1 Ağustos 1940 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

1 Ağustos 1940 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Unutulan para Nüşrel Naci gülümsiyerek arkadaşlarına döndü iazen hiç akla gelmedik hâdiseler in- sani ne kadar sevindirir değil mi? Meselâ elbiseletinizden birini uzun saman giymeze Siniz. Bir gün aklınıza gelir. Bu elbiseyi do- iaptan çıkarır, giyersiniz. Çeblerinizi karış- tırırken bir de bakarsınız ki parmaklarını- zın arasında hışırdayan bir kâğıd.. Merakla çekip çıkarırsınız. Tuhaf şey. Elinizde tuttuğunuz kâğıt biz paradır. Bozukluk birkaç kuruş olsa bunları çebiniz- de unuttuğunuz pek şaşmazaınız. Lâkin böyle oldukça mühim bir parayı cebinizde nasl unuttuğunuz hem büyret edörsiniz, im de sevinirsiniz. Çi bu para size Adeta baradan gelmiş gibidir. Hele parasız bir zamanınızda cebinizde böyle sevimli bir küğıd bulacak olursaniz artık keytimize hiç diyecek yoktur. Geçenlerde börle bir hâdlsr Dinim başı- ma geldi. Açık kurşuni bir elbisem vardi. Ayni şirkette çalıştığım arkadaşım Muradla beraber vaktile bu elbisedin kumaşını pek beğenmiştik. İzimiz de açık kuzgun! ku ımaşlan birer kat elbise yaptırmıştır. LA- kin ben geçen sedeniberi bü elbiseyi giymi- yordum. Evvelzi gün baktım. Üstümdeki elbise pek Herkesin “tietisad içinde yaşadığı | bu buhranlı günlerinde yeni bir » yaptırmak” işime gelmiyordu. Zaten ptırmak istesem bile O güni beri giymediğim açık Onu dolaptan çıkardı! KANA yepyeni idi, Kendi kendime: «Ben de artık göpptlik ediyorum. Dolapta yepyeni elbisem duru- yor da bu canım kostümü giymek aklıma gelmiyor. Amma da budala insanım ha...» dedim. Elbiseleri giydim. Vakıâ biraz daral- mıştı. Geçen senedenberi altı yedi kilo şiş- manlamıştım. Lâkin ne zararı var? Hiç ol» mazsa yeni bir elbise İdi yı Şirkete geldim. O günü har tı. Ceketimi çıkardım. Masama oturup öğü ye kadar çalıştım. Yemek vakti gelinre tak- Tar ceketimi giydim, Sokağa çıktım. Param pek kıt olduğu için yemek yenecek ucuz bir | lokanta arıyordum. Dalgın dalgın yürür- ken arkamdan tatlı bir sesin ismimi çağır» dığını işittim. Dönüp baktım. Nuriye ile Handan... İklal de gayet tatlı, güzel, genç kadınlardı. Handanla ahbaplığım pek yo- rinde idi. İkisi civli civil yanımda konüğ- mağa başladılar. Handan: — Kuzum Nüsret, dedi, bügün bizi şöyle plâja kadar götürsene,. Otomobille gids- lim. Ne güzel bir gezinti olur. Sonra orada denize gireriz. Yemek yeriz, na güzel eğls- Biriz, Handan bunları söylerken ben esdiimdeki paraları düşünüyor, başımın içinde onları hesap ediyordum. Onları otomobille plâja kadar götürmek, yedirip içirmek, sonra gös ne otoimobille şehre döndürmek!... Cebim- deki para ile bütün bunları yapmağa im- kân mi vardı? Bunun için Handana özür dilemeğe ha- sırlanıyordum. Lâkin bir aralık elimi, ne Tâzım oldu bilmişorum, ceketimin iç cebine attım. Parmaklarımın ucuna bir kâğıd iliş- ti. Çekip çıkardım. Baktım fakat gözlerime inanamadım. Bu elli liralık bir kâğıd para Adi, Evet bir elli liralık!... Kendi köndime; #Iwkânı yok!.. diyordum. Bu kadar parayı ceketemin cebinde nasl unutabilirim?.. Ben o kadar zengin bir adam değildim ki —enannenirraiesi Hariciye Vekâletinden : Hariciye Vekâletine 11 nc! derece ile tallmatnamösine tevfikan müsabaka ile memür alınacaktır. Müsabaka imtihanı 25/8/0940 pazartesi günü saat 10 da Hariciye Vekâletinde yapıla- caktır. Müsabakaya iştirak için taliplerın memurin kanununun 4 ncü maddesindekilerden başka aşağıda yazılı evsafı'da Vaiz olmaları lâzımdır. Hukuk, mülkiyenin siyasi, mali ve cebimden elli lira eksik olunca farkına vAğ- müyayım. O halde bu elli ilrayı şimdiye ka» dar nasıl aramamıştım. Lâkin bütün bun- lara rağmen elli Ilrayı cebimde unutmuş olmamı bir hakikatti. Çünkü şimdi bu para parmaklarımın arasında duruyordu. Bu hü vadan geln para birdenbire hovardalık ve pirlas yedilik damarlarımı (kabartmıştı Handanla arkadaşına: — Haydı, dedim, hemen bir otomobile atlıyalm!.. EUt lirayı sanki sokakta bul- inş gibi idim ve onu son kuruşuna kadar zevk içinde, çıtır çılır yemeği kararlaştır- işte. Yepyeni bir taksi otomobili seçip içine kurulduk, Doğru plâja... Yolda bir kere mü- kemmel eğlendik. Cebimde bulduğum elit liranın megesi çenem! açmıştı. Sonra pilja geldik. Bu sıcak günde soğuk tuzlu suyun zerkini yanımdaki ki genç ve güzel kadın- İstediğimiz gibi bir otomobile binip şehre döndük, Yanımda daha epeyce para kalmıştı, ENİ liranı #n kuruşuna kadar yemeğe karar verdiğim için Handanla arkadaşını başka eğlence yerlerine de götürdüm. Gün bugün, saat bu saatti, Madem ki,bu para benim için tamamile unutulmuş ve 28- nelerce bir kenarda bırakılmıştı. Onu canı“ mın istediği gibi yiyesektizi. Nihayet cebimde elli altmış kuruş kadar bir para kalmıştı, Handanla arkadaşından | ayrılmak üzere idim. Yolda bizim şirket me-| murlarından birine ras geldim. Bana doğru yaklaştı Size raz gelmem pek iyi oldu. dedi, are kadaşınız Murad sizi bugün uzun uzun âra- dı. Her yere telefon etti. Bulamadı. Merak etmiştim. Acaba Murad beni niçin bu kadar israrla aramıştı. Ras geldiğim me- müra sordum: — Peki acaba şu saatte Murad nerede- dir? — Amcasına gitmek istiyordu. Herbal- de oradadır. Muradın amcasının zengin bir tüccar ol- duğunu biliyordum. Telefonu olan bir dük- kâna girdim. Kataloğda Muradın amcası- nın telefon numarasını buldum. Telefonu aştım. Muradı çağırttım: — Ben Nüsret.. dedim, öğleden sonra şir- kete gelemedim. Sen beni her yerde aramış- sin... Ne var? Mühim birşey mi oldu? Murad telâşlı bir sesle: — Yahu; dedi, sen ne yapmışsın? Merakla sordum: — Ne yapttışım?... — Ne olacak?... Benim ceketimi yanlışlık İa giyip gitmişsin... Malüm ya ayni kumaş- tan ayni biçimde bu elbiseleri yaptırdıktan. #onr bu ikinci yanlışlık oldu. Bir kere daha, benim ceketi giyip gitmiştin. Aman dikkat et... Ceketimin cebinde bir elli liralık var. Düşürürsen valahi tazmin ettiririm. Telefonu kapattım. Sanki gökyüzü teps- | me İndi santyordum. Çünkü Muradın ne ka- dar hasls ve ne derece para canlısı olduğu- nu çok İyi biliyordum. Benden etli İlrayı mu hakkak, hem de fâizi ile, alacağına şüphe yoktu. Nitekim Xi öyle oldu. İşi taksite bağ- iadı. Parayı onar Jira cnar lira ödiyeceğim. Lâkin ne dersiniz? Haydan gelen bir para diye harcettiğim bu elli Yiranın tadını unu- tamam. Şimdiye kadar hiç bir zaman sarfettiğim Pâra bana bu kadar zevk vermemişti. LA- kin sonradan acısı çıktı. Hikmet Feridun Es Idari şubelerinden ve fakülte derecesindeki Yüzsek Ticaret Mektepleri veya Hariciye mesleği We alıkası # otuzu geçmemiş olmak. Müsabaka İmtihanı göyledir: 1 — Hukuk medeniye, hukuk düvel, hu siyasi « una mümasil cenebi yüksek mekbeplerden birinden mezun ve ya- ku hususiyel dürel, iktisat, maliye ve tarihi 15 den zamanımıza kadar. hakkında tahriri ve şifahi sualler. — Türkçe ve Fransızcadan tahrir ve terceme. 3 — Müsabakada üssü mizanı doldurmak şartile en fazla numara almış ol zanmış olacaklardır. Biüsavat b: cadan maada bir ecnebi lar ka» isanma vukuf sebebi rüçhandır. ti, askerlik vesikaları, büsnühal ve sıhhat şahadet- viyet cüzdanları veya $ cil ve memürin dalresi umum ir Esrarlı ellerini istida ile 20/3/0940 akşamına kadar Vekâ- iğüne tevdi etmeler ân olunur. (6305) (3888) Türkiye yüzme birincilikleri nihayetlendi İstanbul 151 puanla Türkiye Ankara şampiyonu oldu. 54 puanla ikinci geldi Türkiye yüzme birinciliklerine iştirak eden İstanbul yüzücüleri dün sabah şeh- rimize gelmiştir. Kendisile görüştüğü- müz su sporları ajanı bu müsabakalar hakkında şu izahatı vermiştir: Birincilikler cumartesi ve pazar gün- leri Ankarada mizami bir şekilde yeni- | den 30 metre olmak Üzere inşa ettirilen Karadeniz havuzunda yapılmıştır. Bü- yük bir alâka gören bu müsabakalara İstanbul, Ankara, Kocaeli, İzmir, An |( talya, Seyhan, Bursa, Samsun, Kayseri olmak üzere dokuz bölgenin en seçkin yüzücületinden 60 « mütecaviz sporcu iştirak etmşitir. İntizam altında o gsçen müsabakalar sonunda İstanbul yüzücüleri her zaman olduğu gibi diğer bölgelere tefevvuk | ederek 151 puvanla Türkiye yüzme ve su löpu şampiyonu olmuşlardır. Müsa- bakalarda alınan dereceleri sırasile bil- diriyoruz: 100 serbes: 1 — Mahmud (İstanbul 1.5.7 Z — Nejad (Ankara) 1,13.4 3 — Muzaffer (Bursa). 200 serbes: I — Vedad (İstanbul) 2.519 2 — Tevfik (Seyhan) 2.546 3 — Nejad (Ankara). 400 serbes: 1 — İsmail (İstanbul) 6.27.5, 2 —Cevad (Kocaeli) 6.34.2 3 — Yusuf (Samsun). 1500 serbes: ı— İbrahim (İstanbul) 24.347 2 — Cevad (Kocaeli) 27.31 3 — İsmail (Samsun). 100 Sertüstü; 1 — Mahmud (İstanbul) 1.24 2 — Bedreddin (Kocaeli) 1.29.$ 3 —- Mehmed (İzmir). 200 Kurbağalama: 1 — Yusuf (İstanbul) 3.54 2 — Muzaffer (Seyhan) 3.30.9 3 — Mehmed (İzmir). Türk bayrak yarışı ı— Sinekli eki bei 5.444 2 —Kocaeli takımı 6.189 3 — Ankara takip. 4 X 200 bayrak yarışı: | — İstanbul takımı 11.20.8 2 — Samsun takımı 12.7 3 — Soykan takımı. Tramplen atlama: 1 — Fahri (stanbul) 145.30 2 — Burhan (Ankara: 110.16 Kule atlama: I — Muzaffer (Ankara) 76.32 2 — Kemal (Istanbul) 66.04. Su topu: İstanbul 11 - Kocaeli 0, İstanbul 11 - Ankara 0, Kocaeli 4 - İzmir 0, Anka ra 4 - İzmi 0. Birinci İstanbul, ikinci Ankara ve Kocatli, dördüncü İzmir ol- 1— branbul takımı 151 puan. 2 — Ankara > 3 — Kocaeli 4 — Seyhan 5 — Samsun 6 — Bursa » 7 — İzmir > 8 — Antalya >» 9 — Kayseri O» , Müsabakalar sonunda su sporları fe- | derasyonu tarafından birinciliği kazanan | İstanbul takımına bir şild, iki vazo, bir | ye edilmiş ve diğer derece alam | Büyük bir varlık göstererek şam- u kazanan İstanbul yürücüleri- Yüzük AŞK ve MACERA ROMANI Tetrika No. 55 Fakat bir taraftan aşk... Diğer taraf- tan da kıskançlık... Bu iki his, ye m galip geldi. Adam sen de. Muharebeyi açmıştı. iv... Devam edecekti... Harbi kaybeder «e ölsün > Razıydal — Bu evden derhal çıkıp gitmezteniz ben gideceğim... Ve bir daha dönme mek şartil.. — Ferihal — Susun... Sizin söz aöylemeğe hak- kınız yok... İkimizden birini babam ter cik etsin — Ferihaf 3u sefer; iki erkek birden syni nida ile haykırmışlardı. ! Raif, trek ve okeayicı sesile bir şey | daha söyledi. Bu sesle, şimdiye kadar | ne sarsılmaz iradeleri kendi iradesipe | inkiyad ettirmeğe muvaffak olmuştu. — Masume'yi düşün, yavrum... Ma- Nükleden: (VA « NO) süme, âdeta öz kardeşin gibidir. Kız, büsbütün vücudünü gerdi: durduğu hikâye mi dönmüş, dolaşmış bu kiza kadar gelmişti. larla çırpınan bir mahlâk... Cahil... İnsanlardan ve kanunlardan haberi ol- mıyan bir zavallı... Raif beyin umumiyetle cazip ve güzel olan yüzünü haşin bir ifade değiştirdi. Genç kıza: — Benimle mücadele etmek mi isti- yorsunuz?... Demek Zânı harp... Peki âlâ... Babayı in, kızı da baştan aşağı Ev sahibi, bir harekette bulundu. Fakat genç kız, onu kolundan yaka. | > Yumuşamasna mâni oldu. si — Evet... İlânı harp... - diye bağırdı. ir Palandarlı kınının asabt elle- yuvar! yürü... by emmek namusunu tepele.. Vicdanının isyanına rağmen bunları yap... Ve sesini — Ailemizin üstüne sürdüğünüz leke- lerin mesulüsünüz... ÂŞIK GARİP Tefrika No, 34 Hüseyin: — İstanbulun meyhane âlemleri çok eğ- leneelidir, Garibimi dedi, fakak en aşağı gec yarısını beklemek lârımdır. Gece ya- rısından sonra, tebdili kıyafet eden büyük- ler de meyhane meyhane dolaşır, içer, eğ- lenirler. Onların. konuşmalarını uzaktan dinlemek çok hoş olur, İnsan bu suretle hükümet işlerini, memleket işlerini de bu- ralarda öğrenmiş olur. — Doğrudur, Dediklerine inanırım. Zira, bu zıkkım, küpte durduğu gibi, sakin ve us- la durmuyor. İnsan içince, içindekini dışa- riya vuruyor, Bene» büyük adamlar bunu ya içmemeli, yahud içtikten sonra, dığarı- YA çıkmalıdır. Hele şuraya bir bak. Heg milletten adam var, Şuradaki uzun saçlılar da Yahudiye benziyorlar. — Mısırdan gelmiş Yahudi taelrleri.. Onların bepsi buraya, sarı kıza uğramadan göçmezler. Koçonun meyhanesi, yetmiş iki buçuk milletin uğrağıdır. Öle yandaki po- turlu adamlara baksan a... Ns keyifli içi — Onlar da kim öyle.. Her biri birde. niz küreği yutmuş gibi, şarap fıçılarının üs- tüne yaslanmış, dimdik duruyorlar, Hüseyin önüne bakarak yavaş yavaş mi- rldandı: — Venedik eiçlainin kayıkçıları. İstanbal- da Kayıkçı yokmuş gibi; herifceğiz onları Venediklen peşine takarak buraya kadar getirmiş. İri yarı vücudlieri, uzun bacakla- rile tıpkı Macar katanasına benziyorlar... Fakat, efendilerin sadık mı sadık. Tos kondurmazlar âllmallah. Yanlarında atıp tutmağa gelmez... Hemen, yedi başlı elder- ba gibi, şahlanıverirler. — Kavgacı insanlar demek?... Kavgacı demek de Tâ? mı? Çok belâ ge Bereket versin ki, yalnız gezmiyor- lar. Yoksa şimdiye kadar hepsi de harcan- mış gitmişti Âşik Garib Venedikli kayıkçılara uzaktan bakıyordu! — Hüseyin! - deği - bunların hepal da sülün gibi adamlar. Onlara kıyılır mı biç?.. Bu sırada Âşık Garib mühim birşey ha- öde gibi, birden Hüseyinin yüzüne bak- — Eh, artık gidelim. Sen de geç kalıyor- sun! Rüstem paşanın konağına gitmek için vakit gelmedi mi? Hüseyinin canı sekilde: — Bir tans daha içelim. — Sarhoş olursun o zaman. Sevgilin! 4ş- Gil, bastığın yeri bile göremezsin! — Yok canım... Ben sarhoş olunca daha iyi Iş görürüm, Hele birer kadeh daha ça- kıştıralım da.. Ondan sonra gideriz. Hüseyin, tezgâh başında duran meyha- neciye seslendi: — rt tamele bakalım, Koçot Meyhaneci derhal kadehleri doldurdu: — Kaç gündür görünmüyordun... Ners- lerde idin, Hüseyin? — İşim vardı, çıkamıyordum. — Denizetler hazırlanıyor. Sen de gi- diyor musun? — Yok canım.. Meydan bize kalstn diye ben buralardan ayrılmam, — Donanmanın nereye gideceğini biliyor Musun? — Bunu, şuradaki Venedikli balyoz ka- yıkçıları benden Iyi bilirler. Onlardan sor- san a. — Sordum. Bilmiyorlar... — Onlar da bilmiyorsa, burada bilen yok demektir. Hüseyin kaşlarını kaldırarak güldü: — Malüm ya, onlar bu işleri bizden Iyi bi- ürter. Kurd giy her yere girip çıkarlar, her- kesle konuşurlar... Budalaların ağzından JA almasını o kadar Iyi becerirler ki, — Haydi canım, gevegdlği bıraki Sen Rüstem paşanın bahçıvanısın! Bahçeye ha- remden gelip gidenler çok olur, Onlar konu- şarken, kimbilir neler duymuşsundur! Koço bu sırada (ki kadeh şarap daha ge- trdi: — Bunlar da benden. Aşık Gari» yaraşça Hüseylne sordü: isap ediyor bu?... *rek cevap verdi: » horardalığı ta- © şarap Ikram eder am- boşuna değildir. Altın- na çapan oğlu çıkacak?! Köço iri göbeğini atarak güldü: — Bre ns yaman delikanlısın sen! Anla- yorum ki, don der hali Iraklının gözünden kaçmadı. — Sizi tehdid mi etti efendinâ? « di- ye sordu. — Daha fena bir şey yaptı Arap, korkuyla — Ne yaptı? — Endişelerin ve süphelei rin gayya” sna yuvarladı beni! ii — Nasıl? — Ah eğer çocukluk hatıralarını na- mİ vuzuhla anlattığını işiteeydiniz... Yalnız onun ve benim bileceğim şeyleri tane tane söyledi... — O kadar ince teferrüat verdi ki... Görseydiniz. Bu sözler üzerine Mahir, Musul'luyu süzdü, Hazin hazin içini çekti... Yüzü. nün ne de âdi bir ifadesi vardı... Sa- Bahki muhatsbi ile tam mânasle te- zad... Nerede onun kibar hali, nerede bununkisi... Halbuki bu müttefiki, o — Katakullil... Kızım da bana böyle diyor... İkiniz ayni ağrı kullanıyoru- Dur, Arap e açtı: ö Tı » Ortada katakulli olunca ; İSKENDER FAHREDDİN m Bilirsin. ya, bizim müşterilerin ç0- Ku denizelidir. Hasap görmeden yola çıkar” larsa, börçları süngerle silmek lâzım, Hüseyin nihayet kendini tutamadı: — Barbaros İstanbulda kalıyormuş, de- di, donanma bir haftaya kadar İstanbul- dan Akdenize gidecek Koço, ca'll bir heyecan gösterdi: — Ne var, Hüseyin? Senin kulağın delik- tir.. Harba mi giriyoruz yoksa?... — Yok cariım. Bizimle kim harbedecek? Akdenizde bazı adalara musallat olan kar- sanları temizlemeğe gidiyorlar... Koço bunu duyunca, elindeki xadehten bir yudum içerek, kadehi masanın üstünde bıraktı: — Terghh başını boş bırâkmağa gelmez Çıraktar hesabı kaçırırlarsa, sermayeyi ça” buk yükletiriz kediye, dn kalabalık vardı, h önünde içiyorde. Bu sırada, Koço (Sarı Suşam)ın Kulağına eğilerek birşeyler fisildadı. Adalı rakkasmnin dudaklarının ucunda mânalı bir tobtisüm belirdi. Yavaşça ba- ainı sallayarak tezgâh başından ayrıldı Etraftaki masalarda oturan müşteriler: — Haydi, Sarı Susam, seni. bekliyorus Biz buraya para yemeğe coşup eğlenmeğe geldik... Bu sösslziiğe tahammiil edemeyiz. Diye bağırışırken, Sarı Susam elini kal- çasına koydu? — Kafayı ollâlamadan oynanmıyor, koca aslânlar! İşte geliyorum... Yavaş yavaş meydana çıktı, Birkaç kore ortada döndükten sonra, Venedikii kayık» çıların yanından geçti ve bunlardan birinin kulağına eğilerek: «— Elçiye söyleyin, dedi, marak edilecek birşay yokmuş... Barbaros Istanbulda kalı- yormuş. Donanma bir haftaya kadar Akde- nize çıkacak ve sadece korsan takip edecek” mişi Sarı Suzam tekrar şen sesle bürküler söylemeğe ve raksetmeğe başladı. Zavallı Âşık Garib, bu batakhanede dö- nn entrikaların hiç birinden haberdar de» püdi. Hattâ, kendisin! aoymağa hazırlanan Hüseyinin arkadaşlığından bile şüphe ei- miyor ve arasıra Opa: — Vakit geldiyse kalkalım, Hüseyin! Sers giline bu akşam vaktinde kavuşursan, ben de müsterih ölurum, diyordu. Hüseyinin halinden ve sözlerinden şüp- helenmiyordu. O zaten meyhaneye girdiği daklakdanderi şuurunu, muhakemesini kaya betmiş gibiydi. Birçok insanların kendin- den geçmek işin içip eğlendikleri bu Aleme 9 ilk defa giriyor, fakat bir türlü, başkaları gibi gülüp eğlenemiyordu. İçinde gittikçe derinleşen bir iztirap vardı: Şahsanemi dü şünüyor ve: — O beni Burada içerken görse, şüphe yol kl, benden nefret eder, diyordu. Garih, şergilisin! hatırlayınca, mey- hanede fazla kalamadı, önündeki kadehi midesine boşalttı, içkinin parasını verdi. Birdenbire ayağa kalktı: — Sen Gtersen otur, Hüseşin... Ben gide- ceğim. — Pekhlâ; Ben de gidiyorum. Rüstem par ga şimdi uykuya dalmıştır. Konakta, paşa uyuşmea herkes uyur, Sevgilimi kaçırmak için, tam vakittir. Haydi, ben de geliyo- rum. İklal birlikte meybaneden çıktılar. ös. Âşık Garip parasını nasıl çaldırdı? Akbıyık caddesinden geçiyorlardı. Ortalık zindan gibi karanlıktı. Meyhaneye giderken o civardaki evlerden caddelere sızan yuklağ” dan da şimdi eser kalmamıştı. Aşık Garib, meşhaneden çıkar çıkmas geciş bir nefes alarak: — Hüseyin, dedi, sen Galiba bu gec? geç kaldin! Hüseyin, fırtınada sağa sola yalpalıyan bir sandal gibi sendeliyerek yürüyordu. 'am vaktidir dedim ya. Sevgilim şim- di beni bekler. Bu gece ona kavuşmadan sabahlıyamam. Kararımı verdim... Dediğimi yapacağım. yalda dönüyordu. ti, Fakağ g Bas- tığı yeri görmüyordu a, hangi yoldan #çtiğini biliyordu. Bir aralık Hüsaytna s0r- adı? Gittiğimiz yol- (Arkası var) ona katakulli demekten başka çare yok» tar...-Demek bu şeytan gene allem etti kallem etti, zihninizi çeldi.., Halbuki ben elimdeki vesikalarla davayı kazana” bileceğime artık kanaat getirmiş bulur suyorum. ş — Davayı zahiren kazansak bile vic- danım asla rahat etmiyecektir... Çünkü haksızız. Esad yerinden sıçradı! — Çıldırdınız. me... Çildirdiniz mı)... Nasil tasavvur edebilirsiniz ki cidden ortada bir hakikat olmasa kar nunlar böyle adamı, bir takım zevahirs kapılıp malından, isminden, şerefinden tecrid edebilirler?... Yok hayırı. Mün- hasiran zevahirle bu başarılmaz... Bir delille bile bu olamaz... Bendeki bir değil, yörmi delildir. Muzafferane konuşuyordu. Sesini daha yükaeltti. — Efendinâ,.. Telgraf aldım... Yola çıkmış... İstanbula geliyor... — Kim? — Abdürrezzak diye bir sarraftas bahsetmiştim ya... Onun eski muhaseı bacini ihtiyar . Vaktile hakiki Ralf ve benreri Mr adam onun kr şuna çıkmışlar...

Bu sayıdan diğer sayfalar: