ağlıyabilsek birçok hastalıklardan kurtulurmuşuz! Gülmenin sıhhat için iyi bir şey oldu- Zuna dair maruf tabiplerin yazılarında ve büyük şairlerin eserlerinde bahisler vardır. Fakat ağlamanın sıhhi bir şey olduğuna dair salâhiyet sahibi ilim ve fen adamları tarafından esaslı bir gey söylenmemişti. Şimdi ilk defa ola- rak İsveçin maruf doktorlarından biri ağlama un sıhha: için faydalı ve hattâ bazı ahvalde elzem bulunduğunu yaz- maştır. Bu büyük doktorun ifadesine göre her göz yası damlası insanın vücudünden yirmi sekiz muzır basilin ihracına hizmet etmekte ve insanın shhatini korumak- tadır. Bilhassa başımıza musallat olan birçok mikroplardan ve bunların tevlid edeceği hastalıklardan tesadüfen ağlıya- rak in. al süret- mıza uğramıyacakmış. İsveçli âlimin bu bu keşfi yahut iddism bütün dünya taba- bet âlesninde hararetli münakaşalara yol açmıştır. Atina,Balkanların en ucuz şehri Yunan gazetelerinin neşrettikleri cedvel 30-31 temmuz tarihli Atina gazeteleri bü- günlerde Atinanın Balkanların en ucuz İ şehri olduğunu tebarliz ettirmiş ve okka — Şimdi.. Şimdi bu muzır hayvanı ne | hesabile aşağıdaki malâmatı kaydetmiştir: Meşa endpyei Atem Peipeni Galya Aylara Bip eti eti 4 1420 6829 59. Dana eti s9 Wi; 85 618) Kuru eti se “&s0 90. 50. Tereyağı 130 14150 21310 17665 Boyar pemnir 44 6300 6155 158 Kuru fasulye2738 Oo 3210 Oo 52.10 — #110 Mercimek o 2028 5459 — 26.00 Patates 520 1520 1185 2219 Şeker 3220 5910 5920 &. Kahve 158. 47260 BM. 31359 Makama 2021 8 — .— Pirinç 1723 6130 4280 5150 Zeytinyağı 4552 17729 21310 9570 | Sabun M2 860 4135 © — | Yumurta o 1-29 250 - 29 Mangal 48) 125 - 810 kömürü Ekmek .. 15, — 1545 ( ANKARA RADYOSU | 31 ağustos cumartesi öğle ve akşam 130 Program, 1335 Muhtelif şarkılar (PL), 13,50 Haberler, 14,05 Muhtelif şarkı- lar (PL), 14,20 Müzik (PL), 15,30 Cazband (PL), 18,05 Şarkılı tangular, 1830 Çigan ha- vaları (Pİ) 18,40 Caz orkestrası, 10,15 'Türk müziği, 19,45 Haberler, 20 Fasıl heyeti, 2030 Günün meseleleri, 20,50 Türk müziği, 21,15 Müzik, 2130 Radyo gazetesi, 21,45 Salon or- kesteası, 22,30 Ajans ve borsa haberleri, 22,50 Salon orkestrası, 23,10 Dans müziği (PU) 1 eylği pazar sabahı 8,30 Program, 8,35 Müxik (P1), 9 Haberler, 9,10 Ev kadını, 9,20 Müzik (PL) Gaip siyah el çantası 23/8/9100 tarihine tesadüf eden cuma gü- nü Bostancıda 2130 da yol ortasında çan- tamı kaybettim, İşinde kendime ald eşya- lar vardır, Her kim çantamı aşağıdaki ad- resime getirdiği takdirde memnun edile- cektir. Tefrika No. 62 — Yüzde doksanını öldürürler. Çünkü on- | lar boş yere adam besliyecek vaziyette de- gillerdir. Ancak işlerine yarayabilecek kim- sesleri gemilerinde alıkoyar ve çalıştırırlar. Yuyan, benim Terranovalı olduğumu anla- yınca: «Seni limana çıkarayım... Yaran iyi olunca, benimle çalışırsın!, demişti, — Sonra neden çalışmadın onunla? Hasanâki güzlerini açtı: — İnsan, verdiği sözü nasıl unutur? Ben müslüman olurken, Uluç Aliye, hükümete Se kadar sadık kalacağıma yemin et- a Garib çok heyecanlıydı, Hasanâkiyi merakla dinliyordu. Terranovalı denizci sözüne devam etti: — Beni meyhanenin bir odasında hapset- mişlerdi. Bu arada Parmaksız Yuvan her- gün yanıma geliyor, beni avlamağa çalışı- yordu. Günler geçtikçe, benden istifade ede- eğini anladı. — Bizim memlekette, keçiye, köprüyü ge- çinceye kadar Abdürrahman çelebi derler, Sen de onun elinden kuruluncaya kadar yumuşak davransaydın... — Sen nerelisin? — Tebrizli. Hasanâki başını salladı: Burası 'Tebrtz değil, yavrum! Akdeni- zin göbeğinde doğmuş bizim gibi insanlar, beyinsiz bir keçiye kavuk sallayamazlar, O günlerde Doğan beye gizlice bir haber göndermek için fırsat Felek yar olmadı; herif benden şüphelendi ve bacaklarıma zincir vurarak, beni meyha- nenin bodrumlarına attı, — O iss ve rütubetli yerlerde üç yl kaldın ha?!.. Çok yazık Hasanâki... Ben $6- nin eyrinde olsaydım, o demir parmaklık- ları kırar ve denizden yüzerek kaçardım. — Bunu ben de düşündüm, oğul! Fakat, yaram bir türlü kapanmıyordu. Açlık vü- cudümü zayıf düşürmüştü. Çok zorladım... Demir parmaklıkları kıramadım... Ve tamam otuz altı ay orada İnledim. — Yuvanın şimdi nerede olduğunu tah- min edersin? — Nerede olacak?.. Adanın içindedir. — İyi biliyor musun? — Şüphesiz. Hicr adada serbes gezebil- sem, onu Târa'nın evinde elimle koymuş gi- bi yakalarım. — Halbuki Târa ondan çok korktuğunu söylüyor, — Yalan. Türa onun sevgiliaidir.. Dağın tepesindeki kulübede onunla birlikte bulu- şarlar... — Biz o kulübeyi bastık... Fakat, Yuvanı bulamadık. Türa'yı kuyuya atmışlardı. — 8izi şaşırtmak için yapmışlardır. bu oyunu. — Demek o kabpo de bizi aldattı ha?., — O, sizin gibi ne kimseleri aldatmıştır. Târa yaman bir kadındır, oğul! Onun önün- de knlay kolay prehde atılmaz. — O halde ipin ucu bu kahpenin elinde demektir. Keşki onu serbes birakmasaydık.. — Ne diyorsun, oğul? Sarı Mahmud, 6 kahpeyi ele geçirmişken, serbes mi bırakta? — Öyle ya... Târayı evine gönderdi. Hasanâki güldü; — O halde Târa şimdi yemin ederim ki, Parmaksız Yuvanın koynunda yatıyor, Âşık Garib, güvertede oturan Terrano- valı denizeiyi yalnız birakarak: — Ben Sari Mahmuduh yanına gidiyo- rum, dedi, söylediklerinin hepsini kendişi- ne anlatacağım, Ertesi bek Tilos adasından ayrılış.. Gece yarısına doğru adada kimso kalma- dı.. Gündüzden çıkan denizcilerden — iki kişi müstesna olmak üzere — hepsi gemis lere dönmüştü. Barı Mahmud g?cs yarısı tekrar adaya çıkmak istediyse de, Hamza relş bırakmadı Ve ertesi sabah, güneşle beraber, Tilos adasından ayrıldılar. Aşık Garib ustasile geminin ambarında çalışıyor, Kadırganın #incirlerini perşinii. milliri anlattım. Erkek dirseğini tahta masaya, yüzünü da avucuna dayadı. Uzun bir düşünce- — Gelinim bir şey görerek çıldırmış- ti. Kocasını güneş batarken gördüğünü iddia etti idi. Raif: — Deli olduğu için gözüne hayal gö- değil... dedi. Yazan: İSKENDER FAHREDDİN şum batakhaneye gittin... Üstelik yaralan” dın da, — Hakkın var, ustacığım! Ne söylemi baklışın. Fakat, gitmemek olmazdı. Bir k#” re onlarla birlikte yola çıkmıştım. Kendi” me korkak dedirtmek istemedim, gittikleri yere gittim. Onlarla beraber ben de dörüf” tüm. Hattâ Sarı Mahmudu iki kere ölümü” den kurtardım. — Öyleyse Makmudun gözüne Korkarım seni yanımdan ayartıp kendi ya“ nına almasın. — Merak etme, usta! Ben dümenden an“ Jamam.. Fakat senin gibi bir ustanın yanı” da çok iyi demirellik yapabilirim. Herke kendi zenaatında mahirdir, Zincirlere karşılıklı bir hayli lay ekiş vur duktan sonra, Serdengeçti Recep ON ana m SENİ Oturdular. Garibin gözleri uykusuzluktan kan çanağına dönmüştü. Başını koyac: yer âriyor, fakat ustasına yorgunluğunu serdi; iL Recep usta, o gece Garibin yarasını İyie9 Mâçlayıp sarmıştı. Garib yarasından müş” tek! değildi. Beltiydi ki, yarası iâçlanınca ızarabi dinmişti. Zaten ö böyle ufak tefek acılara ehemmiyet vermezdi, Onun kalbin- ve ie yığınlarından başka birşey gör medi. Mer yerde gözümde tüter, Kıvırcık saçlı sevgilim, Sanırım göğsümde öter, Bülbül gibi şen sevgilim, Diyrek, yanık sesile murıldandı. Recep ustanın gözleri birdenbire sularıvermişti — Oğul, dedi, iş arasında zibnimi nedın alt üst ettin? Sen böyle sık sik sevgili düşündükçe, benim de cocukları ve karı gözümün önüne geliyor... İçimde bir sızı du- yuyorum. Bir daha gemide ona sevgilinden bahsetme sakın. — Ben kendi kendime koşuyorum, ui” tam! Sana birşey söylemedim. Eğer çocuk” larını ve karını unutmak istiyorsan, Du 46 nin elinde değildir. Sen vicdanlı bir adati- sın, merhametli bir kocasın, şefkatli bir ba” basın... Onları mezara gidinceye kadar dü- şünecek ve unutmıyacaksın! Orları her za“ man hattâ ber dakika hatırlamak bir zevk» tir, Recep usta! Hele bir düşün: Karın wn“ siz kimbilir ne kadar muztariptir. Çocuk- ların, her akşam kapınızdan gelip göç erkekleri gördükçe «bizim de babamız zsi- se... Her çocuk gibi biz de babamızın boynu” na sarılank...» diyerek içlerini çekip anne” lerine sarılırlar, Onları unutmak, çocukla" rını inkâr etmek demektir, Recep usta! Hale buki sen temiz yürekli bir insansın... Kendi sulbünden gelen yayrucukları ve bu yavru cukların anasını hiç bir zaman unutama?- sın! «Unutacağım» dersen, yalan söylemiğ, kendini aldatmış olursun! Bir kimsenin, evlâdlarını unutması, güneşi inkâra kalkış” ması kadar gülünç olur, Recep ustal... * «B3yaz marti. dalgasız deniz üstünde sö- zülüp gidiyordu. Diğer kadırgalar ve yel- kenliler de onu takip ediyorlardı. Hafif bir meltem, gemilerin yelkenlerini şişirmişti. Fakat, deniz dalgasızdı. Dümene! Mahmud? — Akşama doğru hava bozacak., Başka bir limana doğru yol aisak.. Diye söyleniyordu. Denizciler nereye git“ tiklerini bilmiyorlardı. Hamza rels: — Adalarda şöyle birkaç gün dolaşcağı£. Demişti, İşin iç yüzünü bilen denizeiler d9 kimseye birşey söylemiyorlardı. Halbuki, Hamza reis, Tilos muhafızı Doğan beye #'2- Uce talimat vermiş ve: — Biz dönünceye kadar Parmaksız Yuva” nm İzini bulmağa çalış ve bizim bir dahs dönmiyeceğimizi söyle, Demişti. Doğan bey de şüphe yok ki, önü” ne gelene böyle söylüyor ve donanmatın Arşipole gittiğini, bir daha Tüosa dönmiye” ceğin! Mâve ediyordu. Âşık Garib 6 gün birdenbire sıkılıverdmiş- ti. Deniz üstünde seyahat — kavga döyüf olmayınca — tatsız geçiyordu. Garib har?” kete, eğlenceye alışınışta Şimdi bütün bula” lardan birdenbire uzaklaşınca sıkılmağı başlamıştı, O kavgacı bir adam değiliz”. sefere çıktığı gündenberi birçok döytşi”* şahid olmuş ve Tilosta kendi de bu dövüğ” lerin içine girmişti (Arkası yar) ölmüştür... Yoksa karısile kızım felâ” ketine sebebiyet verdiği için günahlar! pek büyük olur. Bedriyenin bu hallere düşmesi, baskı altında büyümemeninden dir. Benim ellerim, onu tutabilecek ders” cede kuvvetli değildi... İhtiyarlamış” tan... Şimdi Bedriye, onne olmuş... Ke casız anne... Namusumuz bir paralık old8 Raif, oyadı. Demek bu zavallı kadına hakikati öğ retmişlerdi. <— Ne insafsızlık!» diye düşündü. Haykırdı: — Bu Esada cezasını vereceğim... YE lan başı ezer gibi kafasını ayaklarim!# altında ezeceğim.. Nine: — Bana dedi ki oğlum gayet menluf bir hayat yaşayabiliyormuş... Eğer #öf” ledikleri doğru ise, bu karnımdan nasl bir iblis çıkarmışım... Evet, eğer doğr ise, ellerimi semalara açmalı, artık tün ömrümü dua ile geçirmeliyim.. kamımda beslediğim o günahkâr afi8 nail olsun diye... Ayağa kalktı. Raife bakarak, ümüdsüzlikle bu sözleri haykırıyordu. Sarıvaml Paşazade: ÇArkası ver)” koyacak