Kendisini uzun zamandanbe'i tanırdım. «Gün görmez Hamdi. gibi garib bir ismi vardı. Hat boyundaki sayfiyelerden birinde, kocaman bahçeli bir köşkte otururdu. Bah- ve çiçeğe çok merakı vardı. Yirmi sn0 ved tekaüd olduktan sonra kendisin! büs- bütün bahçe, toprak işlerine vermişti. Hem © derece ki âdeta dünya ile alâkasıni kesmiş gibi idi, Aylarca sokağa çıkmadığı olurdu. Ayağında eski bir pantalon sabahtan ak- şama kadar bahçede çalışırdı. Yaşı ilerie- dikşe tabiatı aksileşiyordu. Lüzumlu lözum- suz bahçıvana bağırıp çağırıyor, hizmetçi- deri haşlıyor, ahçıya çıkışıyordu. Evin için» 'dekiler ondan bahsederlerken bazen «Nem- rut ihtiyar», bazen de «Kör kadı: derlerdi. Çünkü her şeye karışır, her vesileden isti- fade ederek bağırıp çağırırdı. Yalnız bir tek zayıf damarı vardı: Torü- nu Orhan... Bu genç «Bob Sti. denilen cinsinden şık- Jardandı. Daima uzun ve bol cekeller giyer- di. Başının arkasında, ense kısmında kaba rik bir saç kümesi göze çarpardı. Ayakkab- larının altı kalın, topukları yayvandı. Yü- rürken kollarını havada yarımşar daire çi- zecek bir şekilde sallardı. Hamdi bu çocuğun üstüne titrerdi. Dün- yada kimseyi torunu Orhan kadar sevmeğ- di. Sanki bütün dünya, herşey Orhan için yaratılmıştı. Delikanlı, ihtiyarın bu halinden istifade etmesini çok iyi bilirdi, Büyük babadan bol bol para çeker, evin içinde istediğini yap- tırtırdı. Lâkin Hamdi, torununa ba; gelmiş bir insa: a dünyadan , memnün olmuştu. igindenberi g öş tâ el sanatlara karşı bü- di. Hattâ resme pek s- dı. Akrabasından bir bahriye za- itinden sulu boya resim dersi bile alm Şimdi hayatta en serdiği Orhanın böyle güzel sanatlardan anlayan, terbiyeli, şık ve çok güzel bir kızcağızla nişanlanacağıYlı dü- şündükçe içinde bir saadet dalgasının ka» bardığını hissediyordu. Yakat bir gön Hâmdiyi fevkalâde kızdı- ran bir hâdise oldu. Zavallı adamcağız gün- Jerdenberi Orhanın nişanında yapılacak büyük merasimi düşünüyordu, Bu onun gö- röceği balki son mürüvvet olacaktı. Zaten hayatta en büyük gayesi de bu değli ml, di? Hastalandığı zamanlarda bile bir tek Üzüntüsü torununun mürüvvetini görmeden ölmekti, Halbuki işte o mesud gün nihayet gelip çatıştı. Hamdi nişan sofrasına kadar o güne ald programı başının içinde hazırlamıştı. Lâ- kin bir akşam Orhar ere gelip de: — Biz Yıldırla bugün kendi aramızda ni- yarılandık!... Deyirce ne kadar şaşırmış, ne derece hiddetlenmişti. Böyle iş mi olurdu? «Kendi aramızda nlşanlandık!, da ne de- mekti?.. Hiç anayı, babaya, büyük ba- baya danışmadan, onların son kararlarını dinlemeden, ellerini öpmeden nişanlanmak olur muydu? Bu muhakkak lAsife olacaktı, Lâkin Orhan verdiği haberin ciddi oldu- Bunu temin ediyor: — Nişanlanmamız biraz Amerikanvari ol- du. Çabucak meseleyi hallettik... diyordu. Hamdi bağırıp çağırmanın faydasız oldu- Bunu düşündü. Zaten Orhana bağırıp ça- Bıramazdı da... Hiç sesini çıkarmadı. Lâkin kendi kendini yedi. Çünkü o bu nişan gü- münü ne kadar iftiharla tesid etmeğe hazır- Esrarlı Tefrika No, 60 — Hacet yok... Bizim mağazamız her önüne gelenden iş almaz... Böylece kısa kesti. Dükkân sındaki odaya geçti. Kız, pek mahçup oldu. Son derece kızardı. Gözleri yaşardı. Tezgâhtarların kendisil: alay ettiğini sanıyordu. Onlar- dan kaçmak istercesine dışarı çıktı. Elişini satmağa muvaffak o olamıyan zavallı yavrucak, Beyoğlu caddesini geç- di Tozkoparan tarafına doğru Esine gidiyordu. arka- Talihin ne istihzası... İzmirdeki'mü- tevazi fakat şirin evinden kopup ba Torkoçtranlara gelen zavallı Bedriye... Ah, orada, deniz hağirtısını dinliyerek ne sakin bir çocukluk geçirmişti. Bundan #onra artık oraya dönmesi kabil değildi. Yorgun ba de din- İiyemiy ecakti, i deli annesini de bir dahr göremiyecekti, Odamna geldiği zaman, kendini bir bkemlenin üstüne bıraktı, o Düşünmeğe başladı. Dimağını sabit bir fikir yöruyorduz lanıyordu. Bütün projeleri, programları, dü- Birkaç gün sonra Orhan nişanlısını eve getirecekti, Hamdi bugünü sabırsızlıkla bek- Hyordu. Güzel, terbiyeli, sanatkâr tuhlu müstakbel gelinini görecekti. Bir akşam üstü bahçe kapısının önünde bir otomobil durdu. Hamdi heyecan içinde © tarafa doğru bakıyordu. Lâkin tuhaf şey otomobilden erkek pantalonu giymiş, erkek gibi yürüyen bir genç kız iniyordu. Büyük- baba şimdiye kadar erkek elbisesi giymiş hiç bir kadın görmediği için pek şaşmıştı. Orhan otları kısaca biribirine takdim et- ti, Senelerdenberi münzevi bir halde yaşa- yan ihtiyar büyük baba ie sari nişanlının karşı karşıya manzaraları hakikaten hoştar. Aralarındaki nesli farkı her dakika göze çarpıyordu. Biraz sonra genç kız uzun pantalonunun cebinden bir tabaka çıkarınca Hamdi büs- bütün şaşırdı. Orhan nişanlısına: — Sana sigara getireyim. dedl Fakat Yıldız: — Hayır... Bu sigaradan içeceğim. Öteki- ler yavaş geliyor... Bu sert... dedi, Bir aralık tabakasını Hamdiye uzatarak: — Siz içmez misiniz?... diye sordu. Ham- di: — Teşekkür ederim, kullanmam". diye özür diledi. Genç kız sigarasını yaktı. Şim- di Hamdi onu tedkik ediyordu. Kendisine tarif edilen dünya güzeli bu muydu?.. Bir kore Yıldızın kocaman bir ağrı vardı. Kaş- ları ustura ile kazınmış, bunların yerine kalemle kaş çekilmişti. Saçları koyu kırmızı- ya boyalı Idi. Üstelik genç kızın kalın, Beam ilikten Bahiş aşıldı. Orhan: 1 gördü. Bir m terbi den, inden birşey an du. İşin tuhafı Yıl ayni şeyleri düşün hu. Hikmet Feridun Es i ANKARA RADYOSU | $ atustos salı öğle ve akşam 1230 Program, 1235 Muhtel sarkar (PL), 1250 Haberler, 13,95 Muhtelif şarkı- (PD, 1305 Caz müzi- #i (PL), 1830 Çocuk sani Fasıl he- yeti, 1945 Haberler, 20,18 Çifçinin saati, 2030 Küme ses ve Baz heyeti, 21,15 Serbes saat, 2130 Radyo gazetesi, 2145 Salon or- | kestrası, 2230 Alans ve borsı haberleri, 2243 Salon orkestrası, 23 Cazband (PL) 7 ağustos çarşamba sabahı 730 Program, 735 Müzik (PL), 8 Haber- | ler, 8,10 Ev kadını, 8.20 Müzik (PL) Pusta Htihadına dahli olmtyan ecneli memleketler: Seneliği 3400, altı aylığı 1900, 0ç aylığı 1000 kuruştur. Recep 1 — Hızır $$ 8. İmsnk Güneş Öğle İkindi Akşım Yata R. 741 049 459 853 1200 148 Va. 402 601 320 173 NV Mm İdsrehare: BabrAll etvarı Acımusluk #okuk o 13 Yakında anne olacaktı! Belki yüzüncü, belki bininci defa ola- «ak maziyi düşündü. Ah, o saadet günler ne çabuk geçmişti. Sonra, işte bu felâkete müncer olan sahne ile karşılaş maşa. İzmirden temmuz başlangıcında ayrıl Muştu Şimdi isa, teşrinievvel ortalarında bulunuyorlardı. Üç dört ay sonra anne olacaktı. Kocamz anne... Evlâdının babası ol- mayacaktı, Yaşamak ve çocuğunu yaşatmak için ne yapacaktı? Evlâdın nasl besliye- cekti? Hayır, Cemil baştan çıkardığı Ba kızı sevmekten biran bile vazgeçmiş de- gildi. Lâkin çapkın ve gözü servette bir delikanlının zavallı ve fakir bir kızı sev- iği gibi seviyordu. Sevdiği kızı istihfaf ediyordu. Onun bir kenarda çekik kal masını istiyordu, Şayet başına belâ ke- silecek clursa?... Yok, işte o zaman onu istemezdi... Silkip atardı... Cemil, zengin olsaydı, Bedriyeye karşı cömertlikler | gösterirdi şüphesiz | büyük baba için | i lerde Bedriye ile yaşadığının Feriha tarafın- 3 - Üsküdar askerlik şubesinden: 1 — 327 - 328 - 329 doğumlu bütün sınıflar sağlam, sakat, datmi şürekli sakat raportu müslüm gayri müslüm ihtiyat erlerden henüz çube- ye müracaa; etmemişler nüfus cüzdanlarile şubelere giderek testim olmaları lâzımdır. 3 — Bu ilân son olarak yapılmıştır. 4 — Hastalık ve ismen davet edildim medim sözü muteber değildir. Bu davete icabet etmiyenlerin kanun! hükümlerle ©8- #alandınlacakları ilân olunur. ... Tütün ikramiyeleri hakkında Eminönü Yerli As, Şubesinden: i — Eminönü askerlik şubesinde kayıtlı barp malülü subay ve eratile gehit yetim- lerinin 940 ikramiyeleri aşağıda yazılı gün- lerde tevzinta yapılacaktır. 7 — İzdihama sebep verilmemek içia her şahsın nezdinde mevcut Jkramiye cüzdanın da yanlı numaralarına göre saat 9 dan 13 ye kadar müracaat etmeleri, 3 — 6/8/940 salı gününden başlanmak üzere müracaat edecek (harp malülü subay- dar 1 den 50 numarya kadar salı günü 81 den 100 ze kadar, çarşamba günü) (Harp malülü erler 1 den 50 ye kadar perşembe günü 51 den 109 za kadar cuma günü) (Şe- hit yetimler 11/8/940 pasartesi günü saat 9 dan 13 ye kadar i den 50 ye kadar salı 5i den 100 ze kadar çarşamba 101 den 150 ye kadar perşembe 15 den 167 ye kadar cuma günü ikramiye cüzdan ve nüfus kâğıtlara birlikte geimeleri ilân olunur. Beyoğlu yerli askerlik şubesinden: #li va tütün ikramiyesine müstahak malül subay, erat ve gehit ye- li nin 940 tütün ikramiyeleri aşağıda” örde ve yalnız öğleden evvel dağıtı- ından köndllerine tahsis edilen gün- il i vesalk ve fatoğraflarile | bebiyet verilmemek ında yazlı numaralarına ünde müracaat etme- günü mali subaylar | 13 Ağustos pazarı şamba günü malül vaya kadar, 16 Ağustos cu- 41-80 numaraya kadar, 19 | asl şehit yetimleri 1-30 mu- 21 Ağustos çarşamba şe- | numaraya kadar, 3 Ağustas pazartesi şehit ye- ımarâya kadar, 24 Ağus- tos çarşamba şehit yetimleri 121-150 nu- adar, 2 Eylül pazartesi şehit 151-189 numaraya kadar 4 Eylül «rt 131-210 numara” Beyoğlu yerli askerlik şubesinden: mezunu e daha yüksek | nihayet veren okur- caları S/Ağustos/940 dan | iibaren Beşiktaş askerlik şubesinde yaptı- | rılmak Üzere şubeye mürcdatları ilân olu- | nur. | Eminönü Yab, As, Şubesinden: İ Taşra şubelerine mensup olup da Eminö- nü Fatih ve Eyüp kazaları mıntakalarında oturan yabancı 335 doğumlu ve bunlarla | muamele gören kısa hizmetlilerin esip ve sevk emrina göre İse ve muadil okullardan mezun olup da daha yüksek okula girmek | istemiyen okurların zon yoklamaları 5 ağus- tos 040 tarihinden 20 ağustos 040 akşamı- na-kadar devam edocek olan Beşiktaş As şubesinde toplanan As meclisinde mua- yöntleri yaptırılmak üzere ellerindeki şa- hadetnama ve ikamet senetlerile birlikte Sultanahmedde Dikliitaş karşısında yar bansı Eminönü As. şubesine müracaatları Yün olunur. ... Kadıköy Askerlik Şubesinden Malül ve şehit yetimlerini davet Kadıköy askerlik gubesi 940 senesine ald tütün ikramiyesini aşağıda gösterilen gün- tersi edecektir. Terzi günlerinin | gayri günlerde sabah öğle paydosuna ka- dar numara almak İçin şubeye müraesat etmeleri, tevrlatta pul ve nüfus cüzdan- larlle üçer aded ince kağıda çıkarılmış 10- toğraf senedi resmi getirmeleri, gün ha- | ricinde tevdat yapılamıyacağı, cuma ve | Salı günleri şehid yetimlerinin, cumartesi, | çarşamba günleri malül subay ve eratın Ik-| ramlyelerinin dağıtılacağı ân olunu dan O öğrenilmesinden O korkmuyorda, Çünkü Mahir beyin kızının kendisini fev- kalâde sevdiğini biliyordu. Onların vaziyetleri gayet sarihti; Am- cak servete konduğu takdirde evlene- | ceklerdi. İ Bu emelin tahakkukuna kadar Feriha. | nın kendi üzerinde ne gibi bir hakkı olabilirdi? Bedriye, kalben gayet namuskârd. Aşkıyla menfaatini ayn ayn geyler te- lâkki ediyor; biribirile karıştırmak İs- temiyordu. Şimdi o, paşazadenin kendi gibi fakir bir kızla evlenmiyeceğine ka- naat getirmişti Hissiyatına hâkim olan | delikanlıya, mukavemet ediyordu. Her | şeye rağmen birlikte yaşıyacaktı. Amma, | paşazadenin birlikte yaşamağa bile kud- reti yoktu. Yegâne mevcudu borçlarıy- dı! İşte serveti... Heyhat, başka borçlar | yapabilmek kudretini bile kaybetmişti. | Elinde avucunda birkaç para kal- mişt. Son vurgununun mahsulü... Bu- nun da üzerine sıkıca oturmuştu. Bu pa- | ra ila, idenli olan izdivaca ulaşıncaya | kadar mukavemet göstermek istiyordu. Doatluklarını, o münasebi ku- marda kazandıklarını, şahsan sempatik. liğini, zekâsını, kurnazlığımı, hulüsa mad- di manevi her şeyini bu tek gaye uğru- Tefrika No. 39 — Hayır. Bilâkis, bir limanda istirahate çekildiğiniz saman, her gemici etrafını sa- rar, sazını dinlemek için seni el üstünde tutar, Hele Hamza rels, seni onun yanına verdiğimi duyarsa, kimbilir ne kadar sevi- necektir. Yahköşkünde kaptan paşa ile yemek sof- rasında, karşılıklı oturan ve paşaya bütün derdini, bütün düşüncelerini açmak fırsa- tanı bulan Âşık Oarib şimdi bir çocuk gibi seviniyor, yerinde oturamıyordu. Aşik Garişin Barbarosla konuşacağını, onun emir ve müsaadesile donanmaya gi- receğini9ye nihayet kahraman Türk de- nizelleri arasına karışacağını hiç kimse tahmin edemezdi. Garib yemeğini bitirince, sazını aldı, kaptan paşaya güzel, hazin bir medhiye okudu. O, kâhyanın göz işaretlerini çok- tan unutmuştu. Saz yerine kürek ve çekiç.. Aşık Garib, yalı köşkünden döndüğü gündenberi Arzapkapısına taşınıyor, Ham- sa relsin peşinden koşuyordu. O gün Tersane kapısında ona: — İşte, Hamza relş geliyor. DAYdI, yanına &okul, gecikirsen, Tersanaye girer, göremezsin. Demişlerdi. Barbaros hiç şüphe yok ki, Hama relse o güne kadar Âşık Garibden bahsetmiş olacaktı. Garib, Hamza relsin büyük kadırşasına demirel çırağı olarak alınacaktı, Barbaros böyle emretmişti. Aşık Garib, usaktan gelen iri boylu bir adamın yanına sokuldu: — Hamza reis siz misiniş Hamza resi çok sert, fakat çök merha- metli bir insandı; düşkünlere, fakirlere azırdı. Birdenbire durdu: — Benim, ne nn? Hamza rels, Âşık Garibin bir iş istiyece- Bini se yanındaki dümenelsine: — Bu adamın derdini dinle.. benim dur- mağa vaktim yok, ürümek istemişti. ıkülâ'la ele geçirdiği Ham- ra relsin yakasını kolay kolay bırakacağa bensemi; du, — Beni size kaptan paşa gönderdi, as- lanıml Dedi ve yolunu kesti. Donanmada yekâsı ve uzağı görüşlerile tanınmış olan Hamza rels derhal gülümsedi? — Garib denilen Tebrizli halk şairi sen misin? — Evet, aslanım, bentim. — Neden kaç gündür görünmedin ba- na? Kaptan paşa sen! bu sabah bile sor- Garib, bin peşinizi koyalıyardum. Hamza fazla düşünmedi: — Pekilâ, Haydi gel benimle... Dedi. Hamzanın yanında birkaç gemici vardı. Garib de bunlar arasına karıştı. Sa- hile indiler. Rıhtımda bekliyen bir küçük çektirme. ye atlayarak, yöz metre kadar ilerledikten sonra, büyük bir kadırgaya rampa ettiler, Bu, Hamza relsin şemisiydi. Venedik t- pinde yapılan Kırlangıç burunlu ve su ko- siminden yukarısı yüksek, Iki sıra kürekçi taşıyan bu gemiler yeni yapılmıştı. Göv- desinin üstündeki boyalara güneş vurduk- ça pır pıni parıldıyordu. Teknesi paşa gemisi kadar urun olan yeni kadırgaya «Beyaz marti» adını vermişlerdi, Hamza rols önden, Garible beraber öteki gemiciler de arkadan «Beyaz marti: ye çıktılar, Garib, ömründe Uk defa bu kadar güzel bir gemi görüyordu. Hamza rels Kadirganın arka güvertesinde bir halat yığınının kena- rna ilişti. Levendler etrafını sardılar. «Bö- yaz martlenin bütün eksikleri tamamlan- muşta. Bir dümencisi eksikti; Hamza reliş onu da bulmuş, getirmişti. Sarı Mahmud eski bir dümenciydi, Hamzanın ona büyük güven! vardı: — Ben, Sarı Mahmudu bul. madan yola çıkmam... demiş, günlerce ara- dıktan sonra, Üsküdarda bir esrar kahvesi» nin peykesinde sızmış olarak bulup getir- mişti. Sarı Mahmud Akdenizde tam kırk sene dümoencllik yapmış, bütün suları, rüz- gârları, akıntıları iyi bilen altmışlık bir de- nizciydi. Dünya evine girmediği için, ça- buk ihtiyarlamamıştı, kırk yaşında bir ba- bayiğit gibi omuzları kalkık, göğsü kabarık ve gözleri daima ateşliydi. Hamza rels, Garı İ4ahmudu else geçirdi- ğine seyiniyordu. na sarfediyordu. Şayet onun ve Hacı Esadın tazyikleri İ olmasaydı, tab'an namuskâr bir insan İ olan Palandarlı Mahir davadan derhal vazgeçecekti. Dava başlamıştı. Mahir azap içindeydi. Bir takım mun meleler oluyordu. Mahkemenin safha- ları, kâğıd imzalamalar, ifade vermeler, raz etmeler... Bütün rdan ömrünü sükün ve huzur içinde geçirmek istiyen Mahirin asabileşmesi- eleler iletledikçe Esad- etlerini o arttınıyorlardı. Keyiflerine payan olmuyordu. Bütün vakitlerini ve mevcud na kidlerini bu uğurda feda ediyorlardı. Mücadelenin böyle hararetli safhasın- da, zaralı Bedriye fevkalâde ihmal edilmişti.i Cemilin aşk * ve alâkası Gk günlerin hararetini muhafaza etmiyordu. Bedriyenin hamile kalması üzerine keyfi büsbütün kaçmıştı. Başvurdukları dok- torlar: — Tehlikelidir... Aalamayız.... Zira, ânnenin hayatı kaybolur! - demişlerdi. Çocuk doğacaktı. Çare yok... Cemil, genç kızın aldatılmış, biçdre bir kadın tavrı alarak, ağlamasını, sizla- masıni hoş görmüyordu. Bunu mânasız- vardı: Afyon ve esrar düşkünüydü. sefere çıkınca bu iptilâsından vaz deniz üstünde bir nefes bile esrar çeki di. Bununla beraber, o, yola çıkarken nma esrar almayı ihmal etmezdi; de günlerce kaldıkları, istirahata çekiiğ. leri ilmanlarda başını tütsüler kej tirirdi. Hamza rels, Sarı Mahmudu yeni ve sine başlatırken, Âşık Garibi de geminin mirel ustası Serdengeçti Recebin yamak olarak vermiş ve: — Bu delikanlıyı kaptan paşa gönd Denizelliğe istidadı var. Onu sen ceksin! demişti. Serdengeçti Recep de donanma oldukça sayılı fırtınalardan biri idi. bir demirci ustasıydı. Hamza sefere © çıkmazdı Recep sanatinde çok (mahir birkaç kere, birçok gemileri batmak tÜ3 kesindan kurtarmağı muvaffak © tu. Teknelerde açılan delikleri ondan perçinleyen kimse yoktu. Reçebin, don mada birçok yetiştirmeleri vardı. «B Marti» de de bir çırağı vardı amma, bü SX rağın demirciliğe pek hevesi yoktu. rels, Garibi gösterince, Serdengeçti Redif başını kaldırarak: — Aslan ibi bir yiğit, dedi, demirel mmaklığından ziyade levendliğe lâyık. da durmaz kaçar benim yanımdan. , Aşık Garib: — Merak etme, ustam! Ben nankör Ö Bütm.. Yanınızdan ayrılmam. Diyordu. Hamza reisin duracak vakti Yö tu, Denizcileri başına topladıktan sanra: — Çocuklar, dedi, birkaç güne kadar y lar. Yolculardan biri, korsan # misil hakkında bana izahat verdi. K paşa hemen Akdenize çıkmamız tetiyor. B de bu fikirdeyim. Gemimizin eksikleri mamlandı. Diğer gemilerden de yarın sama kadar tamam işareti verilecek. B ka birşeye ihtiyacımız varsa, söyleyin. men tedarik edelim. Boş geçirecek vakti yok. Hamza rels bir daha gemiyi dolaştı. D nizeiler: — Herşey tamamdır. ! Diyorlar ve derhal yola çıkmağa bazıf' © .duklarını söylüyorlardı. Âşık Garib, ustastle beraber geminin katına inerek, Recep ustanın gösterdiği ye yerleşmişti. Garibin yanında bir bohg sarılmış sazmdan ve bir iki parça Çi rından başka birşeyi yoktu. Garib bobe u kendi köşesine yerleştirmişti. Gem onun saz çaldığını hiç kimse bilmiyordl Aşık Garib o gün sazını bırakarak, eline Diğ çekiç almış ve kürek mardallarının deri kısımlarıni tamire başlamıştı. Garib küçü ken Tebrizde birkaç yıl demirci çıraklı yaptığı için, bu işl yadırgamadıktan başk büyük bir zevkle yapıyordu. Gemide henö hiç kimse ile tanışmamıştı, Donanma, bi” kaş güne kadar sefere çıkacağından, g9” mide çok iş vardı. Garib hemen o gün Wf başladığından o kadar memnundu ki. — Buzün uykudan eşref santte uyanmi" şim. İşimin bu kadar ras gittiğini hatırla” mıyorum. Diye söyleniyordu. Bir aralık Racep ustâ” tun yüzüne baktı. Recep, bilekleri kuvveti elilik, #ri boytu, elddi bakışlı big adamdk Elinde kalın bir örs vardı, kalın bir kasanl9 dibini dörüyordu. Kazana her öyle bir -ıhhh- deyişi vardı ki... Temiz yö” rekli bir adama benziyordu. Bakışlarında derdil bir adam olduğu da seziliyordu. * Serdengeçti Recep — Aşıkın yüzüne bal” madan — hem demir dövüyor, hem konü” şuzordu: — Nerelisin sen, oğul? — Tibrizliyim, — Çok uztk yerden gelmişsin bel Ki“ sen var mu İstanbulda? — Hayır. Allahtan başka kimsem yok. — Ne mutlu sana! Benim gibi beş çocu babası olsaydın, şimdi ispinoz kuşu gibi dü” şünürdün. — Uzağa gitmiyorsun ya, usta! Günl birinde döner, çocuklarına kavuşursun. — Erste.... Gidip dönmemek de var, D# nizellik bu, Birşok dövüşlere girdik, ölme” dik... Pakat, korsan peşinde ölebiltrir. — Ölüm her yerde erişir insana. Onda kaçılır mi hiç? Çoluk çocuğunun başın$” otururken de Azrall insamı gelip bulayof Arkası yaf), hık, ahmaklık telâkki ediyordu. Bedriye güzeldi, zekiydi, cerbezelif” di, giydiğini kendine yakıştırıyordu. erkeğin hoşuna gidecek bir hali vard Öyleyse niçin İstanbulda hovardalık 48 minde bir yıldız olarak parlamasın köşede çürüsün? Bunu havsalan alm” yordu. Parası çok, aklı az erkekleri #f dırsa, bu işi becerse, Bedriye, Cemilif gözlerine daha şirin görünecektil Cemil, onu İzmirden getirdiği zaman da böyle düşünmüştü: «— Bir zaman kendisile hoşça vak” geçiririm... Benim yanımda onu göre” ler imrenirler, elimden Ta kalkar” lar. Ben de memnunen terkeder * Böylelikle bu zavallı kıza da fayda” dokunur... Arada sırada, ihtiyaç gör ğüm zaman, benim, hatırımı hoş eder? İşte bu düşüncesi şimdi tahakkuk *” İ miyordu, “Delikanlı, bu hale kızıyordi Adeta kendinin insaniyet yaptığı” kail olmuştu: in bir kiz, b cek. Otuzuna varmadan yüzü kılmıyacak bir hale gelece... ğini tatmak başkalarına £âtt için yaratılmıştır.» Hayır, o kıskançlık nedir bilmiyorÜğ (Arkası ve” ve